İnsan Hakları

GİRİŞ

İnsan hakları sadece insan olmak nedeniyle sahip olunan haklar olarak devlet hukukundan önce gelirler ve bağımsızdırlar. Bireyin eksiksiz gelişimi için gerekli bir koşul olarak insan hakları ancak demokratik bir düzen içerisinde kendi yerini bulur. İnsan hakları kurallarında eşitlik temeli vardır, evrenseldir ve bu nedenle yüksek ahlaki niteliğe sahiptir. İnsan onurunu güvenceye alan bütün kurallar insan hakları kapsamına girer. İnsan onuru ise, hukuk kurallarının adalete uygunluğunu, alınan kararların doğruluğunu ölçmenin en önemli aracıdır. İnsan değerini korumayı ve insanın maddi ve manevi gelişmesini amaçlayan üstün kurallar bütünü olarak insan hakları kuralları, bütün ülkelerde devlet birey ilişkilerinin belirleyicisi, uluslararası düzlemde de dünya barışı ve adaletinin temelini oluşturur. Hiç kimse, hiç bir kuruluş ya da devlet, "özgürlükleri yok etme" özgürlüğüne sahip değildir. İnsan haklarının yok edilmesini amaçlayan hiçbir kural ya da eylem geçerlilik kazanamaz. Hakların kullanılmasında bireyin zarar görmemesi, zedelenmemesi devletin gözetimi ve sorumluluğu altındadır. İnsan haklarının korunması öncelikle bireyin korunması anlamına gelir ve bu korumanın birinci derecede sorumluluğu devlete aittir. KİŞİ HAKLARININ KORUNMASI ANAYASANIN TÜMÜNE EGEMEN BİR YAKLAŞIM OLMALIDIR.

İnsan hakları konusundaki hukuksallık, sadece iç hukuk kuralları ile değil ancak giderek artan bir biçimde uluslararası hukuk kuralları ile de sağlanmaktadır. Yargı mercii, önündeki anlaşmazlığa uygulanacak kurallar arasında sadece iç hukuk değil, uluslararası belgeleri de göz önünde tutmak zorundadır. Uluslararası İnsan Hakları Kuralları İç Hukuka Göre Üstündür. Uluslararası bağlayıcı ölçülere aykırı bir iç hukuk kuralı, bu anayasa da olsa, geçerlilik kazanamaz. İÇ HUKUK GENELDE VE HİÇ BİR AYRIM TANIMAKSIZIN ULUSLARARASI HUKUKLA UYUM İÇİNDE OLMALIDIR.

İnsan hakları uluslararası düzlemde kabul gören ve birinci kuşak, ikinci kuşak ve üçüncü kuşak insan hakları olarak üç ana sınıfta tanımlanmaktadır. Birinci kuşak insan hakları özgürlük isteminin yarattığı kişisel ve siyasal haklar; İkinci kuşak insan hakları eşitlik isteminin yarattığı ekonomik, sosyal ve kültürel haklar; üçüncü kuşak insan hakları ise dayanışma isteminin yarattığı topluluk haklarından oluştuğu savunulmaktadır.

İnsan haklarının tarihsel gelişimi

İnsan Hakları, insanoğlunun yerkürede ortaya çıkışı kadar eskidir. Tarihin değişik evrelerinde hak ve özgürlükler değişik biçimlerde dile getirilmiş ve savunulmuştur. Tarihten öğrendiğimiz ilk insan hakları düzeni Sümerler‘dedir. İşçi, usta, işveren ilişkisini düzenleyen yazılı tabletler bunun böyle olduğunu gösteriyor. Biçimi ne olursa olsun egemenliklere karşı, bu egemenliklerin şiddet, baskı ve sömürüsüne karşı bireysel ya da toplu direnişler, başka bir deyişle insan hakları mücadelesi de tarih boyunca kesintisiz devam etmiştir. Spartaküs, Romalı köle tacirlerine, Prometheus, mitolojik çağın tanrılarından ateşi çalarak tiranlığa karsı insanca başkaldırarak bu mücadelenin sembolü olmuşlardır.

Yakın çağın bireysel haklarla ilgili en önemli yazılı belgesi 1215 tarihli MAGNA CARTA (Yüce Ferman)dır. Kanunsuz tutuklamaları, mala el konmasını, keyfi vergi alınmasını yasaklamıştır. Yine İngiltere‘de anayasal düzenin temelini atan 1689 tarihli Yargı Güvenceleri (Bill of Rights) parlamento ve vatandaş haklarını belirlemiştir.

Thomas Jefferson tarafından 1776‘da yazılan on üç İngiliz sömürgesinin Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi (Virginia Haklar Bildirgesi) ise eşitliği, politik özgürlükleri, hükümet edenlerin sorumluluklarını düzenlemiştir. Bu beyanname, hükümetlerin halkın refahı için varolduğunu, güçlerini halktan aldıklarını belirtir.

Fransa‘da feodalitenin tasfiye edildiği ve şimdiki anayasal düzenin temelinin atıldığı 1789 Evrensel İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi özgürlükleri, mülkiyeti ve yasa önünde eşitliği güvence altına almıştır. Ünlü 16. maddesinde "hakların güvence altına alınması sağlanmamış, kuvvetler ayrılığı belirtilmemiş bir toplum anayasadan yoksun sayılır" ifadesi yer almıştır. Bildirge temel hakları özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve zulme karşı direnme olarak sıralamıştır. Yirminci yüzyıl ise insan hakları kavramının evrenselleşmesine tanıklık etmiştir. Bu yüzyılda insan hakları konusunda temel olarak bir evrensel bildirge ve üç bölgesel insan hakları sözleşmesi üretilmiştir.

İkinci Dünya savaşı ertesinde yayınlanan 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile Birleşmiş Milletler, faşizmin insanlık ailesine yaşattığı dramatik deneylerden ve çektirdiği büyük acılardan sonra sosyalizmin de kazanımlarıyla tarihte yeni bir dönemin başladığına işaret ediyordu. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile birlikte BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ve BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi Dünya İnsan Hakları Anayasasını oluştururlar. Bildirge ve sözleşmeleri ile Birleşmiş Milletler insan haklarını koruma ve geliştirmenin yegane dünya forumunu oluşturur. İnsan hakları BM‘nin çeşitli organlarında gözetilse de, insan hakları alanında karar üreten asıl organ İnsan Hakları Komisyonu‘dur. Türkiye‘nin de dahil olduğu 53 ülke temsilcisinden oluşan komisyonun işkence ile ilgili özel bir raportörü ve merkezi Cenevre‘de bulunan İnsan Hakları Merkezi bulunmaktadır. Sivil toplum kuruluşları BM‘nin insan hakları ve benzeri kurumlarında toplantılara katılabiliyor ve görüş bildirebiliyorlar.

İlk bölgesel sözleşme Avrupa Konseyi tarafından 3 Eylül 1953 tarihinde yürürlüğe konulan ve insan haklan kurallarının oluşturulması ve uygulanmasında en önemli yeri işgal eden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesidir (AİHS). Bu Sözleşmeye bağlı sekiz protokol imzalanmış ve altısı yürürlüğe girmiştir. Avrupa Konseyi insan hakları alanında işlev görecek Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, Avrupa İnsan Hakları Divanı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi uluslararası düzlemde bağlayıcı kararlar üreten organlar oluşturmuştur.

1890 yılında oluşturulan Pan-Amerikan birliği 1948 yılında ABD‘nin imza koymadığı Amerikan Devletleri Örgütü (OAS) halini aldı. Bu örgütlenme içinde İnsan Hakları Amerikan Devletleri Arası Komisyonu ve Amerikan Devletleri Arası İnsan Hakları Mahkemesi oluşturuldu. 18 Temmuz 1978 tarihinde yürürlüğe giren Amerikan Sözleşmesi ve Amerikan İnsan Hakları ve Ödevleri Beyannamesi, Güney Amerika ve Karayip adalarında hukuk devleti ve insan haklarına saygıyı sağlama işlevini sürdürüyor. 82 maddelik sözleşme AIHS ve BM Medeni Haklar Sözleşmesi‘nden izler taşır.

Avrupa ve Amerika örgütlenmelerinin ardından üçüncü bölgesel örgüt olarak 3 Eylül 1963 tarihinde Afrika Birliği Örgütü (ABÖ) yürürlüğe girmiştir. ABÖ Şartı‘nın başlangıç bölümünde tüm halkların kendi geleceklerini belirlemede devredilemez hakları vurgulanmıştır. Afrika halklarının özgürlük, adalet, eşitlik ve onurunu zorunlu hedefler olarak belirlemiş, halklar arasında kardeşlik ve dayanışma ile anlayış ve işbirliğine değinilmiştir. Barış, güvenlik, bağımsızlık, egemenlik, toprak bütünlüğüne bağlılık, yeni sömürgeciliğe karşı mücadele, devletlerarası işbirliği ortak hedefler olarak saptanmıştır. ABÖ, 21 Ekim 1986 tarihinde de Afrika İnsan ve Halkların Hakları Sözleşmesi‘ni yürürlüğe koymuştur. Bu sözleşme medeni ve siyasal hakların yanı sıra, ekonomik ve sosyal haklar ve halkların haklarına da yer vermiştir. Sözleşme ile birlikte Afrika İnsan ve Halkların Hakları Komisyonu kurulmuş ancak mahkeme süreci düzenlenmemiştir. 68 madde içeren ve AİHS, BM Medeni Haklar ve yine BM Ekonomik Haklar Sözleşmelerinden etkiler taşıyan bu sözleşmenin diğerlerinden farkı birinci ve ikinci kuşak hakların yanı sıra üçüncü kuşak hakları da düzenlemesidir.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa sınırlarını belirleme ve Doğu-Batı ilişkilerini geliştirme amacıyla 33 Avrupalı ülke, ABD ve Kanada 1975 yılında Helsinki‘de Helsinki Sonuç Belgesini imzalayarak Helsinki sürecini bir diğer deyişle Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) sürecini başlattı. Batı ülkeleri için temel insan haklarının güvence altına alınması amacını taşıyan süreç, Avrupa‘daki etnik gerilimler, milliyetçi tartışmalar ve Doğu Avrupa ülkelerinde ve eski Sovyetler Birliği‘nde demokrasiyi geliştirme gibi konuları da çalışma alanı içine almıştır.

AGİK süreci 1989 Viyana Belgesine kadar, Helsinki Danışmalarında saptanan üç temel gündem maddesi üzerinde gelişmiş, Viyana Belgesi ve özellikle Yeni Avrupa için Paris Şartı‘nın (Kasım 1990) imzalanmasından sonra ise AGIK‘in gündemi önemli ölçüde değişmiştir. Helsinki Sonuç Belgesi‘nde insan hakları da ele alınmakta ve "düşünce, inanç, din ve vicdan özgürlüğü de dahil olmak üzere insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı" başlığını taşıyan VII. ilke çerçevesinde düzenlenmiştir. AGİK süreci Paris Şartı ile birlikte bir görüşme sürecinden kurumsallaşmış bir yapıya doğru dönüşmeye başlamıştır. AGİK belgeleri, Sonuç Belgesi‘nden başlayarak insan haklarına ilişkin uluslararası belgelere göndermede bulunarak katılan devletleri bunlara uymaya ve taraf olmaya çağırmaktadır. Sonuç belgesi katılan devletlere insan hakları ve temel özgürlükler alanında BM Anlaşması‘nın amaç ve ilkeleri ile Evrensel Bildirge‘ye uygun davranma, ayrıca bu alandaki uluslararası bildirge ve anlaşmalarda tanınan yükümlülüklere uyma üstlenimi getirmektedir. Paris Şartı demokrasiyi, katılan devletlerin uluslarının tek yönetim biçimi olarak ilan etmektedir, "ideolojik boyutunu insan haklarının oluşturduğu bu modelin siyasal temelini özgür seçimler, hukuksal temelini hukuk devleti, ekonomik- temelini de pazar ekonomisi oluşturmaktadır". AGİK, Eylül 1991 tarihinde Moskova Belgesi‘ni de yayınlayarak gerektiğinde ciddi insan hakları ihlallerinin olduğu üye ülkeye inceleme heyeti göndermeyi öngörmüştür. Sekretaryası Prag‘da bulunan teşkilatın Viyana İhtilaftan Korunma Merkezi, Varşova Demokratik Kurumlar ve insan Hakları Bürosu gibi kurumları bulunmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının pek katılamadığı AGİT sürecinde oluşturulan kurumlar, AGİT‘in bakanlar konseyinin politik yönlendiriciliğinde ve AGİT parlamenterler meclisinin denetiminde çalışmaktadırlar.

Temel Kişi Hak ve Özgürlüklerini Güvence Altına Alan Uluslararası Belgelere Göre Hakların Tanımları

Yaşam Hakkı

İnsan haklarının en kutsalı, en dokunulmazı olarak nitelendirilen Yaşam Hakkı, öldürülmeme hakkını ifade eder. Bu devletin, bir yandan yetki alanı içinde bulunan bireyleri öldürmeme, diğer yandan da diğer bireyler tarafından öldürülmelerini engelleme yükümlülüğü anlamına gelir. Uluslararası insan hakları hukukunda birincil sırayı teşkil eden yaşam hakkı ilkeleri insan hakları kapsamında bir haktır. Bu hak yasayla korunur, hiç kimse bu haktan keyfi ya da kasıtlı olarak yoksun bırakılamaz, olağanüstü rejim gerekçesiyle bu hakka aykırı önlem alınamaz. Yasadışı, keyfi ya da seri infazların ve bunun bir özel türü olan kayıpların da yaşam hakkının devlet tarafından ağır biçimde çiğnenmesini oluşturduğu kabul edilmektedir. Birleşmiş Milletler Evrensel Bildirgesi‘nin 3.maddesi, Türkiye‘nin taraf olmadığı Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi‘nin 6.1 hükmü ve Türkiye‘nin taraf olduğu 10 Kasım l959 tarihli Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi‘nin 37/a maddesi ile Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi‘nin 2/1 maddesi yaşam hakkını güvence altına alır.

İşkenceyi Önleme

Yalnız fiziksel bütünlüğe değil, moral ve entellektüel bütünlüğü de ağır biçimde zarar veren işkence insanlık onuruna karşı bir saldırı olarak nitelendirilmekte ve uluslararası insan hakları hukukunda hiçbir kural dışılık tanımayan mutlak bir yasağın konusunu oluşturmaktadır, işkence ile aralarında nitelik değil, derece farkı bulunan zalimce, insanlık dışı ya da aşağılayıcı davranış ve cezalar da işkence gibi mutlak olarak yasaklanmaktadır.

İşkenceyi yasaklamaya ilişkin belgelerin en eskisi 1215 tarihli Magna Carta Libertatum‘dur. Daha sonra 1776 tarihli Virginia İnsan haklan Bildirisi ve 1789 Fransız İnsan Hakları ve Yurttaş Hakkı Bildirisi‘nde de işkenceyi yasaklamaya ilişkin hükümler yer almıştır. Birleşmiş Milletler Evrensel Beyannamesi‘nin 5.maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘nin 2, 3 ve 5.maddeleri, Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi‘nin 5/2 maddesi işkence yasağı ile yakından ilgili maddelerdir.

Birleşmiş Milletlerin 9 Aralık 1975 tarihli İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesi‘ne göre savaş, savaş tehdidi, iç siyasal istikrarsızlık ya da benzeri diğer olağanüstü haller türünden hiçbir istisnai koşulun işkenceyi haklı kılmadığı madde 2/2‘de ifade edilmiştir. Bunun anlamı işkence yasağının olağan ya da olağanüstü olsun her koşulda, rejimde geçerli olduğudur.

Özgürlük ve Güvenlik Hakkı

Özgürlük hakkı ile kişinin fizik ya da beden özgürlüğü, yani fizik mekan içinde hareket, yer değiştirebilme serbestisi ifade edilirken, güvenlik hakkı bu özgürlüğe keyfi olarak karışılmasına karşı korunmayı içerir. Özgürlük ve güvenlik hakkı, birbiriyle sıkı bağlantılı bir dizi hakkı içermektedir: Kişinin tutuklanmasının nedenleri ve kendisine yöneltilen suçlamalar hakkında bilgilendirilme hakkı, tutulma yada tutulmanın yargısal denetimi, diğer bir deyişle tutulan ya da tutuklanan herkesin derhal yargıç önüne çıkarılarak yargılanma ya da salıverilme hakkı, tutulma ya da tutuklamanın yasallığının denetimi, yasaya uygun olmayan tutulma ya da tutuklama için tazminat hakkı özgürlük ve güvenlik hakkı kapsamında değerlendirilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘nin 5. maddesi kişi özgürlüğüne devletin keyfi müdahalesini önleme amacına yöneliktir.

Özel Yaşama İlişkin Haklar

Temel öğeleri gizlilik ve bağımsızlık olan özel yaşama ilişkin haklar birbirleriyle bağlantılı bir dizi hak içerir. Bunlar özel yaşamına saygı hakkı, esas olarak kamusal bir faaliyete ayrılmamış ve üçüncü kişilerin giremediği bir yaşamı ve buradaki insan ilişkilerini kapsayan, hukuksal düzeyde tanımlanabilir olmayan çok geniş bir alanı içerir. Uluslararası sözleşmelerde açıkça yer verilmeyen cinsel yaşam, özellikle cinsel tercihler, ya da kişisel verilerin korunmasını içerir. Özel yaşama ilişkin hakların kapsamının devlet bakımından karışmama yükümlülüğü kadar karışmaları önleme ve cezalandırma yükümlülüğüne de özel bir önem kazandırır. AGİK kapsamında Moskova Belgesi devletin bireyin kişisel alanına usulsüz ya da keyfi her tür karışmasının demokratik topluma zarar vereceğini vurgulayarak özel yasamın, aile yaşamının, konutun, haberleşmenin korunması hakkını doğrulamaktadır.

Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü Hakkı

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘nin 9 ve 10. maddeleri düşünceyi açıklama hakkını koruma altına alır. AGİK çerçevesinde Kopenhag Belgesi de herkesin iletişim hakkı da dahil olmak üzere düşünceyi açıklama özgürlüğü hakkına sahip olduğunu bildirmektedir (parag. 1). Belgeye göre bu hak, görüşlerini açıklama özgürlüğü olduğu kadar kamu otoritelerinin karışması olmaksızın ve sınırlar hesaba katılmaksızın öğreni ve düşünceleri alma ve aktarma özgürlüğünü de kapsamaktadır. Bu ifade AİHS‘nin ilgili hükmüne koşuttur.Öte yandan Kopenhag Belgesi, bu özgürlüğün kullanılmasının özel bir boyutunu da vurgulayarak belgelerin çoğaltılmasına ilişkin her türlü araca ulaşma ve bunları kullanmaya hiçbir sınır getirilmemesi gerektiğini bildirmektedir.

Adil Yargılanma Hakkı

Adil yargılanma hakkı, uluslararası sözleşmelerde genel olarak herkesin davasının yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, makul bir süre içinde, kamuya açık olarak ve hakkaniyete uygun biçimde görülmesi olarak düzenlenmektedir. Adil yargılama hakkı, sanık hakları ile suçsuzluk karinesi, ceza yasalarının geriye yürümezliği gibi ilkelerle sıkı sıkıya bağlantılıdır.

Sanık Hakları

Savunmanın güvenceleri olan sanık hakları, genel olarak suçlamanın nedeninden ve niteliğinden en kısa zamanda, anladığı bir dilde bilgilendirilme hakkını, savunmanın hazırlanması için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkını, sanığın kendini savunma ya da kendi seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanma hakkını, tanıkların dinlenmesinde hak eşitliğini ve sanığın gerektiğinde bir çevirmenin yardımından ücretsiz yararlanma hakkını içermektedir.

Vatandaşlık Hakkı

Evrensel Bildirge‘de tanımlandığı üzere, hem bir vatandaşlığa sahip olma, hem keyfi olarak vatandaşlıktan yoksun bırakılmama, hem de vatandaşlığı değiştirme haklarını içerir.

Toplanma Özgürlüğü Hakkı

Toplanma özgürlüğü hakkı, barışçı ya da silahsız toplantı veya gösteri düzenleme ya da bunlara katılmayı içerir. Bu hak düşünceyi açıklama özgürlüğü hakkının önemli gerçekleşme biçimlerinden biridir ve esas olarak siyasi nitelikteki toplantı ve gösterilere ilişkindir. Paris Şartı‘nda ayrım gözetmeksizin herkesin toplantı düzenleme özgürlüğünün bulunduğu doğrulanmaktadır.

Örgütlenme Özgürlüğü Hakları

Dernekleşme Hakkı ulusal hukuklardaki biçim koşullarından bağımsız olarak, siyasi partiler, dinsel topluluklar, ticari ortaklıklar ve sendikalar da dahil olmak üzere, kamu hukuku kişileri dışındaki her türlü örgütlenmeyi içerir. Sendikalaşma hakkı çıkarlarını korumak üzere sendikalar kurma ve bunlara katılma hakkının yanı sıra sendikalara üye olmama hakkını da içerir. Sendika ile, çalışanların, ortak çıkarlarını temsil eden her türlü örgüt kastedilmektedir.

Seyahat Özgürlüğü Hakkı

Seyahat özgürlüğü hakkı içinde dört farklı haktan söz edilmektedir.
l. Bir ülkenin sınırları içinde dolaşma ve yerleşme;
2. Bir ülkeden ayrılma ve bir ülkeye girme;
3. Bir ülkeden sınır dışı edilmeme;
4. Sürgün edilmeme.

Haberleşme Özgürlüğü

Türkiye‘nin taraf olduğu BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi‘nin 12. maddesinde özel hayatın gizliliği ve dokunulmazlığı kapsamında haberleşme özgürlüğü zikredilir. "Hiç kimse özel hayatı, ailesi, meskeni veya yazışması hususlarında keyfi karışmalara, şeref ve şöhretine karşı tecavüzlere maruz kalamaz. Herkesin bu karışma ve tecavüzlere karşı kanunla korunmaya hakkı vardır." Aynı konu AİHS‘nin 8.maddesinde ve Türkiye‘nin taraf olmadığı BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi‘nin 1. maddesinde de işlenmiştir.

Vicdan İtirazcıları

Henüz haklar listesine girmemiş olmakla birlikte kişisel inançları dolayısıyla askerlik hizmetinin reddedilmesi bir hak olma yolundadır.

Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar

Ekonomik, sosyal ve kültürel haklar, 1948 BM Evrensel Bildirgesi‘nin 22-27 maddelerine, 1966/76 Ekonomik/Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi‘ne, 1961 Avrupa Sosyal Antlaşması‘na ve 1954 Avrupa Kültürel Anlaşması‘na konu olmuştur. Bu hakların anayasal ekseni sosyal adalet, sosyal refah ve sosyal güvenlik olarak tanımlanmaktadır. Ekonomik haklar mülkiyet, sözleşme özgürlüğü ve özel girişim özgürlüğünü, sosyal haklar bireysel nitelikte çalışma hakkı ve sosyal güvenlik haklarının yanı sıra toplu sözleşme, grev gibi toplu haklarını içermektedir. BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi halkların ekonomik gelişmelerine kendilerinin serbestçe karar vermeleri, doğal kaynak ve zenginliklerinin serbestçe kendilerinin işletme ve kullanma hakları bulunduğunu ifade etmektedir. Kültürel hakların ilk tanımını veren belge BM Evrensel Bildirge‘dir. Ayrıca UNESCO genel konferansı da 1966 yılında 11 maddelik bir Uluslararası Kültürel işbirliği Bildirgesi kabul etmiştir. Bu Bildirgede her kültürün saygı görmeye hakkı bulunduğu, her halkın kendi kültürünü geliştirme hakkı ve bütün kültürlerin insanlığın ortak mirasının bir parçası olduğu belirtilmektedir. Avrupa Konseyince benimsenen yaklaşıma göre kültürel farklılıkların korunması ve kültürel bakımdan farklı olma hakkı demokratik, çoğulcu toplumların ön koşuludur.

Kadın Hakları

Kadın hakları konusundaki en önemli belge Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 18 Aralık l979 tarihinde kabul edilen "Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi"ne ilişkin Sözleşmedir. Türkiye bu sözleşmeyi 24 temmuz 1985 tarihinde onaylamış ve 14 Ekim 1985 tarihinde Resmi Gazete‘de yayınlayarak uygulamaya koymuştur. Sözleşme, taraf devletlerin özellikle siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda olmak üzere bütün alanlarda erkeklerle eşit olarak insan hakları ve temel özgürlüklerinden yararlanmalarını ve bu hakları kullanmalarını garanti etmek amacıyla, kadının tam gelişmesi ve ilerlemesini sağlamak için yasal düzenleme dahil bütün uygun eylemleri alacaklarını ifade etmektedir (Madde 3). Türkiye bu sözleşmenin tabiyetin korunması, kazanılması veya değiştirilmesinde eşit haklar içeren 9.maddenin birinci fıkrasına, Adalet Divanı‘nın mecburi yargısını kabul etme konusundaki 29. maddenin birinci fıkrasına, medeni haklar bakımından kadınların erkeklerle benzer hukuki ehliyete sahip olması ve kullanmasını içeren 15. maddesinin 2. ve 4. fıkralarına, ve evlilik ve aile ilişkileri konusunda ayırımcılığı önlemeye yönelik 16. maddenin (c),(d),(f) ve (g) fıkralarına çekince koymuştur.

Çocuk Hakları

Çocuk Hakları Sözleşmesi, 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler genel kurulunda kabul edilmiş ve 2 Eylül 1990 tarihinde de uluslararası hukuk kapsamında yürürlüğe girmiştir. Çocuk Hakları Sözleşmesi‘ne göre 0-18 yaş arasında bulunan her kişi çocuk sayılmaktadır. Çocuk hakları sözleşmesinin temel eksenini çocuğun yüksek menfaatinin sağlanması ve her türlü suistimale karşı korunması oluşturur. 54 maddeden oluşan sözleşmenin 6.maddesi "Her çocuğun temel yaşama hakkına sahip olduğunu" ve çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için sözleşmeye taraf devletlerin azami çabayı göstereceğini zikretmektedir. Madde 37 ise hiçbir çocuğun işkence veya zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ve cezaya tabi tutulmayacağını, hiçbir çocuğun yasadışı ya da keyfi biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağını hükme bağlamıştır. Sözleşme aynı zamanda çocuğun ekonomik sömürüye ve her türlü tehlikeli işte ya da eğitimine zarar verecek ya da sağlığı veya bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal ya da toplumsal gelişmesi için zararlı olabilecek nitelikte çalıştırılmasına karşı korunma hakkının olduğunu da (Madde 32/1) kabul etmektedir. Türkiye, sözleşmeyi 1990 yılında imzalamasına karşın ancak 1994 yılında 4056 sayılı yasa ile sözleşmeyi onaylamış ve 27.1.1995 tarihinde Resmi Gazete‘de yayınlayarak uygulamaya Koymuştur. Türkiye, sözleşmenin temel olarak azınlık haklarıyla ilgili olan ve kendi dilinde, dininde ve kültüründe eğitim alma hakkını içeren 17, 29 ve 3O. maddeleri hükümlerine çekince koymuştur.

TÜRKİYE‘NİN ULUSLARARASI SÖZLEŞMELERE GÖRE KONUMU

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Belgeleri ve Türkiye

Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi‘nde yer alan kişisel ve siyasal haklar listesi; yaşama hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, köleliğin, işkencenin ve insanlık dışı ceza ve muamelelerin yasaklanması, kişilik hakkı, eşitlik ve ayrım yasağı, keyfi tutuklama ve sürgün yasağı, doğru yargılama, suçsuzluk varsayımı ve suç ve ceza kurallarının geriye yürümemesi, özel yaşamın korunması, mülkiyet hakkı, düşünce, din, toplanma ve dernek hakları, serbestçe dolaşma ve yerleşme, sığınma, sığınmacı haklarını içermektedir. Demokrasi ilkesi, bildirgede özgün bir biçimde ifade edilmiştir. Bildirge sadece kişisel haklara değil (2-21), ekonomik, sosyal ve kültürel haklara da yer vermektedir (madde 22-27). Bildirgenin 28. maddesi, devletlere iç hukukta uygulama sorumluluğu getirmektedir. 30. madde ise özellikle devletlerin sınırlama yetkisine bir sınır getirmekte, sınırlama bahanesi ile özgürlüklerin yok edilmesini yasaklamaktadır. Evrensel insan hakları kuralları Kişisel ve Siyasal Haklar (1966) ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar (l 966) Sözleşmeleri‘nde ayrıntılandırılmıştır. Her iki sözleşmede de halkların kendi durumlarını belirleme hakkı ve ayrımcılık yasağı (ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi ve sair düşünce, ulusal veya da toplumsal köken, servet, soy ya da benzer durumların ayrım nedeni olmaması) ortak hükümler olarak yer almaktadır. Türkiye, 27 Mayıs 1949 yılında Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi‘ni Resmi Gazete‘de yayınlamış olmasına rağmen, Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesini imzalamamıştır. Birleşmiş Milletler, 50‘nin üzerinde kural, ilke, sözleşme, bildirge, statü ve protokole sahiptir. Türkiye‘nin imzaladığı belgeler ise sadece 17 adettir.

- Birleşmiş Milletler Anlaşması 15 Ağustos 1945 tarihli yasa ile onaylanmıştır.
- İnsan Hakları Everensel Beyannamesi 10 Aralık 1948‘de imzalanmış 6 Nisan 1949‘da yürürlüğe girmiştir. Bakanlar Kurulu Kararı, bildirgenin yayımından sonra okullarda ve diğer öğretim müesseselerinde okutulması ve yorumlanmasını öngörmüştür
- 25 Mayıs 1959 tarihli Kadınların Siyasi Haklarına Dair Sözleşme - Türkiye 1959
- Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (BM 1981 - Türkiye Haziran 1985))
- Jenosit‘in Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşme (BM 1948 - Türkiye Mart 1950
- Esaretin Men‘i Hakkında (25 Eylül 1926 tarihli) Mukavelename - Türkiye 8 Haziran 1933
- Kölelik, Köle Ticareti, Köleliğe Benzer Uygulama ve Geleneklerin Ortadan Kaldırılmasına Dair Ek Sözleşme - Türkiye 6.1.1964
- Mültecilerin Durumuna Dair Sözleşme - Türkiye 26 Ağustos 1961
- Çocuk Hakları Bildirgesi - BM: 20 Kasım 1989 - Türkiye 1995
- İşkence ve Başka Zalimce İnsanlık dışı ya da Onur kırıcı Davranış ya da Cezaya Karşı Sözleşme (BM: Haziran l987, Türkiye 25 Ocak 1988)
- Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 1948 - (çalışma politikasına ilişkin 122 no.lu sözleşme BM: 1964, 9.11.1976; 87 No.lu ILO sözleşmesi: örgütlenme özgürlüğü; 98 No.lu ILO sözleşmesi:Sendika kurma ve toplu pazarlık hakkı,
- Tarım İşçilerinin Dernek Kurma ve Birleşme Haklarına Dair 11 Sayılı Sözleşme (24 Ekim 1960, Türkiye 24 Ekim 1960)
- Örgütlenme ve Toplu Pazarlık ilkelerinin Uygulanmasına İlişkin 98 no.lu (ILO) Sözleşme, Sendika hakkını daha ileri düzeyde gerçekleştirme (18 temmuz 1951 - 8 Ağustos 1951)
- Zorla ya da Zorunlu Çalıştırma Yasağı BM 17 Ocak 1979 - Türkiye 14 Aralık 1960)
- Çalışma yasasında ayrımcılığın, özellikle kadınlara karşı ayrımcılığın kaldırılması amacıyla (ILO) tarafından benimsenen Çalışma ve Meslek Bakımından Ayrımcılığa ilişkin 111 no.lu sözleşme (BM: 15 Haziran 1960 - Türkiye: 13 Aralık 1966)
- Erkeklerle kadınların eşit değerde iş için eşit ücretlendirilmesine ilişkin 100 no.lu sözleşme (Türkiye: 13 Aralık 1966)

AVRUPA KONSEYİ

İNSAN HAKLARI BELGELERİ ve TÜRKİYE

3 Eylül 1953 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Türkiye tarafından 10 Mart 1954 tarihinde onaylanmış ve 18 Mayıs 1954 tarihinde yürürlüğe konmuştur. Usul ve haklar yönünden kurallar içeren sözleşmeye ek 11 protokol bulunmaktadır. Türkiye ölüm cezasının kaldırılmasını içeren 6 no.lu protokolü imzalamamış, 7 no.lu protokolü ise 1985 yılında imzalamış olmasına rağmen Resmi Gazete‘de yayınlamamıştır. Türkiye 29 Ocak 1987 tarihinde komisyona bireysel başvuru hakkını, 22 Ocak 1990 tarihinde de Divanın zorunlu yargı yetkisini tanımış bulunmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Türkiye‘nin iç hukukunun temel haklar sistemini tamamlayan uluslararası bir koruma sistemidir. Sözleşme, taraf devletlerin iç hukuka etki bakımından hangi sistemi kabul ettiklerine bakmaksızın, tanıdığı hakların bu devletlerce güvenceye alınmış olması varsayımına dayanmaktadır. Sözleşmenin 60. maddesi. AİHS hükümleri iç hukukta tanınan veya öteki uluslararası belgelerde öngörülen hak ve özgürlükler alanını daraltıcı biçimde yorumlanamaz demektedir. Türkiye 26 Kasım 1987 tarihinde imzaya açılan ve 1 Şubat 1989 tarihinde yürürlüğe giren İşkencenin Önlenmesi Avrupa Sözleşmesi‘ni ilk onaylayan devlet olmuştur (26 Şubat 1988).

Avrupa Sosyal Anlaşması

18 Ekim 1961 tarihinde Torino‘da imzalanan ve 26 Şubat 1965 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Sosyal Antlaşması, AİHS ile bir bütün oluşturur. Başka bir deyişle kişisel ve siyasal haklar ağırlıklı AIHŞ, Sosyal Antlaşma ile ekonomik ve sosyal haklar açısından tamamlanmıştır. Hukuksal açıdan en az AİHS kadar bağlayıcı olan Avrupa Sosyal Antlaşması dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm taraf devletlerin etkin bir biçimde gerçekleştirme sözü verdikleri 19 hak ve ilke sıralar ve bunlar ikinci bölümde ayrıntılı biçimde düzenlenir. Esnek bir yaklaşım izlenen Sosyal Antlaşma‘da taraf ülkeler birinci bölümde ilan edilen ilkelerin tümünü uygun araçlarla izleyecekleri amaçların bildirgesi sayarlar, ikinci bölümde yer alan yedi haktan en az besiyle kendilerini bağlı sayarlar. Bunlar; çalışma hakkı, örgütlenme hakkı, toplu pazarlık hakkı (grev hakkı dahil), sosyal güvenlik hakkı, sağlık ve sosyal yardım hakkı, ailenin sosyal, yasal ve ekonomik korunma hakkı, çalışan göçmenlerin ve ailelerinin korunma ve yardım görme hakkı olarak sıralanır. Ayrıca taraf devletler ikinci bölümde yer alan haklardan 10 maddeden veya 45 fıkradan az olmamak koşuluyla seçecekleri öteki kurallarla da kendilerini bağlayacaklardır. Avrupa Sosyal Antlaşması Türkiye tarafından 14 Ekim 1989 yılında onaylanmıştır. 19 temel sosyal haktan altısını tümüyle, ikisini de kısmen onay dışı bırakmıştır. Tamamı onaylanmayan hükümler çalışma süreleri, dinlenme ve izin hakları, sendikal örgütlenme hakkı, toplu pazarlık hakkı, çalışan kadınların hakları, özürlülerin hakları. Bunların dışında ücretle ilgili 4. ve çalışan çocuklarla ilgili 8. maddelerin bazı fıkraları da onay dışında tutulmuştur.

TÜRKİYE‘DE YAŞANAN İNSAN HAKLARI SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

- Temel uluslararası sözleşmelere taraf olmasına‘ rağmen Türkiye‘de insan haklarının geliştirilmesi konusunda hiçbir ciddi çabaya girilmediği gözlenmektedir. Tam tersine bir çok konuda insan hakları ihlallerinin sistematik ve yoğun olarak sürdürüldüğü bir gerçektir. Bu durum gerek Türkiye‘deki gerekse uluslararası insan hakları savunucuları tarafından izlenmekte ve belgelenmektedir.

- İhlallerin sistematik olarak sürdürülmesinin en önemli dayanağı kişi temel hak ve özgürlüklerini sınırlamayı asıl, özgürlüğü istisna haline getiren ve kutsal devlet anlayışını her şeyin önüne çıkaran 1982 Anayasası ve bu anayasadan güç alan antidemokratik kurumlaşmadır.

- 1995 yılında yapılan değişikliklere karşın bu anayasada Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi denetim sisteminde yer almamızın bir sonucu olarak sözleşmeye aykırı maddeler halen bulunmaktadır.
1. Yargıya başvuru yolunu kapatan anayasal hükümler (Maddeler: 105, 125, 159, 129/3 ve Geçici 15. madde)
2. Yargıcın yetkisini sınırlayan kurallar (Maddeler 152/3-125/6)
3. Antidemokratik temel hak kuralları (Maddeler: 87, 26/3, 28, 30, 24/4, 42)

- Olağanüstü yönetim usulleri başlığı altında yapılan düzenlemeler yönetime tanınan yetkilerin genişletilmesi, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını beraberinde getirmiştir. Bu durum olağan dönemlere de yansıtılmış, baskıcı olağanüstü dönem fiili olarak devam ettirilmiştir.

- Türkiye‘de yaşam hakkı güvence altına alınmamıştır. Bunun en önemli kanıtı ölüm cezasının halen ilga edilmemiş olması ve AİHS‘nin konuyla ilgili ek 6 nolu protokolünün imzalanmamış olmasıdır. Faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar ve kayıpların halen sürmesi de kişinin yaşam hakkının korunmadığının kanıtlarıdır.

- Yasaklanmış olmasına rağmen gerek sorgulama sırasında gerekse cezaevlerinde işkencenin sistematik olarak sürüyor olması, işkence yapanlara karşı yargının işletilememesi bir yana işkencecilerin ödüllendiriliyor olması, kötü muamelenin önlenmemesi, ihlallerin münferit olay bağlamında değerlendirilmesi de kişi temel hak ve özgürlüklerinin Türkiye‘de güvence altına alınmadığının en açık kanıtıdır. Bu taraf olunan uluslararası sözleşmelerin de ihlali anlamına gelmektedir. Devlet Güvenlik Mahkemeleri‘nin varlığı ve işleyişi yoluyla ikili hukuk sistemini yaratarak adil yargılanma hakkını ortadan kaldırmış ve demokrasinin önüne engel koymuştur.

- Gerek Terörle Mücadele Yasası gerek Türk Ceza Kanunu maddelerine göre düşünceyi ifade etme özgürlüğü yok edilmekte ve ağır suç kapsamında tutulmakta, insanlar cezaevlerine konmaktadır. Ayrıca bu yasalarla kişinin özel hayatına ve haberleşmenin gizliliği ilkelerine de müdahale olanağı sağlanmaktadır.

- Olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde ağır insan hakları ihlalleri yaşanmış ve yaşanmaktadır. Demokratik çözüm usulleri yerine uygulanmakta olan askeri tedbirler ve sürdürülmekte olan savaş sonucunda zorla göç ettirme, köy boşaltmaları, faili meçhul cinayetler, insan kayıpları, işkencenin ağır biçimde sürdürülmesi, etnik kimlik ve kültürlerin reddi, temel hak ve özgürlüklerin başında gelen yaşama, barınma, seyahat etme, adil yargılanma, düşünceyi ifade etme gibi hakların önünü kesmiş, yaratılan köy koruculuğu, özel tim gibi kurumlaşmalarla ihlallerin engellenmesi daha da güçleşmiştir. Tüm bunların yanı sıra, seçme ve seçilme hakkı, vatandaşların iradelerine müdahale edilerek ortadan kaldırılmıştır. Cezaevlerindeki tutuklu ve mahkumlar zorla itirafçılaştırılmakta ve bu kişiler devlet eliyle kullanılarak demokrat kişilere baskı yapmakta, faili meçhul cinayetler işletilmektedirler. Çeteleştirilen bu itirafçılar her türlü yasadışı silah ve uyuşturucu kaçakçılığında kullanılarak bölgede sorunların derinleşmesine neden olmaktadırlar. Güvenlik soruşturması gibi hukuksal temeli olmayan bir yöntemle iş ve fırsat eşitliği yok edilmektedir. Cezaevlerinde yargısız infazlar gerçekleştirilmekte, suçlular ceza almamaktadırlar.

- Çocuk Hakları Sözleşmesi‘nin hükümleri ihlal edilmekte, siyasi suçlu adı altında 18 yaşından küçük olanlar DGM‘lerde yargılanmakta, işkence görmekte ve ağır cezalara çarptırılmaktadır.

- Kişi temel hak ve özgürlüklerine yönelik olarak gerçekleştirilen ağır hak ihlalleri karşısında ekonomik ve sosyal hak ve özgürlükler ikinci plana itilmek durumunda kalmaktadır. Oysa ki insan hakları kavramı, ekonomik ve toplumsal eşitliğin olmaması durumunda işlemeyecektir. İnsanların siyasi, ekonomik, bilgi edinme, kamuoyunu bilgilendirme vb. hakları ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin olduğu ortamlarda gerçekleştirilemez.

- İmzalanmış bir uluslararası sözleşmenin varlığına rağmen Türkiye‘de kadınlar hem hukuk karşısında hem de diğer yaşam alanlarında ayrımcılığa ve şiddete maruz kalmaktadır. Erkek egemen siyasi partilerde kadınlar ancak kendilerine ayrılan kotalar çerçevesinde siyasete aktif olarak katılabilmektedirler. Medeni Kanun‘un bir çok maddesi (95,152,159) cinsel ayrımcılığın halen mevcut olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Gerek ev içinde gerek toplumsal yaşamda kadın yoğun olarak şiddete maruz kalmakta ve özellikle aile içi şiddet erkeğe atfedilen toplumsal rol açısından onaylanabilmektedir. Bu genel sorunların yanı sıra Olağanüstü Hal Bölgesi‘nde yaşanan şiddet bölge kadınlarının durumunu daha da ağırlaştırmaktadır.

Temel İnsan Haklarının Güvence Altına Alınması İçin:

l. Yaşam Hakkının güvence altına alınması sağlanmalı ve ölüm cezası Anayasa‘dan ve diğer ilgili yasalardan çıkartılmalı ve AİHS‘nin EK 6 No.lu protokolü bir an önce imzalanmalıdır. Anayasa‘da kolluk güçlerinin öldürme eylemine ilişkin düzenlemeler iptal edilmelidir. Faili meçhul cinayetler durdurulmalı, faillerin bulunup yargılanması sağlanmalıdır.

2. İşkence görmeme hakkı güvence altına alınmalı ve
- İşkence yapanlar yakalanarak en ağır cezaya tabi tutulmalıdır. - Yargıç önünde tekrarlanmayan ifadelerin delil sayılması önlenmelidir. - Her karakol bölgesinde, iktidar partilerinin ve yürütmenin azınlıkta olacağı, gözaltına alınanların yakınlarıyla, avukatlarının, diğer parti ve sivil toplum örgütü temsilcilerinden ve sağlık personelinden oluşan denetleme komitelerinin kurulması, bu komitelere dilediği saatte kolluk güçlerinin sorgulama yerine girme, fotoğraf ve video kaydı dahil durum saptaması yapma, gözaltına alınanları sağlık kontrolüne gönderme, bulguları kamuoyuna açıklama yetkileri verilmelidir.
- Sorgulama süreci tamamen polis denetiminden ve ortamından çıkarılıp yargıçlık kurumu içine sokulmalıdır. Polis, belge ve bilgi toplama işlevinden tamamen arındırılarak doğrudan yargıçların denetiminde bir sorgulama sistemi oluşturulmalı ve bu süreç içinde de sanığın ya da tutuklunun avukatı ile ilişkilerinin önündeki engel kaldırılmalıdır.

3. Adil yargılanma sistemi güvence altına alınmalıdır

4. Düşünceyi İfade Etme Özgürlüğü güvence altına alınmalıdır ve
- Düşünceyi ifade etme özgürlüğü önünde engel duran ve kaldırılan 141 ve 142. maddeleri ikame eden Terörle Mücadele Yasası ve Türk Ceza Kanunu‘nun, Basın Kanunu‘nun yasaklayıcı maddeleri ortadan kaldırılmalıdır.
- Olağanüstü Hal Bölgesi‘nde yerlerinden zorla göç ettirilmiş olanların kendi yerleşim bölgelerine dönmeleri sağlanmalı, gördükleri zarar ve ziyanların tazmin edilmesi sağlanmalıdır.

5. TMY ve TCK‘nın değişik maddelerinde kişinin özel hayatına ve haberleşmenin gizliliğine karışmayı mümkün kılan her türlü muğlak ifade kaldırılmalıdır.Suç ve müdahalede zorunluluk halleri ve biçimi herhangi bir yoruma yer bırakmayacak nitelikte tanımlanmalıdır. Yargı kararı olmaksızın haberleşme özgürlüğü kısıtlanmamalıdır.

6- Ana dilde eğitim hakkının kullanımı sağlanmalıdır.

7- Siyasi partiler, dernekler,sendikaların örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller ortadan kaldırılmalıdır. Toplantı, gösteri ve yürüyüş yasaları, basın ve iletişim ile ilgili yasalar yeniden düzenlenmelidir. Tüm çalışanların toplu sözleşmeli, grevli sendikalaşma hakları tanınmalıdır.

8. Hukuk sistemi emekçi halklar ve insanlık lehine yeniden oluşturulmalıdır. Cezaevlerindeki her türlü anti-demokratik ve insan hakları ihlalleri içeren uygulamalar kaldırılmalıdır.

9. Yerinden yerel yönetim ilkesi sağlanmalı, bireylerin yaşam çevrelerine ilişkin verilecek kararlara katılımı sağlanmalıdır.

10. Seyahat özgürlüğü hakkı hiçbir bölge ve yerleşim ayrımı yapılmaksızın özgürce kullanılmalıdır.

11. Ancak her şeyden önemlisi savcısın sona erdirilmesi gerekmektedir ve demokratik bir düzene erişebilmek, demokrasinin kurumlarını tesis edebilmek için her şeyden önce 1982 anayasası kişi temel hak ve özgürlüklerini temel alan bir yaklaşımla ve taraf olunan ve taraf olunması gereken tüm uluslararası sözleşmeleri esas alarak geliştirilmelidir. Yapılan değişiklikler iç hukuka aktarılmalı ve temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının önündeki engeller hem mevzuatlarda hem de uygulamada kaldırılmalıdır. Kutsal devlet anlayışı yıkılarak kişi hak ve özgürlüklerinin korunmasını temel alan bir anayasa oluşturulmalıdır. Böyle bir anayasanın oluşturulması sürecine toplumun her kesimi etkin bir biçimde katılabilmelidir.

12. İnsan hakları, temel hak ve özgürlükler çerçevesinde demokrasi konusunda kapsamlı, etkin eğitim programlan gerçekleştirilmeli ve bu kültürün toplumun her kesiminde özümsenmesinin temelleri atılmalıdır.

13. Ülkemizde insan haklarının hayata geçirilmesi, egemen güçlerin kendiliğinden bunları teslim etmeleri ile değil, demokrasi ve insan haklarının temel savunucuları ve teminatı olan sivil ve demokratik kitle örgütlerinin mücadeleleri ve emekçilerin siyasi örgütlenmesi ile hayata geçecek, korunacak ve sürekli kılınacaktır.

SAĞLIK

İkinci kuşak insan haklarından olan sağlık hakkı, devletin sağlık hizmetleri alanında bireye karşı olan sorumluluklarını düzenler. Sağlıklı yasam hakkı doğuştan kazanılmış en temel bireysel ve toplumsal bir haktır. Demokratik yaşamın en temel unsuru olan bu hak satılamaz, devredilemez ve tasarruf edilemez.

"Sağlık hakkı" deyimi, sadece hastalanınca tedavi hizmeti alma hakkını değil; daha geniş bir kapsamla, devlet tarafından herkese ücretsiz sağlık hizmeti sunulması anlamına gelir. Günümüzde sağlık hizmeti anlayışı ise, halk sağlığı yaklaşımıyla, herkese eşit, ulaşılabilir, elde edilebilir ve sağlığı koruyucu, geliştirici, iyileştirici ve esenlendirici (rehabilitasyon) öğeleri olan bir hizmeti tanımlamaktadır.

BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi‘nin yanı sıra bu konudaki en önemli metinlerden birisi 1966 tarihli BM Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi‘dir. Bu sözleşmede, "Herkesin varolan en yüksek fiziksel ve ruhsal standartlardan yararlanma hakkı" kabul edilmesi "bu hakkın tam anlamıyla gerçekleştirilebilmesi için alınması gereken önlemler", "hastalanma durumunda tüm hizmetlerin ve ilginin sağlanabileceği koşulların yaratılabilmesi için gerekli olan önlemler" olarak belirtilmiştir.

1982 Anayasası‘nda ise sağlık hizmeti devletin yükümlülüğü olmaktan çıkarılmış ve sağlığı şu an varolan sistemdeki antidemokratik uygulamaların ve toplumsal eşitsizliklerin en yoğun yaşandığı bir alan haline getirmiştir. Sağlık alanında 1980‘lerden bu yana değişik biçimlerde parça parça uygulamaya konulan özelleştirme Sağlık Bakanlığı‘nın son şeklini verdiği yasa tasarısı ile artık kamu sağlık sisteminin bütünüyle tasfiye edilmesi aşamasına getirilmiş bulunuyor.

1992 tarihli OECD Sağlık Hizmetleri Reformu (The Reform of Health) başlıklı raporda sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi tavsiye edilmektedir. Raporda sağlığın tümüyle özel sektöre devredilmesinin bazı sakıncalarına değinmekle birlikte, rekabetçi piyasa koşulları içinde sağlık hizmetini üreten ve tüketenlerin kendi yararlarını düşünecekleri; piyasa koşullarının ekonomik etkinlik ve eşitliği sağlayan bir işlev göreceği vurgulanmaktadır. Dünya Bankası ve OECD gelişmiş kapitalist ülkelerde sürekli artmakta olan kamu sağlık harcamalarını azaltma iddiasıyla özelleştirmeyi önerirken Türkiye gibi azgelişmiş bağımlı ülkelerde ise tedavi hizmetlerinin özelleştirilmesi ile sağlığa piyasada ek kaynak yaratılacağı, devletin tedavi hizmetleri yükünden kurtularak temel koruyucu sağlık hizmetlerine kaynak ayırabileceği iddiasıyla özelleştirmeyi tavsiye etmektedir. Türkiye‘de somut proje olarak ilk kez 1992 yılı başında ortaya atılan Sağlık reformu aldatmacasının gerekçesi de aynen bu raporda öne sürülen gerekçelerdir. Çünkü projenin gerçek sahibi Dünya Bankası diğer kapitalist ülkelerdir. Anarşik üretim ve anarşik tüketim anlayışına sahip olan kapitalizm sağlık kurumlarını da birer fabrika olarak görüp artı değer üretme anlayışı ile hareket etmektedir. Sosyal Devlet ilkesini belirlemeyen hükümetlerin hepsi de sağlık için yeterli kaynak ayırmamış ve gerekli düzenlemeleri yapmamışlardır. Ülke kaynaklarının çoğunluğunu aşırı tüketime, silahlanmaya, diyanet işleri başkanlığına ve çıkar gruplarının kullanımına ayıran hükümetler sağlığı özelleştirerek sağlık sorunlarını çözeceklerini sanmaktadırlar. Sağlık hizmetlerinin devletin sorumluluğundan alınarak özel sektöre devredilmeye başlanması, daha önce tanımlanan "sağlık hakkı" nın ana özelliklerinden olan erişilebilirliği yok etmekte, böylece sağlıkta eşitsizliği getirmektedir. Kar oranlarının çok yüksek olabildiği ve "müşteri"nin hiçbir sektörde olmadığı kadar bilinçsiz-bilgisiz ve umarsız olduğu sağlık sektörü, yatırımcılar için çekici bir alan oluşturmaktadır. Sağlığın metalaşması ve sağlık hizmetlerinin sadece kar getiren alanlarla sınırlandırılarak pazar ekonomisi ile biçimlenmesi, sağlıkta özelleştirmenin doğal sonucudur. Bu koşullarda o büyülü(!) rekabet ortamının kaliteyi arttıracağını ye sağlık hakkının herkes tarafından elde edilebileceğini düşünmek, safdillik olur. Sağlık alanının özelleştirilmesi sağlık hizmetlerinin belirli bölgelerde yığılmasına, bölgeler ve yerleşimler arası hizmete erişim açısından eşitsizliğin artmasına, dar gelirlilerin bu hizmete erişimini zorlaştırmaya ve giderek yoksun kalmasına, sağlık personelinin işsizlikle karşı karşıya kalmasına yol açacaktır. Ülke genelinde yaşanan sağlık sorunlarının yan ı sıra Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri‘nde savaş koşulları nedeniyle sağlık sorunları bir kat daha ağırlaşmaktadır. Sağlık ocaklarının ve hastanelerin kapalı tutulduğu bir çok yerleşim birimi bulunmakta ve bu binalar farklı amaçlar için kullanılmaktadır. Sağlık personeli sürgün edilmekte, faili meçhul cinayetlere kurban gitmektedir. Savaşın bir sonucu olarak ortaya çıkan zorunlu göç ve göçün neden olduğu yoksullaşma göç edenlerin zaten yetersiz olan sağlık hizmetlerine erişimini daha da zorlaştırmaktadır. Gerek savaş koşulları gerek göç, insanlar üzerinde psikosomatik ve fiziksel rahatsızlıkların oluşmasına, yetersiz altyapı bulaşıcı hastalıkların artmasına kaynaklık etmektedir.

Demokratik güçler olarak taleplerimiz

1. Türkiye‘de yaşayan her bireyin sağlık hizmetlerinden herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmadan eşit ve ücretsiz olarak yararlanması sağlanmalıdır.

2. Bireysel sağlık hakkının korunması, geliştirilmesi kamunun sorumluluğunda olmalıdır. Kamu, sağlık hakkını toplumsal ortak çıkarların yansıması olarak herkesin gereksinimleri ölçüsünde güvence altına almalıdır. Sağlık hizmetleri için piyasa koşulları kabul edilemez.

3. Türkiye‘de toplumsal sınıflar arasında derin çelişkiler yaratılmıştır. Özelleştirme ve aile hekimliği bu çelişkileri daha derinleştirebilir. Bu anlamda eşitlikçi, sosyal/siyasal ve ekonomik dönüşümler zorunluluktur.

4. Türkiye‘ de sağlık hizmetleri için ayrılan paylar yetersizdir. Bu oranlar WHO‘nun önerileri doğrultusunda en az %5 ve %10 yükseltilmelidir.

5. Devlet elindeki kaynakları özel sektöre ve askeri harcamalara aktarmak yerine sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi için kullanmalıdır.

6. Sağlık hizmetlerinde görevli olanlar, hastahanelerdeki personel ve yönetim branşıyla ilgili eğitim almış yetkin kişilerden oluşmalıdır. Siyasal kadrolaşma ve yönetim terk edilmelidir.

7. Sağlık emekçilerinin örgütlenmelerinin önündeki engeller kaldırılmalı, hizmet üreten ve finanse eden kurumların her düzeyinde eşit şekilde temsil edilmelidir. Keyfi sürgünlere son verilmelidir.

8. Koruyucu sağlık ilkesini benimseyen birinci basamak sağlık hizmetlerini düzenleyen 224 Sayılı Sosyalleştirme Yasası‘nın önündeki engeller kaldırılarak, uygulamalara ağırlık verilmelidir.

9. Hastaneler, birinci basamak sağlık kurumlarına eğitim ve danışmanlık hizmetleri veren, araştırmalar yapan kurumlar olmalıdır.

10. Göz altına alınmalarla ilgili adli raporlar olmak üzere adli hizmetlerde hekimin bağımsızlığı sağlanmalıdır.

11. OHAL Bölgesi‘nde ayrım yapılmaksızın yeterli sağlık hizmetinin verilmesi sağlanmalıdır

12. Üniversitelerden hastahanelere kadar sağlık personelinin tam gün çalışma prensibi kabul edilmelidir.

13. Yerel yönetimler toplumsal sağlığın korunması ve geliştirilmesi konusunda gerekli altyapı tedbirlerini sağlamalı ve işleyiş devlet ve sivil toplum kuruluşları tarafından denetlenmelidir.

14. İnsan sağlığını tehdit eden kimyasal atıklar ve yatırımlar durdurulmalı gerekli denetim ve izleme mekanizmaları sağlanmalıdır.

15. En köklü çözüm önerisi, gerek makro gerekse mikro düzeylerde, demokrasinin tüm kanallarının oluşturulması, korunması ve geliştirilmesidir. Sağlık hizmetleri halkın katılım süreci içinde gerçekleştirilmelidir.

EĞİTİM

GİRİŞ

Eğitim kişinin zihinsel, bedensel, duygusal ve toplumsal yeteneklerinin, davranışlarının istenilen doğrultuda geliştirilmesi ya da ona bir takım amaçlara dönük yeni yetenekler, davranışlar ve bilgilerin kazandırılması yolundaki çalışmaların tümüdür. Bu nedenlerle eğitim, bir ülkenin geleceğinin temel taşlarının en önemlisidir. Gelişmekte olan ülkeler için temel sorun, eğitimde kendi ulusal norm ve standartlarını yaratabilmektir.

Türkiye, cumhuriyet dönemiyle birlikte kendi ulusal eğitim modelini oluşturmaya çalışmış ve önemli başarılar kazanmış, ancak ana dilde eğitim politikası benimsenmediğinden eğitim modeli süreç içinde çıkmazlara girmiştir. Bu anti-demokratik tarzın düzeltilmesi gerekirken aksine 50‘li yıllarla birlikte başlayan dışa açılma politikaları ve içte gericiliğe verilen tavizlerle birlikte yürüyen emperyalizme teslimiyet, eğitimi bilimsel ve demokratik içeriğinden uzaklaştırarak, cumhuriyetin kuruluş felsefesine de aykırı bir şekilde 12 Eylülle birlikte uygulama şansı bulduğu ırkçı ve islamcı bir temele dayandırılarak hakim kılınmaya çalışılmıştır. Türk İslam sentezi diye ileri sürülen bu gerici ve ırkçı düşünceler, eğitim sistemimizin temelini oluşturmuş, demokratik ve yurtsever görüşlere sahip eğitim kadroları da baskı altına alınarak, birçoğu bu alanlardan çıkarılmış ya da uzaklaşmak zorunda bırakılmışlardır. Eğitim sistemini bugün yöneten kadrolar büyük oranlarda bu görüşlere sahip kadrolardır. Bugünkü haliyle sürdürülmeye çalışılan eğitim, ilgili alan ve kurumlarda birbirini anlamaktan uzak, ülkesine ve halkına yabancı, insani ve toplumsal değerlerden uzak, bireyci ve teslimiyetçi bir insan tipi yaratmaya yöneliktir. Yeni dünya düzeninin ekonomide yarattığı problemleri aşabilmek için, devlet her geçen gün kendine yük olarak gördüğü sosyal kazanımları geri almaya çalışmakta ekonomide olduğu gibi eğitimde de giderek daha fazla özelleştirmeye gitmektedir. Ticari bir meta haline dönüşmeye başlayan eğitim, giderek sadece varlıklı sınıfların yararlanabileceği bir hale gelmektedir. Devletin temel görevlerinden biri olarak eğitimde yaşanan bu süreçte, diğer taraftan dinci siyasal güçlerin alternatif yapılar oluşturarak, bilimsel anlayışlardan yoksun, demokrasi karşıtı şeriatçı bir gençlik yaratılmasına da destek olunmuştur. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri‘nde yaşanan savaş ve bu savaşın kurumsallaştırdığı yapılar zaten yetersiz ve anti-demokratik olan eğitim sistemini tamamen işlemez hale getirmiştir. Anadillerinde eğitim edinme hakkından yoksun bırakılmanın yanı sıra savaş ortamının yarattığı özel durum nedeniyle kapatılan okulların yanı sıra mevcut alanlardaki yetersiz eğitim olanakları nedeniyle de insanların eğitimden eşit faydalanma hakları ellerinden alınmış durumdadır. Zorunlu göçün yarattığı ekonomik, sosyal ve psikolojik çöküntü kendini eğitim alanında da göstermektedir. Bir yandan sürgünler diğer yandan eğitim emekçilerini de hedef alan faili meçhul cinayetlerle bölgede durum giderek çözümsüz kılınmıştır. Eğitim sorununda bugün yaşananlar, anlatılıp tarif edilme boyutunu tamamen aşarak doğrudan her ailenin yaşayıp tanıdığı bir toplumsal gerçek halini almıştır.

EĞİTİMİN YENİDEN YAPILANDIRILMASI

Demokrasi gerçek anlamını ancak özgür yurttaşların bilincinde bulur ve gelişir. Çağdaş anlamda eğitimin amacı, bilimsel düşünme yetisine sahip, sorgulayıcı, araştırıcı, yaratıcı ve özgür düşünüp karar verebilme bilincine erişmiş bireyler yetiştirmek ve bu taban üzerinde toplumsal gelişmeyi sağlamaktır. Totaliter yöntemlerle yönetilen toplumlarda ise eğitim özgür yurttaşlar yerine otoriteye ve onun temsil ettiği ideolojiyi sorgulamadan kabul eden tek tip bir toplum oluşturmaya yönelir. Bu nedenle eğitim, temel eğitimden yüksek öğrenime, ana okullarından meslek edinme ve geliştirme eğitimlerine kadar yaşamın her alanında bir bütün olarak ele alınmalıdır. Eğitim ve öğrenim hakkı dil, din ve ırk farkı gözetilmeksizin temel yurttaşlık hakkıdır. Bu temel hakkın kullanılması için eğitim alanı, laik, bilimsel ve demokratik düşünceler ışığında, ülkenin ve halkın çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlenmelidir.

ÖNERİLER

Bu düşünceler ışığında;

- Eğitim ve öğrenimin her kademesi 22 yaşına kadar, hiçbir ayrıcalık gözetilmeden devlet tarafından parasız olarak sağlanmalıdır.

- Türk-İslam ve her türlü gerici görüşler terk edilerek, bu anlayışın tüm tortuları ve kadroları eğitim alanından derhal uzaklaştırılmalıdır.

- Devlet dini eğitimin tarafı olamaz. Devlet himayesinde dini eğitim veren bütün okul, kurs vb. kurumlar kapatılmalıdır. Din dersleri eğitim programı içinde sosyolojik bakış açısı ile bilimsel bir çerçevede Dinler Tarihi ve Felsefesi öğretimi şeklinde seçmeli olarak verilmelidir.

- Yurttaşlığın gerçek anlamını ve içeriğini gençlere kavratacak Yurttaşlık Bilgisi, İnsan Hakları ve Özgürlükleri vb. ders olarak uygun bir şekilde işlenmelidir.

- Eğitim programlarında çocuk, çevresini ve toplumu tanımaya yönlendirilmeli, özgür bir kişilik bilinci verilmelidir. Özellikle kimsesiz, yoksul çocukların, tutuklu ve hükümlülerin çocuklarının eğitiminde çıkabilecek problemler devlet kontrolü altında giderilmeli ve yardımcı olunmalıdır.

- Orta öğretimde öğrencileri yeteneklerine göre yönlendirebilecek eğitimli, uygun nitelik ve nicelikte danışman ve rehberlik kadroları açılmalıdır. Mesleki- teknik ve yüksek öğrenime yönelik olarak ikili yapı geliştirilerek yeniden düzenlenmelidir.

- Eğitim programlarının hazırlanması MEB‘in tekelinden çıkarılarak, üniversitelere ve ilgili diğer kurum ve kuruluşlara bırakılmalıdır. Tespit edilen plan ve programlar MEB tarafından uygulanmalı ve demokratik kurumların denetimine açık olmalıdır.

- Eğitim kadrolarının ekonomik sorunları insanca yaşayabilecekleri ve hak ettikleri seviyede çözülerek, zamanlarını tamamen eğitime vermelerinin koşulları yaratılmalıdır. Bilimsel yayınları izleme ve meslekte gelişmeye dönük kurslar devlet tarafından desteklenmeli ve teşvik edilmelidir.

- Gençlerin ve eğitim kadrolarının demokratik bir hak olarak örgütlenme ve kendini ifade etmelerinin önündeki tüm engeller ve kısıtlayıcı uygulamalar kaldırılmalı ve bu hakların kullanılması yasalarla güvence altına alınmalıdır. Bu demokratik ve örgütlü yapıların eğitim alanında söz hakları olmalıdır. Özellikle gençleri potansiyel suçlu olarak gören anlayışlar terk edilmeli, gençliğin onurunu kırıcı baskılara son verilerek, güvenlik güçlerinin eğitime müdahalesi önlenmeli ve özel güvenlik birimleri de kaldırılmalıdır.

- Ülke kaynakları akılcı kullanılarak, eğitime en büyük pay ayrılmalıdır. Savaşa, vakıf okullarına ve Diyanet kurumlarına ayrılan paylar eğitime aktarılmalıdır.

- Herkesin anadilini geliştirme ve anadilinde eğitim yapma hakkının fiilen gerçekleştirilmesi için gerekli tüm tedbirler alınmalıdır.

- Eğitim amacı gütmeyen ve birer ticari kuruluş haline gelmiş olan özel dershaneler ve okullar kapatılmalıdır. Devlet, okullarda eğitim ve öğretim seviyesini ve kalitesini yükselterek toplumun özel okul ve dershanelere olan gereksinimini ortadan kaldırmayı amaçlamalıdır.

- Yabancı dilde eğitime son verilmeli, dil öğretiminin daha uygun koşulları yaratılarak geliştirilmelidir.

- Ailenin eğitiminden başlayarak, eğitim alanında çocuğun kişiliğinin özgürce gelişmesini engelleyen otoriter disiplin anlayışı terk edilerek, her türlü onur kırıcı davranışa son verilmelidir. Görsel medyanın çocuk psikolojisine yaptığı olumsuz etkiler göz önüne alınarak, şiddet içeren ve toplumsal ahlaki değerlere aykırı yayınlar yasaklanmalıdır.

- Ülkede var olan eğitim eşitsizliklerinin kaldırılması için özellikle bu bölgelere öncelik verilerek daha fazla eğitim olanakları devlet tarafından sağlanmalıdır.

- Bugünkü yapısıyla Yüksek Öğrenim Kurumu kaldırılarak, özerk ve demokratik bir üniversite yasası hazırlanmalıdır.

- Özellikle yüksek öğrenim gençliğinin sosyal gereksinimleri ücretsiz olarak karşılanmalıdır. Üniversite harçları, eğitime katkı payı, yardım gibi eğitime ayrıca kaynak yaratma uygulamaları kaldırılmalıdır.

- Ülke geleceğinde önemli bir rol oynayan üniversitelerin bilimsel, toplumsal, siyasal ve kültürel alanlardaki araştırma, geliştirme, tartışma, bilimsel ve toplumsal üretim merkez ve platformu haline dönüşmesinin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.

- Üniversitedeki döner sermaye sistemi kaldırılarak, üniversite, sanayi, meslek örgütleri ve diğer bilimsel kurumlar arasındaki işbirliğini geliştirecek yeni düzenlemeler yapılmalıdır. Üniversitelerin ticari kurumlar haline gelmesi önlenmeli ve uygulanmakta olan her türlü özelleştirme girişimine son verilmelidir.

- Üniversiteler toplumsal gereksinimlere göre gerekli altyapısı hazırlanarak açılmalı, tamamen politik amaçlarla altyapısı oluşturulmadan yeni üniversite açılmasına son verilmelidir.

- Üniversiteler arasındaki altyapı eşitsizliği bölgesel ayrım yapılmaksızın giderilmelidir. Üniversiteye giriş sınavları ortadan kaldırılarak üniversiteye erişim herkes için eşit kılınmalıdır.

- Eğitim sistemi, öğrencilerin yetenek ve becerilerini açığa çıkarıcı ve geliştirici bir biçimde düzenlenmelidir.

BASIN ve YAYIN ÖZGÜRLÜĞÜ

1. Basın ve yayın özgürlüğü;

a) Düşünceyi ifade özgürlüğü,
b) Bilgi ve düşünceyi araştırma, elde etme ve yayma hakkından kaynaklanır, ve
c) Katılımcı demokrasinin en temel unsurlarındandır.

2. Basın ve yayın yolu ile düşünceyi ifade ya da doğru haber alma özgürlüğünün kısıtlanması ya da yasaklanması;
a) Toplumu oluşturan bireylerin farklı düşünceleri ve toplumu ilgilendiren haberleri öğrenmelerini ve sağlıklı bir senteze ulaşmalarını,
b) Kendi düşüncelerini topluma ulaştırabilmelerini,
c) Kendilerini ve toplumu doğrudan ilgilendiren kararların oluşumuna katılmalarını engeller.

3. Ülkemizde; basın ve yayın özgürlüğü Anayasa‘nın başlangıç ilkelerinden başlayarak, Terörle Mücadele Yasası, RTUK Yasası ve ilgili ilgisiz 150 civarında yasanın kısıtlayıcı hükümleri ve idarenin yasadışı uygulamaları ile fiilen ortadan kaldırılmış durumdadır. Sistemin muhalif ya da zararlı kabul ettiği düşünceler ifade edildi diye gazete toplatma, kapatma ya da bombalama, kitap toplatma ya da yakma, radyo ve W istasyonlarını kapatma, canlı yayın sırasında müdahale, tutuklama, tehdit ve öldürmeler günlük olağan uygulamalar haline gelmiştir.

4. Düşünce, Basın ve Yayın özgürlüklerine çizilen bu sınırlar çerçevesinde ülkemizde; kendisini, şikayet, özlem ve taleplerini ifade etmeleri önündeki yasal, demokratik ve barışçıl kanalların kapatıldığı, yönetim seçeneklerini o kanallardan topluma sunmaları yasaklanmış yazan, çizen ve düşünen kişilerin suç işlemekten başka yolu kalmamıştır. Onların sistem tarafından o günün modasına uygun biçimde "solcu", "komünist", "terörist" ya da "bölücü" olarak nitelendirilmeleri aslında düşüncelerini ifade etmeye çalışıyor oldukları gerçeğini değiştirmez.

5. Devletin TRT ve AA üzerindeki vesayeti hem halkın doğru haber edinme hakkını hem de resmi görüş dışındaki düşüncelerin ifade özgürlüğünü engellemektedir.

6. Ulusal Basın ve yayın kurumlarında devletin desteği ile yaratılan tekelleşme halkın düşünce ifade ve doğru haber alma haklarını tehdit eder düzeye ulaşmıştır. Teşvik uygulamaları, brifingler ve benzeri yöntemlerle siyasi iktidarın doğrudan etkisi altında bulunan tekeller dağıtım sektörünü de denetimleri altına almaları sayesinde istenmeyen herhangi bir düşüncenin, haberin topluma ulaşmasını engellemeye hizmet eden önemli bir mekanizma oluşturmuşlardır.

7. Yerel radyo ve TV kuruluşlarının sayısında yaşanan patlama toplumda çok sesliliğin gelişmesi için önemli bir potansiyel oluşturmakla birlikte, RTÜK tarafından uygulanan yasa dışı baskılar, ihale yöntemiyle yayın kanallarının parası olana tahsisi, büyük sermaye ve medya tekellerinin baskısı bu kuruluşların bağımsız varlığını tehdit etmektedir.

Basın ve yayın özgürlüğünü sağlamak için;

l. Anayasa ve yasalarda basın ve yayın özgürlüğünü kısıtlayıcı her türlü hüküm kaldırılarak mevzuat imzalanmış olan uluslararası sözleşmelere uygun hale getirilmelidir.

2. Genellikle devlet kurumlarından ve yetkililerinden kaynaklanan her türlü kısıtlama, tehdit ve baskı girişiminin cezalandırılması yasal hükme bağlanmalıdır.

3. TRT, AA ve RTÜK‘ün siyasi iktidarın vesayetinden kurtulmalarını sağlayacak, özerk kurumlar haline gelmeleri için gerekli yasal tedbirler alınmalıdır.

4. Medya tekelleri yerine, yerel medya kurumları ve özellikle ticari kazanç gözetmeyen kamu yayıncılığı teşvik edilmelidir.

5. Radyo ve TV habercilerinin sarı basın kartı almasını engelleyen mevzuat hükümleri kaldırılmalıdır.

6. Medya tekellerinin sektörde çalışanları sendikasızlaştırma yönündeki baskılarına karşı önlem alınmalıdır.