ANAYASA TARTIŞMALARI ÜZERİNE

22.10.2021

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, 22 Ekim 2021 tarihli BirGün Gazetesi'ndeki köşesinde, son dönemde yeniden gündeme taşınan anayasa tartışmaları üzerine yazdı.

ANAYASA TARTIŞMALARI ÜZERİNE

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sene başında yaptığı “Yeni bir anayasayı tartışma vakti geldi” açıklaması, bir kez daha şişedeki cini çıkardı ve ‘anayasa tartışmaları’ o ya da bu şekilde ülke gündeminde yer edinmeye başladı.

Mevcut koşullar altında gidilecek bir seçimde iktidarın değişeceğini düşünen iktidar yandaşlarının bu durumun mutlak bir mağlubiyete dönüşmesini engellemeye dönük yumuşak geçiş arayışı, güçlendirilmiş parlamenter rejim konusunda uzlaşıya varan partilerin ortaklaşa yürüttükleri yasama çalışmaları ve kendilerini yeniden siyasal müzakerenin tarafı haline getirmek isteyen kesimlerin hevesi anayasa tartışmasını köpürten temel dinamikler olarak görünüyor.

ANAYASA NEDİR?

Anayasalar toplumun bir arada yaşam koşullarının belirlendiği, toplumsal hak ve özgürlüklerin tanımlanarak güvence altına alındığı, kurumların ve hukuk rejiminin demokratik işleyiş ilkelerinin belirlendiği toplumsal sözleşmelerdir. Demokratik hak ve özgürlüklerin sınırlarının en geniş olduğu bir anayasal rejim kurma amacı toplumsal mücadelelerin en önemli taleplerinden birisidir.

Anayasanın ruhunu ve içeriğini belirleyen anayasa yapım süreçleri, topluma egemen olan sınıf çatışmalarından, sömürü ilişkilerinden, demokratik işleyişten ve toplumsal muhalefetin örgütsel gücünden bağımsız değildir. Toplumsal muhalefetin örgütlü ve güçlü olmadığı, anayasa tartışmalarının yürütülebileceği özgürlükçü ve demokratik ortamların oluşmadığı, baskı ve zorbalığın topluma egemen olduğu ortamlarda yürütülen anayasa tartışmaları mevcut hak ve özgürlükleri geriye götüren, iktidarın gücünü pekiştiren sonuçlar yaratır.

Ülkemizdeki anayasa yapım ve değişiklik süreçleri hiçbir zaman toplumun geniş kesimlerine açık biçimde yürütülmemiştir. İktidarı elinde bulunduran gruplar kendi siyasal ihtiyaçları ve dünya görüşleri doğrultusunda hazırladıkları anayasa metinlerini topluma dayatarak anayasaları hazırlamış ya da değiştirmiştir. Bu süreçlerin çoğunlukla OHAL ve sıkıyönetim dönemlerine denk gelmesi de tesadüf değildir.

AKP ANAYASASI

AKP döneminde “demokratikleşme” iddiasıyla yapılan Anayasa değişiklikleri bu durumun açık örneğidir. 2000’li yılların ortalarından itibaren AKP’nin ve onun güdümündeki liberallerin önünü çektiği anayasa değişikliği tartışmaları, toplumun demokratikleştirilmesi ve hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi mücadelesinin parçası olmaktan ziyade, siyasi iktidarın devlet içerisindeki kurumsal yapıya hakim olması çabasının bir aracı haline getirildi.

Bunu 2010 yılındaki Anayasa referandumu sırasında net biçimde gördük. Temel hedefi yüksek yargı organlarına egemen olmak Anayasa Değişikliği Paketi, büyük bir sivilleşme, demokratikleşme atılımı gibi yansıtıldı. Solun içindeki bir kesim de “Yetmez Ama Evet” kampanyasıyla AKP’nin bu amacına payanda oldu. Yapılan değişiklikler sonrasında yargının her kademesinde cemaat ve AKP kadrolaşması yaşandı.

2017’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi için yapılan anayasa değişikliği de esasen 2010 yılından itibaren fiilen uygulanmakta olan keyfiyet rejiminin kurumsallaştırılması oldu. Güçler ayrılığı ortadan kaldırıldı, parlamento işlevsizleştirildi, yargı Saray’a bağlandı ve tek adam rejimi inşa edildi. Devlet yapısını mutlak biçimde kontrol altında tutan tek adam rejiminin herhangi bir biçimde Anaysa değişikliğine ihtiyacı bulunduğunu söylemek mümkün görünmüyor. Dolayısıyla bugün kışkırtılan tartışmanın AKP açısından amacı ve anlamı anayasal güç elde etmekten ziyade, mevcut siyasal-toplumsal saflaşma ve ittifakları kendi istediği zeminde yeniden karma ve tayin etme çabasıdır.

NE YAPMALI?

Şurası çok açık ki mevcut koşullarda ülkemizde anayasa değişikliği tartışmasının yürütülebileceği asgari demokratik ortam bulunmamaktadır. Anayasaların hazırlanışı ve değiştirilmesinde izlenen yöntem açık, şeffaf olmayı, toplumun tüm katmanlarında sağlıklı bir şekilde tartışılmasının sağlanmasını ve nihayetinde toplumsal mutabakatı gerektirir. Açlığın, yoksulluğun, baskı ve zulmün geniş toplumsal kesimlerin hayatını darmadağın ettiği ülkemizde böyle bir mutabakat zemini bulunmamaktadır.

Yaşadığımız baskı, sömürü ve zulüm düzeni yıkılmadan, iktidarın dümen suyunda bir anayasa tartışması yürütmek topluma yapılacak en büyük kötülük olacaktır. Ülkemizdeki toplumsal muhalefetin temel önceliği bu rejimin kurucusu olan iktidar sahipleriyle yeniden bir anayasa pazarlığına oturmak değil, bu iktidarın alaşağı edilmesidir. Bu açıdan bakıldığında güncel tartışmaya atıfla söyleyeyim ülkemizin öncelikli ihtiyacı parlamentonun güçlendirilmesi tartışması değil, toplumsal muhalefetin güçlendirilmesi tartışması olmak zorundadır.