ANTALYA ÖZELİNDE YAŞANANLAR TÜM ÜLKENİN FOTOĞRAFI NİTELİĞİNDEDİR!

30.01.2019

Geçtiğimiz hafta boyunca Antalya'da yaşanan ve şiddetli fırtınanın sebepleri ve sonuçlarına ilişkin TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz tarafından basın açıklaması yapıldı.

ANTALYA ÖZELİNDE YAŞANANLAR TÜM ÜLKENİN FOTOĞRAFI NİTELİĞİNDEDİR!

RANTA DAYALI PLANSIZ KENTLEŞME/YAPILAŞMA VE SOSYO-EKONOMİK POLİTİKALAR HER DOĞA OLAYININ BİR AFETE DÖNÜŞMESİ SONUCUNU DOĞURMAKTADIR.

Geçtiğimiz hafta içerisinde Antalya ve çevresinde gerçekleşen şiddetli fırtına ve hortumlarda yaşanan can ve mal kayıpları tüm ülkemizde derin bir üzüntüye neden oldu. Fırtınada yaşamını yitiren yurttaşlarımızın yakınlarına başsağlığı, yaralananlara acil şifalar diliyoruz.

Sadece ülkemizin değil, tüm dünyamızın geleceğini tehdit eden küresel ısınmanın iklim ve doğa üzerindeki telafisi mümkün olmayan olumsuz etkileri her geçen gün daha fazla hissedilmektedir.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli raporlarında, dünya iklim sisteminin şüphe götürmeyecek şekilde ısındığı; 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artışın büyük kısmının fosil yakıt kullanımı, yanlış arazi kullanım değişiklikleri, ormansızlaştırma, enerji ve sanayi süreçleri gibi insan faaliyetlerinden kaynaklandığı ve bu bulgunun giderek daha güçlü ve somut kanıtlara dayandığı belirtilmektedir. Aynı raporlarda iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden en çok etkilenecek bölgeler arasında gösterilen Akdeniz Havzası’nda yer alan Türkiye’nin iklim değişikliğinden en çok etkilenecek kırılgan bir jeo-stratejik konumda bulunduğu ifade edilmektedir.

Bu sürecin aynı hızda devam etmesi halinde, Birleşmiş Milletler Dünya Su Gelişim Raporuna göre Karadeniz Bölgesi hariç, 30 yıl gibi kısa bir süre sonra Türkiye’de su kıtlığının üstesinden gelinemez bir düzeye ulaşacağı öngörülmektedir.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü raporlarına göre, Türkiye’de, aşırı hava olayları olarak ifade edilen, bugüne kadar kaydedilen ortalamanın çok üstünde aşırı sıcaklıklar, kısa süreli şiddetli yağışlarla birlikte ani sellere neden olan gök gürültülü sağanak yağışlar, dolu yağışları, alışık olunmayan hortumlar, fırtınaların sayısı artmaktadır. 1990-99 yılları arasında yılda ortalama 67 aşırı hava olayı yaşandığı kaydedilirken, 2010-2016 yılları arasında fırtına, hortum ve su baskınlarının da olduğu 584 aşırı hava olayı kaydedilmiştir.

Son yıllarda, kentlerde ani ve yüksek miktardaki yağışlarla oluşan sellerin sıklığı, Akdeniz kıyı kuşağında da hortumların görülmesi aşırı hava olaylarının normal bir durum haline gelmesi anlamını taşımaktadır.

Antalya özelinde yaşananlar aslında tüm ülkenin fotoğrafı niteliğindedir. Antalya’da olduğu gibi ülke sathında yaşanan aşırı hava olaylarının yol açtığı can ve mal kayıpları, bugüne dek görülmemiş ölçüde, hiçbir insani, hukuki, ulusal ya da evrensel değer ve kural tanımaksızın ülkeyi, kentleri dünyanın emlak/rant piyasası haline getiren, yağma ve talana açan, üretimden vazgeçerek ülke ekonomisini arazi rantı üzerinden temellendiren emperyalizme bağımlı neoliberal politikaların bir sonucudur. Öyle ki, merkezi idarenin sınırsız yetkisi, geçtiğimiz 5 yılda, 3. Havaalanı, kanal İstanbul, karasu otomotiv sanayi gibi mega projeler adı altında el değmemiş kıyı, orman, mera, tarım alanı, sulak alan, mili park bırakmamış, tüm bunlarla yetinilmeyerek kamu güvenliği, kamu yararı hiçe sayılarak imar affı kalıcı hale getirilmiştir.

Antalya, ormanlara, uzun kıyılara ve kumsallara, doğal limanlara, doğal, tarihi, arkeolojik ve kültürel varlıklara sahip uluslararası nitelikte bir turizm merkezidir.

Ancak ülkenin diğer kentlerine benzer biçimde Antalya kentinde de,

  • Hızlı nüfus artışı ile kentin tarım alanlarına kontrolsüz yayılması, kıyı, tarım, orman, maki, fundalık fark gözetmeksizin yapılaşmaya açılması,
  • Adeta kıyı kesiminde beton bir set haline gelen turizm tesisleri, Belek ve Kundu ormanları örneğinde olduğu gibi kıyı ve orman alanlarının turizm tesislerine tahsisi,
  • Finike ilçesi örneğinde olduğu gibi fütursuzca verilen maden/mermer ruhsatlarıyla orman alanlarının/doğal alanların tahribi,
  • Sadece Alakır Çayı üzerinde planlanan 8 adet HES projesi olduğu göz önüne alındığında akarsuların HES’lere teslimi,
  • Kıyıların, açık alan düzenlemesi, liman, mendirek gibi kıyı yapıları, dolgu vb müdahalelerle neredeyse tamamının doğal niteliğini kaybetmesi,
  • Caretta Caretta’ların sayılı üreme alanları da dâhil, tüm sahillerin yapılaşmaya açılması,
  • Akarsu yataklarının ıslah çalışmaları adı altında daraltılması/ müdahale görmesi,
  • Kumluca Adrasan bölgesinde her yıl çıkan(çıkarılan) yangınlarla ormanlık, makilik, fundalık alan kayıpları,
  • Kentsel altyapının yağışlara bağlı yüzey akışın drenajını sağlayacak şekilde yapılmaması,

gibi yanlış arazi kullanım kararları ve arazi kullanım değişiklikleri doğa olaylarının afet olarak yaşanmasına yol açmaktadır.

Bugüne kadar hazırladığımız raporlarda da ısrarla belirttiğimiz gibi, güvenli, sağlıklı ve yaşanabilir, her türlü afete hazır kentler ve korunmuş bir doğa için, insanca barınma hakkı için planlama ve yapı denetimi uygulamalarında; tarım alanları, orman, su, mera, kıyılar vb doğal varlıkların korunmasında; kentlerin yönetiminde; enerji, gıda ve çevreye ilişkin politika ve stratejilerin belirlenmesi ve uygulanmasında şehir planlama, mimarlık ve mühendisliğin gerektirdiği bilimsel– teknik kriterlerin ve mesleki denetimin devre dışı bırakılmasının sonuçları ülkenin hemen her noktasında yaşanmakta, seller, toprak kaymaları, can ve mal kayıpları ile ağır bedeller ödenmektedir.

Gerçekte hepsi birer doğa olayı olan deprem, heyelan, çığ, kaya düşmesi, su baskını, hortum vb. aşırı hava olaylarının afete, yani insani ve ekonomik yıkıma dönüşmemesi, olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi için;

  • Kıyılar, akarsular ve sulak alanlarda suyun doğal yayılım/akış alanı içinde kalan alanlar yapılaşma dışı tutulması,
  • Derelerin, vadilerin, ormanların, kıyıların, yaylaların, su havzalarının, kısacası yapılaşmaya uygun olmayan alanların yapılaşmaya açılmaması,
  • Bütüncül planlamanın bir gereği olarak risk haritalarının yapılması, afete duyarlı sakınım planlarının acil olarak hayata geçirilmesi,
  • Yenilenebilir enerjinin yaygınlaştırılması, ithal kömüre dayalı termik santral yapmaktan vazgeçilmesi,
  • Düşük standartlarda ve mühendislik hizmeti görmemiş güvenliksiz yapı üretimini adeta destekleyen imar affının bir seçenek olmaktan çıkarılması,
  • Hiçbir kural gözetmeksizin HES ve maden, taş ocağı ve mermer şirketlerine verilen izinlerin iptal edilmesi,
  • Merkezi idare planlama yetkisinin; kentlerin, kıyıların, tarım alanlarının, ormanların, meraların, giderek yaylaların talanına dönüşen, nükleer santraller, termik santraller, gelişigüzel madencilik uygulamaları, şehir hastaneleri, kentsel dönüşüm projeleri, “büyük projeler” adı altında ülke topraklarının yandaş ulusal/ uluslararası sermayeye sunulmasının bir aracı olarak kullanılmasından vazgeçilmesi,

Kısacası, ranta dayalı plansız kentleşme/yapılaşma ve sosyo-ekonomik uygulamalar yerine ülke çıkarlarını ve toplumsal gereksinimleri esas alan, insana ve doğaya duyarlı politikaların yaşama geçirilmesi hayati önemdedir.

Aksi halde sıradan doğa olayları da afete dönüşecek, ormanların, tarım alanlarının, derelerin, kıyıların tahribi ve milyonlarca yılda oluşan tarım toprakları sellerle denize akmaya, hortumlar nedeniyle can ve mal kayıpları artmaya devam edecek.

TMMOB olarak kamusal yatırımların, kararların ve planların doğa ve çevreyle barışık olması içim mücadele etmeye, sermayenin sınırsız sömürü hırsı karşısında yurttaşlarımızı ve doğamızı korumaya devam edeceğiz.

Emin KORAMAZ

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı