DÜNYA ŞEHİRCİLİK GÜNÜ 39. KOLOKYUMU BİLDİRİSİ

09.11.2015

Şehir Plancıları Odası, 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 39. Kolokyum bildirisini “‘MÜDAHALE MÜCADELE VE PLANLAMA” başlığıyla yayımladı.

8 KASIM DÜNYA ŞEHİRCİLİK GÜNÜ 39. KOLOKYUMU

‘MÜDAHALE MÜCADELE VE PLANLAMA`

Dünya Şehircilik Günü Bildirgesi 

5-6-7-8 Kasım 2015, Trabzon

 

Dünyanın hemen her coğrafyasında benzer şekilde izlenen yeni liberal politikalarla, neredeyse tüm ülke ve kentlerinde ekonomik kriz yaşanmaktadır. Bu krizin aşılması için ekonomi, arazi rantı ve inşaat sektörü üzerinden temellendirilmiş, sermaye emrindeki  yerel ve genel idareler, halkların kamusallıklarına doğrudan el atmıştır. Krizlerin gerçek ezileni olan yoksul halklar, giderek artan kişisel, toplumsal hak ve özgürlüklerdeki kayıp ve eşitsizliklere karşı, kentsel kamusal mekanı ve doğal alanları, bir mücadele ve toplumsal muhalefet pratiğine dönüştürmektedir. 

İzlenen bu yeni liberal politikaların yansıması olarak, kentleri ve onları içerisine alan doğayı, tüm yer altı ve yerüstü varlıkları ile birlikte piyasa malına çeviren sistemin yasal ve kurumsal altyapısı da son dönemde tamamlanmıştır. Bu yüzden de çevre adına hiçbir politika ve uygulama olumlu yönde değişmemekte, aksine derinleşmektedir. Bu mücadele, giderek her gün bir önceki günden daha da vazgeçilmez bir "Yaşam Hakkı" mücadelesine dönüşmektedir. 

Bu süreçte planlama meslek alanı da, merkezi idarenin yaptığı yasal ve yönetsel düzenlemelerle, bütüncül ve toplumsal bakıştan yoksun, sermaye taleplerini yerine getiren, piyasacı yaklaşımın temel aracı olarak biçimlendirilmiş; etik ve bilimsel temellerini yitirmiştir. 

Oysa, toplumsal muhalefetin kentin meydanlarından ya da Karadeniz`in yaylalarından giderek yükseldiği bu dönemde, toplumun ortak çıkarlarını gözeten, doğal ve tarihsel çevrenin korunduğu, halkın demokratik katılımını esas alan dinamik, çoğulcu ve eşitlikçi bir planlama anlayışının tesis edilmesine her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır. Bugün, doğası gereği kamu adına yapılan ve toplumsal bir faaliyet olan planlama disiplininin kendisi; aynı zamanda yasal, yönetsel ve mekânsal müdahale araçlarının toplumcu ve ekolojik çerçevede ele alan, bir mücadele alanına dönüşmüştür.

Bu çerçevede; her yıl TMMOB Şehir Plancıları Odası öncülüğünde, 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen ve bu yıl Karadeniz Teknik Üniversitesi ev sahipliğinde, Trabzon`da düzenlenen 39. Dünya Şehircilik Günü Kolokyumu`nun ana teması; ‘Müdahale, Mücadele ve Planlama` olarak belirlenmiştir.

Ülkemizde, yeni liberal politikaların gereği olarak küresel eklemlenme sürecinde, siyasi iktidarlar özellikle son dönemde, sosyal adaleti sağlayan üretime dayalı bir ekonomik büyüme tercih etmemiştir. Bunun yerine arazi rantı ile biçimlenen; kamusal alanları, tarihi, doğal, kültürel miras alan farkı gözetmeksizin satışa çıkaran; iş güvenliğini gözardı eden ve iş cinayetlerini emekçilerin kaderiymiş gibi gösteren, tüm sosyal hakları yok eden piyasacı bir iktisadi modeli dayatmaktadır. Bu ekonomik model, kentlerde sınıfsal-toplumsal çelişkileri hızla arttırırken, kentsel ortak alanların ve kentsel hakların savunulması mücadelesi, toplumun her kesimi açısından kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir.

Kentlerimizdeki tarihsel-kolektif mücadele birikiminin yoğunlaştığı, ortak belleğimizde yer alan tüm kamusal alanlar, mücadele ve emek meydanları birer birer halkımıza kapatılmaktadır. Ankara`da Güvenpark, İstanbul`da da Atatürk Kültür Merkezi polis otobüsleri ve birliklerinin otoparkına dönüştürülmüş, Taksim Meydanı kamu kullanımı niteliğini kaybetmiştir. Bir yanda kentler, bütüncül planlama yaklaşımından uzak bir şekilde,  alış-veriş merkezleri, otoyollar, köprüler, rezidanslarla sermaye birikiminin metası haline dönüştürülürken, özgün kimliklerini yitirmekte, toplumun ortak hafızası yok edilmekte, diğer yandan kentlerin akciğerleri olan doğal alanlar da yapılaşmaya açılmaktadır. İstanbul`da Kuzey Ormanları, Ankara`da Atatürk Orman Çiftliği, İzmir`de İnciraltı, Diyarbakır`da Hevsel Bahçeleri, Karadeniz`de orman, yayla ve dereler gibi, sadece günümüzün değil gelecek kuşakların da ortak mirası olan bu doğal alanların ekolojik bütünlüğü tahrip edilmekte, kentlerimiz ve doğamız yok edilmektedir.

Hukuksuzluğun artık bir kural haline geldiği bu dönemde izlenen, ekonomik, sosyal ve çevre politikaları sonucunda; ormanlardan meralara, kıyılardan akarsulara, tarım alanlarından yaylalara kadar tüm doğal alanlarımıza ilişkin onlarca mevzuat değişikliği yapılarak kültürümüze, kimliğimize, kamusal alanlarımıza, yapılı ve yapısız çevremize yani tüm yaşam alanlarımıza benzeri görülmemiş bir saldırı sistemli bir şekilde yaygınlaştırılmıştır. Enerji politikalarının bir sonucu olarak hidroelektrik santraller, ithal kömüre dayalı termik santraller ve nükleer enerji santralleri, ülkenin enerji ihtiyacına yönelik bir planlama yapmadan, enerji kaynakları için bir denge gözetmeden, gelişigüzel yer seçimi kararlarıyla her türden yaşam alanlarını tehdit etmektedir. 

Bu  süreç, 31 Mayıs 2013 tarihinde Gezi Direnişi ile ivme kazanan kentsel direniş dalgaları ve hareketleri, ortak mücadele/yaşam alanı ve yeni toplumsal mücadele biçimlerini yaratmıştır. Bu mücadele, tüm yurda yayılan kentsel savunmalar, iktidarın, insanı ve doğasını yok eden, kentsel haklarını, barınma hakkını, çevre hakkını dahası yaşam haklarını hiçe sayan tutumuna karşı bir tepki olarak oluşmuş barışçıl, toplumsal bir mücadele refleksidir. 

Aynı şekilde, kendi özgün toplumsal mücadelesini ören Karadeniz, Gerze, İkizdere, Amasra,  Arhavi, Hopa ve Fındıklı`da kendi doğasına, yaşam alanına sahip çıkmaktadır.

Türkiye`nin deprem ülkesi olduğu gerçekliği üzerinden öne çıkarılan risk ve kentsel dönüşüm kavramları aracılığı ile yüksek rantlı kentsel alanların yenilenmesi süreçlerine meşruiyet kazandırılmaya çalışılmıştır. Afetlere çanak tutan rant odaklı uygulamalardan vazgeçilmediği gibi, peşi sıra gelen depremlerin üzerine, birçok insanımızı kaybettiğimiz İstanbul, Ankara, Samsun, Hopa ve daha birçok kentte yaşanan seller eklenmiştir. Mühendislik ve mimarlık hizmetlerinin olabildiğince kısıtlandığı,  rant odaklı yapılaşmanın teşvik edildiği, derelerin kapatıldığı, yağmur drenaj sistemi ve kanalizasyon altyapısından yoksun hale getirilen kentlerimizde mevsim yağmurları sele ve afete dönüşmektedir.

Bu dehşet verici sürecin, yasal dayanağını sağlayan Mekânsal Planlar Yapım Yönetmeliği, inşaat sektörü ve arazi rantı üzerinde temellendirilen ekonomi politikalarının uygulanmasında ve rantın dağıtımında "planlama"yı araç haline getiren temel düzenlemeye dönüştürülmüştür. 

Bu Yönetmelik, yapılaşma riski ile karşı karşıya olan; büyük çoğunluğu tarım alanı, mera, bozkır alanları, orman alanları, akarsu ve gölleri de içine alan; içinde neredeyse hiç kentsel nitelikli alan olmayan; idari olarak köyden mahalleye dönüşen alanlara ilişkin hiçbir koruyucu düzenleme getirmeyerek, talana adeta davetiye çıkarmaktadır. 

Tüm bu fiili ve yasal müdahalelere karşı yürütülen mücadele nedeniyle, Anayasa ve yasalarla, kamusal denetim ile yetkilendirilmiş Odamız ve bağlı olduğu TMMOB örgütlülüğü de unutulmamıştır. "Torba Yasa"larla toplumsal muhalefet ve kamusal denetim görevi ortadan kaldırılmaya, örgütlü yapısı, etkinliği ve yetkinliği zayıflatılmaya çalışılmaktadır. 

Temel eğitimden üniversitelere kadar yozlaştırılan eğitim sistemiyle, ülkenin geleceğini insan kaynağı olarak da sermayenin emrine teslim etmektedir. Bu durumdan planlama eğitimi de payını alarak, bilimin gereklerine uygun hareket etmeye çalışan kadrolar tasfiye edilmekte, yeterli akademik kadro ve altyapısı oluşturulmadan yeni bölümler açılmaktadır.

Basın ve toplumsal muhalefetin sindirildiği ortamda demokrasi, sandığa oy atmaya  indirgenmiştir. Öncesinde uzun süre herhangi bir olay yaşanmamışken, 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri sonrası tekrar edilen seçimlere kadar olan süreçte askerlerin, polislerin katledildiği terör olayları yaşanmış, çok sayıda sivil vatandaş da hayatını kaybetmiştir. 

Türkiye`nin her yeri güvensiz hale gelmiş, dahası başkent Ankara`nın göbeğinde, DİSK, KESK, TTB ile birlikte TMMOB`nin de çağırıcı olduğu 10 Ekim 2015 "Emek, Barış ve Demokrasi" Mitingi öncesinde, kalleşçe yapılan  saldırı ile barış taleplerimiz  ve kardeşçe yaşama umudumuzu hedef alınmıştır. Bu korkunç katliamda, 102 yurttaşımız hayatını kaybetmiş, yüzlercesi yaralanmıştır.

Bu kaotik ortamda gerçekleşen 1 Kasım 2015 Genel seçimlerinin sonucu bize gösteriyor ki, ülkemiz, yukarıda bir dizisi sıralanan toplumsal barışı, kamusallıkları ve ekolojiyi tahrip eden politikalarla yönetilmeye devam edilecektir. 

Planlama mesleğinin içeriğinin aşındırıldığı, planlama enstrümanlarının birer rant yaratma aracına dönüştürüldüğü; sürekli sermaye yararına yapılan yasal değişikliklerle hukuk sisteminde kaotik ve işlevsiz bir ortam yaratıldığı; doğal, kültürel ve tarihi çevrenin parsel parsel tahrip edildiği; bu kriz ortamını sürdürebilmek amacıyla kamu arazilerinin ve kamusal hizmetlerin özelleştirilip sermaye birikiminin asli unsuru haline getirildiği; geniş halk kesimlerinin sürekli kaybeden olduğu bu müdahale sürecine karşı kamu denetimi sorumluluğumuzla diyoruz ki;

•         Planlama mesleğinin bilimsel normlarından taviz verilmeden, etik ilkelerine uygun, toplum yararına geliştirilmesi ve sürdürülmesi için mücadele devam etmelidir.     

•         Geleceğimizin garantisi olan doğal alanlarımızda sınırsız, kuralsız ve kontrolsüz madencilik, HES, RES, termik ve nükleer santral uygulamalarına son verilmesi için mücadele devam etmelidir. 

•         Bilimin, tekniğin, planlamanın bir gereği olarak afete duyarlı yaşam çevrelerinin oluşturulması, kentlerin, doğa ile uyumlu, insan ölçeğinde, engelsiz yaşanabilir bir biçimde planlanması, doğal ya da kentsel tüm yaşam alanlarımıza ilişkin planlanma ve projelendirilme süreçlerinde, yurttaş katılımını sağlayacak demokratik karar alma süreçlerinin oluşturulması için mücadele devam etmelidir.

•         Toplumsal uzlaşmayı, barışı, dayanışmayı yeşerten mahallelerimizin, sokaklarımızın, meydanlarımızın, parklarımızın özgürleşmesi, barınma hakkı, ulaşım hakkı, ücretsiz çağdaş, nitelikli eğitim ve sağlık hakkı için mücadele devam etmelidir.

•         Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, kadınların cinayete kurban gitmesine; işyerinde, sokakta, evde taciz, tecavüz ve saldırıya maruz kalmasına; bedeninin, emeğinin ve kimliğinin sömürülmesine yol açan ataerkil politikalara karşı mücadele devam etmelidir.

•         Emek-meslek örgütleri ve toplumsal düzlemde örülen demokrasi ve barışa katkı koyan muhalefet pratiklerini güçlendirmek için mücadele devam etmelidir.

•         Demokratik ortamı yok eden siyasi iktidarların müdahalelerine karşı, katılımcı çoğulcu bir demokratik sistemin devamlılığını sağlayan, özgür basın,  güçlü sivil toplum ve bağımsız yargının etkili denetimi için mücadele de güçlü bir şekilde devam etmelidir.

"Müdahale, Mücadele ve Planlama" ana temalı Dünya Şehircilik Günü 39. Kolokyumu`nda TMMOB Şehir Plancıları Odası olarak,  mesleki demokratik kitle örgütü olmanın bilinciyle çalışmalarını; emekten, insandan, doğadan, kamu yararından yana sürdürecek, Anayasal bir görev olarak hükümetler ve yerel yönetimlerin uygulamalarına yönelik  kamusal denetim  görevine tereddütsüz devam ederek, bilimi ve tekniği kamu yararına kullanarak toplumcu duruşunu koruyacağımızı bir kez daha belirtmek isteriz.

Bu düşüncelerle; Kolokyumun hazırlıklarına emeği geçen ve katkı vermek için bir araya gelen tüm meslektaşlarımıza ve özellikle de bizlere ev sahipliği yapan Karadeniz Teknik Üniversitesi`ne teşekkür ediyoruz.

 

TMMOB Şehir Plancıları Odası