EMİN KORAMAZ YAZDI: "GÖÇ YOLLARI"

30.07.2021

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, 30 Temmuz 2021 tarihli BirGün Gazetesi'ndeki köşesinde, son günlerde ülkemizin en önemli gündemi haline gelen göçmen hareketlerine ve göçmen karşıtı akım üzerine yazdı.

GÖÇ YOLLARI

Ülkemizde bulunan sığınmacılar son günlerin en önemli gündem maddelerinden birisi haline geldi. Hemen yanı başımızda devam eden ve bir biçimde parçası olduğumuz Suriye Savaşı’nın ardından, Afganistan’da yaşanan gelişmeler Ortadoğu’da yeni bir nüfus hareketliliğinin ortaya çıkmasına neden oldu.

Afgan sığınmacıların toplu sınır geçişleri ve parklarda/sahillerde bulunan kalabalık göçmen kitleleri sosyal medyada yaygınlaştıkça, önce göçmenleri peşi sıra da göçmenlerin haklarını savunan kesimleri hedef alan bir dalga açığa çıktı.

Siyasi iktidarın ümmetçi ideolojisine, dayattığı yaşam tarzına, uyguladığı dış politikaya, yaşanan ekonomik krize ve elbette Batılı ülkelerin bu konudaki ikiyüzlülüğüne öfkeyle beslenen bu göçmen karşıtlığı ne yazık toplumsal barışı ve hoşgörüyü tehdit eder boyutlara ulaşmak üzere.

SORUNUN KAYNAĞI

Bugün ülkemizde yaşanan kontrolsüz nüfus hareketlerinin yarattığı sorunları görmezden gelmek ne kadar yanlışsa, bu sorunların kaynağını yerinden edilmiş insanlara bağlamak da o kadar hatalı bir yaklaşımdır.

En başından altını çizmek gerekir ki, bugün dünya üzerinde yaşanan tüm mülteci/sığınmacı hareketlerinin kökeninde kapitalist sömürü ilişkileri ve emperyalist saldırganlık yatmaktadır. Geleceklerini bambaşka ülkelerde aramak zorunda kalan nüfus kesimlerinin terk etmek zorunda kaldıkları topraklar, emperyalistlerin istikrarsızlaştırdıkları, savaşa sürüklediği coğrafyalardır.

Dahası, günümüzdeki göç hareketinin kaynağı ne denli batılı ve kapitalistse, göçmen karşıtı ideolojinin kaynağı da o denli batılı ve kapitalisttir. 1990’lı yıllardan itibaren Batılı ülkelerde yükselişe geçen ve neoliberalizmin yarattığı tahribatın faturasını göçmenlere kesen siyasi hareket, bugün tüm dünyayı etkilemektedir.

Egemen burjuva ideolojisinin göçmen hareketlerine ve göçmen karşıtı akıma üretebildiği tek çözüm ise, göçmenleri sınırlarının ötesinde tutmak biçiminde olmuştur. Bunu da yüzbinlerce göçmenin derin sularda hayatını kaybetmesine neden olan acımasız sınır politikaları ve Türkiye gibi geçiş ülkeleriyle yaptığı anlaşmalar yoluyla yapmaktadır.

Başka Avrupa olmak üzere gelişmiş kapitalist ülkelerin göçmenlere yönelik bu dışlayıcı tavrı, göçmenlerin yaşamlarını zorlaştırdığı gibi (Türkiye gibi) göçmen barındıran ülkelerin sosyal/ekonomik yapılarını da istikrarsızlaştırmaktadır.

ÜLKEMİZDE DURUM

Savaştan kaçan insanlar açısından hem bir geçiş ülkesi hem de hayatlarını devam ettirdikleri ülke olarak Türkiye’de bizler göçmenlerin sorunlarını en yakından gözlemleyen ülkelerden biriyiz.

Söz konusu göçmenler olduğunda resmi rakamların güvenilirliği sorgulansa da, Birleşmiş Milletler’e bağlı Ekonomik ve Sosyal İşler Organizasyonu raporuna göre Türkiye 4 milyon kişi ile Dünya üzerindeki en kalabalık mülteci-sığınmacı nüfusuna ev sahipliği yapan ülke durumunda. Bu rakam bütün kıta Avrupa’daki mülteci-sığınmacı sayısından daha fazla.

Ülkemizdeki sığınmacıların çok büyük bir kısmı ise elbette Suriyelilerden oluşuyor. Geçtiğimiz ay güncellenen verilere göre Türkiye’de resmi olarak 3 milyon 685 bin Suriyeli göçmen bulunuyor. Bunlardan sadece 56 bini kamplarda yaşıyor, 3 milyon 630 bin Suriyeli ise Göç İdaresi tarafından belirlenen illerde, zor koşullarda hayatlarına devam ediyor.

Son günlerde gündeme gelen Afgan sığınmacılara ilişkin sağlıklı ve güncel bir veri bulmak ise neredeyse imkansız. Alanda çalışan dernek ve kuruluşlar ülkemizdeki Afgan sığınmacı sayısının 500 bin civarında olduğunu ve giderek arttığını söylüyor.

KAÇAK İŞÇİ

Ülkemizde geçici sığınma statüsünde bulunan göçmenlerin çalışması izne bağlı. 2019 yılı itibariyle çalışma izni verilen Suriyeli sayısı sadece 31 bin 185 kişi. Yani milyonlarca Suriyeli ülkemizde kaçak olarak asgari ücretin çok altında ve güvencesiz biçimde çalıştırılıyor. Yüzbinlerce Afgan ise daha çok çobanlık, inşaat işçiliği ve mevsimlik tarım işçiliği gibi alanlarda istihdam ediliyor.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki’nin “Göçmenler birçok kentimizde sanayiyi ayakta tutuyorlar” ifadesi, göçmenlerin işgücü piyasasındaki önemini gösterdiği kadar, devletin kayıt-dışı çalışmaya seyirci kaldığının da itirafı niteliğinde.

Bu kayıt dışı işçiler çok zor koşullarda yaşamak ve çalışmak zorunda kalıyorlar. İşyerlerinde yaşadıkları sorunlar ve yüz yüze kaldıkları kazalar ise ne istatistiklere yansıyor ne de hukuki sonuçlar doğuruyor. Ölümleri bile çoğunlukla sümen altı ediliyor.

Savaştan kaçan bu insanlar, sığınmak zorunda kaldıkları ülkelerde adeta savaş koşullarında yaşamlarını devam ettiriyorlar. Emekleriyle ülkenin zenginleşmesine katkıda bulunurken, ülkenin zenginliklerinden faydalanmalarına izin verilmiyor.

Ülkelerindeki zor koşullardan kaçarak Türkiye’ye sığınan bu işçiler sadece misafirimiz değil aynı zamanda sınıf kardeşimizdir. Irkçılık ve ayrımcılığın sınıf mücadelesinin içine nefret tohumları ekmesine müsaade edemeyiz. Bu işçileri yok saymak ya da dışlamak yerine bu işçilerle sınıfsal temelde bir arada olabileceğimiz örgütsel yapıları inşa etmek zorundayız.

Emperyalist saldırganlığa ve kapitalist sömürüye karşı çıkarken aynı zamanda göçmenlerin insanca koşullarda yaşamasını sağlamak, güvenceli işlerde çalışması için mücadele etmek, dolaşım özgürlüklerini savunmak ve ülkelerine geri dönebilecekleri koşullar için çaba harcamak bugün tüm emek ve demokrasi güçlerinin güncel görevleri arasındadır.