EMİN KORAMAZ YAZDI: "SANAYİSİZLEŞME VE KRİZ"

18.09.2020

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, 18 Eylül 2020 tarihli BirGün Gazetesi'ndeki köşesinde, dış kaynaklı sermaye hareketlerine dayalı büyüme modelinin ülkemizi sürüklediği sanayisizleşme tuzağı ve derin ekonomik kriz üzerine yazdı.

SANAYİSİZLEŞME VE KRİZ

Kontrolsüz sermaye hareketleri sonucunda ortaya çıkan ülkesel ve bölgesel finans krizleri, neoliberal kapitalizmin en karakteristik özelliklerinden birisi haline geldi. Yüksek borçlanmaya dayalı ekonomik işleyişin sürdürülemez hale gelmesiyle patlak veren bu krizler, emeğiyle geçinen kesimlerin yaşamlarını alt-üst ettiği gibi, ekonomileri daha güvensiz hale getiren neoliberal uygulamaların topluma dayatılmasının da gerekçisi olarak kullanılıyor. Bu kısır döngü geniş nüfus kesimlerinin yaşam koşullarını zorlaştırırken, zenginliğin çok küçük bir azınlığın elinde toplanmasına neden oluyor.

Türkiye gibi, ekonomisi büyük oranda yurt dışı kaynaklı sıcak sermaye akışına dayalı ülkeler, bu tip finansal krizlerden çok daha fazla etkileniyor. 1990’lı yıllardan itibaren birbiri ardına yaşadığımız ve halen devam eden krizlerin temel nedeni, yüksek teknolojiye dayalı bir sanayileşme politikamızın ve üretim ekonomimizin olmamasıdır.

TÜKENEN SANAYİMİZ

Günümüzde Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşları listesine baktığımızda, büyük bir bölümünün özelleştirilen eski KİT’lerden, 1930’lu yıllardan itibaren devlet teşvikiyle kurulan sanayi kuruluşlarından ve doğrudan dış yatırımlardan oluştuğunu görüyoruz. Bu listede AKP döneminde kurulan tek bir sanayi kuruluşuna bile rastlamıyoruz.

Türkiye’nin en zengin insanları listesine baktığımızda ise, büyük bir çoğunluğunun AKP döneminde, özellikle inşaat ve gayrimenkul işleriyle yükselişe geçen isimlerden oluştuğunu görüyoruz.

Bu manzara ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik çarpıklığın en özet halidir. Son 20 yılda ülkede sanayi yatırımları tamamen dururken, tüm zenginlik hizmet, finans, inşaat ve gayrimenkul sektörlerine aktarıldı. Sanayi bölgelerinde binlerce kişinin istihdam edileceği tesisler yerine, kent merkezlerinde binlerce dairelik konut projeleri daha çekici hale getirildi.

1970’li yıllarda yapılan kamu yatırımlarının yüzde 30’u sanayi sektörlerine yönelikti. Neoliberal yönelimle 1980 sonrası kamunun sanayiye yatırımı neredeyse durduruldu. Kamu yatırımları ağırlıkla karayolu odaklı ulaştırma ve inşaat sektörlerine kaydırılırken sanayiye yapılan kamu yatırımlarının payı yüzde 1’in altına indi.

Kamunun sanayi yatırımlarından çekilmesiyle oluşan boşluk, özel sektör yatırımlarıyla kapatılamadığı, dışarıdan gelen para rant ekonomisine yönlendirildiği için Türkiye hem sanayisizleşme sorununu, hem de ekonominin tüm alanlarında dışa bağımlılığın artma sürecini birlikte yaşadı.

Ülkenin dört bir tarafına yayılmış KİT yatırımlarının tasfiyesi, bunların yöresel ölçekte beslediği özel sektöre ait küçük ve orta boy işletmelerin de tasfiyesini de beraberinde getirdi. Anadolu deyim yerinde ise kurutuldu. Bölgesel eşitsizlikler arttı. Bugün konuştuğumuz sanayisizleşme sürecine girildi.

“Sanayisizleşme”, ekonomi literatüründe gelişmiş ülke ekonomilerinde ağır sanayinin payının azalmasını anlatan bir kavram iken, ülkemizde sanayisizleşme, rant ekonomisinin yatırımları boğması, sanayi üretiminin karlı bir ekonomik tercih olmaktan çıkması olarak yaşandı.

Yaşanan bu sürecin bizi getirdiği nokta, yabancı hâkimiyetinin ve dışa bağımlılığın pekişmesi, yüksek işsizlik, yüksek borçlanma, yüksek cari açık, yüksek enflasyon, yüksek faiz ödemeleri ve ekonomik çöküş oldu.

AKP DİNAMİĞİ

18 yıllık AKP iktidarı, ülkemizi krizlere sürükleyen neoliberal programın en gaddar biçimde uygulandığı dönem oldu. İktidar döneminin bütün aşamalarını piyasacı, baskıcı, laiklik karşıtı tek adam rejimi ve parti devleti inşasına adayan AKP bu piyasalaştırma sürecini de kendine yakın kesimlere rant ve imtiyaz sağlama aracı olarak kullanarak kendisine doğrudan bağımlı bir sermaye sınıfı da yaratmış oldu.

Bu sürecin hızlı ve kesintisiz işlemesi için ülke topraklarının ve kamu kaynaklarının yağma ve talanının önünde engel olan tüm mevzuat birer birer değiştirilerek yasal alt yapı oluşturuldu. Halkın ortak malı olan kıyılar, ormanlar, madenler, su kaynakları vb her türlü doğal, tarihi, kültürel ve kentsel değer sermaye odaklarının ve iktidar çevrelerinin yağmasına açıldı. Ülkemizin en önemli kamusal varlıkları yok pahasına özelleştirildi, geri kalan tüm kamu varlıklarına da tüm tasarruf hakları Varlık Fonu adı altında kurulan Sayıştay denetiminden muaf bir şirkete devredilmek suretiyle el konuldu.

Yaşadığımız bu derin krizden çıkış ne yeni dış kaynak bulunmasında, ne neoliberal programın derinleştirilmesinde, ne de IMF’nin kapısına dayanmaktadır. Daha önce denenen bu yollar, yeni krizlere neden olmaktan başka bir işe yaramamıştır.

Krizden çıkışın yegâne yolu emeğin çıkarlarını temel alan toplumcu bir ekonomik programın hayata geçirilmesidir. Bilimi ve teknolojiyi esas alan, Ar-Ge ve inovasyona ağırlık veren; Dış girdilere bağımlı olmayan, yerli yatırımcıyı ve yerlileşmeyi özendiren; Kamunun ekonomideki yönlendiriciliğini toplumsal yararlar doğrultusunda artıran; Sosyal refah-sosyal hukuk devleti anlayışını benimseyen; Sanayinin gelişmesini ve ekonomik büyümeyi en geniş toplumsal tabana yayan; Erişilebilir, nitelikli, ücretsiz sağlık, eğitim, sosyal güvenlik hizmetlerini öngören; Doğayla, tarihle ve kentle barışık; İstihdam, emek ve halk odaklı bir sanayileşme ve kalkınma planlamasının yapılmasıdır.