ŞPO: BİR MUAFİYET HİKAYESİ: ÇED YÖNETMELİĞİ

04.12.2014

Şehir Plancıları Odası, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) yönetmeliğinin yeniden değiştirilmesine ilişkin 4 Aralık 2014 tarihinde bir basın açıklaması yaptı.

BİR MUAFİYET HİKAYESİ: ÇED YÖNETMELİĞİ

 "Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) yönetmeliği yeniden değiştirildi."

Mevzu ÇED olunca basında karşılaştığımız neredeyse yegâne cümle bu. ÇED Yönetmeliğinin yürürlüğe girdiği (1993) yirmi yılı aşkın sürede yapılan onca değişiklik sonucunda; uzmanların katılımıyla, çevreye olabilecek olumsuz etkilerin belirleneceği kapsamlı bir bilimsel çalışma yöntemi, yıllar itibariyle kurum görüşlerinden oluşan idari bir işleme/formaliteye dönüştürüldü. Hukuksuzluğun hukuk olarak kabul edildiği bu dönemin son icraatı ile yeniden değiştirilip,25.11.2014 tarihinde Resmi Gazete`de yayımlanarak yürürlüğe giren Yönetmelik ile siyasi iktidar, halihazırda ÇED sürecinin bir idari formalite işleme dönüştürülmesiyle yetinmeyerek, defalarca gündeme getirdiği muafiyetlerin sonuncusunu doğal varlıklar aleyhine bir kez daha uygulamaya soktu. ÇED muafiyetlerine yönelik açılmış olan davalarda alınmış birçok olumsuz İdare ve Danıştay Mahkemesi Kararı ortada iken, son olarak da 03.07.2014 tarihinde Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilen Geçici 3. maddenin[1] yeni Yönetmeliğe de ısrarla konulması, yargı kararlarının keyfi olarak nasıl hiçe sayıldığını bir kez daha gösterdi.  Yürürlüğe giren yeni Yönetmelikte yer alan;

 

 

  • Geçiş süreci adı altında Geçici 1. Maddeyle, "Yönetmeliğin yürürlük tarihinden önce, sunulmuş projeler için bu Yönetmeliğin lehte olan hükümlerinin uygulanacağı" hükme bağlanarak halen ÇED süreci devam eden projeler,

 

  • Kapsam dışı projeler başlığı altında Geçici 2. Maddeyle "ÇED Yönetmeliğinin yürürlüğe girdiği 1992 yılı öncesi tesisler"

 

  • Kanuni kapsam dışı projeler başlığı altında Geçici 3. Maddeyle, "23/6/1997 tarihinden önce kamu yatırım programına alınmış olup, 29/5/2013 tarihi itibariyle üretim veya işletmeye başlamış olan projeler ile bunların gerçekleştirilmesi için zorunlu olan yapı ve tesisler"

 

muafiyet kapsamına konuldu. Böylelikle, geçici maddelerle 3. Köprü, İzmir – İstanbul (Gebze) Otoyolu, Ilısu Barajı ve HES projeleri ÇED kapsamı dışına çıkarılmış oldu.

 

Yönetmelik ile birlikte;

 

  • Ekosistem yırtılmalarına yol açan büyük ulaşım projeleri olan, "şehirlerarası karayolları, demiryolu ve havaalanları, tüneller, feribot iskeleleri"

 

  • Arkeolojik mirasın yok olmasına yol açacak, "yeraltından geçen demiryolu hatları, metrolar"

  

  • Kıyı ve deniz ekosistemini, bunların beslenme alanlarını yok eden, "derin deniz deşarjı projeleri, 3.000.000 m3 ve üzeri denizden, göllerden ve nehirlerin dibinden malzeme çıkarılması planlanan dip taraması projeleri. Akarsu havzaları arasındaki su transferleri, güneşlenme, sportif amaçlı iskeleleri, yeraltı suyu çıkarma veya yeraltında depolama projeleri", farklı akarsuların yatağını değiştirerek yapılan "100 milyon m3/yıl sınırı altında kalan HES projeleri, 1.000.000 m3/yıl altında kalan yer altı suyu çıkartılmasına dair projeler"

  

  • Önemli kuş konaklama bölgeleri olan, "tuzun çıkarıldığı alanlarda yürütülen faaliyetler"

  

  • Plansız, noktasal gelişmenin somut örnekleri olan "toplu konut projeleri, hastane kampüsleri, eğitim kampüsleri, alışveriş merkezleri"

  

  • Doğal alanlar kadar kentsel belleği yok eden, gerçekleşen uygulamalar ile yaşayanların borçlandırılarak kent dışına sürüldüğü "kentsel dönüşüm alanları (kentsel dönüşüm kararı veren ve planını yapan Bakanlığa bırakılarak)"

 

  • Doğal ormanlarımızda yaratılan tahribat ile yeraltı suyuna olumsuz etkisi bilinen, "golf tesisleri, olimpik spor kompleksleri"

  

  • En geniş şekliyle orman talanına ve tarım alanlarının yok olmasına yol açacak "arazi kullanım vasfını değiştirmeyi amaçlayan projeler", diğer bir ifadeyle "orman alanlarının başka amaçla kullanıma dönüştürülmesi projeleri ile tarımsal amaçlı su yönetimi projeleri"

  

  • Çevresel etkileri somut olarak bilinen, "nükleer santral, termik santral, kurşun fabrikası gibi tesislerin sökülmesi gibi faaliyetler, seramik üreten tesisler, beyaz eşya boyama, sanayi ve enerji tesislerinin sökümü faaliyetleri"   

  

  • Çevresel etkinin tribün sayısıyla arttığı bilinmesine karşın, karar için "kurulu güç kriteri getirilen rüzgâr enerji santralleri"

 

ÇED sürecinden muaf tutuldu.

...

Söz konusu Yönetmelikle Mersin`den, Sinop`a, Artvin`den Manisa`ya, Yırca`ya, Alakır`dan, Tuz Gölü`ne, Çanakkale`den Amasra`ya kadar ülkenin hemen her yerinde doğal alanların geri dönülmeksizin talanı artarak devam edecektir. Konuya ilişkin yetkili makamlarca ileri sürülen, AB direktifine uyum gerekçesi de aldatmacadan başka bir şey değildir. 1993 yılından bu yana 7 defa ana değişiklik olmak üzere günümüze kadar 17 defa değiştirilen ÇED Yönetmeliği,  AB`de 1985 yılında yayımlanmış olmasına rağmen sadece 3 defa değişikliğe uğramıştır.

 

Rusya devlet başkanının Türkiye ziyaretinde, yangından mal kaçırırcasına aceleyle ve daha henüz Yönetmeliğe ilişkin tartışmalar sürdürülürken Mersin Akkuyu Nükleer Santraline (Nükleer Güç Santrali, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı ve Yaşam Merkezi) ilişkin ÇED olumlu kararı verilmiştir. Çernobil ve Fukuşima`da yaşanmış felaketlerden sonra bütün ülkelerin vazgeçme eğiliminde olduğu nükleer santral konusuna ilişkin Akkuyu veya Sinop`ta AKP Hükümeti`nin ısrarla sürdürdüğü tehlikeli süreç devam etmektedir. Yine Manisa Turgutlu, Çaldağı‘nda sülfir asit ile yapılmak istenen nikel madenciliği nedeniyle 2 milyona yakın ağacın ve Gediz Ovası`nın yok olma tehlikesine karşın ilgili firma tarafından bu yılın başlarında hazırlanan 2‘nci ÇED raporu Ekim ayında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onanmıştır. Tıpkı çok yakın zamanda zeytinlik alan üzerinde termik santral yapmak uğruna binlerce ağacın katledildiğiYırca`da, Bakanlık tarafından onaylanan ÇED raporu gibi.

 

AKP iktidarı ekolojik ve kültürel değerlerin, yaşam alanlarının para ve hırs baskısı altında yok edilmesi sürecini hızlandırabilmek için elinden gelen tüm çabayı ortaya koymaktadır. Yeni sağ düzenin insanı ve doğayı sömüren bu had bilmez gidişatı, toplum ve gelecek kuşaklar adına korkutucudur. İmar planları, ÇED raporları, mahkeme kararlarını birer teferruat olarak gören bir yönetim anlayışı uygulamalarının elbette bilim, kamu yararı, hukuk ve demokrasi ile bağdaşan bir tarafı bulunmamaktadır. Mekânsal ve stratejik plan kararlarına bilimsel altlık oluşturması gereken, bütüncül ve katılımcı bir şekilde ele alınması ortada olan ÇED süreçlerinde sürekli muafiyet yaratmaya çalışmak, raporları alelade bir prosedüre dönüştürmek, göstermelik katılım toplantıları organize etmek, siyasi iktidarın kentleşme ve çevre konusundaki bakış açısını son derece net bir şekilde ortaya koymaktadır.     

  

Tekrar hatırlatmak isteriz: herkesin diline pelesenk olan sürdürülebilirlik söylemleri bir tarafa bırakılsa bile, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkını sağlamak için çevrenin korunmasını devlete ve vatandaşa ödev olarak vermiştir. En basit olarak ÇED konusunda Yüksek Mahkemenin iptal gerekçesi olarak belirttiği üzere; "ÇED, kalkınma ve ekonomik gelişme için yatırım ve faaliyetlerin, doğayı tahrip etmeden ve çevreyi kirletmeden gerçekleştirilmesinde kullanılan yöntemlerden birisidir. ÇED ile korunmaya çalışılan temel unsur, çevre ve bu çevre içerisindeki varlıklardır."

 

Tüm bu gerçekler ortada iken, her geçen gün yürürlüğe giren yasal düzenlemeler ve uygulamalar karşısında doğadan, bilimden, umutlu bir gelecekten ve kamu yararından yana olan bizler, sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkından, yeryüzünün geleceği olan ormanlarından, kıyılarından, meralarından, akarsularından, göllerinden, kıyılarından diğer bir ifadeyle tüm yaşam alanlarımızdan yana mücadele etmekten vazgeçmeyeceğimizi tekrar belirtiyoruz.  

 

 

TMMOB Şehir Plancıları Odası
Yönetim Kurulu