ŞPO: ELİ TORBANIN İÇİNDE YAKALANAN AKP`NİN YASASINI TANIMIYORUZ!

16.12.2014

Şehir Plancıları Odası, AKP İktidarının, TMMOB Yasasında da değişiklikler içeren 3194 Sayılı İmar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair hazırladığı yeni Torba Kanuna ilişkin 16 Aralık 2014 tarihinde bir basın açıklaması yaptı.

ELİ TORBANIN İÇİNDE YAKALANAN AKP`NİN YASASINI TANIMIYORUZ!..

Düzenlenen her kanunun, o kanunu uygulamayı ve anlamayı kolaylaştıran bir "ruh"u vardır. Bu yeni torba yasanın ruhu "ödediğin kadar yaşama hakkı" dır. Torbaya konulan kanun düzenlemeleri; sağlıklı, insana yaraşır güvenli bir çevre oluşturmayı hedeflememektedir. Mekanı düzenleyen kanunlar ile mekanın bilimsel ilke ve esaslara, hukuki ve teknik gerekliliklere göre düzenlenmesinden ve denetlenmesinden sorumlu mühendis, mimar ve şehir plancılarının meslek alanını toplum yararına iyileştirmeyip, yalnızca piyasa sisteminin kent ve kır toprakları üzerindeki arzularını kurgulamayı amaçlamaktadır.

Uzun zamandır iktidarın yaptığı tüm düzenlemelerde olduğu gibi, bu torba yasa ile de kentlerimiz, performans boyutuyla denetlenen, devletin yönetim biçiminin değişimine paralel, yarışan ve rekabet eden marka kentler politikasıyla, piyasa odaklı planlamaya teslim edilmektedir.

Torba Kanun, ülkemizin şehir ve bölge planlaması ve yapılaşmasının temel kanunu olan, 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen değişikliklerde de, planlamayı kamusal anlayıştan uzaklaştırarak, bürokratik bir işleme dönüştürüp içeriksizleştirmektedir. Yapılan İmar Kanunu düzenlemeleri ile rant ve rantın paylaşımı kurumsallaştırılarak doğal, kültürel ve tarihi varlıklar aleyhine öncelenip, planlamanın ve yapılaşmanın kamusal denetim ayağını zayıflatan, denetim sorumluluğunu özel sektöre terk eden, sağlıklı, güvenli, yeterli kamusal hizmetlere sahip konut hakkı ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını ortadan kaldırmaktadır. İktidar, imar konularına piyasacı yaklaşımda hızını alamayıp,  mezarlıkları dahi metalaştırarak, toplumdaki sınıfsal ayrışmayı görünür hale getirme konusunda üst seviyeye ulaşmıştır.

Kanun değişiklikleri, parayı verenin plan kararları üzerinde belirleyici olacağı, kamusal alanların özel sektöre devredileceği, rant paylaşım sürecinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı üzerinden iktidarca denetleneceği bir anlayışla yazılmıştır. "Yeni Türkiye"nin planlama mevzuatı, kentlerimizi "değerleme" adı altında fiyatlandırmakta, plan paftaları yerine değerleme haritaları, plancılar yerine değerleme uzmanlarını getirmekte, rantın özelleşmesi önündeki engelleri tasfiye etmekte, dava açarak hak arama süreçlerini ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.

Bu Kanun değişikliğinin, daha önce yürürlüğe giren ve Odamızca  da dava açılarak iptali istenen, Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliğinde yer alan "Mekansal Strateji Planı"na, mevzuat düzenleme sıralamasına ters bir şekilde, geriden gelerek yeni bir kanuni dayanak oluşturmaya çalıştığı da görülmektedir. Mekansal Strateji Planı tam da AKP`nin piyasacı temelde belirlediği 12 yıllık politikalarına uygun olarak doğal, tarihi ve kültürel çevrenin ekonomik saiklerle tahrip edilmesini "değerleme" siteminin derç edildiği "planlama" aracılığı ile normalleştirmektedir. Yapılacağı "muştulanan" yönetmelikler ise özel kanunlarla korunan alanlara ilişkin düzenlemeler içereceğinden hukuka da aykırıdır. Milli parkları, ormanı, kıyıyı, zeytinlik alanları, …vb mekânsal planlara "veri oluşturmak, uygulanmasına yönelik olarak araç " kabul eden bu düzenlemeler çevre koruma anlayışına ve mevzuatlarına da aykırıdır.

Kanun taslağında, çevre düzeni planları ve imar planlarının onay, ilan ve itiraz süreçlerinde plana itiraz edenin talebini takip edemeyeceği, karmaşık ve tek taraflı bir süreç tarif edilmiştir. Bu durum,  planların uygulanmasında, rantın özelleşmesi açısından, klasik deyimle "bulanık suda  balık tutma" ortamına dönüşecektir.

Planların ilan edilme ile kesinleşme süreci arasında geçen sürede, önceki plan yürürlükte olacağından itirazlar sonrasında kısmi kesinleşme olduğunda aynı alanda iki ayrı planın farklı parçaları yürürlükte olacaktır. Nüfus büyüklüğü, gelişmeye yönelik sektör kararları, sanayi, turizm, lojistik vb farklı arazi kullanım kararlarının ve bunların ihtiyacı olan sosyal, ekonomik ve teknik altyapı kararlarının dayandığı kabulleri farklı olan, iki farklı planın yaratacağı yürürlük karmaşası planlamanın teknik, bilimsel, hukuki, etik ve eşitlik ilkesine aykırıdır. Toplumun tümü için kamu yararı/toplumsal yarara hizmet eden imar planlarını yönlendiren, kısıtlayan çevre düzeni planları ile bireysel yarara da hizmet eden doğrudan uygulama ölçeği olan imar planlarının onay, yürürlük/kesinleşme süreçlerinin ayrı olarak düzenlenmesi gerekmektedir.

Soruyoruz; planlamanın sıradan vatandaşlar için takip edilemez, karmaşık ve kaotik hale getirilmesi ile elde edilmek istenen nedir? Toplumsal yarar mı? Yoksa, bankalara borçlanarak uzun yıllara yayılan taksitlerle konut sahibi olmaya çalışan çoğunluğun dışındaki, kentsel toprakların sahibi küçük yüzdeye dağıtılması planlanan rant mı?

Ama zaten yapılanlar ortada; iktidar, tüm yetkiyi koşulsuz olarak Bakanlık bünyesinde toplayarak, kentsel rantı tek merkezden dağıtmayı hedeflemektedir. Bir yandan yerelleşmenin önemi vurgulanırken diğer yandan böylesi bir düzenlemenin yapılması, halka beyan edilen görüş açısından çelişkili ve samimiyetten uzak, gerçek niyete bakıldığında ise son derece tutarlıdır.

Ayrıca detayda incelendiğinde Kanun taslağı ile;

 

  • Yapılaşma dışı bırakılmış alanlarda, yol cephe şartı aramayarak en temel teknik altyapı ihtiyaçlarından birisi olan, sağlıklı ve güvenli ulaşılabilirliğin sağlanması konusu göz ardı edilmekte, kırsal tarım alanlarında, teknik altyapıdan yoksun sağlıksız yapılaşma yaygınlaştırılmaktadır. Ayrıca bu düzenleme ile özellikle orman içinde kalan özel mülkiyete konu arazilerin yapılaşmasının yolu açılmış olmaktadır.
  • Torba Yasanın  İmar Kanununun piyasalaşmaya uyumunu sağlayan en önemli düzenlemesi, planlamayı "fiyatlandırmaya" dönüştüren imar hakkı transferidir. İmar Kanununda kamunun ihtiyacı olan sosyal donatı alanlarının elde edilmesi için yapılan bir kesinti olarak tanımlana gelen düzenleme ortaklık payı, tasarı ile artık "planla gelen değer artışının bir karşılığı" olarak tanımlanmaktadır.
  • Tasarının birçok yerinde ifade edilen "imar hakkı", "değerleme" gibi süreçlerin salt değer artışına odaklanmış bir arazi düzenlemesi olması, kamusal alanların elde edilmesi karşısında, yapı yoğunluğunu giderek arttıran ve yaşanabilirliği düşük kentsel alanların ortaya çıkması ile sonuçlanacağını göstermektedir. İmar hakkı transferinin kamu yararına kullanılabilmesinin gerek şartı olan tutarlı, bütüncül bir planlama yaklaşımı zaten ortada yokken, tasarıdaki haliyle imar hakkı transferi yöntemi ile; planlamayı dışlayan, hak sahiplerinin taşınmazlarına el koyma biçimi kurumsallaştırılacaktır.
  • Bu uygulamalar ile rantı yüksek yerlerde yaşayan dar ve orta gelirlilerin kent dışına sürülmeleri kolaylaştırılacak, kentsel dönüşüm projelerindeki temel amaca, planların arkasından dolaşarak kolaylıkla ulaşılacaktır.
  • En az bu düzenleme kadar dikkat çeken bir diğer husus, planda kamuya ayrılan alanlarda özel tesis yapılmasına olanak tanınmasıdır. Bu düzenleme ile açık semt spor alanı, birinci basamak sağlık tesisi, ilk ve ortaöğretim kurumları, anaokulu, kreş, oyun alanı, otopark, pazar yeri, gibi umumi hizmetler ile sağlık, eğitim, mezarlık alanı, resmi kurum, sosyal ve kültürel tesisin özelleşmesinin yolu açılmaktadır. Kâr gözetmeden maliyetinin kamu tarafından karşılanacağı, toplumsal yarar açısından toplumun her kesiminin eşit olarak faydalanabileceği, herkes için erişilebilir şekilde yaşayan nüfusa göre mekansal dağılımının yapılması gereken kamu hizmet alanlarının özelleştirilmesi, ekonomik olarak karşılayabilenlerin faydalanması anlamında olup bu düzenleme, en başta 2. Maddesinde Türkiye Cumhuriyetini sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlayan Anayasaya ve sosyal devlet anlayışına aykırıdır.
  • Yasa tasarısı, taşkın koruma alanlarını, düzenleme ortaklık payı içine almaktadır. Bu düzenleme ile, riskleri nedeniyle yapılaşma ve her türlü kullanım amacı dışında bırakılması zaten zorunlu olan taşkın alanlarının yeşil alan hesabına katılması ile yeşil alan standartları fiili olarak azaltılmaktadır. Halihazırda yapı yoğunluğunun artmasına yol açan düzenlemeler ile birlikte düşünüldüğünde en temel teknik altyapı ihtiyacı olan "yol"u olmayan yeşil alanlardan yoksun bir çevre oluşturulmaktadır. Ayrıca, taşkın koruma alanının yeşil alan olarak tanımlanması, riskli alanın kamu kullanımına açılması anlamına da gelmektedir.

 

Kanun Tasarısı, baştan aşağı kamu yararını değil, değer artışını gözetmektedir. Öyle ki, plan değişikliği ile değer artışı sağlanan durumlarda ilave bir düzenleme ortaklık payı alınmakta, arsa olarak alınamadığında ise bedele çevrilmektedir. Adeta parasını veren imar hakkını  arttırabilmektedir. Yine bu tasarıda getirilen değer artış payı kavramı ile birlikte ele alındığında bu düzenlemeler yapı yoğunluğu artışını teşvik edecektir. Planlama, temel amacı kamu yararına, yaşayanların kamu hizmetlerine eşit erişiminin sağlandığı, sağlıklı, yaşanabilir çevre oluşturmak iken teknik, bilimsel ve hukuki ilkelerine aykırı bir şekilde yeşil alanlardan, sosyal ve teknik altyapıdan yoksun, sadece rantın belirlendiği ve bunun dağıtımının yapıldığı bir araca dönüştürülmektedir.

Tasarıda plan değişiklikleri ile değer artışı arasında bu kadar doğrudan bir ilişki kurulması, idarelerin  kaynak yaratmak amacı ile plan değişikliklerine göz yummasının önünü açabilecektir. Bu bütüncül planlamadan sapma teşviki, aynı zamanda değer artışından elde edilecek kaynakların kullanımının belirsizliği ile de ortaya çıkacaktır.

İmar Kanununun 18. Maddesinde yapılması planlanan değişiklikle,  mülkiyet hakkını ihlal eden uygulamalara olanak sağlanmaktadır. Kriterleri açık olmayan "yakınında" , "mümkün mertebe" gibi muğlak ifadelerle esas taşınmazın bulunduğu yerde veya en yakın yerde değil, değerleme açısından eşdeğer yerde verilmesinin önü açılmıştır. Böylelikle uygulamaya giren alanda vatandaşlar hiç bilmedikleri, yaşamadıkları bir yer seçimine "eşdeğer" olduğu iddiasıyla  gönderilebilecektir. Üstelik yaşayabilecekleri sürgüne karşı dava açma süreçleri de zorlaştırılmıştır.

Bu tasarı ile iktidar, Türkiye`nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini ve yaşanan acıları unutmuşa benzemektedir. Gecekondular için bilimsel ve teknik projelendirme ve inşa sürecinden geçmemiş, kamu denetimi olmayan yapılaşma söylemi,  bu sefer tüm ülke için yasa eliyle uygulanır olacaktır. Kamunun denetim zorunluluğu ortadan kaldırılarak yapının plana, ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere, standartlara, teknik şartnamelere uygunluğunu denetleme sorumluluğu fenni mesullere ve müelliflere verilmektedir. Öyle ki, ilgili idareler tarafından yürütülen ruhsat işlemleri,  basit bir evrak işlemi veya dilekçe cevabına indirgenmiştir. Ruhsat başvurusunun üç-beş gün içinde sonuçlanması istenerek idareye adeta "incelemeden onaylama" zorunluluğu getirilmiş, bu süreler içinde verilememesi halinde ilgili idareler yaptırımla karşı karşıya bırakılarak tehdit edilmiştir. Oysaki yukarıda sayılan konularda vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlamaya yönelik yapının bilime ve fenne uygunluğunu denetim sorumluluğu hiçbir ciddi devlette özel sektöre devredilmemiştir. 

Yine yapılan bir dizi düzenleme ile planlama, mimarlık, mühendislik hizmetleri TMMOB ve Odaların denetimi dışına çıkarılmaktadır. Herhangi bir ticari faaliyet yürüten ve Bakanlıktan izin belgesi alan şirketlerin yapı denetimi yapmasına olanak sağlanmakta, mimar ve mühendislerin sermayenin ucuz işgücü haline getirilmesinin yolu açılmaktadır.

AKP`nin torbasında hukuksuzluğu tescillenmiş her uygulamayı kurtarma çabası da mevcuttur. 3194 sayılı Kanunda yapılacak değişiklikle, yargı kararı ile planı iptal edilen yapılar koruma altına alınmakta, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda düzenlenen değişiklikle, doğal sit alanlarında bölge komisyonu kararı ile yapılaşmalar sürdürülebilmektedir. Kültür varlığı, kentsel veya arkeolojik sit alanlarının doğal sit alanları ile çakıştığı durumlarda istisnai kural getirilmektedir. 

Sonuç olarak, Yasa tasarısı baştan aşağı, ruhunu sermayeye teslim etmiş, planlamanın evrensel ilke ve esaslarını boşa düşüren ve mevcut yapılaşmayı ve rantı planlamanın önüne geçiren, uygulamada eşitlik ve adaleti ortadan kaldıran bir anlayışla oluşturulmuştur. Bilimi ve tekniği halkın yararına kullanan şehir plancıları olarak, planlamayı uzmanlık alanı olmaktan çıkaran sermaye piyasası kurallarına teslim eden bu anlayışı kabul etmeyeceğimizi duyururuz…

 

 

TMMOB Şehir Plancıları Odası

Yönetim Kurulu