TMMOB İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NİN FESHİNE KARŞI AÇTIĞI DAVADA BEYANDA BULUNDU: KADINLARIN SESİNE, SÖZÜNE KULAKLARIN KAPATILDIĞI GÜNLERDEN GEÇİYORUZ

30.06.2022

TMMOB tarafından İstanbul Sözleşmesi'nin iptaline ilişkin açılan ve 23 Haziran 2022 tarihinde Danıştay'da görülen davada Birliğimiz tarafından verilen beyana ulaşmak için tıklayınız.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) adına Birliğimiz Hukuk Müşaviri Av. Ekin Öztürk tarafından dile getirilen beyan şu şekilde:

"Sayın Hazirun:

Davayı, müvekkilim Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği adına açmış olmakla birlikte esasında bugüne kadar burada 3 etapta görülen duruşmalarda olduğu üzere katledilen, şiddete ve ayrımcılığa maruz kalan, bedenleri, emekleri ve sözleri üzerindeki hakları ellerinden alınmaya çalışılan tüm kadınlar adına sözlerimi sürdürmek istiyorum. Daha evvel onlarca meslektaşım dava konusu Cumhurbaşkanı kararının Anayasa’ya, uluslararası insan hakları metinlerine ve neticeten hukuka aykırılığını detayıyla ifade etti bu bakımdan tekrara düşmek istemiyorum. Fakat tekrar tekrar üzerinde durmak istediğim birkaç hususu da ifade etmeden geçmek istemiyorum.

Tekrar tekrar üzerinde durmak istiyorum çünkü kadınların sesine kadınların sözüne kulakların kapatıldığı günlerden geçiyoruz. O yüzden ben bir kez daha tüm kadınların çığlığını ve öfkesini haykırmak istiyorum.

Şunu da ifade etmek isterim; şiddetin önlenmesini, ezilen tüm kesimlere yönelik ayrımcılık ve baskının önüne geçilmesini hedefleyen bir insan hakları metninin feshedilmesi, temel bir insan hakları sözleşmesinden çıkılması hakkında konuştuğum için de utanç duyuyorum.Biz şunu bilmek istiyoruz Sayın heyet, İstanbul Sözleşmesinden neden çıkıldı? Bunun sebebini bilmek istiyoruz. Bu yetki tartışmasının çok ötesinde. Biz hem kadınlara ve cinsiyet ayrımcılığına uğrayan tüm kesimlere yönelik toplumsal cinsiyet temelli şiddetle ve hane içi şiddetle mücadeleyi öngören, bu şiddetin temel bir insan hakları ihlali olduğunu vurgulayan; yalnızca fiziksel değil, ekonomik, psikolojik her türlü şiddet ve taciz ile mücadeleyi öngören bir düzenlemeden neden çıkılır biz bunu bilmek istiyoruz. Nasıl bir amaç, nasıl bir sebep buna yol açabilir bilmek istiyoruz.

Kadınların yaşamları neden değersiz görülüyor, şiddete uğrayanların hakları neden değersiz görülüyor, ayrımcılığın önü neden açılmak isteniyor biz bunu bilmek istiyoruz. Şu kalemin bile üretimi, korunması için bir sürü mevzuat varken bizim yaşamımız bu kalemden daha mı değersiz de yaşamlarımızı koruyan bir sözleşme feshediliyor biz bunu bilmek istiyoruz.

Bu sözleşme ayrımcılığa mı yol açıyor? Bu sözleşme Anayasa’ya mı aykırı? Bu sözleşme Yasalara mı aykırı? Bu sözleşme insan hakları ihlaline mi yol açıyor? Hayır. Bunlara ilişkin bir iddia bir savunma davalı beyanlarında var mı? Hayır. Olsa bile, yasalara aykırı olsa bile en temel hakları, yaşam hakkını, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını güvence altına alan bir sözleşmeyi yok sayabilir misiniz? Sayamazsınız. Ne diyor Anayasa usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır, diyor. Tek tek sözleşmenin maddelerini okuyacak değilim. Muhakkak okumuşsunuzdur. Muhakkak biliyorsunuzdur. Ama kısaca hatırlatmak gerekiyor belki de neyi konuşuyoruz biz. Bu kadar insan, bu kadar kadın, bu kadar kurum kuruluş neyin savunusunu veriyor.

Ne diyor İstanbul Sözleşmesi?

► Kadınlara yönelik şiddetin önlenmesinin temel koşulu gerçek eşitliğin sağlanmasıdır. Çünkü şiddetin temelinde tarihten gelen eşitsiz koşullar yatar.
► Bu eşitsiz koşullar şiddeti beslediği ve erkeklere kadınlar üzerinden ayrımcılık yapmasına ve baskı yaratmasına sebep olduğu gibi, bu ayrımcılık ve baskı daha da eşitsiz koşullar yaratmakta ve kadınları toplumsal yaşamdan dışlamaktadır.
► Bu eşitsiz koşulların ve şiddet döngüsünün yarattığı ve beslediği ayrımcılık ve baskı; kadınların ve kız çocuklarının en temel insan haklarının ihlaline yol açmaktadır.
► Kadınlar üzerinde süre gelen bu ayrımcılık ve şiddet döngüsü toplumsal olarak kadınları erkeklerden ast bir konumda baskılamakta, bu konumu beslemekte ve yaygınlaştırmaktadır. Bu durum da toplumsal bir cinsiyet rejimi yaratmaktadır.
► Yaratılan bu toplumsal cinsiyet rejimi gerçek anlamda eşitliğin sağlanmasının önüne geçmekte, yaratılan ve şiddet eliyle sürdürülen kadınların toplum içindeki konumlarının olağanlaştırılmasıyla toplumsal yaşamda yer alma, sosyal ve ekonomik haklarının ihlaline yol açmaktadır. Bu durum da yeni bir eşitsizlik döngüsü yaratmaktadır.

Özetle; kadınlar üzerinde yıllardan beri süre gelen baskı ve ayrımcılık şiddete, şiddet eşitsiz koşullara, eşitsiz koşullar daha çok baskı ve ayrımcılığa yol açmaktadır. Bu döngüyü kırmanın yolu ise toplumsal bir cinsiyet rejimine, kadının eşitsiz konumuna ve şiddete karşı mücadeleden geçmektedir.
Buna karşı çıkabilir misiniz? Mantık sınırları çerçevesinde düşünen, etrafında olan biteni gören, her gün katledilen kadınları gören, şiddete uğrayan kadınları gören, eğitimden sağlığa çalışma hayatına kadınların yaşadığı tüm baskıları gören, bu eşitsizliği gören, en basitinden kız çocuklarının eğitime ulaşma olanaklarının oranlarını bilen bir insanın, kadınların her şeyi bırakın “vatandaş” sayılmasının bile yıllarca süren mücadelelerine dayandığını bilen azıcık tarih ve sosyoloji bilgisine sahip bir insanın buna karşı çıkabilmesi mümkün mü? Değil.

Şöyle mümkün; diyorsanız ki hayır kadınla erkek eşit değildir, diyorsanız ki kadınlar çalışmasa da olur, diyorsanız ki kadınlar sadece çocuk yapıp evde otursun, diyorsanız ki kadınlar şiddet görsün, diyorsanız ki kadınlar katledilsin, mesela diyorsanız ki kadınlar etek giyiyorsa, kadınlar gülüyorsa, kadınlar dışarı çıkıyorsa diri diri yakılabilir o zaman mümkün. Şimdi biz bunlardan hangisini öne sürerek bu sözleşmeden çıkılmaya karar verildi bunu bilmek istiyoruz.

Bu davalının idarenin savunmalarında kaçamak sözlerle ortaya koyduğu bir yetki tartışmasına sıkıştırılabilecek bir şey değil. Bu bizim yaşamımız. Bu kadınların yaşamı, kız çocuklarının, aile içi şiddet mağdurlarının geleceği. Bunu yetkisi vardı yaptı gibi basit bir işlem gibi savunamazsınız.

Kaldı ki, değil midir ki en basit idari işlemin dahi bir amaç unsuru olması gerekir. “Hukuka uygun bir amaç”. Büyük büyük kurallar koymakla ne yazık ki hukuk devleti olunmuyor. Yetkim vardı yaptım diye bir hukuki amaç mı var? Böyle mi uygulanıyor bu ülkede hukuk? Yetkiler böyle mi kullanılıyor? Ya da daha doğrusu böyle mi olmalı?

'İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NDEN NEDEN ÇIKILDI?'

Sayın heyet, en temel görevi insan haklarını korumak olan hukuk insanları olarak buna müsaade edemezsiniz, etmemelisiniz. Yalnızca sözleşmeden çıkılmasına karar verildiği bir yıldan beri yaşananlar bile, bir yılı geçin daha bu duruşmaların başlangıcında yaşananlar bile gösterdi ki kadınlara şiddet reva görülüyor. Tam da bunu engellemeye çalışılan bir sözleşmeden çıkılmasına karar verildi. Hakikaten yaşananlar bize şunu gösteriyor, neden İstanbul sözleşmesinden çıkıldı, daha çok şiddet olsun diye, kadınlar daha çok katledilebilsin diye, kadınları katledenler cezalandırılmak bir yana ödüllendirilebilsin diye.

Bir ülkede devlet kademesinin en üstü şiddetle mücadeleye ilişkin uygulamalardan vazgeçince; birtakım vahşiler evinin önünde oturan kadınlara saldırmayı kendine hak görebiliyor çünkü. Mini etek giydi diye taciz etmeyi reva görebiliyor mesela. Meslektaşlarım uzun uzun anlattı, yalnızca bu fesih kararı bile yerel mahkemelerde cezasızlığa yol açıyor. Mesela diri diri yakılan, yok edilen, saldırıya uğrayan bir kadının katiline haksız tahrik indirimi uygulanabiliyor mesela.
Artık katlanacak gücümüz kalmadı Sayın heyet, artık kadınların daha fazla ezilmeye, daha fazla ayrımcılığa, daha fazla katledilmeye sabrı da gücü de kalmadı. Elinize bu kanı bulaştırmayın.

Tüm bunlarla birlikte, esasında artık yüreği kör olmamış kimse tarafından mazur görülemeyecek fiziksel şiddet ve saldırıların yanında; çoğu zaman görmezden gelinen ve dahi olağan karşılanan ve yok sayılan şiddet biçimleri ve ayrımcılıkla mücadeleyi de önüne koyan bir sözleşme İstanbul Sözleşmesi. Buna ilişkin de birkaç söz söylemek istiyorum.

Özellikle üyelerinin görev alanı itibariyle kadınların en çok ayrımcılığa maruz kaldığı ve dışlandığı alanlardan olan mühendislik ve mimarlık meslek mensuplarının kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşu olan TMMOB vekili olarak; henüz eğitim anından başlayarak çalışma yaşamının bütününde de devam eden ekonomik ve sosyal şiddete, psikolojik şiddete, mobinge maruz kalan kadınlara ve toplumsal cinsiyet rollerinin doğrudan etkilediği çalışma koşullarına ilişkin de birkaç hususa vurgu yapmak istiyorum.

Çünkü İstanbul Sözleşmesi aynı zamanda; toplumsal olarak kadınlara yüklenen cinsiyet rollerini yıkmaya, bu rollerden kaynaklı doğumdan itibaren kadınların önüne engel olan eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya ve dahi kadınlara yönelik bu eşitsiz koşulları ortadan kaldıracak pozitif ayrımcılık ilkesi geliştirmeye, kadınların ekonomik bağımsızlıklarını edinmelerinin önündeki engelleri kaldırmaya yönelik yükümlülükler öngördüğü için de temel öneme sahip.
Çünkü diyor ki sözleşme; yalnızca fiziksel değil şiddet ekonomik olarak da gerçekleşebilir ve bu şiddet biçimi kadınların erkekler karşısındaki konumunu baskılanmasına, kişisel varlıklarının gelişmesine ve korunmasına ve söz haklarının bulunmasına yönelik bir baskı ve eşitsizlik oluşturur.

Son olarak çok fazla uzatmadan usule ilişkin birkaç söz söyleyerek sözlerimi toparlamak istiyorum. Başta da belirttiğim üzere usule ilişkin tartışmaya sıkıştırmak niyetinde değilim aksine dışına çıkması gerektiğini düşünüyorum ama şunu da ifade etmeden geçemeyeceğim.

Tüm davacılar ifade etti biz de dilekçemizde uygun bulma kanunu ile uygun bulunması neticesinde imzalanabilen ve insan haklarına yönelik bir metin olması itibariyle de kanunlar karşısında dahi öncelikli uygulama kabiliyeti bulunan bir uluslararası insan hakları sözleşmesinden Cumhurbaşkanı kararıyla çıkılması olanaklı değildir. Niye değildir çünkü Anayasa 90 çok açık uluslararası anlaşmaların onaylanması Meclisin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. Yetki ve usulde paralellik ki okulda öğretilen en temel ilke herhalde, gereği de aynı şekilde anlaşmadan çıkılmanın bir kanunla uygun bulunması yahut uygun bulma kanununun yine meclis tarafından ilga edilmesi gerekir. Nedir istisnası “Ekonomik, ticari veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan andlaşmalar, Devlet Maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir”.

'TARİHİN ONURLU SAYFALARINDA YER ALACAK BİR KARAR VERMENİZİ TALEP EDİYORUZ'

Şimdi Anayasa’nın bu açık hükmüne karşın diyor ki davalı idare ama daha önce de olmuş Bakanlar Kurulu şu şu şu anlaşmaları feshetmiş.

1. Hukukta olumsuz emsal söz konusu olamaz, ama daha önce de kanun çiğnenmişti anayasa çiğnenmişti diye bunu olağan sayamazsınız.
2. Davalının dilekçesi ekinde sunduğu anlaşmalar tam da az evvel belirttiğim Anayasanın 90. maddesinde belirtilen istisnada belirtilen anlaşmalar dolayısıyla uygun bulma kanununa tabi değil. Dolayısıyla yine sapla samanın birbirine karıştırıldığını ifade etmek gerekti.

Sayın heyet, her şey değişir, değişiyor. Bizler gideriz, sizler gidersiniz, iktidarlar gider hepsinin yerine yenileri gelir. Ama verdiğiniz karar değişmeyecek ve tarihin bir köşesinde hep hatırlanacak. Nasıl hatırlanacağını ise gelecek günler, değişecek güzel günler belirleyecek. Ama biz, burada konuşan, onlarca meslektaşım, yüzlerce, binlerce kadın yaşamlarımıza, haklarımıza, birbirimize sahip çıkmanın onuruyla hayatımıza devam edeceğiz.

Sizlerden de tarihin onurlu sayfalarında yer alacak bir karar vermenizi ve dava konusu kararın iptaline hükmetmenizi talep ediyoruz."

Cumhurbaşkanlığı’nın avukatının savunmasının ardından tekrar söz alan Av. Öztürk, şu ifadeleri kullandı:

"Davalı ısrarla bütün iddialarımızı bir yetki tartışmasına sıkıştırmaya iddialarımızın bunda odaklandığını ifade etmeye çalışıyor. Yani konuştuklarımız mı anlaşılmıyor yoksa verecek cevapları mı yok da bunu yapıyorlar anlayabilmiş değiliz.

Şunun cevabını duymak istiyoruz: Bu sözleşmedeki neyden rahatsız oldunuz? Şiddetin önlenmesinden mi, ayrımcılığın baskının ortadan kaldırılmasından mı? Kadınlarla erkeklerin eşit olmasından mı neyden rahatsız oldunuz da sözleşmeden korktunuz?

Burada davalı şiddetle mücadeleye devam ettikleri gibi beyanlarda bulunuyor. Devam etmeselerdi ne olacaktı bunu merak ediyoruz açıkçası. Mesela erkekler ellerine satırı bıçağı alıp önlerine çıkan kadınlara mı saldıracaklardı, diyecektim ki zaten tam da böyle günler yaşıyoruz.

Son olarak, davalı idare temsilcisi başka sözleşmelerden çıkmaya ilişkin bir çalışma yok, şu yok, bu yok diyor ama bu ülkede bakanlar görevden affını istediklerini ertesi gün resmi gazetede yayımlanınca öğreniyorlar; sonu öyle olmaz umarım.”

 

Davada TMMOB Yönetim Kurulu adına söz alan Ayşegül Oruçkaptan ise şu şekilde konuştu:

"Sayın Başkan, sayın heyet, sevgili yol arkadaşlarımız

Kadınların zorlu mücadelelerle elde ettiği pek çok kazanım iktidarın kimi açık, kimi kapalı müdahaleleriyle ellerinden alınmaya çalışılıyor. Sosyal ve ekonomik statümüz aleyhine yapılan her bir düzenleme bin bir çabayla kazandığımız haklarımız açısından ciddi kayıpları da beraberinde getiriyor.

Ülkemizde, eğitimde ders kitaplarında kullanılan dil ve tanımlanan rollerden, toplumsal yapılanmaya kadar her alanda bariz bir cinsiyet ayrımcılığı söz konusu. Bu durum, meslek seçimi sürecinde ve iş yaşamında da cinsiyet ayrımcılığının olağanlaşmasına ve meslek yaşamımızda karşılaştığımız ayrımcılık temelli problemlerin kanıksanmasına yol açıyor.

Laiklik karşıtı iktidar, eğitim, çalışma yaşamı, istihdam gibi toplumsal yaşamın tüm alanlarında gerici politikalarını biz kadınlar üzerinden yürütüyor. Siyasal iktidarın sistemli bir şekilde sürdürdüğü gerici politikalarının en somut örneklerinden biri olan 4+4+4 eğitim modeli, esnek ve güvencesiz ucuz emek dayatması ve doğum teşvikiyle beslenerek, kadınlar, her geçen gün biraz daha fazla toplum yaşamının dışına itiliyor. Bireyleri dışlayıp, aileyi ve ataerkil yapıyı ön plana çıkaran sistematik uygulamalar, giderek kronikleşen ekonomik krizin yarattığı çaresizlik duygusu ile birleşince toplumun en güçsüz kesimleri olan, kadınlara, çocuklara, LGBTİ+, engelli bireylere ve hayvanlara yönelik her türlü baskı, dayak, taciz, tecavüz, cinayet gibi biçimlerde ortaya çıkan şiddet ivmelenerek artıyor.

Yeni gelişen bir olgu olmayan Kadına Yönelik Şiddetin, tarih boyunca toplumun derinlerine kadar işlemiş olan patriyarkal sistemle ilgili olduğunu biliyoruz. Şiddet bu sistemin kadına haddini, sınırını ve yerini bildirmek için kullandığı en güçlü ve yaygın araç. Diğer tüm toplumsal ilişkilerde de görüldüğü üzere birinin bir diğerine şiddet uyguluyor olması, esasen şiddet uygulayandan şiddet uygulanana yönelen bir güç ilişkisinin de göstergesi.

Tam da bu nedenle; eşitlik, kadına yönelik şiddetin son bulması için birincil talebimizdir. Zira kadın erkek eşitliği sağlanmadan atılan hiç bir adım samimi değildir. Ancak eşitlik sağlamayı hedefleyen bir politik bakış, kadına yönelik şiddet sorununu nedenleriyle birlikte değerlendirme cesaretine sahiptir. Bu bakış açısı da ancak toplumsal destek, ortak politik değerlendirmeler ve kadın örgütlerinin katkılarıyla sağlanabilir.

Kapitalist krizin kadınlar üzerindeki etkisi, salt işsizlik ve yoksullukla sınırlı değil. Artan yoksulluk ve işsizlik, aile içi şiddeti de artırmıştır. Toplumda şiddet eğilimi, ekonomik krizle birlikte tırmanırken şiddetten zarar görenlerin başında kadınlar geliyor.

Erkek egemen zihniyet tarafından “namus, iffet ve ahlak kodları” ile kadınların kiminle evleneceklerine, kaç çocuk doğuracaklarına, nasıl giyineceklerine, çalışıp çalışmayacaklarına, paralarını nasıl harcayacaklarına, ne iş yapacaklarına ilişkin sınırlar çiziliyor.  Sınırları ihlal eden kadınlar, şiddetin her türlüsü ile terbiye edilmeye, denetlenmeye ve disipline edilmeye çalışılıyor.

Sayın Başkan, sayın heyet, sevgili yol arkadaşlarımız

Kadınların emeklerine el konulmasıyla bedenlerine el konulması arasında sıkı bir bağlantı vardır. Kadının evde erkeğin, çocuklarının ve yakınlarının işlerini, bakımlarını yapması erkeği güçlendirmekte ve şiddet bu sistemin yeniden ve yeniden üretim mekanizması haline gelmektedir. Kadınlar yoksullaştıkça, sosyal güvenceden yoksun kaldıkça, erkeklere daha bağımlı hale geldikçe, evliliğin dışına çıkamadıkça daha çok şiddet görmektedir. Bu nedenle ısrarla altını çiziyoruz ki; kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri münferit değil, sistematiktir, politiktir.

Kadına yönelik şiddet sadece özel alanla da sınırlı değil. Kamusal alanda şiddetin bir türü olan uluslararası şiddet, savaşlarda, kadınların cinsel istekler, aşağılama ya da öç alma amacı ile öldürülmesi, sistematik tecavüze uğraması, cinsel köleliğe ve gebeliğe zorlanması anlamına gelmekte, yayılmacı siyasetlerin ambargolarıyla kadın ve çocukların açlığa ya da kötü sağlık koşullarına mahkum edilmesi biçimleriyle de karşımıza çıkmaktadır.

Kamusal alanda kadına yönelik şiddete ilişkin bir başka suç da medya tarafından işlenmektedir. Kadın cinayetleri ; “Aşk cinayeti”, “kıskançlık”, “kızgın koca”, “sinir krizi”, “cinnet getirme” , “onur”, “gurur”, “namus” gibi başlıklarla gerekçelenmektedir. Kadınlara yönelik cinsel suçlar medyada pornografik reyting-tiraj malzemesine dönüştürülmekte, suçun işlenişine dair her tür detaya yer verilerek şiddet adeta özendirilmekte, hatta mağdur kadınların fotoğrafları yayınlanarak, özel hayatlarına dair tüm detaylar verilerek yapılan eylem bir magazin haberine dönüştürülerek, şiddet olağanlaştırılmaktadır.

Yargılama süreçlerinde ise, kadınların hayatları didiklenmekte, yaşam biçimleri gerekçe sayılarak, şiddet meşrulaştırılmaktadır. Kadın katillerine bile “haksız tahrik”  ceza indirimi adı altında erkeklik indirimi yapılmaktadır. Temmuz 2020 yılında hunharca öldürülen Pınar Gültekin’in katili Cemal Çetin Avcı ’canavarca hisle ve eziyet çektirerek öldürmekten’ tutuklu, kardeşi Mertcan Avcı ise ’canavarca hisle, eziyet çektirerek ve tasarlayarak öldürme suçuna iştirakten’ tutuksuz yargılanıyordu. 20 Haziran 2022 tarihindeki davada mahkeme heyeti ‘haksız tahrik’ indirimi uygulayarak cezayı 23 yıla indirdi, caninin yardım eden kardeşine ise beraat kararı verdi. Yani failler ödüllendirildi. Mahkeme heyeti bu kararı ile kamu vicdanını da ağır yaraladı.

Sayın Başkan, değerli heyet

Dili erkek olan işyeri yaşamında, kadına yönelik şiddet çok yaygın bir şekilde uygulanmakta; etek boyumuz, oturuş biçimimiz, çalışma saatlerimiz, şantiyeler, yapılacak işler, gidilecek yerler erkek egemen anlayış tarafından belirlenmektedir.

Kadına yönelik şiddetin önlenmesi, ancak kadına pozitif ayrımcılık uygulayan, şiddeti engelleyici, bilinç yaratıcı, hükümet politikalarının her alanda kullanılması ile mümkündür.

Kadına yönelik şiddetin, kadının insan haklarını kullanmasına engel olduğu ve hakların ihlali anlamına geldiği bilincini verebilmek amacıyla, cinsiyete duyarlı, yenilikçi yöntemleri öneren toplumsal eğitim, kampanyalar ile mümkündür.

İşte bu nedenlerle; Kadın mücadelesi sürdüren kadınlar, yıllardır yasal değişikliklerin tek başına yeterli olmayacağını, toplum ve devletin kadınlara yönelik algı ve anlayışının asıl problem olduğunu söyledi/söylemeyi sürdürmekte.

Şiddetin ortadan kaldırılmasına yönelik, hem ulusal hem de uluslararası feminist mücadele sayesinde yürürlüğe giren yasal düzenlemelerden en önemlileri; CEDAW, İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunlardır.

Sayın Başkan, sayın heyet, sevgili yol arkadaşlarımız

Kadınlara ve LGBTİ+ bireylere yönelik düşmanca karalama kampanyaları sonucunda, İstanbul Sözleşmesi bir gece yarısı millet iradesi yok sayılarak Cumhurbaşkanı Kararı ile tek taraflı feshedildi.

Bu çekilme kararının arkasında gerici, ırkçı, tarikatçı güçlerin taleplerini karşılama ve kendi kitlesini konsolide etme anlayışının yattığını biliyoruz.

Hemen hemen her gün bir kadın cinayetinin yaşandığı bu ülkede, kamuoyunu yanıltmak için sözleşmenin içeriğini bilinçli ve kasıtlı olarak maniple edenler; sözleşmeyi uygulamak yerine feshedenler, şiddeti önlemeyenler, şiddeti cezasız bırakanlar bu cinayetlerin suç ortağıdır. Ve biz çok iyi biliyoruz ki, kadın cinayetleri politiktir.

Bizim artık bir kişi daha eksilmeye tahammülümüz yok.

Ölmek istemiyoruz. Yaşamak istiyoruz. Eşit, özgür, sömürüsüz, şiddetsiz bir yaşam istiyoruz.

İstanbul Sözleşmesini kendisine bir tehdit olarak gören siyasi iktidarın baskıcı ve ataerkil politikalarına teslim olmayacağız. Yaşamın her alanında kadın mücadelesi ve kadın dayanışması ile eşit, özgür bir toplumu hep birlikte inşa edeceğiz.

Sayın mahkeme heyetinizin alacağı tarihi karar, tüm kadınların yaşamak için verdiği mücadeleyi, büyük bir dayanışmanın yarattığı kazanımları olumlu yönde etkilemeli ve bu mücadeleye gölge düşürmemelidir. 

Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği’nin mühendis, mimar ve şehir plancı üyeleri olarak ‘Haklarımızdan, Eşitlikten, Adaletten, İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NDEN VAZGEÇMİYORUZ!’ diye haykırıyoruz."