Tarım

Toplam nüfusun % 45‘ine, aktif nüfusun % 52‘sine sahip tarım, sermayenin bütün rantını piyasa ekonomisi yerine devletten sağladığı ülkenin gerçekdışı serbest rekabet yapılanmasında olumsuzlukların ve sorumsuzlukların tüm yükünü taşıyan sektördür. Üretim araçlarını optimal kullanım noktasına gelmemiş ülkemizde, karar vericiler gelişmişliğin göstergesini uluslarlararası sermaye piyasasına giriş olarak gördüğünden bu yana, ekonomik çöküşe bağımlı toplumsal sorunlar içinden çıkılamaz sosyal patlamalara yol açacak duruma getirilmiştir.

Üretimin ihtiyaçların giderilmesine yönelik olanakların geliştirilmesiyle artması, değişim aracı olarak parasal ifadesini bulması ve ülkelerin üretim miktarına bağımlı gelişmişlik düzeyinde sermaye - rant ilişkilerine dönüşerek ülkeleri egemen kılan yapısında , üretimin olmadığı mevcut kaynakların doğru kullanılmadığı toplumlarda iç/dış para şeklinde edinilen değerler ulusal boyutta yapay ve geçici çözüm olmakta (günü kurtarma operasyonları), uluslararası boyutta süreç içerisinde ülkeleri daha da dışa bağımlı hale getirmektedir.

Ekonomik göstergeler iç/dış borç stokları, İthalat/ihracat verileri ülkenin bağımlılık düzeyini göstermektedir. 20. yüzyılı sanayi egemen toplumlar olarak tamamladığımız bu yıllarda, özellikle doğanın doğal yapısının endüstriyel gelişme çıkarına bozulması, doğal dengenin bozulmasının insan sağlığını tehdit edecek düzeylere ulaşması, üstelik insanlığın en ilkel, ancak öncül ve zorunlu gereksinimi beslenmenin bitkisel ve hayvansal üretimden oluşan tarımla sağlanması yanında birçok ikinci ve üçüncü derecede ihtiyaçlarının da karşılanmasının en temel doğal kaynaklar su ve toprağa bağımlılığı, artan dünya nüfusunun yaşamsal fonksiyonlarının su ve toprak kaynaklarının sürekliliği ile ilişkisi oysa çoğaltılamaz ve kıt niteliği 21. yüzyılda TARIM SEKTÖRÜ‘nün tüm alanlarda önemini ve önceliğini arttırarak sürdüreceğini kanıtlamaktadır.

GATT süreci ve AB ortaklık antlaşmaları gibi YDD‘ye hizmet eden oluşumlar Dünya Bankası ve IMF gibi silahlarıyla ülke ekonomisinde özel bir yeri olan tarım ve tarıma dayalı sanayilere yapacakları müdahalelerin sonuçlarının daha çabuk alınacağını gözlemleyerek, tarıma devlet desteğinin kaldırılması,gümrük tarifelerinde indirim talepleri yanında kota uygulaması yapısal sorunlarını aşamamış tarım sektörünün rekabet gücünü ortadan kaldırmıştır. Ülkemizde halen üretim planlaması yapılmaması, yapılan desteklerin % 30‘nun üreticiye ulaştığı bilinmesine rağmen destek unsurlarının ortaya konmaması, Toprak Reformunun içeriğinde yer alan tüm tarımsal faaliyetleri de kapsayarak tarımda beklenen gelişmeyi sağlayacak yapının oluşmasının önlenmesinden ortaya çıkan parasal zararların özelleştirme gelirlerinden çok fazla olduğu gerçektir. Parayla ifade edilemeyen değerlerin yok oluşu ise gelecek istatistiklerinde daha belirgin yer alacaktır.

Demokratikleşme; Üzerinde yaşanan ve her türlü faaliyetin gerçekleştirildiği "Yerkürenin" bir adı da "arz" dır. Arz ekonomik bir kavramdır. İnsanların farklı nitelikteki ihtiyaçlarının giderilmesinde doğal kaynakların, diğer bir tanımla arzın, eşitlikçi ölçülerde "demokrasi" anlayışına ve ilkelerine uygun kullanılması Kurultayın gerçek amacını ortaya koymaktadır. Ülkemizin demografik yapısı, doğal kaynaklara bağımlı sanayileşme süreci, tarıma dayalı sanayi yapısı, istihdam, işsizlik, göç, nüfus artışı beslenme gereksinimi, gıda güvenirliliği gibi üretimle dolaylı ve dolaysız ilişkili, toplumun tüm sosyal ve ekonomik göstergelerinde doğal kaynakların tartışılmaz üstünlüğünün bilincine sahip toplumsal duyarlılıkla sağlanabilir. Bu süreç, doğal kaynakların verimli kullanılarak, rekabet gücünü arttırmada, modern teknolojileri ve üretim yaklaşımlarını kullanarak uluslararası standartlarda pazara dönük üretim olanaklarını geliştirme, çevre-doğal kaynak etkileşimi bağlamında uyumlu teknolojileri geliştirme ve sorunlarına çözüm üretme, modern işletme ve yönetim yaklaşımlarını uygulama çabalarına destek ve katkının, bilimsel verilere ve sonuçlara dayandırılarak bilgi egemen insan unsurunun önemsenmesiyle gerçekleştirilen doğal kaynaklardan yararlanma koşullarına bağımlı olduğunu, sürdürülebilir kalkınmadan beklenen sonuçların alınabilmesinin de yeraltı ve yerüstü kaynaklarının doğru kullanılması koşullarının yaratılmasıyla ilişkisi doğrultusunda ülkesel ve evrensel duyarlılık anlayışının benimsenmesine koşut demokratik yapılanmayı yaratabilir. Üstelik ulusal ve uluslararası boyutta stratejik öneme sahip toprak ve su kaynakları üzerinde geliştirilen senaryolar, gıdanın ambargo uygulamalarıyla silaha dönüştürüldüğü bir evrensel yapılanmada diğer sektörler tarımın alternatifiymiş gibi gösterilerek ulusal varlıklarımız ve çıkarlarımızın giderilmesi olanaksız şekilde tahrip edilerek yağmalama ve talanının ulusal yok oluşun başlangıcı olduğu bilincinde, duyarlı çevreler demokratik kitle örgütleri tarafından izlenmekte ve ortaya konmaktadır. Anayasa‘nın 168. maddesinde açıkça belirtilen doğal kaynakların mülkiyetinin devletin hükmü ve tasarrufu altında olması ve kullanım hakkının kamu yararı gözetilerek özel ve tüzel kişilere devredilebileceği yaptırımı ve Anayasa‘nın 45. maddesi tarım arazilerinin amaç dışı kullanımını önleme yaptırımı işletilmedikçe tarımın demokratikleşmesi sağlanamaz. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, KHGM, Toprak Reformu, DSİ Genel Müdürlüğü gibi kuruluş ve görevlerine ilişkin yasalar, tarım alanlarının amacına uygun kullanılması, devlet tarafından altyapı hizmetlerinin götürüldüğü alanlarda arazi toplulaştırması gibi konularda kuruluşlara görev vermiştir.

Mevcut durumda anayasal ilkeler ve yasal yaptırımlara aykırı uygulamalara işlerlik kazandırılmıştır. Oysa demokrasilerde, hukukun üstünlüğü ilkesinden yasalara aykırı uygulamalar yapılamadığı gibi yargı kararlarının da uygulanması gerekir. Diğer bir deyişle, yasal yaptırımların uygulanmadığı, hukukun üstünlüğünün ve yargı kararlarının geçerli olmadığı bir ülkede demokrasiden söz edilemez.

Bu nedenle;

a. Toprakların mülkiyetindi Anayasanın öngördüğü kullanma hakkının kamu yararı gözetilerek düzenlenmesi, arazilerin miras yoluyla parçalanması, amaç dışı ve ekonomik olmayan kullanımını önleyeceği gibi erozyon kontrolü ve çevresel değerlerin korunmasını da sağlayacaktır. Teknik bir tanım olan işletme kavramının doğru algılanması ve bu tanıma uyan bölgesel işletme büyüklüklerinin saptanarak, kırsal kesimde yaşayan ve çaresizliğin getirdiği yaşam biçiminin işletme olarak tanımlanmasından vazgeçilmelidir. Pazara dönük olmayan öz tüketimi için üretim yapan kırsal alanda yaşayan nüfusun işletme ve tarım sektörü olarak değerlendirilmesi, kırsal alanda topraksız, yoksul, aç, kentsel alana göçle varoş olan bu nüfusun gerçek kimliğinin ne olduğu belirlenmelidir.

b. Başta kamu arazileri olmak üzere özel, tüzel iyelikte tüm toprakların kullanma hakkının önce, varlığı devletin olan ve kamu yararı gözetilen niteliği önemsenerek, orman, çayır, mera, tarım arazisi niteliği saptanarak bu nitelikleri taşımayan arazilerin diğer sektörlere kullanım hakkının verilmesi için Anayasal yaptırım çerçevesinde diğer yasalar işletilmeli siyasilere malzeme olmaması için gerekli tüzükler çıkarılmalıdır.

c. Öncelikle toprak ve su kaynaklarının mevcut durumu ve potansiyelini gösteren etüt ve envanter çalışmaları yapılarak, korunarak kullanılması, geliştirilmesi ve sürekliliğinin sağlanması " Toprak Yasası " ve " Su Yasası" çıkarılarak çerçeve yasalarının oluşturulmasıyla var olan boşluk ve süregelen başıboşluk önlenmelidir.

d. Demokrasinin en temel göstergesi toplumsal örgütlenme, kırsal alanın ve tarımın kalkınması için en doğru çözümdür. Üretici güçlerin kırsal alanda örgütlenmesi, üreticilerin, sınırlı kaynaklarını ekonomik kullanma, ortak amaçlar doğrultusunda teknoloji kullanarak doğaya bağımlı üretimi yönlendirme, geliştirme, ürünlerin korunması ve depolanması, üretim-tüketim zincirini oluşturan pazarlama faaliyetlerinde ve fiyat oluşumunda etkili olabilmeleri, üretimin rantını aracılara kaptırmaktan kurtulması ve tarımı sadece hammadde üreten konumdan soyutlayacaktır.

Üreticilerin örgütlenme düzeyinin düşük, örgütlenmenin yasal şekli kooperatiflerin demokratik oluşum niteliği yerine giderek bu tür örgütlenmeyi kaldıracak, bürokratik özellikli devlet kuruluşları özelliği taşıyan yapılanmaların, katılımcılık yutturmacası ile büyük toprak sahiplerini ve siyasi erkleri dolaysız ekonomik ilişkide etkin kılması feodal düzeni ülke geneline yaymakta, yerel yönetimlerin gerçek hizmet alanlarındaki yetersizliklerinin bilindiği bir ortamda tarımsal örgütlenmelerin başına getirilmesi üreticinin yönetime gerçek katılımını göstermelik hale getirerek demokratik yapının varlığını tamamen ortadan kaldırmaktadır. Üretenlerin ortak amaçlar doğrultusunda birleşerek dayanışma yeteneğini geliştirmek, ekonomik ve siyasal bilinçlenmeyi sağlamak, demokratik katılımcılığı yaşama geçirmek, her alanda yönetime katılma, karar süreçlerinde yer alma, yetkili olma, sorunların çözümünde işbirliği anlayışını yaygınlaştırma tarımda örgütlenmenin devlet güdümünden çıkarılarak, sivil örgütlenmenin yasal öngörüsü kooperatifleşmenin kırsal alanda sağlanmasıyla mümkündür.

Kısaca; yönetim, belirli bir amaç için planlama, örgütlenme, yönlendirme ve izlemenin oluşturulması, planlama ise bu amacın hangi koşullarda nasıl ve hangi yöntemlerle kimler tarafından gerçekleşeceğinin ortaya konması olarak açıklanabilir. Bir sektörün varlığını sürdürebilmesi de önce bu altyapıya sahip olmasıyla açıklanabilir. Oysa tarımın 20. yy. sonunda halen bu yapılanmaya sahip olmadığı bilinmektedir. Tarımsal faaliyetlerin yapılabilmesi için devletçe gerçekleştirilmesi gereken altyapı hizmetlerinin farklı bakanlıklarda, çok başlı birbirinden habersiz farklı yasalarla uygulanması mevcut yasalara uyulmaması yanında gerçek meslek sahiplerinin soyutlanarak bilgisiz ve ilgisi olmayan meslek disiplinlerinin yönlendirici ve yetkili kılınması tarımda yapısal düzenlemeyi geçersiz kılmaktadır.Devlet tarafından gerçekleştirilen tarıma yönelik yatırımlarda projede öngörülen tüm hizmetlerin aynı ciddiyetle ele alınmaması, projenin bir bölümüne kaynak aktarılıp diğer bölümüne ödenek verilmemesi bölük pörçük birçok projenin birden başlatılması, siyasi taleplerin projeleri yönlendirmesi sonucu bilim ve teknik koşullar ve önceliklerin askıda kalması tarımsal yatırımları ve desteklemeleri ulusal kaynak israfına dönüştürmüştür. Farklı bakanlıklara bağlı farklı genel müdürlükler tarafından tarıma yönelik aynı amaçlı hizmetlerin verilmesi uygulaması, kamu kuruluşları arasında işbirliği sağlanamayışı, havza ve bölgesel planlama olanaklarını ortadan kaldırdığı gibi aynı yere aynı amaçlı birden fazla projelendirmenin farklı koşullarda götürülmesi dengesizliğini yaratarak zaman ve kaynak kayıplarına yol açmıştır. Açıklanan kamusal yapılanma sorunları tarımsal yapılanmanın çarpıklığının temel göstergesidir. Aynı ve benzer amaçlı hizmetlerin bir bakanlık bünyesinde toplanarak genel müdürlükler düzeyinde verilmesi, devlet kaynakların ı kullanan kamu kuruluşlarının bütçeleri irdelenerek genel müdürlük ya da bakanlık oluşumu gerektiği kararı ile siyasi güçlerin dışlanması tarımda yapısal sorunları büyük ölçüde çözecektir. Süreç içinde siyasi yapının sorumsuz karar ve dayatmaları anayasal ve yasal yaptırımların uygulanmaması ve eksikliklerinin giderilmemesi ivme kazandıkça yönetsel ve kurumsal anlayış ve ahlak bozularak sistemi yapısal olarak işlemez hale getirmiştir. Yasaların yaptırım gücünün kullanılmaması ve yetersizliği sonucu kurumsal ve yönetsel işleyiş giderek bozulmakta, bu durumun doğal sonucu tarımda yapısal sorunlar sürdürülmektedir. Tarımın geçirdiği çok yönlü gelişim ve değişime rağmen yapısal sorunlar artmaktadır.

Parçalanan ve küçülen tarım arazileri sürecinde kırsal nüfusun % 90‘ı yer almakta, az topraklı ya da topraksız olan bu nüfus, pazar için üretim yapabilen, girdileri yeterli kullanabilen mekanize olmuş tarım işletmelerine sahip az sayıdaki kapitalist nüfusa teslim olmaktadır. Bu yapılanmada teknoloji ve bilginin üretimde doğru kullanımı ve üretimi yönlendirici yaptırımları bulunmadığından tarımsal üretimde girdi maliyetleri daima dünya fiyatlarının üstünde gerçekleşmiş fiyat ve kalite yönünden iç tüketici mağdur edildiği gibi dış pazar olanakları da yok edilmiştir. Yasal yaptırımların uygulanmaması, yetersizlikleri yanında demokrasinin en temel göstergesi hukukun üstünlüğü ilkesinin işlemeyişi ve yargı kararlarına rağmen, devlet kuruluşları başta olmak üzere tüm ilgililerin bir başıboşluk içerisinde keyfi uygulama cesaretleri, tarımda yapısal sorunları, doğal kaynakların yok olması pahasına aktif kılmış, nüfus, topraklardan yararlanmanın düzenlenmesi, arazilerin kullanılması, erozyon, işletme yapısı, tarımsal örgütlenme ve pazara yönelik faaliyetler kısır bir döngü içinde kalarak gerçekleştirilememiştir. Gerçek serbest rekabet koşullarının yaşama geçirilmesini engelleyen kartellere ve tröstlere dönüştürülen , üretmeden üreyen, üretmeden konuşan rantiyecilerin, her sektörde söz sahibi ve egemen kılınmasına olanak tanıyan denetimden uzak devlet yapılanmasında, kar dışında bütün değerleri yok etme pahasına yağmalamasında tarımda nasibini almış, tarımsal KİT‘ler de üretmek için değil arsalarını kapatmak için satılmıştır.

Üretim ve verimliliğin arttırılması çığırtkanlıklarıyla satışa sunulan tarıma yönelik tüm KİT.lerde üretim tamamen durmuş, tüm makina ve teçhizat atıl bırakılmıştır. Et-Balık, Süt Endüstrisi Kurumu gibi tesislerin rantçılara satışının hayvansal ürünlerin işlenerek tüketime sunulmasında ne gibi darboğazlar yarattığı, fiyatlarının alım gücünü çok aştığı üretime ve tüketime, diğer bir deyişle toplumun beslenmesine ve ülkenin geleceğine dolaylı ipotek koymanın bir yönteminin de özelleştirme olduğu açıkça görülmektedir. Egemenliğin kullanılmasında bir diğer sorun da, tarım kesiminde hiçbir sosyal güvencesi ve emeğinin karşılığı olmayan kadın ve çocuk işgücünün sömürülmesidir. Sömürü her şekliyle demokrasiye aykırıdır. Tarımda demokratikleşerek çağdaş yapının yaygınlaşması nüfusunun yarıdan fazlası kadın sorunlarının çözümlenmesine bağlıdır. Kadının bilinçlendirilmesi nüfus planlaması başta olmak üzere toplumsal sorunların giderilmesine ivme kazandıracak en geçerli yoldur. Siyasi, ekonomik, düşünce, inanç ve kültürel özelliklerin doyasıya yaşandığı tam bir demokrasi istiyorsak, birey olma bilincinin yerleştiği, nüfus planlamasının yapıldığı, yatırım - istihdam ve gelir dağılımı dengesinin sağlandığı, enflasyon, işsizlik, yoksulluk, gecekondulaşmanın ortadan kalktığı, eğitim, sağlık ve adaletin ticari olmadığı, yolsuzluk, çeteler ve terörün önlenebildiği barış ve uzlaşma ortamı içerisinde başta insan kaynakları ve doğal kaynaklar olmak üzere Türkiye tüm potansiyelini israfa yol açmayacak doğru şekilde kullanmalıdır.