8 KASIM DÜNYA ŞEHİRCİLİK GÜNÜ 42. KOLOKYUMU BİLDİRGESİ YAYIMLANDI

09.11.2018

TMMOB Şehir Plancıları Odası tarafından 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü kapsamında bu yıl 42.si düzenlenen Dünya Şehircilik Günü Kolokyumu Bildirgesi yayımlandı.

8 KASIM DÜNYA ŞEHİRCİLİK GÜNÜ 42. KOLOKYUMU BİLDİRGESİ

8 Kasım Dünya Şehircilik Günü kapsamında bu yıl 42.sini düzenlediğimiz Dünya Şehircilik Günü Kolokyumu; siyasi, ekonomik ve ekolojik krizler sebebiyle gerçekleşen ve etkilerinin günden güne daha yakıcı bir hal aldığı yoğun ve kitlesel demografik hareketliliklerin yaşandığı bir süreçte gerçekleştirilmektedir.

TMMOB Şehir Plancıları Odası olarak, en temel insan haklarından biri olan sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkını elde etmek umuduyla, bulundukları yerleri farklı sebeplerle terk etmek zorunda kalıp insan onuruna yakışmayacak koşullarda hayatını kaybeden; yaşadıkları ülke sınırlarını farklı yöntemlerle geçmeyi başaranların ise yeni yerlerinde ırkçı, dışlayıcı ve suçlayıcı tutumlara maruz kaldığı bir süreç yaşanmaktadır. Bununla birlikte; sığınmacılar, geçici koruma altındakiler ve mülteciler uluslararası siyaset arenasında bir pazarlık nesnesi haline getirilmiştir. Ulusal sınırlar dahilinde yaşanan çatışma ortamı nedeniyle veya daha iyi bir ekonomik ve sosyal geleceğe sahip olma gibi saiklerle başka kentlere göç eden milyonlarca yurttaşımızı da kapsayan göç konusu; kentleşme ve planlama süreçlerini doğrudan etkileyen bir olgu olarak, ülkenin gündeminde olduğu kadar meslek alanımızın da en temel sorun alanlarından birini oluşturmaktadır. 

Günümüzün en önemli olaylarından biri olan göçü, farklı yönleriyle ele almak; göçün mekânsal boyuttaki etkilerini değerlendirmek, farklı dinamiklere sahip olan bu hareketliliklerin siyaset ve planlama ile ilişkisini detaylı olarak tartışmak ve bu konuda siyasalar üretmenin topluma ve mesleğe karşı sorumluluk olduğu bilinciyle, 42. Dünya Şehircilik Günü Kolokyumu GÖÇ-MEKAN-SİYASET teması ile düzenlenmektedir.

Göç, tarih boyunca insanlıkla var olagelmiş, uygarlıkların fiziksel, sosyo- kültürel gelişimini belirleyen temel değişkenlerden biri olmuştur. İlkçağlardan itibaren mekânsal düzlemde yaşanan demografik hareketlilikler, farklı coğrafyalarda halkların kültürel etkileşimi ile birlikte siyasi, sosyal ve ekonomik değişikliklere neden olmuştur.  Benzer biçimde, Sanayi Devrimiyle kapitalist üretim biçiminin baskın hale gelmesiyle birlikte, kırsal alanlarda yaşayanların kentlere göç etmeye başlaması; insanlık tarihinde yaşanan göç hareketlerinin niteliği ve büyüklüğü açısından yaygın bir kırılma etkisi yaratmıştır. Meslek alanımızda da sanayileşmenin etkileri mekânsal olarak radikal bir biçimde hissedilmiş ve bugün kırdan kente veya az gelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru gerçekleşen nüfus hareketleri gibi kavramların birçoğu şehircilik disiplininin temel tartışma konuları haline gelmiştir.

Durum ülkemiz tarihi açısından değerlendirildiğinde ise; Balkan ülkeleriyle mübadeleler, İkinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki süreçte Bulgaristan, Bosna, Kosova, Makedonya, Irak, Suriye, Afganistan ve Türki Cumhuriyetlerden baskıcı rejimlerin politikaları nedeniyle ülkesini terk ederek sadece okuma ve çalışma imkanı aramaya gelen insan topluluklarının nüfus hareketliliği yakın dönem göç tarihinde yerini almıştır. Buna benzer biçimde, Türkiye`de de 1960 ve 1970`li yıllarda ekonomik sebeplerle, 1980`li yıllarda ise siyasi nedenlerle birçok yurttaşımız ya kendilerini daha özgür bir biçimde ifade edebilecekleri ya da yaşamlarını daha kolay idame ettirebileceği özellikle Almanya ve Fransa gibi ülkelere göç etmiştir.

Türkiye`de 1950`li yıllarda başlayan kırdan kente yoğun göç günümüze kadar devam eden ve her açıdan etkisi hissedilen bir nüfus hareketi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca, 1980`li yıllar ve sonrasında, politik koşullar ve çatışmalı ortam nedeniyle göç dinamikleri sorunlu bir düzeye erişmiştir. 90`lı yıllarla birlikte, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde yaşanan çatışmalı süreç ve köy boşaltmalar sonucunda zorunlu göçlerle kırdan kente göç eden kitlelerin sayısında ciddi bir artış olmuştur.

Ülke sınırları içerisindeki göç süreçlerine bakıldığında ise, 1980 sonrası dönemde en önemli kırılmanın ulus devlet paradigması ile uyumlu bir biçimde, belli bir iş bölümü çerçevesinde, birlikte kalkınmayı öngören iktisadi anlayışın yerini, yarışmacı, marka kentlerin inşa edilmesini ön gören ekonomik programların alması sonucunda yaşandığı görülmektedir. Kentlerin yatırımları çekmek için kendi içlerinde rekabet etmesini dayatan yeni ekonomik yaklaşım ile eşitsiz coğrafi bölgeler oluşmuş ve İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Gaziantep gibi metropollere kitlesel nüfus hareketleri yaşanmıştır. 

Sürekli olarak artan bir biçimde kentlerimize yönelen göç hareketi neticesinde devletin yapılı çevre üretimine ve kentsel hizmet sunumuna kaynak ayırmadığı dönemlerde, göç eden kitlelerin, istihdam alanlarına yakın olma kaygısı ile kentin merkezi alanlarında inşa ettikleri "gecekondu"lar, göç hareketinin kentsel mekânda ortaya çıkan görünür yüzü olmuştur. Bu bölgeler özellikle son dönemde yasal düzenlemelerin de yardımıyla kentsel dönüşüm uygulamalarına konu edilmiş ve bu kitlelerin kentin çeper bölgelerine yeniden göç ettirildiği bir süreç yaşanmaya başlanmıştır. Dolayısıyla göç, yoksul kitlelerin sermayenin dayatmaları karşısında sürekli deneyimlenen bir süreç olarak varlık göstermiştir. Esas itibari ile göç hareketi, sermaye ve emek kesimlerinin karşılıklı mücadelesi olarak kentsel mekanda ortaya çıkmakta, boyutlanmakta ve ivmelenmektedir.

Sermayenin kırsal alanlarda hakim olan üretim sektörleri yerine, kentsel alanların yeniden üretilmesine ve tüketim pratiklerinin süreklileştirilmesine yönelmesi ile birlikte, neoliberal iktisadi paradigmaların bir sonucu olarak yaşanan kırdan kente göç dalgasının etkileri ve bu süreci planlanma sorunsalı uzunca bir süredir meslek alanımızın da en önemli gündemlerinden biridir.

Siyasal iktidarlar, egemen oldukları coğrafyaların kendine özgü ekolojik, sosyal ve kültürel dinamiklerinden bağımsız karar almakta; küresel sermaye ağlarının gereklerini yerine getirmeye çalışan politikalar üretmektedir.  Kentleri yağmalayan, doğal çevreyi talan eden, üretim ilişkilerini zayıflatan ve kitleleri zorunlu olarak tüketime sevk eden politikalar; siyasi ve ekonomik çıkar uğruna insan yaşamını hiçe saymaktadır.

Günümüze gelindiğinde ise; tüm dünyada göç eden insan sayısı 2. Dünya Savaşı‘ndan bu yana en yüksek rakama ulaşmıştır. Son yıllarda Afrika, Orta ve Yakın Doğu coğrafyalarında yaşanan siyasi istikrarsızlıklar, savaş, açlık, iklim değişikliği, kuraklık gibi sorunlar nedeniyle kendi memleketlerinde barınamayan insanlar; ülke sınırları içindeki diğer kentlere ya da sınırları aşarak başka ülkelere göç etmek zorunda kalmaktadır.

Özellikle Suriye`de yaşanan savaş ve çatışma ortamı nedeniyle mültecilerin yarattığı demografik haraketlilik, ülkemizin ve meslek alanımızın en önemli gündem maddelerinden biri haline gelmiştir. Planlama süreçlerinden bağımsız, öngörülemez bir göç hareketi neticesinde, birçok kentte temel insan haklarından mahrum bir şekilde yaşam mücadelesi veren milyonlarca kent mültecisi sorunlarla boğuşmaktadır. Coğrafi konumu nedeniyle ülkemize sığınmak zorunda kalan mülteciler, bütün bu olumsuzlukların yanında iktidar tarafından zaman zaman uluslararası arenada etik dışı söylemlerle bir tehdit aracı haline getirilmiştir. Oysa ki, geçici koruma altındaki Suriyeli sığınmacılar ne bu savaşın ne de "Suriye Krizi" olarak adlandırılan çıkmazın nedenidir.

Bu noktada şehir planlama meslek alanının, tarihsel süreçlere ve coğrafyaya bağlı olarak farklılaşan toplumsal, ekonomik, kültürel arka planlara sahip kentsel mekanlarda, değişen dinamikler sonucu meydana gelen kriz durumlarında sorunları çözme, karmaşık ve çatışmalı süreçleri yönetebilme kabiliyetine sahip olduğu söylenebilir. Çeşitli sebeplerle zorunlu olarak bir arada yaşamaya başlayan halk kitleleri arasında ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Bu durum gündelik yaşam pratiklerinden kentsel alanların kullanım biçimlerine kadar birçok değişikliğe sebep olmaktadır.

Bütüncül, katılımcı ve akılcı bir göç eylem planı ile kentsel altyapı hizmetlerinin oluşturulduğu, kamusal mekanların birlikte yaşam pratiklerini destekler nitelikte tasarlandığı, sınır kapılarının açılmasıyla kalmayıp insan onuruna yakışır yaşam koşullarının sunulduğu bir ortamın hazırlanması mümkündür.

Bu çerçevede, siyasi karar çevresinin ürettiği politikalar ile şekillenen, kentsel alanlarda çok boyutlu etkileri olan ve ülkemizde en önemli gündem başlıklarından biri haline gelen göç olgusunu tartışmak üzere; bu yıl düzenlenecek olan Dünya Şehircilik Günü 42. Kolokyumu`nun teması, GÖÇ – MEKAN – SİYASET olarak belirlenmiştir. Göç olgusunun planlama meslek alanı perspektifinden her yönüyle tartışılacak olması, mesleki konularda bilgi üretmenin topluma karşı sorumluluk olduğu bilinciyle faaliyet yürüten Şehir Plancıları Odası açısından büyük anlam ve öneme sahiptir.

Bu düşüncelerle siz değerli katılımcılara, Kolokyumun hazırlıklarında emeği geçen tüm çalışanlarımıza, kurullarımıza ve katkı vermek için bir araya gelen tüm meslektaşlarımıza teşekkür ediyoruz.