DÜNYAYI VE ÜLKEMİZİ BEKLEYEN YAKIN TEHDİDE HAZIRLIKLI OLALIM, ORMANLARIMIZA, SUYUMUZA, DOĞAMIZA SAHİP ÇIKALIM!

22.03.2022

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz Dünya Ormancılık Günü, Su Günü ve Dünya Meteoroloji Günü dolayısıyla 22 Mart 2022 tarihinde bir basın açıklaması gerçekleştirdi.

DÜNYAYI VE ÜLKEMİZİ BEKLEYEN YAKIN TEHDİDE HAZIRLIKLI OLALIM,
ORMANLARIMIZA, SUYUMUZA, DOĞAMIZA SAHİP ÇIKALIM!

Su, İklim Değişikliği, Kuraklık ve Doğa Kaynaklı Afetler konusunda farkındalığı geliştirmek amacıyla, Birleşmiş Milletler tarafından 21 Mart Dünya Ormancılık Günü, 22 Mart Dünya Su Günü, 23 Mart ise Dünya Meteoroloji Günü olarak ilan edilmiştir.

Yakın dönemlerde birbiri ardına yaşadığımız kriz ve afetler, yaşamın sürekliliği açısından hayati öneme sahip her üç konuda da hepimizi çok daha duyarlı ve hazırlıklı olmaya zorlamaktadır.

ORMANLARIMIZ VE ORMAN YANGINLARI

Orman Genel Müdürlüğü 2021 yılı faaliyet raporunda Ülkemiz orman varlığının ülke yüzölçümünün yaklaşık % 29,6’sını kapladığı, bu alan içerisinde normal kapalı orman alanının toplam ormanlık alanının %58,42’sini, boşluklu kapalı orman alanının toplam ormanlık alanın %41,58’sini oluşturduğu belirtilmektedir. Ormanların %94,48’inin koru, %5,52’inin baltalık olarak işletildiği, toplam ağaç varlığının yaklaşık 1,72 milyar m3, ormanların odun hammaddesi verim gücünün bir göstergesi olan artımın ise 47,6 milyon m3 düzeyinde olduğu belirtilmektedir.

Türkiye ormanları, biyolojik çeşitlilik açısından kuzey yarım kürenin en önemli ormanlarındandır. Oxford Üniversitesinde yapılan “biyoçeşitliliğin tehlike altında olduğu sıcak noktalar” çalışmasına göre, özellikle kuzeydoğu ormanlarımız ile Ege ve Akdeniz’deki orman ekosistemlerimiz dünyanın korumada öncelikli 34 sıcak noktası arasında yer almakta ve binlerce canlı türüne ev sahipliği yapmaktadır. Üstlendikleri ekolojik fonksiyonlarla bu türler ormanlarımızın, ormanlar da yaşamımızın sigortasıdır.

Biyolojik bir varlık olarak, ormanların yangın, ağaç kesimi, yapılaşma gibi insan etkisi ile yok olması, sadece ağaç kaybına değil, aynı zamanda ekosistemi oluşturan diğer bitki türlerinin, yaban hayatının, flora ve faunanın yaşam alanlarının, giderek de tarım alanları ile yerleşim alanlarının kaybına neden olmaktadır. Bu nedenle orman yangınları topyekûn bir yok oluş demektir. Yangınlar, hava ve toprak sıcaklığı aşırılıklarına da neden olduğundan bir alanın mikro ikliminin hissedilir şekilde değişmesine neden olabilmektedir.

28 Temmuz 2021-12 Ağustos 2021 tarihleri arasında 54 ilimizde ardı ardına çıkan 299 orman yangınında 8 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre 135 bin hektar orman alanının yanı sıra köy yerleşim alanları, tarım arazileri ve sera alanları küle dönmüş, binlerce hayvan telef olmuştur.

Orman Genel Müdürlüğü’nün resmi verilerine göre; son beş yılda yıllık ortalama 2.771 yangına karşılık 11.819 hektar orman alanı yanmıştır. Önceki beş yılda ise 2.492 yangında ise 6.372 hektar alan yanmıştır. Bu verilere göre; yıllık ortalama yangın sayısı %11,2 artarken yanan alan miktarı %85,5 artış kaydetmiştir.

Ormanlık alanlarda zemin, yüksek organik içeriği ve çok sayıda makro gözenekten dolayı sahip olduğu yüksek sızma kapasitesi sayesinde taşkın riskinin belirgin şekilde azaltılmasını sağlamaktadır. Yangın sonrasında ağaçların yok olmasıyla zeminin suyu emme kapasitesinin azalması, suyun yüzeysel akışının şiddetlenmesi taşkın ve erozyon riskinin artma olasılığını yükseltmektedir.

YERALTI SU KAYNAKLARI

İklim değişikliği ile birlikte yeraltı suyu miktarında meydana gelecek azalma ve kirlenme risklerine dikkat çekmek, yeraltı sularına yönelik toplumsal farkındalığın artmasını sağlamak ve verimli, sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi gerektiği konusunu hatırlatmak amacıyla 2022 yılı Dünya Su Günü’nün teması “Yeraltısuyu-Görünmezi Görünür Kılmak” olarak belirlenmiştir.

Yeraltı sularımız içme suyu, tarımsal sulama ve endüstri suyu olarak kullanılan doğal kaynaklarımızdır. DSİ verilerine göre ülkemizde yıllık kullanılabilir su potansiyeli 112 milyar m3 olup bunun 94 milyar m3 ’ü yerüstü suyu, 18 milyar m3 ’ü yeraltı suyudur. Toplam su potansiyelinin 2021 yılı gerçekleşmelerine göre 58,41 milyar m3 ’ünün 45,05 milyar m3 ’ü (%77) sulama suyu, 13,36 milyar m3 ’ü (%23) ise içme-kullanma ve sanayi suyu olarak kullanılmıştır. Kişi başına 1.339 m3 kullanılabilir yıllık su miktarı ile ülkemiz su stresi yaşayan ülkeler arasında yer almaktadır.

Ülkemiz nüfusundaki artış, dış göçün artması, küresel ısınmanın neden olduğu iklim değişikliği, gelişen sanayileşmeyle artan su arzı ve kayıtsız derin su kuyularının artması sebebiyle bölgelere tahsis edilen yeraltı su kaynakları üzerindeki baskı her geçen gün daha da artmaktadır. Özellikle büyükşehirlerde günlük içme-kullanma suyu ihtiyacının çok önemli bir kısmı yeraltı suyu rezervinden karşılanmakta olup kuyu ve kaynaklar üzerinde artan bu baskı birçok kirliliği de beraberinde getirmektedir. Özellikle pik kullanım debilerinin oluştuğu dönemlerde jeolojik ve insan kaynaklı kirliliğin arttığı görülmekte ve bu durum dönemsel rezerv yetersizliğine sebep olabilmektedir. Yeraltı su kaynaklarında, tanımlanan debilerin üzerinde gerçekleştirilen çekimler sebebiyle ilerleyen yıllarda kaynaklarımız üzerindeki insan ve jeolojik yapıdan kaynaklı kirliliğin artması, kaçınılmaz olacaktır. Yeraltı sularının bazı bölgelerde aşırı tüketilmesi, tarımsal üretimde kullanılması, yeraltı su kaynaklarının kendini yenileyememesine yol açmakta, su seviyeleri hızla düşmektedir. Bu kaynakların korunması ve verimli kullanılması için önlemlerin arttırılması gerekmektedir. Yeraltı sularını korumak için belediyelerin ve her türlü sanayi tesisinin atık sularını arıtmadan doğaya salması önlenmelidir.

Su kaynaklarını kirleten bir diğer tehlike de vahşi madencilik faaliyetleridir. Son örneğini 2021 yılının son günlerinde Giresun'un Şebinkarahisar ilçesi yakınlarındaki kurşun-çinko-bakır madeninin atık havuzunun patlaması sonrası kimyasal atıkların dereye karışmasıyla yaşadık. Bu atıkların tamamı derenin devamında bulunan Kılıçkaya Barajına karıştı.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ

2022 yılı Dünya Meteoroloji Günü’nün teması ise “Erken Uyarı ve Erken Eylem” olarak belirlenmiştir. Bu temayla iklim değişikliği ile birlikte artan doğal afetlere dikkat çekmek, afet riskinin azaltılması için “Hidrometeoroloji ve İklim Bilgileri”nin önemini ortaya koyabilmek, yaşamları ve yaşam kaynaklarını aşırı meteorolojik olaylardan korumak hedeflenmektedir.

1988 yılında Dünya Meteoroloji Örgütü ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından, iklim değişikliği ile ilgili bilimsel verilerin değerlendirilmesi amacıyla kurulan Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2021 yılı “İklim Değişikliği 2022: Etkiler, Uyum ve Kırılganlık” başlıklı Altıncı Değerlendirme Raporunda sıcaklığın, 2010-2019 arasında 1850-1900 dönemine kıyasla 1oC’den fazla arttığı, artışın temel kaynağının ise sera gazı emisyonları olduğu belirtilmektedir. Bu nedenle iklim değişikliğinin daha uzun yıllar süreceği, aynı şekilde sıcaklık artışları ile buzulların erimesinin de artacağı ve sonucunda deniz seviyesinin de yükselmeye devam edeceği düşünülmelidir.

IPCC’nin belirlediği dört farklı senaryonun her birinde (dünya genelinde olduğu gibi) Türkiye’nin içinde bulunduğu Akdeniz kuşağı iklim değişikliğinden en fazla etkilenen ve etkilenmesi beklenen bölgeler arasında yer almaktadır.

Dünya, önümüzdeki yirmi yılda 1,5°C küresel ısınmayla birlikte kaçınılmaz çoklu iklim tehlikeleriyle karşı karşıya kalacaktır. Bu sıcaklık artış seviyesinin geçici olarak aşılması halinde bile, geri dönüşü olmayan daha ciddi etkilere maruz kalınabilecektir.

Artan sıcaklığın orman yangınlarına ortam sağlayacağı, ekosistemlerin yok olmasının yanında ormanların, ürettiği oksijen ile karbon emisyonunun azalmasına sağladığı katkının da yok olmasına neden olacağı bir tehlike olarak önümüzde durmaktadır.

Kuraklık son yıllarda ülkemizin en ciddi meteorolojik karakterli doğal afetlerinden biri olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. İçme suyu temininden tarımsal üretime kadar birçok alanda sıkıntıya neden olacak sıcaklık artışlarının topraklarımızı da ciddi şekilde etkileneceği, Türkiye genelinde Güney Ege ve Batı Akdeniz’de daha etkili olacak şekilde giderek daha fazla nem kaybedeceği ve kuraklığın artacağı da öngörülmektedir. Tarımsal üretimde çeşitlilikle birlikte üretim hacmi de azalacak olup, asli besin kaynaklarından biri olan buğdayın en fazla etkilenecek ürünler arasında olacağı belirtilmektedir.

Dünya nüfusunun yaklaşık üçte biri her yıl belli dönemde temiz su kaynaklarına erişim sağlayamamaktadır. Ülkemiz açısından bakıldığı zaman su stresi yaşayan bir ülke olduğumuz ve su kaynaklarını çok daha verimli kullanmak zorunda olduğumuz açıkça söylenebilir.

AFETLERE HAZIRLIK

Yapılan çalışmalar; ülkemizde son 50 yılda afet sayısının beş kat arttığını ortaya koymaktadır.

Dünya Meteoroloji Teşkilatı’nın (WMO) 2021 sonu itibariyle hazırladığı “Son 50 Yılın Afet İstatistikleri” raporu; hava durumu, iklim ve su ile ilgili olarak 11.000'den fazla afet olduğunu, neredeyse her gün bir afet meydana geldiğini ve bunun sonucunda da 2 milyonu aşkın ölüm meydana geldiğini ortaya koymaktadır. Son elli yılda günde 115 kişi doğal afetler nedeniyle yaşamını kaybetmiştir.

Son birkaç yılda dünyanın pek çok yerinde ve Türkiye’de oluşan doğal afetlerin insan yaşamı ve etkinlikleri ile ekosistemler üzerindeki olumsuz ve yıkıcı etkileri dikkate alındığında ekstrem hava durumlarının, gerçekte değişen bir iklimin ilk sonuçları olup olmadığı net olarak ifade edilemese de bu olasılığın da göz ardı edilemeyeceği açıktır.

İklim değişikliğinin yanı sıra artan kentleşme, özellikle kötü planlanmış kentsel büyüme, yüksek düzeyde yoksulluk ve işsizlik ve temel hizmetlerin eksikliğini yaşayan şehirler için karmaşık riskler yaratıyor. Neredeyse tüm şiddetli hava olaylarının birer afete dönüşmesi, topoğrafik koşulların, yanlış yerleşme ve yanlış arazi kullanımı uygulamaları gibi yerel ya da bölgesel coğrafya etmenlerinin yanı sıra, temel olarak insan sistemlerinin ‘olası’ yerel hava tiplerine karşı hazırlıklı olma ve önlemler almadaki başarısızlığının doğal bir sonucu. Bu büyük tehlike, günümüzde dramatik olarak şiddetlenmekte.

Yaşam ve yaşam kaynaklarının varlığı için, öncelikle doğayı korumak ve güçlendirmek, ardından “Erken Uyarı, Erken Eylem” ile önlemleri hayata geçirmek, afet risklerini azaltacaktır.

Ülkemizdeki doğa olaylarının afete yol açmasını engellemek için atılması gereken adımlar ile zarar azaltma, afetlere hazırlık, müdahale ve dayanışma konularında örgütlülüğü geliştirme amacı ile 20-22 Nisan 2022 tarihlerinde TMMOB Afet Sempozyumu gerçekleştirilecektir.

Ülkemizi tehdit eden doğal afetlerden, aşırı meteorolojik olaylardan, içilebilir su kıtlığından ve çevre felaketlerinden korunabilmek için acil olarak:

Orman alanları artırılmalı,

Orman yangınlarına karşı hazırlıklı olmalı,

Su kaynaklarının kirlenmesi riskine karşı önlem almalı,

Kentlerdeki su kayıplarını azaltmalı,

Tarımsal sulamada su kayıplarını azaltmalı,

Kentlerin ve sanayi yapılarının atık sularının arıtılmadan alıcı ortama verilmesini engellemeli,

Sera gazı salımlarının acil, seri ve büyük ölçekli azaltmalı,

Yenilenebilir enerji kullanımını artırmalı,

Yer seçimini doğru yapmalı ve elektrik üretiminde yenilenebilir kaynaklara öncelik vermeli,

Yeraltı sularının izinsiz ve kontrolsüz bir şekilde kullanımını engellemeli,

Orman alanlarının orman alanı olarak kalmasına ve kendini yenilemesine izin vermeli,

Gerek madencilik faaliyetleri, gerek enerji tesisleri vb. gibi sebeplerle ağaç keserek orman ekosistemine zarar vermemeli,

Çeşitli nedenlerle orman alanlarını (yol, yapılaşma, güvenlik vb.) imara açarak peyzaj parçalanmalarına neden olunmamalı,

Su kaynaklarımızın büyük ve küçük ölçekli HES’lerle zarar görmesini engellemeli,

Avrupa Peyzaj Sözleşmesi, Ramsar sözleşmesi gibi imzalanmış ve yürürlükte olan Uluslararası Sözleşme hükümlerine uymalıyız.

Yüz yüze olduğumuz felaketlere hazırlıklı olmak, kapıdaki su ve iklim krizi ile baş edebilmek için bilimin, bilim insanlarının ve meslek örgütlerinin sesine kulak verilmelidir. Daha geç olmadan, bu çağrımıza kulak verin…

EMİN KORAMAZ

TMMOB YÖNETİM KURULU BAŞKANI