FAY YASASI HAKKINDA

11.12.2020

Son zamanlarda sıklıkla kamuoyu gündemine getirilen ve TBMM'ye yasa teklifi olarak sunulan “Fay Yasası“ hakkında TMMOB Yönetim Kurulu tarafından yapılan değerlendirme basın ve kamuoyuyla paylaşıldı.

BASINA VE KAMUOYUNA

Son zamanlarda adına kısaca “FAY Yasası” denilen ve özü itibarıyla tek maddelik bir kanun teklifi taslağı olan bir metin medya üzerinden değişik çevrelerce tartışılmaktadır. Bu tartışmalarda söz konusu taslağın Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) tarafından desteklendiği anlamını doğuracak ifadeler de kullanılmaktadır.

Öncelikle belirtmek isteriz ki, böylesi bir Yasa Taslağının hazırlanmasında Birliğimizin herhangi bir girişimi olmamıştır, hazırlık süreçlerinde Birliğimizden görüş de istenmemiştir.

Söz konusu yasa taslağı ile 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanunun 2. Maddesi “Yapılacak jeolojik, jeoteknik ve paleosismolojik araştırmalar sonucunda aktif olduğu tespit edilen fay zonları heyelan, kaya düşmesi, çığ, su baskını gibi afetlere uğramış veya uğrayabilir alanlar üzerine herhangi bir yapı inşa edilemez” şeklinde düzenlenerek, ülkemizde depremlerin yaratacağı can kaybı ve hasarların önlenebileceği ya da geçmiş dönemlerde yaşanan can ve mal kaybının böylesi bir yasal düzenleme eksikliğinden kaynaklı olduğu algısı yaratılmaktadır.

Oysa gerçeklik böyle değildir. Yasa yapımı veya değişikliği ilkesel olarak kamu yararı adına, yasaların güncel sorunlara cevaz vermemesi ya da değişen koşullara ilişkin yeni uygulama, denetim ve düzenlemeyi kurgulamak üzere gerçekleştirilir. Yasa yapma teknikleri içerisinde yer alan temel hususlardan biri olan kamu kurum ve kuruluşlarından görüş alınması, diğer kanun maddeleri ile çelişen ve benzeşen kanunların incelemesi gibi işlemler yapılmadan, sağlıklı ve uzun dönemli yasa yapımı gerçekleştirilemez.

Ülkemizdeki mevcut yasal çerçeve afet ve afete maruz alanlar için yapılabilecek düzenleme ve uygulamaları tanımlamıştır. Hangi alanda yapı yapılıp yapılamayacağı; jeolojik ve jeofizik etütlerin yanısıra, inşaat yapı tekniği, mimari tasarım, tarımsal amaçlı kullanım, planlama kriterleri, çevresel faktörler vb. çeşitli parametreler dikkate alınarak karar verilmesi gereken bir konudur. Ülkemizde afetin gerçekleşmesi muhtemel ya da afetin gerçekleştiği alanlara hangi mekansal araçlarla müdahale edileceği mevcut yasal çerçeveler ile belirlenmiştir.

Bu alanda kamusal hizmet yürüten TMMOB ve bağlı Odaların mesleki denetim yetkilerinin kısıtlanmasına yönelik girişimler, imar afları ile kanunsuz yapılaşmaların kayıt altına alınması, tarım alanlarının, ormanlarımızın yapılaşmaya açılması, kentsel dönüşümlerin rant odaklı ele alınması, deprem sonrasında kullanılmak üzere kent planlarına işlenen deprem toplanma alanlarına dahi imar izni verilmesi gibi uygulamalar tüm kamuoyunun bildiği gelişmelerdir.

Hatırlanacağı üzere,1999 Kocaeli ve Düzce depremleri sonrası 4708 sayılı Yapı Denetimi Kanunu çıkarılmış, bu kanun ile kamunun denetim yetkisi piyasalaştırılmıştır. 2011 Van depremi sonrasında ise 2012 yılında 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun yürürlüğe sokulmuştur. Mevzuattaki ilgili diğer kanun hükümlerini de aşacak ölçüde istisnai bir özellik içeren bu yasanın, 2016 yılında yapılan değişikliklerle kapsamı daha da genişletilmiş ve kuralsızca işletilmeye devam edilmiştir. Bu kanun kapsamında merkezi otoritenin yetkileri artmış, “risk” ve/veya “afet” öne sürülerek çok ölçekli bir dönüşüm uygulamaya konulmuştur. Kanunun amacı olan “sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini üretmek” bir yana bırakılarak, söz konusu kanun kapsamındaki uygulamalar bilhassa rant kesimlerinin mekana müdahale ederek dönüştürmek istediği yapılı çevreler alanlarına yoğunlaşmıştır. Bunlar, müdahale edilmesi sınırlı koşullara bağlı sit alanları ve koruma statüsü bulunan alanlar ile yeni yapılaşma için mülk sahiplerinin sürece katılımı için ikna edilemediği alanlar, mekana müdahale edilmesine karşın açılan davalarda yargının oluşturduğu iptal kararlarını bertaraf etmeye dönük alanlar ve dönüşüme karşı toplumsal muhalefetin olduğu alanlardır. Ayrıca, işbu yasanın “zor” niteliğindeki hükümleriyle dönüşüme ve bununla ilgili olarak borçlanmaya vs. yasal itiraz haklarına sınırlamalar getirilmiş, mülkiyet ve barınma haklarına orantısız müdahaleler gerçekleştirilmiştir.

Ülkemizde yaşanan sorun, yasal mevzuat eksikliğinin aksine, merkezi ve yerel yönetimlerin yasaların kendilerine yükledikleri görevlerini yerine getirmemesinin, hatta bu konuda verilen yargı kararlarının gereklerini bile yerine getirmekten imtina etmelerinin bir sonucudur.

Bu aşamada taslakta önerildiği şekilde yeni bir yasal değişiklik yapılmasına ihtiyaç bulunmamaktadır.

Bilimsel yaklaşım ve ülkemizde yaşanan gerçeklik böyle iken söz konusu yasayla “aktif olduğu tespit edilen fay zonları heyelan, kaya düşmesi, çığ, su baskını gibi afetlere uğramış veya uğrayabilir alanlar” gibi geniş tanımlı bir ifadeyle, mevcut yapı stokları da dikkate alındığında çok geniş bir alan keyfi bir şekilde bir kanun maddesi ile yapılaşmaya kapatılarak ya da yeni başka alanlar yapılaşmaya açılarak tüm yetki siyasi iradeye teslim edilmektedir.

Böylesine geniş bir yetkilendirmenin politik istismara zemin hazırlayacağı ülkemizde imar ve kent alanında yaşanan sorunları daha da derinleştireceği açıktır.

Sonuç olarak, kamuoyunda tartışılan bu taslak, Birliğimizin görüş ve önerilerini yansıtmamaktadır.

Hem yerel hem de merkezi yönetimleri, yaşanan sorunu yasal mevzuat eksikliği gibi gösterip sorumluluklardan kaçmak ve yeni yasal arayışlara girmek yerine, bir an önce mevcut yasaları toplum yararına uygun şekilde, afette can ve mal kayıplarımızı önleyecek biçimde uygulamaya davet ediyoruz.

Kamuoyuna saygı ile duyururuz.

TMMOB Yönetim Kurulu