GIDAYA ERİŞİM HAKKI HER İNSANIN EN TEMEL HAKKIDIR! TARIMDA VE GIDADA DIŞA BAĞIMLI POLİTİKALARA VE YÜKSEK GIDA FİYATLARINA SON VERİLMELİDİR!

15.10.2018

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, 16 Ekim Dünya Gıda Günü etkinlikleri kapsamında bir basın açıklaması gerçekleştirerek, açlık ve yoksulluğun engellenmesi için tarımda ve gıdada dışa bağımlı politikalara ve yüksek gıda fiyatlarına son verilmesi çağrısında bulundu.

DÜNYA GIDA GÜNÜNDE BİR KEZ DAHA SESLENİYORUZ:

GIDAYA ERİŞİM HAKKI HER İNSANIN EN TEMEL HAKKIDIR!

TARIMDA VE GIDADA DIŞA BAĞIMLI POLİTİKALARA VE YÜKSEK GIDA FİYATLARINA SON VERİLMELİDİR!

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) kuruluş tarihi olan 16 Ekim, Dünya Gıda Günü olarak kutlanmaktadır. Dünya Gıda Günü kapsamında gerçekleştirilen etkinliklerde, gıda üretimi, tüketimi ve gıda güvencesine ilişkin konular gündeme taşınarak küresel anlamda büyük önem arz eden açlık sorunuyla mücadeleye dikkat çekilmeye çalışılmaktadır. Her yıl Dünya Gıda Gününde, tüm dünyada yetkili kesimler tarafından açlık, açlıkla mücadele, yetersiz beslenme, kaynakların paylaşımı konusunda süslü söylemler geliştirilse de söylemden uygulamaya yönelik hiçbir somut adım atılmamaktadır.

“İklim değişikliği”, “uluslararası gıda tekellerinin çıkarları”, “bölgesel çatışmalar” ve “göç” gibi küresel ölçekli sorunların da etkisiyle, “Açlık ve Yoksulluk” tüm dünyayı tehdit eder hale gelmiştir.

Dünya Bankasının rakamlarına göre temel gıda fiyatları son üç yılda yüzde 83 yükselmiş durumdadır. Birleşmiş Milletler verilerine göre ise, 2018 yılında 830 milyondan fazla insan yani her dokuz kişiden biri yatağa aç girmektedir.

Dünyada yaşanan açlığın ve yetersiz beslenmenin nedeni üretim yetmezliği değil, üretim ve tüketimin adaletli bir şekilde sağlanamamasıdır.

Bu durumun sorumlusu ise tarım ve gıda üretiminde tekelleşmedir. Günümüzde küresel sermaye tarımsal üretimin tüm aşamalarında; yani tohum üretiminden, zirai mücadeleye, gıda üretiminden bu gıdaların tüketimine kadar tüm süreçleri kontrol etmek istemektedir.

Bugün itibariyle, hemen her alanda olduğu gibi gıda alanında da sayısı onu geçmeyen çok uluslu şirketler dünya piyasasına hâkim durumdadır. Küresel ölçekte dört şirket piyasayı tohumda % 58.2, tarımsal kimyasallarda % 61.9, gübrede % 42.3, hayvansal ilaçlarda % 53.4 oranında kontrol etmektedir. Hayvansal üretimde bu oranlar tavukçulukta % 97, domuz ve sığırda ise yaklaşık % 66 düzeyindedir.

Bu şirketlerden altı tanesi dünya tahıl ticaretinin % 85’ini, sekiz şirket kahve satışlarının % 60’ını kontrol etmektedir. Özellikle insanların temel besin ihtiyacı olarak bilinen mısır, pirinç, buğday ve soya gibi gıdaları hâkimiyetleri altına almak için de büyük savaşlar vermektedirler.

Çünkü bu şirketler dünyaya egemendir ve gıda temel besin aracı olmaktan çıkıp bunların rant aracına dönüşmüştür.

Bu şirketler tekellerini pekiştirmek için, IMF, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası gibi kuruluşlar aracılığı ile geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelere tarım ve gıda alanında kamusal üretim ve denetimin ortadan kaldırmaları noktasında dayatmalarda bulunmaktadır.

Ülkemizde de benzer bir süreç yıllardır işletilmektedir. Ülkemizde de insanlarımızın % 22’si yeterli gıdaya ulaşamamakta % 9’u ise açlık sınırında yaşamaktadır. Ülkemizde büyük yığınlarca yaşanan açlık ve yoksulluğun temelinde de gıda ve tarımda yaşanılan dışa bağımlılık gelmektedir.

Türkiye’nin bu kıskaca düşmesi II. Dünya Savası sonrasına rastlar. Savaş dönemi hariç Türkiye kendine yeten, GSMH’sının önemli bir bölümünü tarımdan sağlayan bir ülkeydi. 1940‘lı yılların sonunda NATO’ya girilmesi ve İMF’ye üye olunması sonrasında sanayileşme ve tarımı engellemek için MARSHALL yardımlarının devreye sokulması, ithal tarım ürünlerinin özendirilerek tarımının geriletilmesi ve dışa bağımlılığın ilk hamleleridir.

Yetmişli yıllar Türkiye’nin GSMH’sının yaklaşık %30’unu tarımdan karşıladığı dönemdir. Bu dönemin ardından gelen 12 Eylül 1980 darbesiyle uygulanmaya koyulan 24 Ocak Kararları, Türkiye’nin tarımsal politikalarının çöküşünde önemli bir kırılma noktası olmuştur. 24 Ocak 1980 kararları, ardından DTÖ Uruguay Tarım Anlaşması, Gümrük Birliği anlaşmaları ve İMF anlaşmaları ile tarım ve gıda sektöründe köklü dönüşümler yaşanmıştır. Bu anlaşmalar sonucu, tarımsal üretimde desteklemelerin kaldırılması, kamu kooperatifçiliğinin tasfiye edilmesi ve uluslararası tekellerin iç pazara girişinin kolaylaştırılması taahhüt altına alınmış, tarımsal üretim kotalarla geriletilip yok edilmiştir.

Özellikle 2001 krizi sonrası ve AKP iktidarı döneminde bu politikalara hız verilmiş, Tütün Yasası, Şeker Yasası, Tohum Yasası, Hal Yasası, Mera Kanunu, Zeytin Yasası, Su Kanunu, Toprak Kanunu vb. yasalarda yapılan köklü değişiklikler sonucu Türk tarımı ve hayvancılığı neredeyse bitirilmiştir.

EBK, SEK, Zirai Donatım Kurumu, TEKEL, Türkiye Şeker Fabrikaları, Azot Sanayi, Türkiye Gübre Fabrikaları ve Yemsan özelleştirilerek kapatılmış, TMO, Tariş, Çukobirlik, Fiskobirlik ise içi boşaltılarak işlevsizleştirilmiştir.

Tarımın toplam istihdam içindeki payı 2002 yılında % 35 iken bu pay 2017 yılında % 19,6’ya gerilemiştir. Tarımda devletin yatırımları da yıllar içinde azalmıştır. Tarımın toplam yatırımlar içindeki payı, planlı dönemin başında (1960) % 13 düzeylerindeyken 2016 yılında %3,4 e düşmüştür.

Konuya önemli ürünler bazında baktığımızda 2017 yılı Ocak ayında 246 bin ton olan buğday ithalatımız 2018 yılı Ocak ayında % 234 artışla 821 bin ton olmuştur.

Aynı süreler için 48 bin ton olan mısır ithalatımız 8,5 kat artışla 404 bin tona; 5 bin ton olan pirinç ithalatımız % 240 artışla 17 bin tona; 4 bin ton olan nohut ithalatımız % 175 artışla 11 bin tona; 3 bin ton olan kuru fasulye ithalatımız % 267 artışla 11 bin tona; 107 bin ton olan soya fasulyesi ithalatımız % 69 artışla 181 bin tona; 29 bin ton olan ayçiçeği tohumu ithalatımız % 145 artışla 71 bin tona; 51 bin ton olan pamuk ithalatımız %41 artışla 72 bin tona; 22.999 baş sığır ithalatımız % 393 artışla 113.318 başa; 1.051 baş olan koyun ithalatımız % 580 artışla 7.143 başa; 80 ton olan sığır eti ithalatımız 29 kat artışla 2.333 tona yükselmiştir.

Ülkemiz; Almanya, Fransa, Ukrayna’dan Buğday, İngiltere ve Hırvatistan’dan Arpa, Gürcistan’dan Saman, ABD, Yunanistan, Türkmenistan ve Hindistan’dan Pamuk, ABD, Arjantin ve Brezilya’dan Mısır, ABD Vietnam, İtalya ve Tayland’dan Pirinç, Etiyopya, Bangladeş, Mısır ve Çin’den Kuru Fasulye, Kanada’dan Nohut ve Mercimek, ABD, Bulgaristan’dan Kurbanlık Koyun, Şili, Uruguay ve Fransa’dan Büyükbaş hayvan, Bosna Hersek’ten lop et ithal eden bir ülke haline düşürülmüştür.

Öyle ki bu gün itibarıyla, beş ürün dışında bütün gıda maddeleri ve tarımsal ürünler ithal edilmektedir. Ülke ithalat cennetine dönüştürülmüştür. İncir, üzüm, kaysı, fındık ve narenciye dışındaki bütün tarımsal ürünler ithal edilir durumdadır. 16 yıllık AKP döneminde tarım ve gıda için 575 milyar TL ithalat bedeli ödenirken tarım kesimine sadece 79 milyar TL nakit destek sağlanmıştır.

2002 yılında bir kişiye iki hayvan düşerken bu gün bu oran üç kişiye bir hayvan düzeyine inmiş durumundadır.

Bütün bunların sonucu olarak, gıda fiyatlarının her geçen yıl artmasının yanı sıra, kırdan kente göç ile beraber, kırsal bölgelerin insan gücü, tarım sektörünün sürdürülebilir yapısını bozacak derecede kentlere kaymıştır. Bu durum kentsel dengeleri de bozarak kentlere işsiz kitlelerin yığılmasına neden olmuştur.

Ülkemiz açısından yakın gelecekte yaşanacak en önemli sorun alanı da, şu an yaşanan ekonomik krizin tarım ve gıda üretimine yapacağı olumsuz etki olacaktır. Ağustos 2018 tarihi itibariyle kendini daha çok hissettiren ekonomik kriz geçtiğimiz ay itibariyle tüketici enflasyonunu % 25’lere, üretici enflasyonunu % 50’lere taşımıştır. Artan döviz fiyatlarıyla beraber gübre, mazot, tohum ve zirai ilaçta oluşan yüksek fiyat artışlarını üretici karşılayamayacak ve üretimden vazgeçecektir. Bu durumda ülkemizi önümüzdeki süreçte ciddi anlamda gıda tedariki sorunuyla karşı karşıya getirecektir.

Sonuç olarak dışa bağımlı politikaların ülkemizi getirdiği yer ortadadır. Ülkemizin yalnızca bu gününü değil geleceğini de karartan bu yanlış tutumdan ivedilikle vaz geçilmeli, başta tarım ve sanayi olmak üzere ülkemiz üretim yeteneğini artırmayı hedefleyen, ülke, halk ve kamu çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan kalkınmacı bir yönelim benimsenmelidir.

Bu nedenle TMMOB, Dünya Gıda Gününü kapsayan hafta içerisinde Gıda, Kimya ve Ziraat Mühendisleri Odalarımızın yürütücülüğünde her yıl düzenlediği ve bu yıl 20 Ekim 2018 tarihinde İMO Teoman Öztürk Salonunda gerçekleştireceği Dünya Gıda Günü Sempozyumu’nun bu yılki ana temasını “Gıda ve Tarımda Dışa Bağımlılık, Açlık ve Yoksullukla Mücadele” şeklinde belirlemiştir.

Ülkemiz ve geleceğimiz için kaygı duyan tüm kesimleri etkinliğimize davet ediyoruz.

Açlığın, yokluğun ve yoksulluğun son bulduğu, hakça adil bir paylaşımın olduğu, korkulardan, kaygılardan uzak, güvenli, sağlıklı, savaşsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya ve ülke özlemiyle tüm halkımızın Dünya Gıda Gününü kutluyoruz.

 

EMİN KORAMAZ
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı