KRİZ KOŞULLARINDA YEREL YÖNETİMLER KENTLEŞME VE DEMOKRASİ SEMPOZYUMU GERÇEKLEŞTİRİLDİ

05.11.2018

Mimarlar Odası tarafından düzenlenen ‘Kriz Koşullarında Yerel Yönetimler Kentleşme ve Demokrasi’ başlıklı sempozyum 3 Kasım 2018 tarihinde İstanbul Kozyatağı Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.

Meslek Odaları temsilcileri, akademisyenler, yerel yöneticiler ve uzmanların katıldığı sempozyumda kentsel yerleşimlerden kırsal yerleşimlere kadar mahalli idarelerde yaşanan değişim ve gelişmelerin; toplumsal, ekonomik ve sosyal yaşama, kent ve mimarlık mesleğine etkileri konuşuldu.

Sempozyumda ilk olarak konuşan Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı Esin Köymen seçimlerinden sonra tümden değişen siyasi iktidar ve idari atmosferde yerel yönetim seçimlerine gidildiğini belirterek; “Artık Cumhurbaşkanı kararnameleriyle idare edilen bir ülke haline geldik” dedi. Kentlerin ve kırsal alanların tepeden inme kararlarla yönetildiğine dikkat çeken Köymen, “Planlamadan, imar mevzuatına, yönetmeliklere ve hatta ruhsat vermeye kadar tüm sürecin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından işletilebildiği bir ortamda yerel yönetimlerde yetkilerin ne kadar daraltıldığını görmek mümkün. Bilimi dışlayan, yapıların büyüklüğü ile övünen bu anlayış mega projeleriyle övünmeyi devam ediyor. Siyasi irade yerel yönetimler üzerindeki baskısı kayyım atamalarla da göstermiştir. Kentlerdeki gelişmelerin insan odaklı doğa ve kültürel değerlere saygılı çağdaş yaşam koşullarına uygun olmasını öngören yerel yöneticilerin gelmesi gerek” diyerek sözlerine son verdi. 

Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, 31 Mart 2019’da yapılacak seçimlerin tarihsel bir önemi olduğunu vurgulayarak, “Yerel seçimlerle, kentlerin toplum adına sahibi olan yerel yönetimler yeniden belirlenecek. Seçim süreci mimarlığın toplumla buluşması, kentlilik bilincinin geliştirilmesi ve bu çerçevede, kent suçları, hatalı yatırım kararları, planlama süreçleri vb konularda çalışmalar yapılmasına olanak sağlamaktadır. Seçimlerde yağma ve otoriter anlayıştan yana olanlar teşhir edilmesi ve demokratik yerelleşme ve sağlıklı kentleşme anlayışlarının teşvik edilmesi kamusal sorumluluklarımız arasında yer almaktadır. Başta hükümet yatırım ve uygulamalarında olmak üzere yerel yönetimlerde, devlet kurumlarının bütününde ‘kamu ve toplum yararını merkeze alan’ bir anlayış yerine sermayenin ihtiyaçlarına yanıt veren bir yaklaşımı hiçbir dönemde olmadığı ölçüde benimseyen bir yaklaşımın öne çıktığını görmekteyiz. Bu anlayış ne yazık ki kentleri ‘rantın ve sermayenin ihtiyaçlarının maksimize edildiği’ mekanlar olarak görmektedir. Ülke toprakları kentsel dönüşüm adı altında yağma alanı ilan edilmiştir” diye konuştu.

Birlik Yönetim Kurulu Başkanımız Emin Koramaz'ın Sempozyumun açılışında yaptığı konuşma şöyle:

 

"Değerli Konuklar,

Değerli Meslektaşlarım,

Hepinizi şahsım ve Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği adına saygıyla selamlıyorum. Yerel seçimlere 5 ay kala bu önemli konuda sempozyum düzenleyerek konunun uzmanlarını bir araya getiren Mimarlar Odası’na teşekkür ediyorum.

Sempozyum başlığında da dile getirildiği gibi yerel seçimlere kriz koşulları altında gidiyoruz. Fakat bu krizi sadece ekonomik krize indirgememek gerekiyor. Çünkü Türkiye aslında, derin bir siyasal kriz yaşıyor. Bu kriz ekonomik krizin patlak vermesinden çok önceleri başladı ve hala sürüyor.

2007 yılında toplumun istenilen yönde biçimlendirmesine yönelik Gülen Cemaatiyle ortaklaşa başlatılan siyasi davalar;

2010 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle yargının tümüyle siyasallaşması;

2013 yılında yaşanan Gezi Direnişinin şiddetle bastırılarak ülkenin tümüyle baskıcı bir yönetim biçimine bürünmesi;

7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında iktidarı bırakmamak için ülke genelinde uygulanan kaos ve şiddet politikası;

15 Temmuz Başarısız darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL;

OHAL döneminde yaşanan hukuksuzluklar ve baskılar

ve nihayetinde OHAL Koşulları altında yapılan Anayasa Değişikliği ve Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş;

 AKP’nin son 10’yılda yaşadığı ve yaşattığı siyasal krizin temel durakları olarak öne çıktı.

Değerli Arkadaşlar,

Aslında bugün içinden geçtiğimiz ekonomik krizin birinci nedeni, AKP’nin 16 yıllık iktidar dönemi boyunca tek adam rejimini inşa edebilmek için ülkenin tüm kurumlarını, tüm basın-yayın organlarını, toplumsal muhalefetin tüm örgütlü yapılarını baskı ve kontrol altına almaya yönelik uygulamalarıdır.

Bu uygulamalar toplumu birbirine karşı saflaştırmış, hukuka olan güveni ortadan kaldırmıştır. Halk egemenliği anlayışını ve parlamenter rejimi yok ederek iktidar üzerindeki tüm denge-fren mekanizmalarını yerle bir etmiştir.

Krizin ikinci nedeni ise, AKP’nin iktidar dönemi boyunca uyguladığı neoliberal politikalardır.

Hepinizin bildiği 24 Ocak Kararlarının ve 12 Eylül Darbesinin ürünü olarak uygulamaya konulan neoliberal politikalar, ülkemizi sistematik olarak krizlere sokmaktadır.

Devletin sosyal sorumluluklarının terk edilmesine, kamusal varlık ve yatırımların özelleştirilmesine, üreticileri korumaya yönelik uygulamaların kaldırılmasına, ücretli kesimlerin düşük maaş ve kötü çalışma koşulları altında çalıştırılmasına, uluslararası sermaye hareketleri önündeki tüm engellerin kaldırılmasına yönelik neoliberal politikalar, krizlerin sıklığını artırdığı gibi bu krizlerin toplumsal maliyetini de artırmıştır.

16 yıllık AKP iktidarı, neoliberal programın en gaddar biçimde uygulandığı dönem olmuştur. AKP dönemi boyunca, ülkemizin en önemli kamusal varlıkları yok pahasına özelleştirilmiştir. Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik sitemi ticarileştirilmiştir. Emeklilik yaşları yükseltilerek sosyal güvenlik şemsiyesi daraltılmıştır. Üretim yerine ranta, sanayileşme yerine inşaata, teknoloji yerine betona dayalı bir ekonomik yapı kurulmuştur.

TMMOB olarak bizler yıllardır yaptığımız tüm etkinliklerde, sıcak para akışına dayalı büyüme modelinin mutlaka krizle sonuçlanacağını tekrarlıyoruz. Yaşadığımız kriz ne yazık ki bizi bir kez daha ortaya çıkardı. 24 Haziran seçimlerinden sonrasında çok daha sert biçimde hissetmeye başladığımız ekonomik kriz tüm hayatımızı olumsuz etkiliyor. Yüksek enflasyon, artan işsizlik, iflas eden şirketler, durma noktasına gelen yatırımlar nedeniyle büyük bir ekonomik durgunluk yaşıyoruz.

AKP’nin dış kaynaklara dayalı büyüme anlayışı sürdürülemez hale gelince döviz kuru yükseldi, kurdaki yükseliş tamamı ithalata dayalı ekonomideki fiyatların ve enflasyonun artmasına neden oldu, artan enflasyonu dizginleyebilmek için yapılan faiz artışları da ekonomik durgunluğu ve iflasları beraberinde getirdi.

Uzun süre boyunca ekonomik krizi inkar eden AKP, nihayetinde Yeni Ekonomik Program adı altında bir tür IMF programı kabul ederek, krize karşı mücadele edeceğini açıkladı.

Yaşadığımız deneyimler, neoliberal politikalar altında uygulanan her türden krizden çıkış programının halkın daha fazla yoksullaşmasıyla sonuçlandığını göstermektedir. Yeni Ekonomi Programının bize vadettiği şey, emekçiler ve geniş halk kesimleri için daha fazla yoksullaşma ve hak kaybıdır.

Emek karşıtı bu program ücretlerin enflasyonun daha altında artmasını öngörmektedir; işgücü piyasasının esnekleştirilerek güvenceli istihdamın ortadan kaldırılmasını hedeflemektedir; sosyal güvenlik şemsiyesinin daha da daraltarak bireyleri özel sosyal güvenlik ve emeklilik programlarına yönlendirmektedir; kıdem tazminatını fona dönüştürerek işçilerin kazanılmış haklarını gasp etmek istemektedir.

Tüm bu hedeflere bir bütün olarak bakıldığında aslında bu programın IMF’nin dayattığı bir kriz programı olduğu görülmektedir. Neoliberal politikaların yarattığı krizi neoliberal çözümlerle aşmak mümkün değildir. Bu yanlış politikalar bir an önce terkedilerek, rant ekonomisi yerine üretim ekonomisinin, sermaye öncelikleri yerine kamusal çıkarların, lüks ve savurganlığa dayalı yönetim anlayışı yerine tasarrufların, günü kurtarma anlayışı yerine planlı kalkınmanın hedeflendiği bir yönetim anlayışı benimsenmelidir.

Krizden çıkış, emperyalist güçlerin, uluslararası tekellerin, çok uluslu şirketlerin isteklerine boyun eğmekle değil, halkın genel çıkarını gözeten, emekten yana kamucu bir anlayışı hayata geçirmekle mümkündür. Bunun yolu, emek ve demokrasi güçlerinin ortak mücadelesinden geçmektedir.

Değerli Arkadaşlar,

İçinden geçtiğimiz derin kriz, 31 Mart 2019 tarihinde gerçekleştirilecek olan Yerel Seçimlerinin siyasal önemini de artırıyor. AKP, bu seçimlerin siyasal önemini bildiği için, yaşanan krizi derinleştirmek pahasına vergi indirimlerine, vergi aflarına devam ediyor. Bugüne kadar olduğu gibi bu seçimleri de yerel yönetim politikalarıyla değil, yürütmeyi elde tutmanın avantajlarıyla ve tehdidiyle kazanmak istiyor.

Oysa yerel yönetim politikaları, halkın gündelik yaşamının en önemli belirleyicisidir. Bu yanıyla da TMMOB ve bağlı odalar olarak üzerinde en fazla durduğumuz konuların başında yerel yönetimler gelmektedir. Gerek farklı iller özelinde yaptığımız kent sempozyumları, gerek bugünkü gibi daha genel çerçevedeki sempozyum ve kurultaylarla yerel yönetimlerin sorunlarına ve kentleşme politikalarına ilişkin çözümler üretiyoruz.

Bunun yanı sıra başta imar, planlama ve uygulama alanlarında olmak üzere birçok konuda bilim, teknik ve mesleki ilkeler doğrultusunda, kamusal faydanın sağlanması amacı için açılmış ve kazanılmış yüzlerce dava TMMOB ve Bağlı odalarının yerel yönetimler alanındaki mücadelesinde önemli yer tutmaktadır.

Kentlerimizde bugün hala ortak kamusal mekanlar, yeşil alanlar, kültürel ve tarihsel varlıklar, bostanlar korunabiliyorsa bu durumda Birliğimize bağlı odaların hukuki ve toplumsal mücadelesinin katkısı büyüktür.

Tüm bu kazanımlar karşısında yerel ve merkezi iktidar emellerine başka yollardan ısrarla ulaşmaya çalışmaktadır. Yargı kararlarına rağmen benzer uygulamalar ve düzenlemeler belli aralıklarla yeniden gündeme getirilmektedir. Odalarımız da tüm bu yoğunlaşan olumsuzluklara, talan politikalarına ve uygulamalarına karşı, aynı oranda ısrarla, bıkmadan mücadele etmekten vazgeçmeyeceklerdir.

Değerli Arkadaşlar,

Bugün kentlerimize baktığımızda, barınma, altyapı, ulaşım, enerji, sağlık, eğitim, kültür ve çevre, konularında sorunlar bulunmaktadır. Aynı zamanda, kentlerimiz, deprem, sel, heyelan ve yangın gibi afetlere de hazırlıklı değildir. Bu durum bugüne kadar izlenen, toplumsal çıkarları göz ardı eden ve insan yaşamını hiçe sayan yerel yönetim politikalarının yanlışlığının en açık göstergesidir.

Bugün içinde yaşadığımız kentlerin mekansal ve çevresel bağlamda, niteliksiz yapılaşmasının, sağlıksız büyümesinin ardında piyasa güçlerini kent politikalarının belirlenmesinde tek hakim güç olarak gören siyasal yaklaşımlar yatmaktadır.

Bu yaklaşımlar sonucu, başta su, elektrik, doğalgaz ve ulaşım olmak üzere temel kentsel altyapı hizmetleri ile eğitim, kültür, sağlık, çevre vb. alanlarda sağlanan sosyal hizmetler özelleştirilerek, ticarileştirilerek, kentlerimiz emekçiler ve yoksullar için yaşanılamaz bir duruma getirilmektedir.

Kent parçaları, “kentsel dönüşüm” adı altında, içinde yaşayanlardan bağımsız, yeni imar hakları verilerek sermaye çevrelerine pazarlanmakta, buralara lüks konut alanları, alışveriş merkezleri inşa edilmektedir. Kentleri bir arada tutan unsurlar ve ortak kullanım alanları ortadan kaldırılmaktadır.

Bunun sonucunda kentler, giderek artan biçimde bütünlüğünü yitirerek birbirinden bağımsız ve ilişkisiz parçacıklara bölünmekte, varsıl ve yoksul kesimler arası ayrışma ve uzaklaşma fiziksel mekana da yansımaktadır. Bu durum sosyal kutuplaşmayı ve kentsel gerilimi de arttırmaktadır.

Sadece arazi rantına endekslenmiş bu kent ekonomisi anlayışının ortaya çıkardığı sürekli ve plansız büyüme, teknik altyapı hizmetlerinin ve sosyal-kültürel olanakların yetersizliği gibi sorunları daha da büyütmektedir.

Bütün bunların yanısıra, bütüncül planlamanın benimsenmemiş olması denetimsizlik, yanlış arazi kullanım politikaları, cumhuriyet tarihine koşut kaçak yapılaşma ve imar afları gibi uygulamalar durumun vahametini daha da artırmaktadır. içinden çıkılamaz bir boyuta sürüklemektedir.

Değerli Konuklar

Tüm bu sorunlara ve olumsuzluklara karşın, demokratik katılımın sağlandığı yerel yönetimlerin oluşturulması ve çözüm üretilmesi olanaklıdır.

Düzenlediğimiz onlarca kongre, sempozyum, kurultay vb. etkinliklerde, yayımladığımız raporlarda ve seçim bildirgelerimizde altını çizdiğimiz üzere, TMMOB olarak, kentlerimizde var olan sorunların aşılması, sağlıklı kentsel çevrelerin oluşturulması konusunda, toplumun büyük bölümünü dışlayan, halkın katılım ve denetimine kapalı yerel yönetim biçiminin aşılmasını temel gerek olarak görüyoruz.

Kent yaşamını ilgilendiren tüm konularda ve alınacak kararlarda toplumsal yarar ilkesinin belirleyici olmasını savunuyoruz.

Kente yönelik politika ve uygulamalarda insan hakları, kentli hakları, toplumsal barış, birlikte yaşama, engelli, hasta, çocuk ve kadın duyarlı planlama, hizmetlere eşit erişim, insan ve çevre sağlığı gibi kriterlerin temel referanslar olması gerektiğini söylüyoruz.

Bu çerçevede yerel yönetimlerin aktif halk katılımı ile yeniden yapılandırılmasını, hizmet üretimi ve dağıtımında, kentsel mekanların tasarımında, kent planlamalarında sermaye kesimleri ve rant çevrelerinin öncelikleri yerine toplumsal yararın öne çıkarılmasını savunuyoruz.

Bugün, kentlerimizin ve toplumun yerel seçimlerde ihtiyacı böylesine bir anlayışı yerel yönetimlere taşımaktır. Bu anlayış “toplumcu demokratik ve halkçı bir yerel yönetim” anlayışıdır.

Bu anlayış, katılımcılığın önünü açan, toplumun değişik kesimlerine, karar alma, uygulama ve denetleme süreçlerinde söz hakkı tanıyan politika ve uygulamaların hayata geçirilmesidir.

Değerli Konuklar

Sözlerime son vermeden önce Yerel Seçimlere ve yerel yönetimlere ilişkin olası ve önemli bir tehdide dikkatinizi çekmek isterim. Biliyorsunuz mevcut tek adam rejimi, kendi kontrol alanı dışında herhangi odağın ve alanın kalmaması esasına göre işliyor. Muhalefet partilerini ve emek-meslek örgütlerini dahi kendi istekleri doğrultusunda biçimlendirmek isteyen tek adam rejimi, yerel yönetimlerin demokratik yapısı önündeki en önemli tehdit durumundadır.

Erdoğan’ın geçtiğimiz ay başında, özellikle Doğu ve Güneydoğu’daki belediyeleri kastederek, 31 mart seçimlerinde sandıktan çıkacak belediye başkanları yerine kayyum atayacaklarını açıkça ifade etmesi, tek adam rejiminin demokrasi anlayışının göstergesidir. OHAL’in kaldırılmasından önce OHAL’i fiilen 3 yıla çıkartan yasal düzenlemelerle Valiliklere tanınan yetkilerin artırılması bu konudaki kaygılarımızı artırmaktadır. Devlet organlarının tümüyle partileştiği, yerellerdeki AKP teşkilatlarının valiliklerle ve devlet kurumlarıyla iç içe geçtikleri göz önünde bulundurulduğunda, yerel yönetimlerin de tek adam-tek parti rejimine bağlanabileceği olasılığını akla getirmektedir.

Buradan bir kez daha dile getirmek isteriz ki, kentlerin sahibi o kentte yaşayan halktır ve yerel yöneticilerin demokratik biçimde seçilmesi esastır. Seçimler gibi, kente dair her türlü kararlar da kentlilerin katılımcısı olduğu demokratik süreçler işletilerek alınmalıdır.

Böylesi önemli bir dönemde yapılan bu sempozyumun kentlerimizin sorunlarına yönelik önemli bir fikri birikim yaratacağına olan inancımla hepinizi sevgi, saygı ve dostlukla selamlıyorum. Sempozyumun başarılı biçimde geçmesini diliyorum."

Emin KORAMAZ

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı