TMMOB 3. BİLİRKİŞİLİK ÇALIŞTAYI GERÇEKLEŞTİRİLDİ

12.04.2019

İlki 19 Aralık 2015 tarihinde gerçekleştirilen TMMOB Bilirkişilik Çalıştayı'nın üçüncüsü, 12 Nisan 2019 tarihinde “6754 Sayılı Yasanın Uygulama Sürecinde Yaşanan Sorunlar ve Çözüm Önerileri” başlığıyla İnşaat Mühendisleri Odası Teoman Öztürk Salonu'nda düzenlendi.

Çalıştay, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz’ın açılış konuşmasıyla başladı. Ardından TMMOB Bilirkişilik Çalışma Grubu adına Leman Ardoğan bir konuşma yaptı. Bilirkişilik Çalışma Grubu adına gerçekleşen Tematik Sunum “Bilirkişilik ve Etik” Timur Bilinç Batur tarafından gerçekleştirildi.

Çalıştay sonuç bidirgesi komisyonu seçiminin ardından başlayan 1. Oturum moderatörlüğünü Niyazi Karadeniz üstlendi. Bu oturumda Atölye 1 çalışma sunumları “6754 Sayılı Yasa Kapsamında Bilirkişilik Eğitimleri” ana başlığında Mustafa Yağmur, Işıl Arslan ve Erdoğan Balcıoğlu tarafından sunuldu.

Öğle arasının ardından başlayan 2. Oturumda moderatörlük görevi Ali Ekinci tarafından üstlenildi. Oturumda Atölye 2 çalışmaları “6754 Sayılı Yasa Kapsamında Bilirkişilik Uzmanlık Alanları” ana başlığında Huriye Nacar Savat, Macit Öncel ve Timur Bilinç Batur tarafından sunuldu.

Çalıştayın 3. Oturumu Petek Ataman moderatörlüğünde gerçekleştirildi. Atölye 3 çalışmalarıysa “6754 Sayılı Yasa Kapsamında Bilirkişilik Başvuruları ve Kabul Şartları” ana başlığıyla Muteber Osmanpaşaoğlu, Elif Bahar Barut, Alaaddin Poyraz ve Leman Ardoğan tarafından sunuldu.

Çalıştayın Forum bölümünde Ali Fahri Özten moderatörlüğünde Bilirkişilik Dairesi temsilcisi Tetkik Hakimi Ali Denizhan, TBB temsilcisi Bülent Aras ve üç atölye başkanı Elif Bahar Bulut, Huriye Nacar Savat ile Mustafa Yağmur soruları yanıtladılar. 

 

Çalıştayda TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz'ın yaptığı açılış konuşması şöyle:

Değerli Oda Başkanlarım, Değerli Meslektaşlarım, Değerli Konuklar

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Yönetim Kurulu adına hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Bu yıl üçüncüsünü düzenlediğimiz Bilirkişilik Çalıştayımıza hepiniz hoş geldiniz.

Bilirkişilik Çalıştaylarımızın ilkini Aralık 2015 yılında gerçekleştirmiştik. 6754 Sayılı Bilirkişilik Yasası çıkmadan önce gerçekleştirdiğimiz ilk çalıştayımızda, yasal düzenleme öncesinde Bilirkişilik alanındaki sorunlara dikkat çekmiştik ve yasal düzenleme ihtiyacının altını çizmiştik.

İkinci çalıştayımızı ise Bilirkişilik Yasasının yürürlüğe girmesinin ardından Mart 2017 tarihinde gerçekleştirdik. Yasasının sorunlu yanlarına, uzmanlık alanlarına ilişkin önemli tespitler yapılmıştı.

Bugünkü çalıştayımızda ise 2 buçuk yılı aşkın zamandır yürürlükte olan Bilirkişilik Yasasına ilişkin meslek alanlarımızda yaşadığımız sorunlar ve çözüm önerilerine odaklanacağız.

Bilirkişilik Çalışma Grubumuz buradaki tartışmalar için kolaylaştırıcı olması açısından bir ön rapor hazırlamıştı. Hem raporun hazırlanmasında hem de bu etkinliğin gerçekleştirilmesinde yoğun emekleri olan Bilirkişilik Çalışma Grubu üyelerimize Yönetim Kurulumuz adına teşekkür ediyorum.

Değerli Arkadaşlar,

Hepinizin bildiği gibi bir kamu hizmeti olan bilirkişilik, yargılamanın adil gerçekleştirilmesi için belirli bir uzmanlık alanındaki bilimsel doğruların tarafsız bir şekilde aktarılmasıdır. Hakimin görüş oluşturmasına katkı sunması beklenen bilirkişi, hizmet verdiği konuda uzman ya da tarafsız değilse adaletin sağlanamayacağı açıktır.

Geçmiş dönemlerde meslek alanlarımızda yürütülen bilirkişilik faaliyetleri pek çok açıdan sorunluydu ve bizler bu sorunların çözümü için 2000’li yıllardan itibaren sistematik olarak çalışmalar yürüttük.

Bilirkişilerin seçiminden uzmanlık alanları ayrımına, çalışma ilkelerinden bilirkişilerin sorumluluklarına kadar pek çok konunun yasal bir zemine oturtulması için çaba harcadık.

2004 yılında gerçekleştirilen TMMOB 38. Genel Kurulu’nda “meslek uygulama alanlarımızda sunulan bilirkişilik hizmetlerinin evrensel geçerliliği olan bilimsel ve etik ilkeler doğrultusunda düzenlenmesi gerektiği” yönünde bir karar aldık ve bu karar uyarınca 2005 yılında TMMOB Bilirkişilik Yönetmeliği yayınlandı.

Bu bağlamda 2016 yılında kabul edilen 6754 sayılı Bilirkişilik Yasasını, bilirkişilik  alanını düzenleme yönünde atılan olumlu bir adım olarak gördüğümüzü ifade etmeliyim. Ancak Yasa’nın kronik hale gelen bazı sorunların çözümünde yetersiz kaldığını da eklemek isterim.

Söz konusu kanunla Bilirkişilik uzmanlık alanlarını belirleme yetkisi Bilirkişilik Daire Başkanlığına verilmiştir.

Daire Başkanlığı da aralarında Birliğimiz temsilcilerinin de bulunduğu bir çalışma grubu vasıtasıyla Bilirkişilik Uzmanlık Alanlarını ve Bilirkişilerde Aranacak Nitelikleri belirlemeye çalışmıştır.

Ancak ne yazıktır ki, bu çalışmalar sonunda oluşturulan temel ve alt uzmanlık alanları ile bilirkişilerde aranacak nitelikler Birliğimizin görüş ve değerlendirmelerini tam olarak yansıtmamaktadır. Bu konuda yazılı itirazlarımız da dikkate alınmamıştır.

Başından itibaren bilirkişilik mekanizmasına ilişkin temel iddiamız, Bilirkişiliğin bir meslek olmadığı, bilirkişi olarak görüşüne başvurulan kişilerin mesleki yeterliliklerini en sağlıklı değerlendirecek kurumun üyesi oldukları meslek odası olduğudur.

Buradan hareketle bilirkişiler, meslek odalarınca belirlenen etik ilkelere uygun davranış sergilemek zorundadır. Bu bağlamda bilirkişilik başvurularında mesleki yeterliliklerin meslek odasından istenecek bilgi ve belgelerle denetlenmesi zorunluluktur. Bilirkişilik hizmetinin doğru verilmediği yönünde bir şikayet söz konusu olduğunda ilgili meslek odasının görüşlerine başvurulmalıdır.

Yasa sonrası odalarımız bünyesinde gerçekleştirilen Bilirkişilik Temel Eğitimlerinde en dikkat çekici iki husus, eğitimlerin süresi ve içeriğidir. Bu iki hususa ilişkin eleştiri ve öneriler çalıştay boyunca dile getirileceği için bu konuyu derinleştirmiyorum fakat şu konunun özellikle altını çizmek isterim:  Mesleki bilgilerin bilimsel ve teknolojik gelişmeler doğrultusunda güncellenmesi amacıyla Odalarımız tarafından verilen meslek içi eğitimlerin de bilirkişilerin liyakatlarının değerlendirmelerinde esas alınması gerekmektedir.

Uygulamadaki sorunlara ilişkin en önemli hususlardan biri de, yasal düzenlemeye rağmen hâkimlerin geçmişten gelen alışkanlıklarla halen re’sen atama yoluyla bilirkişi tayini yapmaya devam etmeleridir. Halen bazı bilirkişiler çok sayıda dosya alırken listede yer alan çok sayıda bilirkişinin dosya alamamaktadır.

Hem bilirkişilerin mesleki yeterliliklerinin artırılması, hem de sürecin sağlıklı işleyişi bakımından Bilirkişilik Daire Başkanlığı ve Bilirkişilik Bölge Kurulları ile Birliğimizin koordineli çalışması önem taşımaktadır. Ancak yasanın iki yıllık uygulama sürecinde bu konuda beklenen kurumsal işbirliği sağlanamamıştır.

Yasanın iki yılı aşkın uygulama dönemi boyunca tespit ettiğimiz sorunlar ve bugünkü çalıştayımızda elde edeceğimiz sonuçlardan hareketle önümüzdeki günlerde ilgili bakanlıklar ve kurumlar nezdinde yeniden görüş alışverişinde bulunacağız.

Değerli Konuklar,

Bir seçim dönemini daha geride bıraktık. Türkiye tarihinin belki de en adaletsiz, en antidemokratik seçim süreçlerinden birisini yaşadık. İktidarın, devlet olanaklarını siyasal menfaatleri için seferber ettiği, medyanın iktidarın propaganda aracı olarak işlediği, insanların korku ve tehditle baskı altına alındığı böyle bir seçimin demokratik teamüllerle uzaktan yakından ilişkisi yoktur.

Seçim öncesi konuşmalarımda da tekrarladığım gibi, yerel yönetim seçimleri olmasına rağmen, adaylar ve projeleri değil, merkezi siyasal ittifakların birbirleri hakkındaki sözleriyle yönlendirilen bir seçim süreci yaşadık.

Seçim süreci ne kadar antidemokratik işlediyse, seçim sonrası da aynı şekilde antidemokratik biçimde işlemektedir.

Seçmenlerin demokratik iradesinin tanınmadığı, seçim hukukunun doğuda farklı batıda farklı işletildiği, seçimleri kazanan adayların mazbatalarının keyfi biçimde bekletildiği bir süreç işlemeye devam ediyor.

TMMOB olarak herkesi demokrasinin evrensel değerlerine bağlı kalmaya, hukukun üstünlüğünü tanımaya ve halk iradesine saygı duymaya davet ediyoruz.

Değerli Konuklar,

Siyasi iktidar açısından büyük bir kabusa dönüşen yerel seçim sonuçların etkileyen en önemli konulardan birisi yaşadığımız derin ekonomik krizdi. Tanzim çadırları önünde uzayan kuyruklarla simgeleşen ekonomik kriz derinleşmeye devam ediyor.

6 ay önce ilan edilen Yeni Ekonomi Programı neredeyse hiçbir hedefini tutturamadı.

Bunu seçimlerden sonra açıklanan verilerden de tüm çıplaklığıyla görüyoruz.  Ekonomik kriz gün geçtikçe daha da derinleşmektedir.

Tanzim satışlara ve vergi indirimlerine rağmen mart ayı enflasyonu beklenenin üzerinde çıkmış, yıllık enflasyon %20 bandının altına indirilememiştir.

Kapanan işletmeler, yaşanan toplu işten çıkartmalar, duran yatırımlar ve her ay daha da artan işsizlik oranları durumun vahametini göstermektedir.

Yüksek faizlere rağmen bir türlü kontrol altına alınamayan döviz kuru, ülkenin içinde bulunduğu siyasal risk ortamının, ekonomik krizi beslediğinin en önemli göstergesidir.

Yıllardır her ortamda dile getirdiklerimizi bir kez daha yineliyorum.

Ülkemizde kronikleşen ekonomik krizlerin ana nedeni  küresel sermaye güçlerinin güdümünde yıllardır uygulanan özelleştirmeye, piyasalaştırmaya, kuralsızlaştırmaya dayalı neoliberal politikalardır.

Bu politika ve uygulamalarla, üretken kamu kuruluşlarımızın büyük bir kısmı özelleştirme adı altında elden çıkarılmış, elde kalan az sayıdaki kuruluş da idari bütünlükleri parçalanarak ve serbestleştirme uygulamalarıyla etkisizleştirilmiştir.

Ülkemizin bilim, teknoloji ve üretim alt yapısını geliştirmek yerine yüksek oranlı borçlanma ve ithalat özendirilmiştir. Üretim-yatırım-tasarruf politikalarının yerini tüketim politikaları almıştır.

Ülke kaynakları ve alınan borçlar katma değeri düşük hizmet sektörlerine ve rant dağıtım merkezli inşaat ve müteahhitlik işlerine aktarılmış ülke sanayi ve tarımı geriletilmiştir.

Sonuçta ülkemiz üretim yeteneği aşındırılmış, rant ekonomisi hakim ekonomi haline gelmiştir.

Böylesine kırılgan ve bağımlı bir ekonominin yurt dışından sıcak para akışının kesildiği her dönemde krizlerle karşılaşmaması mümkün değildir.

Sevgili arkadaşlar,

Yaşanan her kriz sonrası reform adı altında uygulanan krizden çıkış programları halkımızın ve ülkemizin daha fazla yoksullaşması, birikimlerimize el konulması ile sonuçlanmaktadır.

Cumhurbaşkanının seçimlerden sonra yaptığı balkon konuşması ile Çarşamba günü Hazine ve Maliye Bakanının açıkladığı Yeni Ekonomi Programı aynı politikalarda israr edileceğini göstermektedir.

Diğer kriz dönemlerinde olduğu gibi bu krizin yükü de emeğiyle geçinen kesimlere taşıtılmak istenmektedir.

Mali disiplin adı altında eğitim, sağlık gibi sosyal harcamalar ile yoksul kesimlere sağlanan sosyal yardımlar kısılmaktadır.

BES zorunlu hale getirilerek sosyal güvenlik şemsiyesi daraltılmaktadır. Vergi tabanını genişleteceğiz aldatmacasıyla yeni vergilere kapı aralanmaktadır.

Kıdem tazminatı reformu adı altında işten çıkarmalar kolaylaştırılmaya çalışılmakta,  işçilerin birikmiş kıdem tazminatlarının bir fona devredilerek tıpkı işsizlik fonunda olduğu gibi sermaye kesimlerinin ihtiyacına sunulması hedeflenmektedir.

Varlık fonu elde avuçta kalan kamu kaynaklarının küresel sermaye kesimlerine aktarılmasının yeni bir aracı olarak kullanılmaktadır.

Hiçbir toplumsal gereksinime ve planlamaya dayanmayan, hazine ve ciro garantili KOİ projeleri ile ülkemizin sadece bugünü değil geleceği de ipotek altına alınmaktadır.

Sevgili katılımcılar,

Yıllardır sürdürülen yanlış politikalarda ısrar edilerek bu krizden kurtulmanın mümkün olmadığı açıktır.

Yapılması gereken şey, rant ekonomisi yerine üretim ekonomisini, sermaye öncelikleri yerine kamusal çıkarları, lüks ve savurganlığa dayalı yönetim anlayışı yerine tasarrufları, gündelik politikalar yerine planlı kalkınmayı önceleyen bir anlayışın öne çıkartılmasıdır.

Krizlerden çıkış, emperyalist güçlerin, uluslararası tekellerin ve çok uluslu şirketlerin isteklerine boyun eğmekle değil, halkın genel çıkarını gözeten, emekten yana kamucu bir anlayışı hayata geçirmekle olanaklıdır.

TMMOB olarak bu yöndeki tarihsel tutumumuzda ve mücadelemizde ısrarlı olacağız. Bunun kolay olmadığının da farkındayız. Çünkü ülkemizde yıllardır uygulanan insanı, doğayı ve toplumsal gereksinimleri dışlayan piyasacı politikalar sadece ekonomik yıkımla sınırlı kalmamış, otoriter bir devlet yönetimini de beraberinde getirmiştir.

İnsanlık dışı çalışma koşullarına karşı çıkmak, insanca bir yaşam ve özgür bir gelecek istemek, ülke kaynaklarına sahip çıkmak, güvenceli istihdamı, sosyal refahı, doğal-kültürel çevre ve varlıkların korunmasını savunmak neredeyse suç sayılıyor günümüz Türkiyesinde.

Parlamentonun etkisizleştirildiği, yargının yürütmenin hizmetine sokularak siyasallaştırıldığı, dini ve milli değerler üzerinden toplumun birbirine karşı kutuplaştırıldığı,  hukuka ve adalete olan güvenin ger geçen gün azaldığı bir dönemden geçiyoruz.

Bilirkişilik mekanizması da bu sarsılan güvenden payına düşeni alıyor. Mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığı gibi insanların toplumsal yaşamını konu edinen uzmanlık alanlarında bilirkişilere olan güvenin yeniden sağlanması toplumun geleceği açısından da büyük önem taşımaktadır.

Bugün yürüteceğimiz tartışmaların bu alanda yaşanan sorunların çözümüne katkı sağlayacağına inanıyorum. Çalıştayımızın başarılı geçmesini diliyor ve hepinizi sevgi, saygı ve dostlukla selamlıyorum.