TMMOB 46. OLAĞAN GENEL KURULU SONUÇ BİLDİRGESİ YAYIMLANDI

02.08.2021

31 Temmuz-1 Ağustos tarihlerinde TMMOB Teoman Öztürk Öğrenci Evi ve Sosyal Tesisi'nde gerçekleştirilen TMMOB 46. Olağan Genel Kurulu Sonuç Bildirgesi yayımlandı.

TMMOB 46. OLAĞAN GENEL KURULU

SONUÇ BİLDİRGESİ

 (31 Temmuz – 1 Ağustos 2021)

TMMOB 46. Olağan Genel Kurulu, 31 Temmuz 2021 tarihinde, Covid-19 pandemi koşulları içerisinde, olağan takvimin İçişleri Bakanlığı ve İl Hıfzıssıhha Kurulu kararları nedeniyle 14 (on dört) ay ertelemesi sonrası, kısıtlama ve yasakların yürürlükten kaldırılması ardından belirlenen en erken tarihte toplanmıştır. Olağan koşullarda 3 (üç) gün içerisinde gerçekleştirilmesi planlanan TMMOB 46. Olağan Genel Kurulu, söz konusu zorunluluklar nedeni ile 1 (bir) gün içerisinde tamamlanmıştır.

2020 yılının Mayıs ayında gerçekleştirilmesi planlanan TMMOB 46. Olağan Genel Kurulu her ne kadar 3 (üç) defa ertelenmişse de, TMMOB Yönetim Kurulu 5 Ekim 2020 tarihli toplantısında, Birlik faaliyetlerinin sekteye uğramadan devamının sağlanması için “İKTİDAR DAYATMASIYLA DEĞİL, GENEL KURUL İRADESİYLE YÖNETECEĞİZ” başlıklı bir karar almıştır. Söz konusu karar ile TMMOB 46. Olağan Genel Kurulu toplanıncaya kadar, Oda Genel Kurullarımızda açığa çıkan örgüt iradesinin fiilen işletilmesi, faaliyetlerin mevcut Yönetim Kurulu ve gerçekleşen Oda Genel Kurullarında TMMOB Yönetim Kurulu adayı olarak seçilen 3 üyenin tamamının katılımıyla yürütülmesi ve Genişletilmiş Yönetim Kurulu oluşturulması konusunda fikir birliği sağlanmıştır. TMMOB 46. Olağan Genel Kuruluna kadar Birlik çalışmalarının bu karar doğrultusunda yürütülmesi, gerek demokrasi anlayışımız gerekse de pandemi koşulları ile siyasal iktidarın pasifize etme çabalarına teslim olmayışın bir ifadesi olarak örgüt içi demokrasimiz adına kayıtlara geçen önemli bir tecrübe ve tavır olmuştur. Bu tavır, karşılaştığımız/karşılaşacağımız zor koşulları aşma yolunu, giderek etkisini artıran bireyci, dar grupçu, meslekçi anlayışlarda değil kolektif, demokratik katılımcı, kamucu ve toplumcu çizgimizde, TMMOB ilkeleri ve çalışma anlayışında aranması gerektiği de hepimize hatırlatmıştır.

Son günlerde yirmiden fazla şehirde meydana gelen orman yangınları nedeniyle yurttaşlarımız hayatını kaybetmiş, ormanlık alanlar, kent yerleşimleri, tarım arazileri ciddi şekilde zarar görmüştür. Radikal biçimde değişen iklim koşulları, ormanlık alanlarının rant elde edilecek araziler olarak görülmesi ve imara açılması, kontrolsüz ve kuralsız madencilik faaliyetlerinin baskısının artması ormanlarımızı ve bünyelerindeki ekosistemlerin geleceğini tehdit etmektedir. Korunması ve geliştirilmesi Anayasal güvence altına alınan ormanlarımız birçok yönden saldırı altındadır. Ülkemizin özellikle batı ve güney kıyılarında mevsimsel sıcaklıklarının arttığı dönemlerde insan kaynaklı orman yangınları hemen her yıl tekrarlanmaktadır. Özellikle Akdeniz iklim kuşağında bulunan yaklaşık 13 milyon hektar ormanlık alanımız büyük risk altında bulunmaktadır. Ülkemizde her yıl on binlerce hektar ormanlık alanımızın yok olmasına neden olan bu yangınların engellenmesi ve ormanlarımızın korunması, başta kamu otoritesi olmak üzere yurttaşlar olarak ortak sorumluluğumuzdur. Ülkemizin havacılık alanında en deneyimli kurumlarından biri olan Türk Hava Kurumu (THK) AKP iktidarı dönemi boyunca sistematik olarak küçültülmüş ve nihayetinde 2019 yılında kuruma Kayyum atanarak bütünüyle tasfiye edilmeye başlanmıştır. Kurumun elinde bulunan yangın söndürme uçakları ve diğer ekipmanları ihale yoluyla satılmak istenmektedir. Kendi uçaklarımızın ve ekipmanlarımızla etkin bir biçimde orman yangınlarıyla mücadele edebilecek durumdayken, Tarım ve Orman Bakanlığı yangınla mücadeleyi Rus Şirketlerine ihale etmiştir. Kiralık uçakla yapılan yangın müdahalesinin yeterli olmadığı apaçık biçimde ortaya çıkmıştır. Büyük orman yangını felaketlerinin önüne geçilmesi, yangınların yaratacağı doğal ve toplumsal yaraların sarılması için ormanlarımızı korumaya ve geliştirmeye yönelik “kamucu ormancılık politikaları” ivedilikle yaşama geçirilmelidir. Yangından etkilenen orman arazileri hiçbir biçimde imara ve yapılaşmaya açılmadan hızla ıslah edilmeli, yetişme çevresi koşullarına uygun kökende yeterli miktarda tohum ve fidan sağlanarak yeniden ağaçlandırılmadır. Orman köylülerinden başlayarak, orman köylülerinden seçilen orman muhafaza memurlarına ve orman mühendislerine uzanan ormancılık kültürüne de darbe vurulmuştur. Ormancılık teşkilatının bilimsel gereklilikler uyarınca bir an önce geliştirilmesi gereklidir.

3 (üç) yıldan fazla süren TMMOB 45. Çalışma Dönemine denk gelen zamana “kriz” damgasını vurmuştur. Ekonomiden siyasete, dış politikadan hukuka, çevreden sağlığa kadar her alanda yaşanan krizler ülkemizi derinden etkilemiştir. OHAL koşullarında gerçekleştirilen ve Parlamenter Demokrasinin ortadan kaldırılarak tek adam rejimine geçilmesini sağlayan 24 Haziran 2018 Seçimleri sonrasında, devlet kurumları ve idari yapılanma yukarıdan aşağı hızlı bir şekilde dönüştürülmüştür. TMMOB ve diğer anayasal meslek kuruluşlarının kamu idaresinden dışlanması, hukuk kurumlarının tümüyle siyasallaştırılması ve parti devleti anlayışının egemen hale getirilmesi ile süreklileşmiş bir yönetim krizi ortaya çıkmıştır. Bu siyasal kriz beraberinde, seçimler öncesinde geçici tedbirlerle ötelenen ekonomik krizi de tetiklemiş, uzun yıllar benimsenen neo-liberal ekonomi politikaları sürdürülemez hale gelmiştir. Hayat pahalılığı, enflasyon, işyerlerinin kapanması ve ortaya çıkan işsizlik, 3 yıl boyunca ülkeyi adeta kasıp kavurmuştur. Kapitalist sömürü sisteminin bir parçası olarak yönetilen pandemi sürecinin de etkisiyle yaşanan büyük durgunluk, başta ücretli çalışanlar olmak üzere emekçi halk sınıflarının büyük bir borç batağına sürüklenmesine neden olmuştur. Çalışma hayatına hakim kılınmaya çalışılan esnek ve güvencesiz biçimler salgın sürecinin etkisi ile yaygınlaşmış, emekçiler hak kaybına uğramıştır. Soma’dan Ermenek’e kadar yaşadığımız iş cinayetleri sonucu işçi mezarlığına dönüşmüş ülkemizde koşullar daha da kötüleşmiştir. İktidarın yanlış pandemi politikaları sonucu çalışmak dışında bir seçeneği olmayan emekçiler Covid-19 nedeni ile hayatını kaybetmiştir. İşçi sağlığını ve iş güvenliğini maliyet olarak gören kapitalizmin sömürü sistemi günlük hayatımızı teslim almıştır. Çalışma hayatını belirleyen politikalar, kanunlar ve ilgili mevzuat, uygulamalar kökten değişmelidir.

Kadın meslektaşlarımızın çalışma ortamlarında ki yaşadıkları zorluklar, karşılaştıkları şiddet, cinsiyet eşitsizliği ve yıldırma politikalarının son bulması için daha etkin mücadele edilmesi gerekliliği önümüzde bir görev olarak bulunmaktadır. Kadın mücadelesinin önemli bir kazanımı olan İstanbul Sözleşmesinden çekilinmesi ile kadına yönelik şiddetin cezasızlığının önü açılmıştır.  Aile, eğitim, çalışma yaşamı, istihdam, kısaca bütün toplumsal yaşamda açıkça görülebilen olumsuzluklar, AKP iktidarında artmıştır. Cinsel saldırılar, kadınların maruz kaldıkları aşağılanmalar, günlük yaşamda her yerde ve mevzuatlarda sürmektedir. AKP iktidarında kadın cinayetlerinde 14 kat artış olması tesadüfî değildir. Zira bugün ülkemizi yöneten iktidar, laiklik karşıtıdır, dinsel bir toplum kurgusuna sahiptir, kadın-erkek eşitliğine inanmamaktadır; hemen her vesileyle kadınların bedenleri ve varlıkları üzerinde baskı ve “sahiplik” mekanizmaları oluşturmaya çalışmaktadır. Önce “3 çocuk” sonra “5 çocuk” söylemi, 4+4+4 gerici eğitim sistemi, “kürtajın vatana ihanet olduğu” vb. söylem ve uygulamalar, sermaye çıkarları ile gericiliğin ideolojik-kültürel, siyasal dünyasının nasıl uyuştuğunu göstermektedir. Kadın düşmanı tüm politikalara ve uygulamalara karşı yürütülen mücadelenin güçlenmesi, kadın dayanışmasının büyümesi ve toplumsallaşması hayati önem kazanmıştır.

Yaşanan siyasal ve ekonomik krizi gündemden düşürmek için dış politikada müdahaleci, saldırgan politikalar yürürlüğe konulmuş, emperyalist güçlere bağımlılık ilişkileri derinleştirilmiştir. Emperyalizme karşı yürütülen bağımsızlık mücadelesi, emekçilerin söz, yetki ve karar hakkına sahip olduğu eşit, özgür bir ülke mücadelesi ile iç içe geçmiştir. Emekçilerin hak arama ve örgütlenmesi önündeki engeller büyümüş, baskının şiddeti artmıştır. Suriye ve Libya’ya yönelik müdahalelerin bir parçası haline getirilen ülkemiz sürekli bir savaş durumu içinde tutulmuş, başta meslek örgütleri olmak üzere, barıştan, kardeşlikten yana tavır alan tüm kurum ve kişiler düşmanlaştırılarak hedef gösterilmiştir. Son zamanlarda çeşitli kentlerde ve Konya’da Kürt yurttaşlara yönelik gerçekleştirilen saldırılar ile HDP İzmir il binası başta olmak üzere bazı binalarına yönelik düzenlenen silahlı saldırılar, ülkemizin sürüklenmek istendiği yeri göstermektedir. HDP’nin kapatılması davasını da bu eksende değerlendirmek mümkündür. Bu saldırılar karşısında toplumun gösterdiği etkili karşı duruş, kandan ve çatışmadan beslenen ırkçı, faşist anlayışlara karşı güçlü bir cevap olmuştur. Kayyumlar aracılığı ile seçilmiş belediyelere el konulması, seçilmiş milletvekillerinin cezaevlerine gönderilmesi demokrasiye karşı vurulmuş darbeler olarak ülkemizin karanlık sayfalarına yenilerini eklemiştir. OHAL KHK’ları ile haksız ve hukuksuz bir şekilde, haklarında herhangi bir soruşturma dahi yürütülmeden ihraç edilen kamu çalışanlarına yönelik gösterilen insanlık dışı tavır hala sürmektedir. Çeşitli sosyal medya platformları aracılığı ile ortaya dökülen kirli ve karanlık ilişkilerin itirafları, devlet yapılanması içerisindeki suç organizasyonlarını ve halka ait olan kamu varlıklarının bir avuç sömürgen tarafından nasıl yağmalandığını gözler önüne sermiştir. OHAL borsalarından cinayetlere, kamu işletmelerinin peşkeş çekilmesinden yasa dışı silah ve petrol ticaretine kadar uzanan kirli, karanlık suç ilişkisi zincirinin hukuk önünde hesap vermek yerine nasıl korunup kollandığı da ortadır. Emekçilerin alın terinin sömürüsü üzerine kurulu çarpık düzen lime lime dökülürken, kirli parçaları da etrafa saçılmaya devam etmektedir. Özgür, eşit ve demokratik bir ülke kurabilmek için bu karanlık ilişkilerle toptan mücadele etmek ve hesaplaşmak, emperyalizme ve faşizme karşı bağımsızlık, emek, barış ve demokrasiyi cesur bir şekilde savunmak gerekmektedir.

Kürt halkının sosyal, siyasal, kültürel hakları, talepleri demokrasi ve insan hakları kapsamında değerlendirilmesi gerekirken, çözümsüzlük üreten baskı, şiddet ve güvenlik eksenli politikaların uygulanması çatışmalı ortamın devam etmesine neden olmaktadır. İktidarın politikalarına muhalefet eden tüm kesimler haksız, hukuksuz bir şekilde cezaevlerine atılmaktadır. Cezaevlerinde hukuk dışı, antidemokratik uygulamalar artmakta, bu uygulamalara karşı gelişen tepkiler de yetkililer tarafından görmezden gelinmektedir. Kürt sorunu konusunda inkar, imha ve şiddet politikalarının terk edilerek, sorunun siyaset kurumu içinde diyalogla çözülmesi ve bunun için gerekli adımların bir an önce atılması elzemdir.

12 Eylül faşist darbesi ile birlikte kapitalizmin neo-liberal ekonomi politikaları hayata geçirilmiş ve emekçi halk sınıflarının kazanımlarına birer birer el konulmuştur. Bu sürecin bir devamı olarak Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu’nda (MKE) bilindik özelleştirme oyunları başlamış ve Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ) de özelleştirme kapsamına alınmıştır. 20 yıl önce yürürlüğe giren Elektrik Piyasası Kanunu (EPK) ile elektrik enerjisi adım adım piyasalaştırılmış ve bugün gelinen noktada elektrik sisteminin beyni durumundaki TEİAŞ’da özelleştirilme kapsamına alınmıştır. Elektrik sektöründe yaşanan sermeye transferi süreci aynı şekilde MKE’de de yaşatılacaktır. AKP, iktidara geldiği günden bu yana neo-liberal özelleştirme politikalarının en sadık ve saldırgan temsilcisi olmuştur. Cumhuriyet tarihinin tüm endüstriyel birikimini, sınai tesisleri, kamusal yatırımları ve kurumları farklı yöntemlerle özeleştirilmiştir. Özelleştirmeler sonucunda çalışanlar, üreticiler ve toplum büyük kayıplar yaşarken, sermaye sahipleri servetlerine servet katmışlardır. TELEKOM, TÜPRAŞ, PETKİM, TEKEL, ERDEMİR, TEDAŞ, Şeker Fabrikaları gibi pek çok kamusal zenginliğimiz, halka ait olmaktan çıkmıştır. Diğer kamu kuruluşlarımız ise Varlık Fonuna devredilerek sürekli zarar eden, denetimsiz yapılar haline getirilmişlerdir. Bu yağma düzenine karşı toplumun ortak çıkarı için, planlı ve sürdürülebilir bir ekonomik büyüme için, yeni yatırımların yapılarak istihdamın artırılması için acilen sektör temelli yeni ve güçlü kamu işletmeleri kurulmak zorundadır. Bunun için kamusal fayda ve demokratik yönetim ve denetim anlayışı ekseninde oluşturulacak kamusal kurum ve kuruluşlara ihtiyacımız vardır. Bizden çalınanların geri alınması için tereddütsüz bir şekilde yeniden kamulaştırma adımları hızla atılmalıdır.

2020 yılı içerisinde, Türkiye Barolar Birliği ve TMMOB Kanunlarında değişiklik yapılması yolu ile müdahale girişimleri yeni bir boyut kazanmıştır. Otoriter sistemin kökleşmesi yolunda uzun yıllar içerisinde yürütülen saldırı dalgası Birliğimizi de hedef alarak ilerlemiş, Avukatlık Kanunu değiştirilmiştir. Eş zamanlı şekilde TMMOB Kanun değişikliği taslakları hazırlanmış, kara propaganda merkezi olarak çalışan yandaş basın operasyonları eşliğinde Birliğimize yönelik saldırılar yoğunluk kazanmıştır. TMMOB Kanunu değişikliğine yönelik siyasal iktidarın hazırladığı taslak TBMM’nin tatile girmesi ile rafa kaldırılmıştır. Kamu ve toplum yararı doğrultusunda meslek alanlarımızda yaşanan yağma ve talan sürecine müdahale eden, emek, barış, demokrasi, bağımsızlık ekseninde faaliyet sürdüren TMMOB’nin etkisizleştirilmesi ve parçalanmasına yönelik çabaların devam edeceği açıktır. Birliğimizin şimdiye kadar göstermiş olduğu direnç ve mücadele çizgisi, mühendis, mimar ve şehir plancılarının hakları kadar parçası olduğumuz toplumun ve ülkemizin hak ve çıkarları için de hayati önem taşımaktadır. Kamusal varlıklarımızın ana hedef olduğu, sermaye saldırısı altındaki meslek alanlarımızda yürüttüğümüz mücadele ülkemizin aydınlık geleceğine giden yolda önemli bir mevzi, TMMOB de bu mücadelede önemli bir kuruluştur. TMMOB’ye yönelik saldırılara karşı toplum ve ülke çıkarları için mücadelemiz büyüyerek, güçlenerek ve gelişerek devam edecektir.

Covid-19 salgını karşısında geliştirilen politikalar ve uygulamalar, neo-liberal ideolojinin iflas ettiğini göstermiştir. İnsanları ölüme terk eden kapitalizmin, insanlık ve dünya için felaketten başka bir sonuç üretemeyeceği yeniden gözler önüne serilmiştir. Salgın sırasında Sağlık Bakanlığı’nın 65 yaş üstü insanlarımızı hedef olarak göstermesi kabul edilemez ve bu durum insan haklarına aykırıdır. Benzer durum, doğanın sömürüsüne dayalı olarak gerçekleşen müdahalenin bir sonucu olan iklim krizinin sonuçları açsından da yaşanmaktadır. Doğa ile uyumsuz ve plansız kentleşme, sanayi, enerji vb. politikalar sonucu yok edilen doğal yaşam alanları ve bozulan ekosistemler sağlık sorunları, gıda kriz, iklim krizi gibi sorunların doğmasına neden olmuştur. Tarım sektörümüz yıllardır uygulanan yanlış ve özelleştirmeci tarım politikaları nedeniyle yapısal sorunlarını çözememiştir. Yaşanan krizden kurtulabilmek için ithalat kolaycılığına dayalı neoliberal ekonomi politikaları yerine üretim ekonomisini, sermayenin öncelikleri yerine kamusal çıkarları, gündelik politikalar yerine tarımda planlı kalkınmayı hedefleyen anlayış bir an önce benimsenmeli, tarım sektörüne yönelik yapısal sorunları gideren tarımsal planlamalar acil olarak gündeme alınmalıdır.

Kamusal kaynaklar halkın ortak ihtiyaçları için değil, yandaş sermaye kesimlerinin zenginliği için kullanılmış, Kamu Özel Ortaklığı adı altında, bütün ticari riskin hazine tarafından üstlenildiği gelir garantili anlaşmalar yoluyla ülkenin geleceği de ipotek altına alınmıştır. İstanbul Havalimanı, Akkuyu Nükleer Enerji Santrali, Şehir Hastaneleri, Millet Bahçeleri, İnciraltı-Çeşme-Urla Turizm Projeleri, Kanal İstanbul gibi hiçbir planlamaya dayanmayan, toplumsal öncelikleri gözetmeyen, doğayı ve tarihi hiçe sayan projeler, büyük reklam kampanyalarıyla AKP’nin siyasal propaganda malzemesi olarak kullanılmıştır. Ormanlarımız, madenlerimiz, denizlerimiz, derelerimiz, limanlarımız, tarım alanlarımız, tarihi mekânlarımız yandaş şirketlere ve uluslararası tekellere peşkeş çekilmiştir. Kaz Dağlarından Fatsa’ya, Cerattepe’den ve Kuzey Ormanlarına, Hasankeyf’ten ve Allianoi’ye, Dipsiz Göl’den Kapadokya’ya ve Manisa Kula-Salihli Jeoparkı’na kadar yaşam alanları, denizler, dereler, kıyılar, ormanlar, meralar, yaban hayatı, biyolojik, jeolojik ve ekolojik çeşitlilik, tarihsel ve kültürel miras sermayenin dizginsiz talanına açılmış, coğrafyamıza telafisi mümkün olmayan zararlar verilmiştir. Saroz Körfezine yapılmakta olan yüzen rafineri ve liman projesi geri dönülmez bir çevre tahribatı doğurmaktadır. Yapılması halinde İstanbul, Trakya, Karadeniz ve Marmara Denizi’ne yönelik tahribatı mega boyutlarda olacak olan Kanal İstanbul projesinden vazgeçilmelidir. Birliğimiz ve Odalarımız tarafından açılan 12 dava ve muhtemel yeni davalar hukuk sürecinin bir tiyatroya dönüştüğünü göstermeye yetmektedir. TMMOB, yaşam alanlarının, derelerin, kıyıların, ormanların, meraların, yaban hayatının, biyolojik, jeolojik ve ekolojik çeşitliliğin, tarihsel ve kültürel mirasın korunmasını kayıtsız şartsız ve öncelikli olarak savunmaya devam edecektir.

Son zamanlarda Doğu Karadeniz başta olmak üzere ülkemizin çeşitli yerlerinde yaşanan ve afete dönüşen doğa olaylarının yarattığı yıkım ve can kayıpları giderek artmaktadır. Sel felaketlerinin temel nedenleri, iklim değişikliğinden ziyade, insan kaynaklı doğa tahribatları, yanlış su politikaları, HES’ler, plansız ve çarpık kentleşme, yetersiz altyapı ile merkezi ve yerel yönetimlerin kentleri rant politikalarına teslim etmesidir. HES’ler ile vadi yataklarının doğal yapısı ve akış bozulmuştur. Çarpık kentleşme sonucu, dere taşkın alanları ve dere yatakları yapılaşmaya açılmıştır. İmar affı adı altında, yanlış yerlerde mühendislik hizmeti alınmadan inşa edilen kaçak yapılara göz yumulmuş, yurttaşlarımız güvenliksiz ve sağlıksız yapılarda, risk altında yaşamaya mecbur bırakılmıştır. Yanlış su yönetimi ve HES politikaları sonlandırılmalıdır. Dere yatakları acilen bilim ve tekniğin kurallarına uygun olarak rehabilite edilmeli, heyelan riski olan alanlar yapılaşmaya açılmamalı bu alanlar üzerindeki mevcut yapılar kaldırılmalı, tekrar yapılaşmaya açılmaması için Anayasal korumaya alınmalıdır. Bilim ve tekniğe uygun olmayan, ranta dayalı, doğa ve yaşam düşmanı projelere izin verilmemelidir. Deprem riskini sermaye çevreleri için bir fırsata çeviren ranta dayalı kentsel dönüşüm politikaları terk edilmelidir. Doğa olaylarının afetlere dönüşmemesi için TMMOB gibi kamu kurum ve kuruluşlarının yetkileri artırılmalı ve önerilerimiz, itirazlarımız dikkate alınmalıdır.

Mühendislik, mimarlık ve şehir planlamanın değeri, önemi ve ihtiyacı ardı ardına gerçekleşen afetler sonrası daha anlaşılır hale gelmiştir. Doğa ile uyumlu şekilde sağlıklı ve güvenli bir yaşamı sürdürmek mümkündür. Bunun için en başta bilim ve tekniği dışlayan, kamucu politikaları tasfiye eden anlayış terk edilmeli, temel politikalarda köklü değişikliklere gidilmelidir.

TMMOB olarak, tek adam rejiminin ülkeye hiçbir biçimde istikrar getirmeyeceği en başından itibaren ifade edilmiştir. 2017 yılındaki Anayasa Referandumu sırasında da 2018 yılındaki Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde de halk egemenliğinin, hukuk devleti anlayışının, güçler ayrılığı ilkesinin ortadan kaldırılmasının ülkeyi uçuruma sürükleyeceği belirtilmiştir. Kendi kültürlerine, kendi kimliklerine, kendi inançlarına, kendi yaşam tarzlarına sahip çıkan tüm kesimleri toplumsal yaşamdan dışlayan, hukuk önünde eşit görmeyen tek adam rejiminin geleceğinin olmadığı açıktır.

TMMOB, emperyalizmin başta Ortadoğu olmak üzere yakın coğrafyamızdaki sömürü amaçlı yıkım ve savaş politikaları sonucu ülkelerinden ayrılmak durumda kalan ve ülkemize gelmiş olan sığınmacıları ötekileştiren söylem ve eylemleri şiddetle kınamaktadır. TMMOB, emperyalist saldırganlığa ve kapitalist sömürüye karşı çıkarken aynı zamanda sığınmacıların insanca koşullarda yaşamasını sağlamayı, güvenli işlerde çalışması için mücadele etmeyi, dolaşım özgürlüklerini savunmayı ve ülkelerine geri dönebilecekleri koşullar için çaba harcamayı bugün tüm emek ve demokrasi güçlerinin güncel görevi olarak görmektedir.

TMMOB 46. Olağan Genel Kurulu, meslek sorunlarının ülke sorunlarından ayrılamayacağı ilkesi ile ülkemizin içerisinde bulunduğu durumu, aklın ve bilimin ışığında analiz etmeye ve çözümler üretmeye çalışmıştır.

TMMOB, geçmişte olduğu gibi gelecekte de eşitliği, özgürlüğü, bağımsızlığı, emeği, demokrasiyi ve barışı savunmaya devam edecektir.

TMMOB, sevgili başkanımız Teoman Öztürk’ün de ifade ettiği şekilde, “Yüreğimizdeki insan sevgisi ve yurtseverliği baskı ve zulüm yöntemlerinin söküp atamayacağının bilinci içinde, bilimi ve tekniği emperyalizmin ve sömürgenlerin değil, emekçi halkımızın hizmetine sunmak için her çabayı güçlendirerek sürdürmek yolunda inançlı ve kararlıyız.” demeye ve bunun için mücadele etmeye devam edecektir.

Yaşasın TMMOB, yaşasın mücadelemiz.

 

TMMOB 46. OLAĞAN GENEL KURULU