TMMOB DÜNYA SU GÜNÜ SEMPOZYUMU GERÇEKLEŞTİRİLDİ

23.03.2019

TMMOB adına düzenleyiciliğini Elektrik Mühendisleri Odası, Gıda Mühendisleri Odası, Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, İnşaat Mühendisleri Odası, Jeofizik Mühendisleri Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası, Kimya Mühendisleri Odası, Makina Mühendisleri Odası, Peyzaj Mimarları Odası ve Ziraat Mühendisleri Odası’nın üstlendiği "TMMOB Dünya Su Günü Sempozyumu" 23 Mart 2019 tarihinde TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Teoman Öztürk Salonu'nda gerçekleştirildi.

Yaklaşık iki yüz kişinin katıldığı sempozyum "Susuz Yaz" filminden bir kesitin gösterimi ile başladı. TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz'ın açılış konuşması ardından çağrılı sunumlardan oluşan iki oturum ve bir panel gerçekleştirildi.

“Su Yönetimi” üzerine Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Özden Güngör’ün moderatörlüğündeki ilk oturumda; Su ve Politika üzerine TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi İsmail Küçük (Meteoroloji M.O.), Suyun Metalaşması ve Su Hakkı üzerine Arş. Gör. Dr. Nevzat Samet Baykal (Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri), İklim Değişikliği ve Su üzerine Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu (İstanbul Teknik Üniversitesi Meteoroloji Mühendisi) birer sunum gerçekleştirdiler.

İkinci oturumda Tarımsal ve Kentsel Su Politikaları kapsamında Gıda Mühendisleri Odası Başkanı Kemal Zeki Taydaş’ın moderatörlüğünde; “Tarımsal Su Politikaları” üzerine Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık ve “Kentsel Su Politikaları” üzerine İnşaat Mühendisleri Odası Su ve Enerji Yapıları Kurulu üyesi Hasan Yaşar Akyar birer sunum gerçekleştirdiler.

Kimya Mühendisleri Odası Başkanı Dr. Ali Uğurlu’nun yönettiği “Erişilir ve Güvenilir İçmesuyu Hakkı” konulu panelde Jeoloji Mühendisi Doç. Dr. Ahmet Apaydın, Çevre Mühendisi Prof. Dr. Nusret Karakaya (Abant İzzet Baysal Üniversitesi), Gıda Mühendisi Atakan Günay ve Ankara Tabip Odası adına Prof. Dr. Çağatay Güler panelist olarak birer sunum yaptılar. Son olarak panelistler Doç. Dr. Ahmet Apaydın, Prof. Dr. Nusret Karakaya, Gıda Mühendisi Atakan Günay ve Prof. Dr. Çağatay Güler katılımcıların sorularını yanıtladılar.

Sempozyumun açılışında TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz şöyle konuştu:

Değerli Oda Başkanlarım, Değerli Meslektaşlarım, Değerli Konuklar

TMMOB Yönetim Kurulu adına hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Birliğimiz bünyesindeki 10 odamızın TMMOB adına birlikte düzenlediği Dünya Su Günü Sempozyumu’na hepiniz hoş geldiniz.

“Su Yönetiminde Tarımsal ve Kentsel Politikalar” temasıyla hazırladığımız bu anlamlı etkinliğe emek veren tüm odalarımıza, yöneticilerimize ve elbette sempozyum boyunca görüşlerini bizimle paylaşacak bilim insanlarına birliğimiz adına teşekkür ediyorum.

Değerli Konuklar,

Yaşam suda başladı. Bugün içinde yaşadığımız bu eşsiz doğa içinde gördüğümüz tüm canlılığı suyun varlığına borçluyuz. Varlığımızı suya borçlu olduğumuz gibi, canlılığın devamını da suya borçluyuz.

O nedenle su doğanın ve doğada yaşayan tüm canlıların ortak varlığıdır. Doğayı ve doğada yaşayanları herhangi bir gerekçeyle sudan mahrum etmek asla kabul edilemez. Suyun korunması ve adil paylaşımı evrensel bir yaşam ilkesidir.

Bu hayati önemine rağmen giderek artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli su kaynağının bulunmaması, dünyayı bekleyen en önemli sorunlardan birisi.

Küresel ısınma ve  buna bağlı olan iklim değişiklikleri ile giderek artan kuraklık, endüstriyel atıkların yarattığı kirlilik, gerekli çevresel önlemlerin alınmaması,  bilinçsiz tüketim gibi nedenlerle yenilenebilir su kaynaklarımız yıldan yıla azalıyor. 

Suyun ticari bir meta haline dönüştürülerek şirketlere tahsis edilmesi ile insanların ve diğer canlıların suya erişimi sınırlandırılıyor. Toplumsal ihtiyaçları gözetmeyen, bütüncül bir planlamaya dayanmayan, teknik ve çevresel gereklilikleri gözardı eden irili ufaklı  hidroelektrik santrallerle nehir yatakları değiştiriliyor.  Bu durum hem insanlık hem de doğa için yaşamsal tehditler ortaya çıkarıyor.

Bu süreci ülkemizde de yoğun biçimde deneyimliyoruz. Bir yandan doğal kaynaklar ve hatta yer altı suları ticari işletmelere satılıp içme suyu tümüyle ticari bir meta haline getirilirken, diğer yandan da doğanın can damarları olan nehirler üzerine kurulan HES’ler ve Barajlarla doğal hayata telafisi imkansız zararlar veriliyor.

16 yıllık AKP iktidarı döneminde yapılan 262 baraj ve 428 HES, üzerinde kuruldukları nehirlerin zenginliklerinin doğa ve insanlarla paylaşılması yerine, elektrik şirketlerinin kasasına akmasına neden olmuştur. Yüzlerce dere kurutulurken, tarihi mekanlar ve tarım arazileri de sular altında bırakılmıştır.

Suyun doğal akışına müdahale etmek, akarsuları bilinçsiz biçimde kullanmak sadece su yataklarını değil, bu suların biriktiği göllerimizi de kurutmaktadır. Eğirdir, Burdur, Salda gibi göller başta olmak üzere Göller Bölgesi tümüyle kuruma tehlikesiyle yüz yüzedir.

Çocukluğumuzda kitapların arkasında gördüğümüz Türkiye haritasında bulunan o güzelim göller birer birer yok olmaktadır. Kentlerde ve tarım alanlarındaki bilinçsiz su tüketimi Türkiye’nin coğrafyasını, haritasını değiştirmektedir.

Ülkemizdeki suları kullanılmaz hale getiren bir diğer önemli etken de kirliliktir. Özellikle sanayi tesislerinin bulunduğu kentlerimizdeki su kaynakları hızla kirlenmektedir. Kentsel ve sınai atıkların arıtılmadan nehirlere ve denizlere karıştırılması sadece su kaynaklarını ve doğayı değil, insan hayatını da olumsuz etkilemektedir.

Konu açılmışken ismini anmadan geçemeyeceğim, biliyorsunuz Gıda Mühendisleri Odası üyemiz, Akdeniz Üniversitesinden KHK ile ihraç edilen akademisyen Bülent Şık, Ergene Nehrindeki kirliliğin boyutlarını ve insanlara etkilerini açıkladığı için 21 yıl hapis istemiyle yargılanıyor. Kendisini hepinizin huzurunda selamlıyorum ve daima yanında olacağımızı bir kez daha ifade ediyorum.

TMMOB olarak bizler yıllardan beri ülkemizdeki su kaynaklarını korunması, bilinçsiz su tüketiminin önüne geçilmesi, atık suların arıtılarak yeniden kullanılabilir hale getirilmesi, doğal yaşamı tehdit eden HES’lerin durdurulması ve hepsinden önemlisi de suyun ticarileştirilerek bir rant aracı haline getirilmemesi için mücadele ediyoruz. Bu mücadelemiz kimi zaman açtığımız davalar yoluyla, kimi zaman yerellerdeki platformlar aracılığıyla, kimi zaman da bugünkü gibi bilimsel sempozyum ve raporlarla oluyor. Bu mücadelenin parçası olan tüm arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.

Değerli Konuklar,

Biliyorsunuz su kullanımı konusunun önemli bir ayağını da yerel yönetimler oluşturuyor. Kentlerde yaşayan yurttaşların temiz suya ulaşımı, atık suların sağlık biçimde tahliyesi ve arıtımı gibi konular yerel yönetimlerin en önemli sorumlulukları arasında yer alıyor. Bununla birlikte yerel seçimlere 1 hafta kala gözlemliyoruz ki artık hiçbir aday belediyelerin alt yapı sorunlarının çözümleri için projelerle ilgilenmiyor. Seçim süreci, yerel adayların projelerinden çok, merkezi siyasal ittifaklar tarafından belirlenen ve yönlendirilen bir kampanya süreciyle yürütülüyor.

Siyasetin gündeminde 31 Mart’ta gerçekleştirilecek yerel seçimler, halkın gündeminde ise varlığını her geçen gün daha fazla hissettiren ekonomik kriz, ekonomik durgunluk var.

İcra takip dosyalarından, iflaslardan, intihar vakalarından da açıkça görüldüğü üzere yoksulluk ve yoksunluk had safhadadır.

2018’in son çeyreğinde % 3 küçülen ülke ekonomisinde 2019'un "kriz yılı" olacağı, ekonomik küçülmeye bağlı olarak işsizliğin, hayat pahalılığının ve yoksulluğun artacağını görmek için kahin olmaya gerek yok.

Ekonomik büyümede sert düşüş, yüksek enflasyon, durma noktasına gelen yatırımlar ve yüzde 13’ü aşan işsizlik “beka” söylemiyle göz ardı edilmeye çalışıyor.

Evet, yerel seçimlere kriz koşulları altında gidiyoruz. Fakat bu krizi sadece ekonomik krize indirgememek gerekiyor. Çünkü Türkiye aslında, derin bir yönetim krizi, derin bir siyasal kriz yaşıyor.

Bu kriz ekonomik krizin patlak vermesinden çok önceleri başladı ve hala sürüyor.

Bu derin krizin nedeni ülkemizde yıllardır adım adım gerçekleştirilen düzenleme ve uygulamalarla Anayasal Demokrasinin ortadan kaldırılması, halk egemenliği yerine kişi ve parti hakimiyetine dayalı otoriter bir rejim inşa edilmesidir.

Yargının neredeyse tamamen yürütmenin tahakkümü altına alınması ve siyasallaştırılmasıdır. Parlamentonun etkisizleştirilerek iktidar üzerindeki denge ve fren mekanizmalarının yok edilmesidir.

Keyfilik, hukuk dışılık, kayırmacılık ve toplumun rızasını devlet gücünün kullanımıyla sağlamaya dayalı, dini ve milliyetçiliği, kendine kalkan edinen bu totaliter yönelim şekli, her geçen gün toplumu birbirine karşı daha da saflaşmakta, hukuka ve adalete olan güven daha da azalmaktadır.

Değerli Konuklar,

Türkiye’nin içinden geçtiği krizin bir diğer boyutu da yerel yönetimlerde yaşanmaktadır.

Bugün ülkemizin güneydoğusunda bulunan 102 belediyenin 94’ünde seçilmiş belediye başkanları görevden alınarak yerlerine “kayyum”lar atanmış durumdadır.

Yine iktidar partisi metal yorgunluğu gerekçesiyle, aralarında İstanbul, Ankara ve Bursa gibi metropollerin de bulunduğu 7 ilde kendi seçilmiş belediye başkanlarını istifaya zorlamıştır.

Yani, bugün Türkiye nüfusunun %40’ı, seçimle iş başına gelmemiş, doğrudan iktidar tarafından atanmış isimler tarafından yönetilmektedir.

Bu uygulamanın demokrasiyle bağdaşır bir yanı bulunmamaktadır.

İçinden geçtiğimiz derin kriz ortamı, 31 Mart 2019 tarihinde gerçekleştirilecek olan Yerel Seçimlerinin siyasal önemini de artırıyor.

İktidar bloku bu seçimlerin siyasal önemini bildiği için, yaşanan krizi derinleştirmek pahasına kapsayıcılık yerine ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı bir dil kullanmaya devam ediyor.

Bugüne kadar olduğu gibi bu seçimleri de yerel yönetim politikalarıyla değil, yürütmeyi elde tutmanın avantajlarıyla ve tehdidiyle kazanmak istiyor.

İktidar yerel yönetimleri ve kent politikalarını tartışma dışında bırakmak için büyük gayret gösterse de TMMOB olarak bizler nasıl bir yerel yönetim istediğimizi yayınladığımız broşür ile kamuoyuyla paylaştık. Denizli, Adana ve Muğla’da yaptığımız Kent Sempozyumlarıyla, yerel yönetim anlayışımızı kentler özelinde somutlaştıran çalışmalar yaptık. Bu çalışmalarımıza devam edeceğiz. Kentlerimizin katılımcı ve demokratik bir anlayışla, kamucu politikalar ışığında yönetilmesi için çaba harcayacağız.

31 Mart’taki seçimlerde sandıklara sahip çıkarak, halkın iradesinin sandıklara yansımasını sağlayacağız.

Değerli Konuklar, Sevgili Arkadaşlar

Konuşmamın başında suyun tüm canlıların ortak ihtiyacı ve sorunu olduğunu söylemiştim. Bu özelliğiyle Birliğimize bağlı pek çok odamızın da bir biçimiyle çalışma alanına giriyor. Bu sempozyumu 10 odamızın ortak çalışmasıyla hazırladık. 10 odamızın uyum içinde çalışarak hazırladığı sempozyumun ülkemizde giderek büyüyen su sorununa ilişkin yeni ve yaratıcı fikirler ortaya çıkaracağına, halkın ve doğanın çıkarına su politikalarının oluşturulmasına hizmet edeceğine inanıyorum.

Sempozyumun başarılı geçmesini diliyor ve hepinizi sevgi, saygı ve dostlukla selamlıyorum.