TMMOB MADEN MO 48. DÖNEM OLAĞAN GENEL KURULU SONUÇ BİLDİRGESİ YAYIMLANDI

31.03.2022

TMMOB Maden Mühendisleri Odası'nın 26-27 Şubat 2022 tarihleri arasında gerçekleştirdiği 48. Olağan Genel Kurulu'nun Sonuç Bildirgesi yayımlandı.

 

MADEN MÜHENDİSLERİ ODASI  48. DÖNEM OLAĞAN GENEL KURULU
SONUÇ BİLDİRGESİ

TMMOB Maden Mühendisleri Odası 48. Dönem Olağan Genel Kurulu 26 Şubat 2022 tarihinde Ankara`da toplanmıştır. Kaybettiğimiz değerlerimiz nedeniyle buruk bir coşku  içerisinde gerçekleştirilen toplantıya, 433  delegenin yanı sıra çok sayıda siyasi parti, emek ve meslek örgütünün yanında kitle örgütü temsilcisi katılmıştır. Genel Kurulumuz, dünya ve ülke gündemine ilişkin gelişmeleri değerlendirerek aşağıdaki görüş ve önerilerin kamuoyu ile paylaşılmasını kararlaştırmıştır.

2019 yılı sonunda Çin’de patlak veren ve kısa sürede tüm dünyaya yayılan Covid 19 pandemisi, geçtiğimiz iki sene boyunca tüm dünyada sosyal, kültürel, ekonomik ve politik/ siyasi bir çok etki yaratmıştır. Eve kapanmaların ve izolasyonların yarattığı sosyal ve kültürel etkilerle, tüm toplumların bir takım alışkanlıkları değiştirmiş, büyük endüstriyel kuruluşlar, kısa süreli yaşadıkları etkiye rağmen üretimlerine devam edebilirken; orta ve küçük çaplı işletmeler bu ortamdan ciddi anlamda etkilenmiştir. Gelişmiş kapitalist ülkeler, bu etkileri bir miktar sübvanse etseler de, Türkiye gibi kapitalist gelişimini tamamlayamamış ülkeler ve gelişmemiş ülkelerin halkları bu durumdan çok daha derin bir şekilde etkilendiler. Bu süreç global ölçekte emtia fiyatlarının artmasına; emtia fiyatlarının artması doğrudan hammadde, ulaşım, üretim maaliyetleri gibi kalemlerin katmerlenerek artmasına yol açtı.

Pandemi öncesi, Rusya ve Çin’in başını çektiği ülkeler, Batı Kapitalizmi olarak tanımlanabilecek ABD- AB ile sıkı rekabet halindeydi. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da paylaşım savaşı had safhada idi. Pandeminin etkilerinin görece azaldığı bu günlerde, bu savaşta yeni cepheler açıldığını, Ukrayna emperyalist bir işgalle karşı karşıya kaldığınız görüyoruz. Yanı başımızda yaşanacak olası bir savaş, hem taraf olunma riski nedeniyle, hem de coğrafi yakınlık nedeniyle Ülkemizi derinden etkileyecek bu süreçte, zaten yoksulluk ve çaresizlik içerinde sıkıştırılmış geniş halk kesimleri büyük zarar görecektir. İçinde bulunduğumuz bu savaş ikliminde savaş karşıtlığının önemi daha da artmıştır.

Ülkemizde yaşanan durum dünya ölçeğinde yaşanandan farklı değildir. Son siyasi göstergeler değerlendirildiğinde, 21 Yıllık AKP iktidarı artan ekonomik ve siyasi sorunlar nedeniyle yönetme kapasitesini yitirmiş, elinde kalan tek yönetme aracı olan baskı ve şiddet uygulamalarına yönelmiştir. Özellikle “Barış süreci” sonlandırıldıktan sonra toplumsal desteği ve yönetme kapasitesi azalmaya başlayan AKP, mevcut anayasa hükümlerini de çiğneyerek iktidarını ne pahasına olursa olsun sürdürme gayreti içerisine girmiştir. 19-25 Aralık sürecinde ittifak halinde olduğu Fetullah Gülen cemaati ile iktidar ve çıkar çatışmasına giren AKP, 15 Temmuz Darbe Girişimini fırsata çevirdi. Cemaat kadrolarını devlet yapısından temizleme çabası içerisine giren AKP, önce MHP nezdinde geçmişin derin devleti ile ittifak kurmuştur. Bu tarihten itibaren, ancak askeri darbelerde görülebilecek ölçüde hukuku yok sayan AKP iktidarı, şiddeti temel yöntem olarak uygulamaya koymuştur. Geçmişte işkenceye sıfır tolerans, 1 Mayısın Taksim’de kutlanması, “faili meçhul” olarak adlandırılan siyasi cinayetlere son verilmesi, ifade özgürlüğünün genişletilmesi gibi bir çok alanda görülen demokratik açılımlardan vazgeçilerek, anti-demokratik uygulamalara geri dönülmüştür. İşkence, polis şiddeti, millet vekillerinin vekilliklerinin düşürülerek hapis cezaları verilmesi ve seçilmiş belediyelere kayyum atanması gibi birçok faşizan uygulama yürürlüğe sokulmuştur. AKP, sallanan iktidarını sürdürmek için bir yandan yetkileri tek elde toplayarak militarist güçlerini artırmış, yargıyı emir ve komutasına almıştır. Bu da baskı ve şiddet rejimini tırmandırmış, diğer taraftan bütün ahlaki değerleri yok sayarak ekonomik alanda yolsuzluğu, rüşveti, talanı ve rant ilişkilerini sürdürerek yandaşlarını ihya etmeye  devam etmiştir.

Ülkemizde 24 Ocak kararlarıyla yıllardır uygulanmakta olan neo- liberal politikalar nedeniyle üretmek yerine, ithal etmek benimsenmiştir. Ekonomimiz, tümüyle dış borçlanmaya bağımlı hale getirilmiş kamusal kaynaklar özelleştirmeler yoluyla tüketilerek kırılganlaştırılmış ve yandaş sermaye kesimlerine dağıtılan rant odaklı projeler nedeniyle büyük bir kaynak israfı yaşanmıştır. Bunun sonucunda birbiri ardına ekonomik krizler ortaya çıkmıştır.

Ülkemizde, ithalat ile ihracat arasındaki farkın giderek açılması ve tüm sektörlerin dış borçların sürdürülebilirliğinin kalmamasıyla ortaya çıkan kur krizi ekonomimizi derin bir krizin içerisine sürüklemiştir. Döviz kurlarında yaşanan dalgalanma ve küresel çapta emtia fiyatlarındaki artış, üretim maliyetlerinin artmasına ve çarkların durma noktasına gelmesine neden olmuştur. Siyasi iktidar, sorunun kaynağını ortadan kaldıracak çözümler bulmak yerine, tüketimi teşvik eden para politikaları izleyerek ateşe adeta benzin dökmüş ve krizin her alana sıçramasına neden olmuştur.

Siyasi iktidarın güdümünde olmasına rağmen görevden alınan TÜİK Başkanının açıkladığı enflasyon rakamları, reel enflasyonun çok gerisinde kalmıştır. Açıklanan enflasyona göre belirlenen ücret artışlarıyla da emekçi halklarımız topyekûn bir yoksullaşma yaşamaktadır. Başta ithal mallar olmak üzere pek çok ihtiyaç maddesi, adeta birer lüks haline dönüşmüştür.

Bu ekonomik dar boğaz içerisinde, toplumun diğer kesimleri gibi maden mühendisleri de boğulmaktadır. Kimi işletmeler TÜİK tarafından açılanan %36’ lık enflasyona göre ücret zamlarını düzenlerken, çoğu işletmenin yıllık ücret artışları bu miktarın çok altında kalmıştır. Bazı bağımsız kuruluşlarca açıklanan %100’lerin üzerindeki enflasyon oranları dikkate alındığında, görece iyi ekonomik şartlarda çalışan meslektaşlarımızın dahi yaşam koşulları ciddi anlamda kötüleşmiştir. 2021 yılında yapılan üye profil anketi verilerine göre, meslektaşlarımızın yaklaşık %25’lik bir kısmı TMMOB asgari ücretinin altında çalıştırılmakta olup; bunun %4,5’i asgari ücretin de altında çalışmaktadır.

Yine üye profil anketi verilerine göre, meslektaşlarımızın çalışma koşullarının da giderek kötüleştiği anlaşılmaktadır.  Meslektaşlarımızın %59,7 si ulaşım imkanlarının yetersizliğinden; %57,5’i beslenme olanaklarının yetersizliğinden; %48,2’si işyeri hijyeninden; %42,4’ü uzun ve zor çalışma koşullarından hoşnut olmadıklarını belirtmişlerdir. Bunlar en çarpıcı olan başlıklardır. Meslektaşlarımızın %36,6’sı haftalık 45 saatten daha çok çalıştırılmaktadır. Ayrıca, meslektaşlarımızın %45,6’sı iş güvencesinden yoksun olup; bir şekilde işten atılma kaygısı yaşamaktadır. Bu bağlamda meslektaşlarımızın sorunlarına dönük yapacağımız çalışmalarda üyelerimizin ekonomik ve demokratik taleplerine sahip çıkacağımızdan kimsenin kuşkusu olmasın.

Ülkemizde yaşananlar tek adam rejiminin çöktüğünü ortaya koymaktadır. Tek adam rejimi, başarısızlığını halkı tehdit ederek, en temel demokratik hak ve özgürlükleri yok sayarak, toplumsal muhalefeti şiddetle sindirerek örtbas etmeye çalışmaktadır. Geldiğimiz noktada tek adam rejimi halkın desteğiyle değil, halka yönelik baskı ve zorbalıkla ayakta durmaktadır. Tek adam rejimi; anayasayı çiğneyerek, kanunları yok sayarak, parlamentoyu askıya alarak, yargı organlarını kendine bağlayarak, medyayı teslim alarak, gündelik yaşamı kriminalize ederek, toplumu kutuplaştırarak ülkenin huzurunu ve geleceğini tehdit etmektedir.

İktidar, toplumun temel taleplerinden biri olan iç barışın sağlanması, Kürt sorunun demokratik ve barışçı bir yöntemle çözülmesi yerine, çatışma ve savaşa yönelmiş, askeri ve polisiye tedbirlerle Kürt halkının demokratik taleplerini bastırmış, seçilmiş vekillerin vekilliklerini düşürmekle kalmayarak hukuksuzca ceza evlerine göndermiş ve seçilmiş belediye başkanları yerine kayyumlar atayarak anayasal suç işlemiştir. Kürt sorunu, demokratik ve barışçıl bir yöntemle çözülmeden, ülkemizde hukuka saygılı, özgürlükçü ve demokratik bir düzen kurma şansı bulunmamaktadır

Siyasal iktidarın körüklediği kin ve nefret, ne yazık ki toplumun tüm kesimlerine sirayet etmiş ve ülkemiz kadın cinayetleriyle, çocuk tecavüzleriyle anılır olmuştur. Kadınlar, toplumsal yaşamda ve iş yaşamında; negatif ayrımcılığa, adaletsiz ve cinsiyetçi iş bölümüne, istihdam ve fırsat eşitsizliğine, yok sayılmaya, fiziksel ve ruhsal her türlü şiddete, mobinge, tacize ve tecavüze maruz kalmaktadır. Hemen her gün kadınlarımız; kocaları, abileri, babaları, sevgilileri adı altında bir erkek tarafından öldürülmektedir. Kadınların kurtuluşunun, kendi sorunları üzerinden yine kendileri tarafından verilen mücadelenin, ülkenin demokratikleşmesi için verilen mücadele ile birleştirilmesiyle sağlanacağına olan inancımız tamdır.

Ülkemiz bu halde iken, İktidarın kadınlarımızın kazanılmış hakkı olan İstanbul Sözleşmesinden çekilmiş olunması kabul edilemez bir durumdur. Üstelik bu süreç yasal prosedürlere aykırı bir biçimde yaşanmış, idari ve hukuki bir suç işlenmiştir. İstanbul Sözleşmesinden imza çekenleri, kadınlara, çocuklara ve tüm canlılara yapılan cinsel istismar, tecavüz ve her türlü sapkınlığı kınıyoruz ve “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” diyoruz.

Çocuklara yapılan cinsel istismar, tecavüz ve her türlü sapkınlıklar da her geçen gün artarak devam etmektedir. Çocuk istismarı haberleri neredeyse herkesçe kanıksanır olmuştur. Bu sapkınlıkların bir nedeni de şüphesiz ki yeni eğitim sistemidir. Laik ve çağdaş bilimsel eğitim sisteminden uzaklaşılması her türlü sapkınlığın önünü açmaktadır. Çocukların cinsel istismara uğramasının önüne geçilmeli, mağduriyetleri bir an önce giderilmelidir.

12 Eylül Askeri Faşist Darbesi ile kurulan YÖK, Türkiye’de yüksek öğrenim sistemini çürüten sürecin başlangıcıdır. Bilimden ve eşit eğitim hakkı ilkesinden uzaklaştırılan üniversiteler, sermayeleşmenin ve piyasalaşmanın üretim merkezi haline gelmiştir. Yetiştirdiği öğrencilere rakip haline gelen akademisyenler, akademileri sermayenin Ar-Ge laboratuvarlarına çevirmişlerdir. Üniversitelerde, YÖK ile emperyalistlerce başlatılan dönüşüm, AKP iktidarı döneminde büyük ölçüde tamamlanmış ve üniversiteler kapitalist medreselere dönüştürülmüştür. Özellikle, AKP iktidarının ustalık döneminin üniversitelerdeki karşılığı kayyum rektörlerle taçlandırılmıştır. Bu bağlamda genel kurulumuz, “Boğaziçi Direnişi’ni” selamlar!

AKP iktidarı döneminde ilk, orta ve lise eğitim- öğretiminde de ciddi dönüşümler meydana gelmiştir. Ucube 4+4+4 eğitim sistemi ile başlatılan süreç; nitelikli eğitim veren okulların bir bir imam hatip liselerine dönüştürülmesi ile sonlanmıştır. Veliler, çocuklarını imam yetiştiren okullara ya da özel okullara göndermek arasında tercihe zorlanmaktadır. İlkokuldan üniversiteye kadar ülke eğitim ve öğretim sisteminin altı dinamitlenmiştir. 

Yaşadığımız yüzyılda ülkeler artık topla tüfekle değil ekonomik faaliyetlerle işgal altına alınmakta, ülke ekonomileri bağımsızlığını kaybetmektedir. Ülke, siyasal ve ekonomik alanda bağımsızlığını kaybettiğinde ise tüm ekonomik faaliyetler sömürge faaliyetleri olacağı için ülke madenciliği de sömürge madenciliğine dönüşür. Bu minvalde tüm metal madenlerimiz, doğal taşlarımız, endüstriyel hammaddelerimiz ham ya da yarı mamül madde olarak yurt dışına ihraç edilmekte, uç ürün olarak tekrar ülkemize ithal edilmektedir. Eğer yeraltı kaynaklarımızı ülke sanayisine hammadde olarak kullanıma açamıyorsak, ülke içerisinde uç ürüne dönüştüremiyorsak ve entegre sanayi tesislerinde kullanamıyorsak yapılan madencilik sömürge madenciliğidir. Ülkemizde sömürge madenciliğinin sona ermesi için ulusal sanayimizin montaj sanayiinden kurtularak, madenlerimizin hammadde olarak kullanıldığı teknolojik yönden gelişmiş sanayiye evrilmesi gerekmektedir.

Siyasi iktidarın yaşamın her alanındaki yolsuzluğa, rüşvete ve talana dayalı yönetim anlayışı, içerisinde bulunduğumuz ekonomik sorunlar ve koşullar nedeniyle lokomotif güç olması gereken madencilik sektörü işletme izinleri alamamakta, üretim yapamamakta ve nedensiz yere ekonomik krizlere girmektedir. Madencilik sektörü yaşadığı ekonomik sorunlara ek olarak yine iktidarın rantçı politikaları nedeniyle toplumun tüm kesimleriyle sorunlar yaşamaktadır. Toplumsal muhalefet, agrega üretiminden mermer üretimine, kömür üretiminden, metal maden üretimine kadar sektörün tüm alanlarına itiraz eder hale gelmiştir. Toplumsal muhalefetin tüm talepleri anlamlıdır ve değerlidir. Bu nedenle doğru bilgi ile desteklenmesi ve yaşamın her alanında güçlendirilmesi gereklidir. Ancak siyasi iktidarın kullandığı şiddet ve kendinden olmayanı, kendi gibi düşünmeyeni ihanet ile suçlaması toplumun tüm kesimlerine yansımış ve bilimsel konular bile tartışılamaz hale gelmiş, insanlar birbirini ihanet ile suçlamaya başlamışlardır.

En genel tanımlamayla, bir ülkenin maden mevzuatı, o ülkenin madencilik politikasının bir ifadesidir. Ülkenin tarihsel arka planı, gelişmişlik düzeyi, yasal gelenekleri, mineral kaynaklarının zenginliği ya da çeşitliliği ve ülkenin kamu ya da özel sektör yatırımları arasındaki tercihi gibi hususlar maden kanunlarının genel çerçevesini şekillendirir. Maden yasaları, sadece sektörün yasal çerçevede düzenlenmesine ilişkin bir metin değil, aynı zamanda bulunduğu ülkenin maden kaynaklarının geliştirilmesine yönelik bir politika aracıdır.

Bir ülkenin, madencilik politikası, maden kaynaklarını geliştirmek amacıyla kullanacağı stratejik yönü tanımlamakta ve maden mevzuatının oluşturulmasına temel teşkil etmektedir. Bu nedenle ülkemizin acilen ulusal çıkarları önemseyen maden kanununa ihtiyacı vardır. Ancak ne yazık ki, ülkemizde bütünleşik bir maden politikası olmadığı gibi; politika niteliğinde olacak “Maden Kanunu” düzenlemelerinde toplumun tüm kesimlerinin onayı da yoktur.

Madencilik sektörünün en önemli sorunu olan maden mevzuatı ile İSG mevzuatı ne yazık ki politikasızlık ve plansızlık nedeniyle çökmüş durumdadır. AKP iktidarı döneminde kanun ve yönetmeliklerde yapılan düzenlemelerin sayısını ve içeriklerini mevzuatı hazırlayanlar dahi bilmemektedir. Bu nedenledir ki 1985 yılında yayınlanan 3213 sayılı Maden Kanunu’nda 2004 yılından itibaren yapılan değişiklikler hiçbir sorunu çözemediği gibi, sorunların daha da artmasına neden olmuştur.

Bütün bu tespitlerin ve değerlendirmelerin ışığında, Genel Kurulumuz;

  • Toplumun bütün ilerici kesimleriyle dayanışma ve işbirliği içinde; demokrasi, özgürlük, barış, bir arada yaşam, everensel hukuk ve insanlık onuru için mücadeleyi sürdürecektir.
  • İnsani ve toplumsal değerlerin öncelendiği, kamu çıkarlarının bireysel çıkarların üzerinde tutulduğu, paylaşımcı, dayanışmacı, eşitlikçi ve toplumcu politikaları savunmaya devam edecektir.
  • Özgür, bağımsız ve barış içinde demokratik bir Türkiye mücadelesini sürdürecek, içeride ve dışarıda barışı talep edecektir. Güvenlikçi politikalar yerine eşit ve özgür olarak bir arada yaşama koşullarının oluşturulması gereğini savunacaktır.
  • Üreten, sanayileşen, istihdam yaratan, emekçilerin ve kamunun çıkarlarını gözeten bir düzen için mücadele edecektir.
  • Evrensel hukuku, hukukun üstünlüğünü, bağımsız ve tarafsız yargıyı talep etmeye devam edecektir.
  • Toplumsal gerekliliklere ve evrensel hukuka uygun, herkesin ücretsiz bir şekilde erişebileceği, bilimsel, laik ve ana dilde eğitim sistemini savunacaktır.
  • Şiddete, kadın cinayetlerine, taciz ve tecavüzler ile her türlü toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve nefret söylemine karşı duracaktır.
  • Çocuk istismarı, tecavüzleri ve çocuklara yönelik her türlü sapkınlığın karşısında duracak; toplumun her kesminden çocuğun eşit ve bilimsel normlara uygun eğitim alma hakkını savunacaktır.
  • İnsana ve emeğe, kültürel kimliklere, kültürel mirasa sahip çıkan ve kamu yararını öncelikli olarak göz önünde bulunduran bir madencilik anlayışını savunacaktır.
  • Ekonomik kalkınmaya ve yoksulluğun azaltılarak gelir dağılımının düzeltilmesini hedefleyen, fayda ve maliyetin topluma adil bir şekilde dağıtıldığı bir madencilikten yana olacaktır.
  • Başta maden mühendisleri olmak üzere tüm çalışanlar için insan onuruna yaraşır bir ücret ve çalışma ortamı sağlanması mücadelesine devam edecektir.
  • Kaynakların, gelecek nesillerin mahrumiyetine yol açmayacak şekilde tüketildiği, ülke sanayi sektörlerini hedefleyen, yurt dışına satılarak döviz elde etmeyi değil, yerli sanayiye düşük maliyette ve kaliteli girdi sağlamayı hedefleyen bir madencilik için mücadele edecektir.
  • Kararlarda yöre halkının da demokratik katılımının sağlandığı, doğal kaynakların verimli kullanımının temin edildiği, her aşamasında en yüksek iş sağlığı ve güvenliği standartlarının sağlandığı bir madenciliği savunacaktır.

TMMOB Maden Mühendisleri Odası 48. Olağan Genel Kurul delegeleri olarak, bütün bu tespit, talep ve önerilerimizle birlikte, yaşanan tüm olumsuzluklara karşın önümüzdeki döneme umutla baktığımızı; barış, eşitlik, özgürlük ve toplumsal refah için mücadele edeceğimizi; çocuklarımız, toplumumuz, geleceğimiz ve tüm insanlık için üzerimize düşen bütün görev ve sorumlulukları gücümüz yettiğince yerine getirme çabası içersinde olacağımızı tüm demokratik kamouoyuna ilan ediyoruz.

Saygılarımızla,

TMMOB MADEN MÜHENDİSLERİ ODASI

48. OLAĞAN GENEL KURULU