MÜHENDİSLERİN, MİMARLARIN, ŞEHİR PLANCILARININ DEMOKRASİ MÜCADELESİ DİNMEDEN SÜRECEK

03.07.2018

24 Haziran'da gerçekleştirilen Cumhurbaşkanı Seçimleri ve önümüzdeki sürece ilişkin TMMOB Yönetim Kurulu tarafından 3 Temmuz 2018 tarihinde bir basın açıklaması gerçekleştirildi.

MÜHENDİSLERİN, MİMARLARIN, ŞEHİR PLANCILARININ DEMOKRASİ MÜCADELESİ DİNMEDEN SÜRECEK

16 Nisan 2017 Anayasa değişikliği referandumunun devamı ve tamamlayıcısı olarak kurgulanan 24 Haziran seçimleri tek kişi egemenliğinin kurumsallaşmasının son halkası olarak gündeme gelmiştir.

Fiili uygulamalarla adım adım gerçekleştirilen rejim değişikliğine ve Anayasal düzen değişimine son nokta konulmuştur.

Bilinmesini isteriz ki, ülkemizin siyasi sisteminin/rejiminin, kamu idari yapısının ve ekonomisinin nasıl örgütlenip yönlendirileceği tüm toplumsal kesimler gibi biz mühendis, mimar ve şehir plancılarının bugünü ve geleceği açısından hayati önemi haizdir.

16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleştirilen Anayasa değişikliği ve bu değişikliklerin yürürlüğe girdiği 24 Haziran seçimleri, kamu idari yapısının tepeden tırnağa değiştirdiği için, meslek uygulama alanlarımızı ve örgütümüz TMMOB’yi doğrudan ilgilendirmektedir.

Kamusal kaynak ve varlıkların ülkemiz ve halk yararına kullanımı ile meslek alanlarımız ve özerk mesleki örgütlülüğümüzün korunması ancak demokrasiyle, sosyal hukuk devletiyle, kamusal hizmet ve denetim perspektifinin benimsenmesiyle mümkündür. Demokrasi, sosyal hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ve kamu yararı bizlerin varlık koşuludur.

Bu nedenle yaşadığımız seçim süreci ve sonuçlarına dair değerlendirmemizi, 45. Olağan Genel Kurulumuzun kararları doğrultusunda üyelerimiz ve kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz.

SEÇİMLERİN MEŞRUİYET SORUNU BULUNMAKTADIR

24 Haziran Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimleri, sonuçları itibarıyla, 16 Nisan Anayasa değişikliği referandumu ile birlikte, Türkiye tarihinin en önemli seçimleri olmuştur. Çünkü bu referandum ve seçimlerin ilan edilen sonuçları ile Türkiye, yaklaşık 150 yıllık Anayasa ve hukuk devleti yönündeki kazanımlarından ve parlamenter demokrasiden tam bir kopuş yaşamıştır.

24 Haziran seçimleri üzerine ilk söylenmesi gereken, seçimlerin olağan ve olması gereken koşullarda yapılmadığıdır.

Seçimlere karar veriliş zamanı ile yapılışı arasındaki süre aşırı ölçüde kısa olmuştur. İktidara antidemokratik avantajlar sağlayan OHAL koşulları, Doğu ve Güneydoğu’da devlet güçlerinin iktidar partisinin kolluk gücü olarak görev yapması, medyanın tam boy iktidarın hizmetinde oluşu, tüm devlet olanaklarının kullanılması, YSK ve seçimlerle ilgili diğer kurumsal yapıların iktidarın hizmetinde oluşu ve seçimlerle ilgili yasalarda yapılan antidemokratik değişiklikler söz konusudur.

Seçim sonuçlarının resmi kurumlar ve ilgili taraflar tarafından teyit edilerek duyurulmak yerine iktidarın talimatlarıyla yönetilen bir ajans tarafından duyurulması seçim sonuçlarının güvenilirliğini tümüyle sorunlu hale getirmektedir.

Saymakla bitmeyecek bu vb. eşitsizlik, adaletsizlik ve kayırmacılık, seçimlerin demokratik meşruiyetini ortadan kaldırmıştır.

1982 Anayasası %92 oranındaki kabul oyuna rağmen nasıl toplumsal bir meşruiyet oluşturamamışsa, toplumun en az yarısının onayı bulunmayan 16 Nisan Referandumu gibi bu seçimlerin ve sonuçlarının da tarih ve toplumsal vicdan nezdinde bir meşruiyeti bulunmamaktadır.

TEK ADAM-TEK PARTİ İKTİDARI KURGUSUNDAN TEK ADAM YÖNETİMİ ALTINDAKİ İTTİFAK VE KOALİSYONA GEÇİŞ

İktidarın 16 Nisan Anayasa Değişikliği Referandumundaki kurgusu, Cumhurbaşkanı ve Meclis çoğunluğunun iktidar partisinde olması idi. Ama bu kurgunun birebir gerçekleştirilemeyeceği anlaşıldığı ve iki partinin oylarında gerileme olasılığı görüldüğü için seçim kanundaki siyasi partilerin seçimlerde birbirlerini destekleyemeyeceği hükmü, seçim mevzuatında değişiklik yapılarak kaldırıldı ve bir ittifaka girilerek erken seçim kararı alındı.

Seçimler sonucunda AKP ve MHP’nin ortak adayının ilk turda seçilmesine karşın AKP’nin meclisteki çoğunluğunu kaybetmesi, AKP başkanını zorunlu bir ittifaka ya da koalisyona mahkum bırakmıştır.

Parlamenter sistemdeki koalisyonları ve hükümet-cumhurbaşkanı ilişkilerini sorunlu bir “çift başlılık” olarak lanse edenlerin geçmişlerindeki AKP-Cemaat koalisyonundan sonra AKP-MHP ittifakına ya da diğer ittifak- koalisyon seçeneklerine yönelmek zorunda kalmaları oldukça manidardır.

“İSTİKRAR” DEĞİL, EKONOMİDEKİ YIKIMI VE TOPLUMSAL HUZURSUZLUĞU PEKİŞTİRECEK BİR İKTİDAR YAPISI

Seçim sonuçları, ülkemizin içinde bulunduğu olumsuz iktisadi durum ve kriz dinamiklerini daha da pekiştiricidir.

Bütün makroekonomik göstergeler iktidarın ülke ekonomisini mahvettiğini gösterdiği gibi eşikteki büyük krizin yükünün halka yıkılacağına işaret etmektedir.

“Büyüme” rakamlarının birkaç kez revize edilmesine karşın gerçekler ortadadır. 450 milyar doları aşan dış borç ile yaklaşık 250 milyar dolar tutarında reel sektör döviz açığı bulunmaktadır. Merkez Bankası döviz rezervi çok yetersizdir. Bu durum örtbas edilmek için halkın elindeki altınlar toplanmaya, dövizler bu nedenle bozdurulmaya çalışılmakta, “vergi affı”, “varlık barışı” gibi uygulamalara tekrar tekrar başvurulmaktadır.

Döviz kurunun yükselişi ekonominin taşıyamayacağı düzeylere çıkmıştır. Kredi faizlerinin yüksekliği, yurt dışından gelen sıcak para akımlarının yavaşlama ve durma olasılığı ile parasal genişleme denizinin kuruma eğilimi ile 50 milyar doları aşan cari açık, bütçe açıkları, enflasyon ile işsizliğin çift hanelerde sabitlenmesi ve daha birçok makro gösterge iktisadi bunalım öğeleri arasında yer almaktadır. Türkiye tekrar IMF’nin veya gizli anlaşmaların eşiğine sürüklenmektedir.

Bu iktidar ülkeyi krizlerin içine sokmuştur. Kayırma, yolsuzluk ve rant ekonomisi ülkemizi ve halkımızı yoksullaştırmaktadır. Devlet, bir kişi ve çevresinin oligarşik egemenliğinde parçalanmaktadır. Kurumsal düzenlemelerin on yıllara yayılan sancılarını geçiştirmek devlet aygıtı daha fazla şiddet uygulama aracı olma özelliği kazanacaktır. Halk, birey-yurttaş-örgütlü toplum özelliklerinden arındırılıp etnik ümmetçi bir yapıya dönüştürülmeye, kutuplaştırılmaya ve rejim gereksindiğinde çatışmaya yönlendirilecektir.

SEÇİMLER VE TOTALİTER REJİM

Seçimler sonrası ilan edilen sonuçlar, toplumda güvensizliği, belirsizlikleri, kaygıları, gerilimi, çatışma dinamiklerini ve toplumsal yarılmayı artırıcıdır. Seçim öncesinde, seçim günü ve gecesinde yaşanan bazı tahammülsüzlük ve şiddet kullanımı örnekleri ile seçim gecesi kitlesel protesto olasılıklarına karşı alınan önlem ve saldırıların demokrasiyle, adil seçim ile vb. hiç ilgisi yoktur.

Sonuçlar, iktidar ittifakı lehine oy verenlerin bir kısmının niyetlerinden bağımsız olarak, demokrasiyi her yönüyle yıkıp tek kişi diktasını inşa etmeye yöneliktir. Keyfilik, hukuk dışılık, kayırmacılık ve toplumun rızasını devlet gücünün kullanımıyla sağlamaya dayalı, dini ve milliyetçiliği, Türk-İslam sentezini kendine kalkan edinen totaliter bir yönetim ve rejimin kurumsal inşasına geçiş söz konusudur. Bu rejimin temel iki dayanağından biri, bilgi ve aydınlanma kaynakları din ile engellenmiş halk kesimleri diğeri de ülkemizin yeraltı-yerüstü kaynaklarını ve halkını sömürmeye dayalı ekonomik politikalardır.

SÖMÜRÜ-BASKI YOĞUNLAŞMASI VE MÜCADELE

Önümüzdeki dönemde iktisadi bağlamda, seçimler nedeniyle halka verilenlerin kat kat fazlasıyla geri alınması, vergi artışları, zamlar, sömürü yoğunluğunun artması, ücretlerin daha fazla baskı altına alınması, kamu kaynak ve varlıklarının iktidara ve yandaş güçlerine daha fazla sunulması, dış borçlanma ve faiz ödemelerinin artması yaşanacaklar arasındadır.

Milliyetçilikleri kızıştırma, toplumun aydınlanamamış kesimlerini medya kuşatması, din ve millet bahçeleri-kıraathaneler gibi ortak mekanlarda memnun ve kontrol etmenin yanı sıra bu düzene direnen siyasal toplumsal muhalefete yönelik şiddet kullanımı ve emir kulu haline getirilmiş yargı aracılığıyla baskı uygulamaları artacaktır.

Yani gelen bir baskı rejimi, istibdat rejimidir. Ancak bu rejime asla boyun eğmeyecek, haklılığının bilincinde ve susmayacak geniş halk kitleleri de bulunmaktadır.

Özetle bütün olumsuzluklara karşın gerek 16 Nisan referandumu gerekse 24 Haziran seçim süreçleri ülkemizde demokratik duyarlılıkların geliştiğini, birbirlerinden farklı siyasi eğilimlere sahip halk kesimlerinin dayanışma içine girebileceğini, toplumun en az yarısının değişim istediğini, özgür, yasaksız, baskısız, adil ve demokratik koşullarda bir seçim yapılabilse sonuçların çok farklı olacağını göstermiştir.

Eşitlik, özgürlük, cumhuriyet, demokrasi, laiklik ve kamusal toplumsal değerlerin halkın ellerinde daha ileri mevzilerde yükselebileceğinin, barışın da ancak böylece sağlanabileceğinin ayrımına daha fazla varılacağı bir kavşaktır bu.

GÖREVİMİZ

Şimdi görevimiz, bütün baskıları göğüsleyerek ülkemizin felakete sürüklenmesinin önünü alacak bu demokratik duyarlılıkların daha da gelişmesi ve giderek ülkemizin geleceğini belirleyecek düzeye gelmesi için yılmadan çalışmaktır.

Halkımız ve ülkemizin geleceği için eşit özgür, üreten, adil paylaşan bir Türkiye için, demokrasiyi, öz/yerli kaynaklara dayalı planlama-üretim-sanayileşme ve kalkınmayı, kamusal üretim, hizmet ve denetimi bütünlüklü bir şekilde ele alan yeni bir yön gerekiyor ülkemize.

Egemenliğin bir kişide değil halkta olması gerektiği ve onu halkın demokratik katılımıyla gerçekten temsil eden kurullar ve organlarca kullanılacağını öğreten demokrasi ve hukuk öğretileri ile normlarına sahip çıkmak en önemli görevimizdir.

TMMOB bu çerçevedeki bir anayasal demokratik düzeni ve kamu yararı ile yerinden yönetime dayalı özerk mesleki demokratik yapısını savunmaya devam edecektir.

Mühendis, mimar ve şehir plancıları; çocuklarımızın, torunlarımızın, ülkemizin ve halkımızın geleceği için üzerlerine düşen sorumluluğu bundan sonra da yerine getirecek; Cumhuriyetin, demokrasinin, aydınlanma ve laikliğin, barışın ve kardeşliğin, eşitlik ve özgürlüğün ülkemizde özgürce serpilip gelişebilmesi için halkımızla birlikte mücadeleye kararlılıkla devam edecektir.

TMMOB YÖNETİM KURULU