SİNOP NGS DAVASINDA BİLİRKİŞİ KEŞFİ YAPILDI

25.04.2025

Sinop'ta kurulması planlanan Sinop Nükleer Güç Santralı için verilen "ÇED olumlu" kararına karşı açılan davada bilirkişi keşfi  24 Nisan 2025 tarihinde Sinop'ta yapıldı. Samsun İdare Mahkemesi’nin kararıyla yapılan keşfe, 15 kişilik bilirkişilerin yanı sıra Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve Türk Tabipleri Birliği (TTB), Sinop halkı, Sinop Belediye Başkanı Metin Gürbüz, Sinop Nükleer Karşıtı Platformu (NKP) üyeleri katıldı. Türkiye Barolar Birliği (TBB) ise gözlemci olarak keşifte yer aldı.

Keşfe TMMOB adına Yürütme Kurulu Üyesi Orhan Sarıaltun, Genel Sekreter Yardımcısı Eren Şahiner, Hukuk Müşavirleri Ekin Öztürk Yılmaz ve Ferhat Çelepkolu, Metalurji ve Malzeme Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı A. İrfan Türkkolu, Metalurji ve Malzeme Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Ferhat Yaşar, Elektrik Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Alaattin Ali Yolcu, Jeoloji Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Malik Bakır, davacı Oda Hukuk Müşavirleri Mehmet Horuş ile Sanem Küçükarzuman katıldı.

Keşfin ardından TMMOB Hukuk Müşaviri Ekin Öztürk Yılmaz şunları kaydetti:

"Bugün aslında çoktan bitmiş olması gereken bir dosyanın ikinci kez gerçekleştirilen keşfindeydik. Bu dava 2020 yılında açıldı ve ÇED yargılamaları ivedi yargılama usulüne tabi. Yani bu ne demek, yasa koyucu diyor ki, ‘Bu özellikli bir konudur ve hızlıca karara bağlanması gerekir ki sonradan giderilemeyecek aykırılıklar ortaya çıkmasın. Eğer hukuka aykırıysa, baştan iptal edelim herhangi bir işlem yapılmadan.’ 
Ama bu dosyada aradan beş yıl geçti. Dosya iki kez Danıştay’a gitti geldi. İlk aşamada, bilirkişi raporunda korunması gereken alanın niteliği açıkça ortaya konmuş olmasına rağmen, mahkeme sanki böyle bir rapor yokmuş gibi davanın reddine karar verdi. Sonra Danıştay, iddialarımızın karşılanmadığını belirterek bu kararı bozdu. Ayrıca, bir başka bozma gerekçesi daha vardı.
O da aslında davanın başından beri söylediğimiz gibi, bu ÇED raporunun belli bir tipteki bir firmanın tescilli bir tasarımına dayalı olarak bütün her şeyin projelenmiş olduğu ve çevresel etkilerin buna göre belirlenmiş olduğuydu. Çevresel etkiler de bütünüyle belirlenmiş değil, çok sınırlı alanda birtakım belirlemeler var. Onlar da bir şirkete ait tescilli bir tasarımına dayanıyor.
Fakat bu şirket, Japonya ile yapılan uluslararası anlaşmadan bahsediyorum, burada bağıtlanan bir proje ve bütün ÇED raporunda buna atıf yapılıyor. Projenin esaslı unsurundan lansmanına, üretilen enerjinin daha sonra nasıl satılacağından alım garantilerine kadar aslında uluslararası anlaşmayla bağıtlanan husular söz konusu. Ve Japon tarafı, Japon ve Fransız ortaklığında bu uluslararası anlaşmanın anlaşmanın bir geçerliğinin olmadığını iddia ediyorduk ilk dava açıldığından beri. Buna dayanak olarak da hem Cumhurbaşkanının ve hem de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanının beyanlarını dosyaya sunmuştuk ama mahkeme bunları görmezden geldi.
Ta ki Danıştay bunların araştırılması gerektiğine hükmederek bozma kararı verene kadar. İdare Mahkemesine dosya tekrar geldiğinde, İdare Mahkemesi bir ara karar kurdu ve anlaşmanın akıbetini sordu bu anlaşma hala yürürlülükte mi, bu proje hala yapılabilir mi diye ve birtakım cevaplar geldi. Fakat sonra birtakım cevaplar geldikten sonra, ne olduğunu anlayamadığımız şekilde, mahkeme ‘Danıştay’ın böyle bir yetkisi yok” diyerek ısrar kararı verdi ve davayı yeniden reddetti. Yani bozma kararına uyacakmış gibi yapıp sonra ısrar kararı verdi. Dosya tekrar Danıştay’a gitti. Bu kez İDDK süreci devreye girdi ama İDDK ‘Benim görevim değil’ diyerek dosyayı tekrar ilgili daireye gönderdi. Daireler arasında görev bölüşümü derken dosya bir oraya bir buraya gitti. Sonuç olarak dosyanın yeniden İdare Mahkemesine geldiği ve yeniden bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verildiği bir aşamadayız.
Tüm bu aşamalarda, projenin fiilen ortada olmadığına defalarca dikkat çekmemize ve talepte bulunmamıza rağmen, ki nitekim en sonunda ara karara gelen cevapta da kendileri de uluslararası projenin artık bir geçerliliğinin olmadığı yadsıyamamıştı ama bu kez de şöyle bi şey uydurdular: “Bu ÇED incelemesi bir basınçlı su reaktörü teknolojisine dayanıyor, başka biri gelip bu teknolojiyi kullanarak projeyi gerçekleştirebilir, çevresel etki değerlendirilmesi yapılmıştır.’ 
Bu da iki anlama geliyor: Birincisi, çevresel etki değerlendirmesi böyle yapılamaz. Çünkü yalnızca tek bir basınçlı su reaktör teknolojisi altında bile birçok farklı tip var. Mesela Atmea 1 gibi -ki bu ÇED dosyasının üstünde kurulduğu gelişmiş bir teknolojik tip- kaç döngülü olduğu, ünite sayısı ve gücü, su ihtiyacı gibi pek çok parametre değişiyor. Aynı reaktör teknolojisi içerisindeki farklı tipler arasında bile hacmi fark ediyor dolayısıyla kullanacağı soğutma suyu miktarı fark ediyor, yani deşarj edeceği su miktarı da fark ediyor. Dolayısıyla pek çok aslında çevresel etkileri değiştirecek esaslı unsurlar var ama bunlar hiç yokmuşcasına bir cevap verdi Bakanlık. Bu da aslında şunun itirafı, ‘Biz çevresel etkileri doğru dürüst değerlendirmedik, genelgeçer bir şeyler belirledik buna dayalı bir rapor hazırladık.’ Bu da aslında bizim en başında nitelikli ve gerçek anlamda bir çevresel değerlendirme yapılmadığı iddiamızın ispatı niteliğinde.
Tüm bunlar ortadayken mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı beklerdik. Çünkü yürütmeyi durdurma mekanizmasının kendisi aslında diyor ki ‘dosyada esas hakkında karar verilebilecek aşamada değilse ve başka araştırmalara ihtiyaç varsa, yürütme durdurulmalı.’ Ancak bu da reddedildi. Mahkeme bütün taleplerimizi yok saydı. keşf ve bilirkişi Ki. Şimdi zaten bu rapor geldiğinde dosya zaten esas hakkında karar verilebilir aşamada olacak. Yani yürütmeyi durdurma mekanizması bütünüyle anlamını yitirecek. Bu da aslında yargılanma hakkının çok temel bir ihlali ama mahkeme bunu görmezden geldi.
Sonuç olarak bugün keşif yapıldı. Bundan sonra gelecek bilirkişi raporuyla dosya esas hakkında karar verilebilecek aşamaya gelecek. Şu çok açık, ortada uygulanabilir bir şey yok. Çevresel etkileri değerlendirip sonra olumlu karar verilebilecek bir proje ortada yok. Bu nedenle, keşif yapılmadan bile iptal kararı verilebilir.
Bugün hocalardan da özellikle rica ettik. İncelemeyi yaparken bilimsel esaslara göre değerlendirip, ‘öngörülebilir mi?’, ‘önlem alınabilir mi?’ gibi soruları sordular. Biz de dedik ki böyle değerlendirme olmaz. Çünkü hangi önlemin, hangi etkinin ne uğruna alındığını bilmeniz gerekir. Hâlâ atıklarının ne olacağı bile belirsiz bir teknolojiden bahsediyoruz. Burası neredeyse tamamıyla korunması gereken niteliklere sahip bir alan. En faydalı şey bile olsa, bu alanın mahvolması uğruna göze alınabilir mi, asıl bunu sormalıyız. Biz bunu talep ediyoruz esas olarak.
Bir diğer konu da NDK'nin bu davaya müdahil olması. Bu gerçekten trajik. Ve aslında bu da bir itiraf. Nükleer santrali denetlemekle yükümlü bir kurumun, santrali savunan taraf olarak davaya katılması çok trajik. Bu tarafsızlığın ihlali demek. Bu da bize ileride, santral işletmeye geçtiğinde nasıl denetleneceğine dair ipucu da veriyor."