6. ULUSAL DEPREM MÜHENDİSLİĞİ KONFERANSI
"Sevgili Konuklar, Sevgili arkadaşlar;
Türkiye‘nin yakın geçmişindeki en büyük travmalardan biri olan 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin üzerinden tam sekiz yıl geçti. Bu sekiz yılda olası depremler ve sonuçları günlük konuşmalarımıza kadar girerken ne yazık ki deprem ve depreme karşı alınacak önlemler ile uygulanabilir projeler hükümet programlarına girmeyi başaramadı.
Olası İstanbul depremi ile ilgili haberler neredeyse gün aşırı medyada yer bulurken, İstanbul‘da plansız kentleşme, yaşam alanlarının insan merkezli olmaktan uzaklaşıp piyasa ekonomisine bağlı rantların üzerinde şekillenmesi hızlanarak devam etti, devam ediyor.
17 Ağustos 1999‘dan sonra kurulan TBMM Araştırma Komisyonu Raporunda şunları söylememiş miydi: "Yeni bir deprem politikası oluşturulmalı devlet politikası olarak uygulanmalıdır... Gecekondulaşma, kaçak yapılaşmayı teşvik eden imar affı politikasından kesinlikle vazgeçilmelidir. Planlama ve yapı sektöründe görev alan meslek dallarının uzmanlık alanlarının yetki ve sorumluluklarını belirleyen meslek yasaları çıkarılmalıdır. Bu yasalarda meslek odalarına üyelerini denetleme yetkisi verilmelidir. Gereği yerine getirilmezse odalar da sorumlu tutulmalıdır."
Haziran 2000 de "Doğu Marmara Depremleri ve Türkiye Gerçeği" raporumuzu yayımladık. Raporun, "17 Ağustos‘u unutmamalı, Türkiye‘yi yeniden kurmalıyız" istemiyle başlayan "öneriler" bölümünde; "Deprem bölgesinin her yönü ile (insanların ruhsal ve bedensel sağlıklarına kavuşturulması ile barınma, ekonomik, eğitim, kültürel gereksinimlerinin karşılanması, sanayi, tarım ve hizmet kesimlerindeki üretim koşullarının) iyileştirilmesine yönelik çalışmaların etkinleştirilmesi ve bu amaçla kamu yönetim biçimlerinin geliştirilmesi ve işletilmesi zorunludur" dedik. Raporumuzda, toprak ve konut politikalarının, toplum yararına düzenlenmesi, ulusal ve bölgesel planlamanın yapılması, bilimsel çalışmalara kaynak ayrılması ve bilimsel verilerin esas alınması, toplu ulaşım ve taşımacılık sistemlerinin geliştirilmesi, depremi felakete dönüştüren sorumlular hakkında kamu davası açılması, işlevsel deprem bütçe yönetiminin oluşturulması savunuldu.
Deprem riski her geçen gün artan İstanbul‘u depreme hazırlamak için toplum olarak ayağa kalkmamız gerektiği vurgulanan raporda: "Su toplama havzaları, vadi içleri ve yamaçları, dolgu alanları, dere yatakları, sahiller, heyelanlı bölgeler gibi elverişsiz zeminler üzerine inşa edilmiş, depreme dayanıklı olup olmadığı bilinmeyen ama aşağı yukarı tahmin edilen, plansız, denetimsiz olarak yapılmış herhangi bir mühendislik ve mimarlık hizmetiyle buluşmamış yüz binlerce yapısı, sanayi tesisiyle, İstanbul‘un olası bir depremi karşılamaya hazır olmadığı apaçık ortada değil mi?" diye soruldu.
57. Hükümet, TBMM‘den jet hızıyla geçirdiği 4708 sayılı "Yapı Denetimi Hakkında Kanun"u yürürlüğe soktu. Yasa, yüzölçümünün yüzde 92‘si, nüfusunun % 95‘i deprem kuşağında olan Türkiye‘nin, milli gelirden en yüksek pay alan 19 ilini kapsamakta olup, bu illerin GSMH‘dan aldıkları payların toplamı yüzde 67‘ye ulaşmaktadır. İçinde Afyon‘un da bulunduğu ve yakın tarihte büyük depremler yaşayan Zonguldak, Kütahya, Muş, Burdur, Bingöl, Diyarbakır, Van, Erzurum, Malatya, Erzincan ve Tunceli gibi illerimizi yapı denetimi dışında tutarak dışlayan 4708 sayılı Yasa‘nın yanlışlıklarına karşı TMMOB‘nin söylediklerini bugün yaşananlar doğruladı.
Başbakanlığın 21 Mart.2000 tarihli Genelgesiyle Ulusal Deprem Konseyi oluşturuldu. Deprem Konseyi‘nin "Türkiye‘de bir "Ulusal Deprem Stratejisi" geliştirilmesinin ana amaç olduğu belirtilen "Deprem Zararlarını Azaltma Ulusal Stratejisi" raporunda; "Deprem ve afetlerle ilgili olarak yürürlükte bulunan mevzuatın bütünlük ve tutarlık gösteren bir politika ya da strateji oluşturmadığı bir gerçektir. Ayrıca, bunları yürütmekle yükümlü organ ve kurumların da bir sistem oluşturmak şöyle dursun, kimi durumlarda karşıt işleyişler gösteren çok başlı bir yapılanma gösterdiği, üzerinde görüş birliği bulunan bir olgudur. Bu nedenlerle, mevcut sistemde yapılacak iyileştirmelerin, başvurulacak yeni düzenleme alanlarının, yasal önlem ve kurumlaşmaların neler olması gerektiği ve bunların hangi kuruluşlarca nasıl yerine getirileceğinin bilimsel açıdan belirlenmesi bir temel ödev olarak durmaktadır" denilmişti.
Ancak, Ocak 2007‘de Ulusal Deprem Konseyi lağvedildi.
Evet, Deprem ülkesi olan ülkemizde ne yazık ki depremlerle yaşamayı öğrendiğimiz, gereklerini yapmaya çalıştığımız söylenemez. 1999 yılında oluşturulan Deprem Konseyi‘nin hiçbir gerekçe gösterilmeden ortadan kaldırıldığı ve yerine birşeyin konulmadığı, işin nasıl önemsenmediğinin kanıtıdır. Yeni hükümet programında da yıllardan bu yana her hükümet programında duyduğumuz genel geçer ifadeler yer almaktadır. Bu genel geçer ifadelerin satır aralarına gizlenmiş olan zihniyetinde altını çizmek gerekir. Depreme yönelik çalışmalar kentsel dönüşüme bağlanarak, depremden rant yaratılmasının önü açılmak istenmektedir. 22 Temmuz seçimlerine giderken AKP seçim programında da depremle ilgili dişe konur çözümler yoktur bir başka ifade ile deprem yok sayılmaktadır.
Ne acıdır ki depremi rant kapısı haline getirmekte hükümet yalnız değildir. Bir takım akademik çevrelerde verili durumu gereğinden fazla abartarak rant politikalarına temel olacak ortamı belki de istemeden yaratmaktadırlar.
Aslında bugün akıl ve bilim depremin doğasını çözmüştür. Depremler Yerküre‘nin doğal süreçleridir. Bu doğal sürecin oluşumu önlenemez ve engellenemez. Ancak gerekli tedbirlerle, özellikle yapısal tedbirlerle, can ve mal kayıpları azaltılabilir.
Depremler, heyelanlar, su baskınları, salgın hastalıklar, vb. doğal ve yapay kökenli afetler bir oranda insan denetimi dışında geliştiği için, neden oldukları kayıplar, genellikle yazgı olarak yansıtılarak geçiştirilmek istenmiştir. Aslında, depreme neden olan iktidarlar değilse de, depremlerin insanı vurmasına neden olan önlem almayan Siyasal İktidarlardır, merkezi ve yerel yönetimlerdir. Bunun kanıtlarından biri, aynı büyüklük özelliklere sahip depremin farklı coğrafyalarda çok farklı hasar ve zarara yol açması, bazen de hiç açmamasıdır.
Deprem Bölgeleri Haritası‘na göre, yurdumuzun %92‘sinin deprem bölgeleri içerisinde olduğu, nüfusumuzun %95‘inin deprem tehlikesi altında yaşadığı ve ayrıca büyük sanayi merkezlerinin %98‘i ve barajlarımızın %93‘ünün deprem bölgesinde bulunduğu bilinmektedir. Son 58 yıl içerisinde depremlerde, 60 binin üzerinde vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 120 bini aşkın kişi yaralanmıştır. Yaklaşık olarak 420 bin bina yıkılmış veya ağır hasar görmüştür.
Sonuç: Türkiye, depremle bir arada yaşamaya mecbur bir ülkedir.
Türkiye‘nin deprem sorunu, her oluşan yıkıcı depremden sonra, ülke gündemine İstanbul bağlamında "fay" ve "depremin büyüklüğü" tartışmaları gibi depremin gerçek boyutunu "maskeleyerek" gelmekte, bir süre sonra unutulmaktadır. Yeni bir deprem olduğunda bu senaryo kendini tekrarlamaktadır.
Bilime ve mühendisliğe, akla ve uygarlığa aykırı olarak siyasal iktidarlarca uygulanan rant politikaları nedeniyle, ülkemiz sadece bir deprem ülkesi değil bir afet ülkesi olmuştur. Bunun ekonomik sonucu her yıl GSMH‘mizin ortalama %3-%7‘sinin afet zararlarına ayrılmasıdır. Gerçekte hepsi birer doğa olayı olan deprem, heyelan, çığ ve kaya düşmesi, su baskını vb. olaylar bilinçsizce verilmiş yer seçimi kararları, mühendislik verilerinden yoksun imar planları, düşük standartlarda ve mühendislik hizmeti görmemiş yapı üretimi, kısaca ranta dayalı hızlı, düşük nitelikli, tasarımsız ve plansız kentleşme ve sosyo-ekonomik politikalar sonucu afete, yani insani ve ekonomik yıkıma dönüşmektedir.
Sosyal devletten ve toplum yararı ilkesinden siyasal iktidarlarca vazgeçilmesinin sonuçlarının her alanda olduğu gibi her depremde karşımıza çıktığını ve gelecekte de çıkacağını söylüyoruz.
Siyasal İktidarı, deprem konusunda sorumluluğunun gereğini yerine getirmeye çağırıyoruz.
Depremlerden ve diğer bütün doğal ve yapay afetlerden korunmak yönünde istemler en temel insan hakkıdır. Daha güvenli, daha sağlıklı ve yaşanabilir çevre her yurttaş için temel bir insan hakkıdır.
Deprem hasar, zarar ve can kayıplarının azaltılmasının bilinen tek yolu, mühendis, mimar ve şehir plancılarının ortak katkı ve çabalarıyla depreme dayanıklı yerleşim alanları ve yapılar tasarlamak ve üretmektir. Bunun için, deprem öncesi, sırası ve sonrasında yapılacak çalışmalara ilişkin kamu yararı ve ülke çıkarını gözeten ulusal bir deprem politikası belirlenerek, ciddi programlar oluşturulmalı ve daha da önemlisi bunlar yaşama geçirilmelidir.
Yerleşme ve yapılaşma bağlamında gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı, yasaların uygulanması sağlanmalı, sağlıklı ve güvenli yapı üretim ve denetimi sürecini, sermayeye ticari bir alan olarak teslim eden anlayış bırakılmalı kamusal denetim etkinleştirilmelidir.
Depremler ülkemizin ve halkımızın yazgısı olamaz! Olmamalıdır!
TMMOB kendi ortamında birimleri ve üyeleri üzerinden üzerine düşeni yapmaya çalışmaktadır. Yapı denetiminin olduğu yerler de dahil olmak üzere yapı alanında görev yapan tüm mühendislerin mimarların sicil durumlarını takip etmek ve sürece müdahil olmak çabamız sürekli olarak siyasi otorite ve yerel yönetimlerce engellenmeye çalışılmaktadır. TMMOB yapı sürecinin her aşamasında yer alan üyelerini denetleme, düzenleme ve takibi için ısrarlıdır. Bu sürece müdahil olabildiğimiz sürece, sadece depreme dayanıklı değil yaşanılır, sağlıklı ve güvenilir bir ortamın yaratılmasına da katkımız olacaktır.
Bu ve benzeri Deprem etkinliklerini Aydınlık bir gelecek için inatla sürdüreceğiz. Emeği geçen herkese, düzenleyen kuruluşlara, bilim insanlarına ve uzmanlara, İMO İstanbul Şubemize TMMOB Yönetim Kurulu adına teşekkür ediyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum."


