8 KASIM DÜNYA ŞEHİRCİLİK GÜNÜ 44. KOLOKYUMU BAŞLADI

06.11.2020

8 Kasım Dünya Şehircilik Günü etkinlikleri kapsamında bu yıl 44`üncüsü  düzenlenen kolokyum, "KRİZ" temasıyla 5-8 Kasım 2020 tarihlerinde gerçekleştiriliyor.

Dünya Şehircilik Günü kapsamında düzenlenen Dünya Şehircilik Günü Kolokyumu bu yıl, küresel sermayenin, yönetimlerin, emeğin, bunlarla bağlantılı mekan üretim süreçlerinin ve dolayısıyla meslek alanımızın çeşitli çıkmazlar içinde olduğu koşullarda gerçekleştiriliyor.

Kolokyumun açılışında TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz bir konuşma yaptı. 
Koramaz şöyle konuştu:

"Değerli Arkadaşlar, Sevgili Meslektaşlarım,

Hepinizi Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Yönetim Kurulu adına dostlukla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce geçtiğimiz hafta İzmir’de yaşanan depremde hayatını kaybeden yurttaşlarımızı saygıyla anıyor, yakınlarına baş sağlığı diliyorum.

Bildiğiniz gibi Yönetim Kurulundan arkadaşlarımız, Oda Başkanlarımız ve İl Koordinasyon Kurulu üyelerimizle birlikte İzmir’de depremden etkilenen yerleri ziyaret ederek depremzedelerle dayanışma duygularımızı paylaştık. İl Koordinasyon Kurulumuz tarafından hazırlanan ilk gözlem raporunu kamuoyuyla paylaştık ve Büyükşehir Belediye Başkanı ile görüş alışverişinde bulunduk.

Raporumuzda da altını çizdiğimiz gibi merkez üssü 80 kilometre uzakta olan bir depremde yaşanan,  yıkım ve can kaybının temel nedeni bilimin ve tekniğin gereklerinin yerine getirilmemesidir.

Yer seçiminden şehir planlamasına, yapı güvenliğinden imar affına kadar uzanan her aşamada bilimden ve mühendislikten uzak duran yaklaşım ortaya çıkan tablonun birinci derecede sorumlusudur.

Merkezi iktidardan yerel yönetimlere, müteahhitlere, yapının taşıyıcı unsurlarında tadilat yapan mülk sahiplerine, yapı denetiminde görevli unsurlara kadar her düzeyde kişi ve kurum bu sorumlulukta pay sahibidir.

Depreme dayanıklı yerleşim alanları ve yapılar tasarlamanın, üretmenin, deprem hasarları ve can kayıplarını azaltmanın bilinen tek yolu, mühendislik, mimarlık  ve şehir plancılığı hizmetlerinin eksiksiz bir şekilde uygulanmasıdır.

Yaşadığımız bu kötü  deneyimden öğreneceğimiz çok şey var, umarız ülkemizin en yakıcı ve acil sorunu olan deprem güvenliği konusunda hızla adımlar atılır.

Bizler TMMOB olarak, tüm odalarımızla birlikte atılacak her adımda sorumluluk üstlenmeye hazırız.

Şehirlerimizin yeniden planlanması, yapılarımızın güvenli biçimde yapılması için elimizden gelen her desteği vermeye hazırız.

Bunu hem kamuoyuyla hem de görüştüğümüz tüm yetkililerle paylaştık.

Her fırsatta bu çağrımızı yinelemeye devam edeceğiz.

Değerli Arkadaşlar,

Bu seneki Dünya Şehircilik Günü Kolokyumu’nun teması “kriz”olarak belirlenmiş.

Kriz kelimesi eskiden “birden ortaya çıkarak yıkıcı etkiler yaratan bir sürdürülemezlik durumu”nu tanımlamak için kullanılırdı.

Oysa günümüzde kriz denildiğinde geçici ve aşılması gereken durumlar değil, kalıcı ve aşılamayan durumlar aklımıza geliyor.

Ekonomide finansal krizle, doğada iklim kriziyle, beslenmede gıda kriziyle, şehircilikte planlama kriziyle, anayasa kriziyle, eğitim kriziyle, sağlık kriziyle yüz yüzegeliyoruz.

Bunlarla iç içe yaşamaya devam ediyoruz.

Kriz dediğimiz şey artık mevcut küresel kapitalizmin varlık-yokluk sorunu değil, var olma formu haline dönüştü.

Kriz artık üstesinden gelinmesi, çözüm üretilmesi gereken yıkıcı sorunlar olarak değil, zamana yayılarak sürdürülebilir halde tutulması gereken durumlar olarak görülüyor.

Böylelikle o krizi ortaya çıkaran nedenleri aşma fikrinden, krizin nedenlerini ortadan kaldırma fikrinden uzaklaşılmak isteniyor.

Karar alma süreçleri uzatılıyor, konunun esası saptırılıyor, sebep-sonuç ilişkisi bulanıklaştırılıyor ve böylelikle kriz durumları eskilerin deyişiyle “devrimci durumlar” olmaktan uzaklaştırılmak isteniyor.

Bugün kriz artık yönetimler açısından kaçınılmak istenen birer yıkım anı değil, bizatihi bir yönetim aracı haline geldi.

Bugünün krizleri  yönetimleri değil, yurttaşları çaresiz ve kararsız bırakan birer enstrüman oldu.

Kriz dönemlerindeki yurttaşların kararsızlığı, yönetimlerin istediği kararı vermesine olanak tanıyan bir güç haline geldi.

Bu haliyle kriz dönemleri ile Olağanüstü hal dönemleri arasında büyük bir paralellik olduğunu söylenebilir.

Her alanda yaşadığımız sürekli kriz, bizleri sürekli bir olağanüstü hal içinde yaşamaya mecbur bırakıyor.

Değerli Arkadaşlar,

Naomi Klein’ın “Şok Doktrini” kitabını pek çoğunuz okumuşsunuzdur.

Kitapta, yaşanılan beklenmedik felaketler sonrasında şoka giren kitlelerin, daha önceleri asla rıza göstermeyecekleri politikalara nasıl boyun eğdikleri örnekleriyle anlatılır.

Bugün dünya çapında egemen olan halk düşmanı neoliberal politikaların da bu felaketlerin ürünü olduğu dile getirilir.

AKP de yaşadığımız felaketleri ve krizleri kendi rejimini pekiştirmek için bir fırsata çevirmişe benziyor.

Toplumun içinde bulunduğu atalet ve ne yapacağını bilememezlik duygusunu, baskıcı,gerici, laikliklik karşıtı, emek, doğa, özgürlük,barış   ve sosyal devlet  düşmanı rejiminin kurumsallaşması için kullanıyor.

Salgın döneminde birbiri ardına çıkarılan yasaları düşünün; Ayasofya Kararını, Sosyal Medya yasasını, infaz yasasını, İstanbul Sözleşmesi tartışmalarını, Çoklu Baro düzenlemesini, belediyelere atanan kayyumları aklınıza getirin…

Kanal İstanbul projesine yönelik ihaleleri,yapılan plan değişikliklerini, Salda gölünü, Olimposu, Munzur gözelerini tahrip edecek girişimleri, ÇED süreçleri devre dışında bırakılarak ruhsat süreleri uzatılan maden işletmelerini  düşünün..

Ya da daha depremin enkazı kaldırılmadan meclisten geçirilmek istenen kıdem tazminatı yasasını düşünün.

Yaşadığımız her kriz, egemenler için bir saldırı fırsatı haline geliyor.

Bu durumu tersine çevirmemiz gerekiyor.

Karşı karşıya kaldığımız krizleri geniş kitleler açısından kararsız ve hareketsiz kalma nedeni olmaktan çıkartıp, hızlı kararlarla harekete geçmenin fırsatı haline getirmemiz gerekiyor.

Bizler toplum olarak iktidarın attığı adımlara karşı ne kadar hızlı organize olup hızlı tepkiler verirsek, o denli etkili sonuçlar alabiliyoruz

Bunu en açık biçimde sosyal medya tepkilerinde görüyoruz.

Ama bunu sosyal medyanın ötesine taşımak zorundayız.

Bu tepkiyi çalışma yaşamında ve sokaklarda da örgütlü hale getirmemiz gerekiyor.

Yaşadığımız insanlık krizini aşmanın, kapitalizmin hayatlarımızı krize çevirmesini engellemenin yegane yolu budur.

Bizler TMMOB olarak tüm gücümüzle ve varlığımızla egemenlerin yarattığı krizin bedelini emekçilerin ödememesi için mücadele ediyoruz.

Eğitim ve sağlığın ticarileştirilmesinin toplumun geleceğini krize sürüklememesi için mücadele ediyoruz.

Özelleştirmeler nedeniyle yoksulluk krizine sürüklenmemek için, rant hırsı nedeniyle şehirlerin kriz merkezi haline gelmemesi için mücadele ediyoruz.

Şehir Plancıları Odamız tarafından gerçekleştirilen bu önemli etkinliğin, yüz yüze olduğumuz tüm krizler karşısında toplumcu bir bakış açısı ve çözüm önerisi getireceğine inanıyorum.

Kolokyuma katkı veren tüm akademisyenlerimize ve meslektaşlarımıza teşekkür ediyorum.

İnsanların aç ve yoksul yaşamadığı, eşit adil bir ülke ve dünya özlemi ile TMMOB Yönetimkurulu adına sevgi ve selamlarımı sunuyorum."