ÇMO: "ANAYASA TASLAĞI'NDA ÇEVRE HAKKI YOK EDİLİYOR"
Çevre Mühendisleri Odası 10 Ekim 2007 tarihinde bir basın açıklaması yaparak, Anayasa Taslağı'nda yer alan çevre ile ilgili bölümleri değerlendirdi.
AKP ANAYASASI DEĞİL!
TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN TANINDIĞI
DEMOKRATİK BİR ANAYASA
Sağlıklı Bir Çevrede Yaşamak "Hakkımız"
22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri‘nden "güçlenerek" ve iktidarını bir dönem daha sürdürme iddiası ile çıkan AKP, Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve Hükümet oluşumunu takiben, bir süredir hazırlıkları devam eden yeni Anayasa Taslağı‘nı bir anlamda ülke gündemine dayatmıştır...
Bir hukukçu grubuna hazırlattırılan Anayasa Taslağı‘nda katılımcı ve demokratik süreçler işletilmemiş, bu durum ise "esas" dan önce "usul"ün tartışılması gereğini doğurmuştur.
AKP, küresel güç odaklarının belirleyici olduğu siyasi ve ekonomik düzlemde, Türkiye‘nin rejimini, ulusal öncelik ve değerlerini göz ardı etme pahasına yeni bir anayasa çalışması başlatmıştır. İlk etapta, türban ve çarşafa dolanan bu çalışmanın, arka planında ise sosyal devleti ve kamusal alanı tamamen yok etmeye yönelik, yeni liberal sağcı yaklaşımın bir dışavurumu olduğu ortadadır.
Ekolojik değerlerin, kültürel, tarihi ve doğal varlıkların ve kentlerin, pazarlanabilir birer alan olarak görüldüğü taslak, doğal varlıkların korunarak geliştirilmesini değil, "işletilmesini" temel çıkış noktası olarak almaktadır.
12 Eylül Askeri Darbesi‘nin koşullarında hazırlanarak topluma dayatılan 1982 Anayasası‘nın, sürecin yansıması olarak son derece antidemokratik olduğu bilinmekte, demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa ihtiyacı ise artık toplumun tüm kesimlerince kabul edilmektedir.
Ancak, 82 Anayasası‘nda dahi tanımlanmış olan, "çevre hakkı" kavramı, mevcut taslakta yok olmuş/yok edilmiş görülmektedir. Sadece, bu hali bile, Anayasa Taslağı‘nı mevcudun çok gerisine düşürmektedir.
Anayasa Taslağı‘nda, çevre ile ilgili düzenlemeler şu şekildedir:
"...
BEŞİNCİ KISIM
Çevrenin Korunması ve Millî Servetlere İlişkin Hükümler
Çevrenin korunması
Madde 129– (1) Devlet herkesin, insanî gelişimini mümkün kılan sağlıklı bir çevrede yaşaması için gerekli tedbirleri alır.
(2) Çevrenin en üst düzeyde korunması ve çevre kalitesinin iyileştirilmesi, sürdürülebilir kalkınma ilkesiyle uyumlu olarak, herkesin ve Devletin görevidir.
..."
1982 Anayasa‘sında bile, bir hak olarak, sağlık ve konut hakkı ile birlikte ele alınmış ve aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır:
"...
VIII. Sağlık, çevre ve konut
A. Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması
MADDE 56. – Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.
Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.
Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.
Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.
B. Konut hakkı
MADDE 57. – Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.
..."
Bu noktada, Anayasa Taslağı‘nda, darbe ürünü 1982 Anayasası ile kıyaslandığında bile ortada olan, öncelikle "hak" ve "ödev" kavramları üzerinde durulması gereği doğmaktadır.
Tarihsel Olarak İnsan Hakları
Özgürlükler ve haklar alanında, genel bir tanımla hak, bir kimsenin isteyebileceği, ileri sürebileceği, sahip çıkacağı ve kullanılabileceği bir olanağı belirtir. İnsanlık ve uygarlık tarihi, bir bakıma özgürlükler ve haklar mücadelesi tarihidir...
Tarihsel olarak insan hakları üç kuşak haklar olarak sınıflandırılmıştır.
- Birinci Kuşak Haklar : Temel özgürlükler, kişi hakları ve siyasal haklar.
- İkinci Kuşak Haklar : Ekonomi, sosyal ve kültürel haklar.
- Üçüncü Kuşak Haklar : Dayanışma hakları olarak tanımlanır.
Üçüncü kuşak haklar, 20. Yüzyılın ikinci yarısının, ikinci çeyreği ile birlikte gelişen ve şekillenen
- Çevre
- Gelişme
- Barış ve
- İnsanlığın Ortak Mirasından Yararlanma
haklarıdır.
Çevre Hakkı
1970‘li yıllarla birlikte, "çevre hakkı" insan hakları alanında yeni bir hak olarak tanımlanmaya başlamış ve süreç içerisinde ülkelerarası anlaşma ve belgelerde yerini almıştır. Türkiye‘de de, ulusal alanda, Anayasa ve değişik yasal düzenlemeler içinde çevre hakkı kavramına yer verilmiştir.
Yeni bir insan hakkı olarak son yıllarda anayasalara ve ülkelerarası belgelere giren ve çevre korumanın en etkin hukuksal aracını oluşturan çevre hakkı, çevre hukukun ülkesel düzeyde olduğu kadar, ülkelerarası düzeyde de ortaya çıkan yetersizliklerinin ve boşluklarının doğrudan bir sonucu gibi görünmektedir.
Öte yandan, bilindiği gibi, ülkelerarası alanda, çevre hakkının dile getirildiği ilk toplantı Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı (Stockholm 1972) olmuştur. Konferansın, çevre sorunlarına yönelik politika arayışlarında bir milat sayıldığı da bilinen bir başka gerçekliktir. Konferansın çevre hakkı açısından önemi ise, "İnsan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları temel hakkına sahiptir." (m.1) ilkesinin yer aldığı bildirinin kabul edilmesinden ileri gelmektedir. Bu konferansın sonrasında, gerek Birleşmiş Milletler ortamlarında, gerekse de diğer ülkelerarası çeşitli düzlemlerde (Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi gibi) çevre hakkı kavramının yeniden tanımlandığı ya da politikalarla içselleştirildiği gelişmeler yaşanmıştır.
Sonuç olarak, çevre hakkı, bugün çevre politikaları alanında önemli ve belirleyici bir değer olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada çevre hakkının, konusu ve tarafları önem kazanmaktadır. Çevre hakkının konusu kapsamında;
- insanlar
- hayvanlar ve bitkiler
- insan ve diğer canlılarla etkileşim içinde bulunan cansız varlıklar
- ekosistemler
yer almaktadır.
Çevre hakkının tarafları kapsamında ise bu haktan yararlanacak olanlar ve bu hak nedeni ile üzerine sorumluluk yüklenecek;
- bireyler
- kamu ve özel kuruluşlar
- demokratik kitle örgütleri
- devletler ve
- gelecek kuşaklar
aktörleri yer alır.
Çevre Bilimi, Hukuk ve Anayasa
Bütün dünya ülkelerinde, son 20-25 yıldan bu yana üzerinde durulan ve çözüm arayışları süregelen çevre, çok boyutlu ve çok yönlü bir sorun alanıdır. Biyolojiden sosyolojiye, ekonomiden fizik ve kimyaya kadar bütün bilim dalları bu sorunla ilgilenmektedir. Hepsinin ilgi alanlarının kesişmesinden doğan ortak bir alanda da "çevre bilimi" adı verilen yeni bir bilim dalı ortaya çıkmıştır. Bu arada, değişik bilim alanlarında geliştirilmiş teknolojilerin sentezi ve yeni bir yorumu ile bağımsız bir meslek dalı olarak "çevre mühendisliği" bilimi doğmuştur.
Bu kadar çok boyutlu bir konunun hukuk bilimi ile de ilgisi ve bağlantısı olması doğaldır. Hukuk düzeni, insan için, toplum için önem taşıyan ve tüm sorunların çözümünde önde gelen araçlardan birisidir. Çevre sorununu çözmek ve insanla çevre arasındaki ilişkilerde birtakım "davranış kuralları" oluşturmak için "hukuk kuralları"na da ihtiyaç olacağı açıktır. Çevreyi korumak, geliştirmek ve çevreye verilecek zararları önlemek, bunların gerektirdiği idari-mali kaynakları, cezaları ve diğer yaptırımları belirlemek bu kuralların bütünüdür.
Bir çevre politikasının gerçekleşebilmesi için, toplum yaşamının öteki alanlarında olduğu gibi, bağlayıcı kurallara gereksinim vardır. Bu noktada, çevre sorununun çözümü "çevre politikası"nı, çevre politikası da bilimsel anlamda "çevre hukuku"nun varlığını gündeme getirmiştir.
Bilindiği gibi, anayasalar ülkelerin yaşama biçimlerinin temel ilkelerini ortaya koyan belgelerdir. Hukuk ise bu ilkelerin yaşama geçirilmesini düzenler. Ancak, hukuk, çevre sorununun çözüm araçlarından sadece birisidir. Bu araçtan gerektiğince yararlanılabilmesi ise ancak doğru çevre politikası ile gerçekleşebilir.
Anayasa Taslağı‘nda "Çevre Hakkı" Yok Ediliyor
Uygarlık tarihi boyunca insanlar, gereksinimlerini karşılamak ve doğal varlıkları kullanmak konusunda belirli bir düzen oluşturmaya çalışmışlardır. Örneğin, bugüne kadar toprak ve su kullanımı, ormanlardan yararlanma konusunda bir dizi düzenlemenin varlığından söz etmek mümkündür.
Çevre koruma konusundaki düzenlemeler, ilk aşamada, "komşuluk hukuku" ya da "birisinin bir eylemde bulunurken başkalarına zarar vermemesi" biçiminde düzenlenirken, zaman içinde çevre koruma ve çevre kirliliğini giderme yönündeki düzenlemelerin, insan ve çevre ilişkilerini temel alan bir düzenlemeye evrildiği söylenebilir.
Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Mecelle‘deki bazı bölümler, Türk Medeni Kanunu‘ndaki düzenlemeler çevre korumanın komşuluk hukuku kapsamında ele alındığını gösteren yaklaşımlardır.
1982 Anayasası‘nın 56. Maddesi ve ardından 1982 yılında Çevre Yasası‘nın kabulü ile birlikte "çevre hakkının" düzenlenmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır. Ancak, yürürlükteki Anayasa‘nın 56. maddesinde yer alan "Herkesin, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı" yeni tasarıda gündemden çıkarılmış böylece taslak, çevre açısından, 1972 Stockholm Konferansı‘nın ve 1982 Anayasası‘nın gerisine düşmüştür.
AKP Hükümeti‘nin beş yıllık uygulamaları ve şimdilerde gündeme getirilen Anayasa Taslağı, siyasal iktidarın, daha önce yasa ve yönetmelik çalışmalarında da kendisini gösterdiği şekli ile, çevreyi koruyan, geliştiren, çevresel hizmetleri kamusal hizmet olarak toplum yararına dönüştüren/dönüştürecek bir çevre politikasının olmadığını da ortaya koymaktadır. Aslında, AKP iktidarından, temel aldığı öğreti ve güç aldığı, beslendiği küresel kapitalist ekonominin gerçekleri itibari ile daha farklı bir anayasa, daha farklı bir çevre politikası beklemek de gerçekçi bir tutum olmayacaktır.
Öte yandan, "çevre hakkı" kavramının Anayasa Taslağı‘nda yok sayılması hayati önem taşımakla birlikte ülkemizin taraf olduğu uluslararası anlaşmalara da aykırı kalmaktadır.
Anayasa Taslağı‘nda "Yeni" Bir Yaklaşım: "Sürdürülebilir Kalkınma"
"Çevre hakkı"na yeni tasarıda yer verilmezken öte yandan taslağa "Çevrenin en üst düzeyde korunması ve çevre kalitesinin iyileştirilmesi, sürdürülebilir kalkınma ilkesiyle uyumlu olarak" ifadesinin eklenmesiyle yaşamsal önemde politik bir tercih topluma dayatılmaktadır. Böylece, bugün sermayenin "yeni iş yapma şekli" olan "sürdürülebilir kalkınma" ilkesinin, siyasi iktidarın çıkarları doğrultusunda kullanma çabaları öne çıkmaktadır. Bu durumda, doğal varlıkların korunmaması ve çevre hakkının gereklerinin yerine getirilmemesi kaçınılmaz olacaktır. Sürdürülebilmesi emeğin ve doğal varlıkların sömürüsü ile mümkün olan dışa bağımlı kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu Türkiye için, bu anlamıyla ekolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeden söz etmek olası görülmemektedir.
Sonuç olarak AKP‘nin Anayasa Taslağı‘nda çevre, bütünleşik bir yaklaşımla ele alınamamıştır. Yaşamın tüm alanlarının piyasa ekonomisinin gerekleri yönünde biçimlendirilmeye çalışıldığı bu Anayasa Taslağı‘nda, çevre adına, doğa ve yaşam adına, gelecek kuşakların yaşam hakları adına iyimser olmak doğal olarak akla ve bilime aykırı düşmektedir.
Anayasa Taslağı‘nda "Çevrenin Korunması"
Anayasa Taslağı‘nda çevre "Millî Servetlere İlişkin Hükümler" başlığı altında ele alınmakta, böylece ülkenin doğal varlıklarını özelleştirme ve ticarileştirme yaklaşımının benimsendiği ortaya çıkmaktadır.
Bu içeriğiyle Taslak‘ta çevre konusu; "Çevrenin Korunması", "insani gelişimini mümkün kılan sağlıklı çevre", "çevrenin en üst düzeyde korunması" ve "herkesin görevi" gibi son derece muğlak ifadelere bağlanmaktadır. Böylece hem belirsizlik hakim kılınarak çıkar gruplarına göre şekil alabilecek yasal boşluk yaratılmaya çalışılmakta hem de "herkese" verilen görev ile devletin ve egemen sınıfların bu alandaki sorumlulukları gözden kaçırılmak istenmektedir.
Oysa ki yaşamsal öneme sahip olan ve bir hak olarak kabul edilen "Çevre", Anayasa‘da ayrı bir madde olarak düzenlenmeli ve Anayasa‘nın "Temel Haklar" başlıklı bölümünde bütüncül bir yaklaşımla ve kamu yararını ençoklanmasını zorunlu kılabilecek bir içerikte düzenlenmelidir. Taslaktaki tanımlar ve görevler açısından son derece belirsiz yer alan ifadenin yerine; "Herkes, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Devlet ve tüm yurttaşlar çevrenin tüm bileşenlerini korumak ve geliştirmekle yükümlüdür. Devletin ve yurttaşların hak ve yükümlülükleri yasalar ile düzenlenir" hükmüne yer verilmelidir.
Öte yandan; Anayasa Taslağı‘nın "Çevrenin Korunması ve Millî Servetlere İlişkin Hükümler" başlığı altında yer verilen;
- "Çevrenin korunması" başlıklı 129
- "Tabiî servetlerin ve kaynakların aranması ve işletilmesi" başlıklı 130
- "Ormanların korunması ve geliştirilmesi" başlıklı 131
- "Kıyıların korunması ve kıyılardan yararlanma" başlıklı 132
- "Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması" başlıklı 133. maddelerinde yer verilen;
arama / yararlanma / kullanma / işletme amacıyla "Devletin özel teşebbüsle ortaklık suretiyle veya doğrudan özel teşebbüs eliyle" yapılması ifadelerinin maddelerin tümüne yansıması siyasi iktidarın, doğal varlıkları ve her türlü çevresel değeri özelleştirme-ticarileştirme yaklaşımının birer ürünü olarak anayasa ile güvence altına alınmaktadır.
Adı geçen maddelerde "kamu yararı" öncelikli bir değer olarak ele alınmamış, üstelik "yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir" gibi yine oldukça belirsiz ve egemen sınıfların çıkarlarına yönelik kullanıma açık ifadelere yer verilmiştir.
Diğer taraftan; 1982 Anayasası‘nda;
- "Kıyılardan Yararlanma" başlıklı 43,
- "Toprak Mülkiyeti" başlıklı 44,
- "Tarım, Hayvancılık ve Bu Üretim Dallarında Çalışanların Korunması" başlıklı 45,
- "Kamulaştırma" başlıklı 46,
- "Sağlık Hizmetleri ve Çevrenin Korunması" başlıklı 56,
- "Tarih, Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması" başlıklı 63,
- "Ormanların Korunması ve Geliştirilmesi" başlıklı 169 ile
- "Orman Köylüsünün Korunması" başlıklı 170. maddeleri;
tek başlıkta ayrı bir "Bölüm" kapsamında birlikte ele alınmalı ve belirtilen maddelerin bütünleşik bir yaklaşımla düzenlenmesi gerekmektedir. Düzenlemede "Su Kaynakları" ile "Biyolojik Çeşitliliğin" korunmasına yönelik yaptırımlara da yer verilmesi yaşamsal bir zorunluluktur.
Taslak‘ta "Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşları"
1982 Anayasası‘nın 135. maddesi, Taslağın 102. maddesi olarak "yeniden" düzenlenmiştir. Söz konusu madde, taslakta aynen korunmakla birlikte; 82 Anayasası‘nda oldukça detaylı tanımı yapılan meslek örgütlerinin tanımı taslakta daraltılmıştır.
- 1982 Anayasası‘nda; "Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları; belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, meslekî faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlâkını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişilikleridir." iken;
- Taslakta; "Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları, kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişilikleridir". olarak yer almıştır.
1982 Anayasası diğer hükümlerinde olduğu gibi 135. Maddede de yasakları ön plana çıkarırken, bazı üyelerin zorunlu üyeliğini ortadan kaldırmıştır. Diğer taraftan meslek örgütlerinin bağımsız ve özerk yapılarına gölge düşürmektedir.
Yürürlükteki Anayasa‘daki haliyle neredeyse bütünüyle korunan 135. madde (taslaktaki hali ile 102) TMMOB ve diğer meslek kuruluşlarının etkinliğini artırmak amacıyla değiştirilmeli, yeniden düzenlenmeli ve demokratik biçime getirilmelidir.
TMMOB ve diğer meslek örgütleri, mesleğini sürdürenlerin üyeliğinin zorunlu olduğu, üyelerinin bulundukları alanlarda denetim yetkisi olan, kamu ve toplum yararına alternatif politikalar üreten, devletten bağımsız, tam idari, mali ve bilimsel özerkliğe sahip kuruluşlar olarak örgütlenmelidir.
SONUÇ
Etkinliklerini, yürürlükteki Anayasa‘nın 135. maddesinde yer verilen "kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşu" olarak yürüten Odamız, siyasal iktidarın gündeme getirdiği Anayasa Taslağı‘nın öngörüldüğü gibi kesinleşmesi durumunda,
- çevre koruma yerine kalkınma çabalarına öncelik ve ağırlık verileceğinden, dolayısıyla,
- yurttaşlarımızın sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının gerektiğince yaşama geçirilemeyeceğinden,
- doğal varsıllıklarının gerektiğince korunamayacağından,
- çevreyi yaşanılamayacak duruma getiren, doğal varlıklara zarar veren yaşama biçiminin sürdürüleceğinden,
- çevre yıkıcı yaşama biçimlerini çeşitli yollarla besleyen egemen sınıf ve katmanların sorumluluklarını gerektiğince yerine getirmeyeceklerinden,
- emperyalist ülkelerin çevre sorunlarına yol açan ve/veya bu sorunları daha da ağırlaştıran üretim, teknik ve eski teknolojilerini, dışa bağımlı ülkemize aktarmalarının önüne geçilemeyeceğinden
kaygı duymaktadır.
Bu kaygıyla, siyasal iktidarı uyarıyoruz:
- Anayasalar, tüm yaşama alanlarımızı düzenleyen belgelerdir; bu nedenle de, hazırlık sürecine tüm yurttaşlarımızın demokratik kitle örgütleri aracılığıyla katılması sağlanmalıdır;
- "Yurttaşlarımızın sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı", doğal, tarihsel ve kültürel varsıllıklarımızın korunması hiçbir gerekçeyle göz ardı edilebilecek, savsaklanabilecek, ötelenebilecek bir ikinci sorun alanı değildir;
- egemen sınıf ve katmanların kırsal ve kentsel çevreyi yaşanmaz kılan; doğal, tarihsel ve kültürel varsıllıklarımıza zarar veren etkinliklerinin önlenmesi, ülkemizin savunulması gibi, göz ardı edilemeyecek bir devlet görevidir;
- doğal, tarihsel ve kültürel çevrenin gerektiğince korunabilmesi, bu doğrultudaki her türlü önlemin bütüncül ve dinamik yaklaşımlarla ele alınması; "çevre yönetimi" alanında her düzeydeki karar sürecinin demokratikleştirilmesi, yöntemsel bir zorunluluktur;
- doğal, tarihsel ve kültürel değerlerin metalaştırılmasına yol açabilen her türlü düzenleme, ülkemizin dışa bağımlılığını pekiştirmesinin yanı sıra geleceğini de yok edebilecektir.
Kaygılarımızı, yurttaşlarımızın da paylaşacağına inanıyor ve tüm yurttaşlarımızı ve ilgili demokratik kitle örgütlerini, şimdilerde yürürlükte bulunan 1982 Anayasası‘nın 56. maddesinin "Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek" ödevini yerine getirmeye çağırıyor, siyasi iktidarı ise izlediği politikalar konusunda bir kez daha uyarıyoruz.
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu