EMEK-MESLEK ÖRGÜTLERİNDE ÖRGÜTLENMEDEKİ SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ FORUMU GERÇEKLEŞTİRİLDİ

22.04.2019

TMMOB ile Adana Barosu, Adana Tabip Odası, DİSK ve KESK’in ortaklaşa düzenlediği “Emek-Meslek Örgütlerinde Örgütlenmedeki Sorunlar Ve Çözüm Önerileri” Forumu 20 Nisan 2019 tarihinde Adana’da Seyhan Belediyesi Yaşar Kemal Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, TTB Merkez Konsey Başkanı Dr. Sinan Adıyaman, DİSK Genel Başkanı Dr. Arzu Çerkezoğlu  ve KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik’in konuşmacı olarak katıldığı Forumda moderatörlüğü Adana Baro Başkanı Veli Küçük üstlendi.

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz forumda şöyle konuştu:

Hepinizi Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği adına dostlukla selamlıyorum. Uzun yıllardan beri birlikte mücadele verdiğimiz, yol arkadaşlığı yaptığımız DİSK, KESK ve TTB’nin değerli başkanlarıyla birlikte olmaktan kıvanç duyuyorum.

Bugün örgütlenme sorunları üzerine konuşacağız ama öncesinde 20 gün önce gerçekleştirilen ama tartışmaları hala devam eden yerel seçimlerden biraz bahsetmek istiyorum. Çünkü yerel seçim öncesinde ve sonrasında yaşadıklarımız, bizim bugün konuştuğumuz örgütlenme sorunlarımızla çok yakından ilgili.

Değerli arkadaşlar,

Türkiye tarihinin belki de en adaletsiz, en antidemokratik seçim süreçlerinden birisini yaşadık. Devlet olanaklarının iktidarın siyasal menfaatleri için seferber ettiği, medyanın iktidarın propaganda aracı olarak işlediği, insanların korku ve tehditle baskı altına alındığı böyle bir seçimin demokratik teamüllerle uzaktan yakından ilişkisi yoktur.

Seçim süreci ne kadar antidemokratik işlediyse, seçim sonrası da aynı şekilde antidemokratik biçimde işlemektedir. Seçim gecesi Anadolu Ajansı eliyle yapılmak istenen manipülasyon; YSK’nın seçim hukukunu doğuda farklı batıda farklı, iktidarın kazandığı yerde farklı kaybettiği yerde farklı işletmesi; seçimleri kazanan adayların mazbatalarının keyfi biçimde bekletilmesi; seçimi kazanan KHK’lı adaylara mazbatalarının verilmemesi gibi pek çok hukuk dışı uygulama 31 Mart seçimlerinin en dikkat çekici yanları oldu.

Yaşanan tüm bu usulsüzlüklere rağmen sonuçları açısından değerlendirdiğimizde, 31 Mart 2019 tarihinde gerçekleştirilen Yerel Seçimlerin Türkiye tarihi açısından çok önemli bir dönüm noktası olduğuna inanıyorum.

17 yıllık iktidar dönemi boyunca AKP’nin en büyük amaçlarından biri tek adam rejiminin inşası ve bu yolla tüm toplumun yukarıdan aşağıya gerici-muhafazakar bir dünya görüşü ekseninde dönüştürülmesiydi.

Geçtiğimiz iki yılda önce Anayasa Değişikliği Referandumu ardından Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ile AKP, parlamenter demokratik rejimi tasfiye ederek, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında arzuladığı tek adam rejimini kurmuştu.

AKP’nin en güçlü olduğu, bütün devlet organlarını mutlak olarak kontrol altına aldığı, medyanın neredeyse tamamını kendine bağladığı, en küçük toplumsal muhalefeti bile baskı ve zorbalıkla sindirdiği bu dönemde gerçekleştirilen yerel seçimlerde AKP büyük bir yenilgiye uğradı.

İktidar bloğunda bulunan İstanbul, Ankara, Antalya, Mersin, Adana gibi büyükşehirlerin belediyeleri muhalefet partisinin eline geçti.

Yerel seçim sonuçlarına göre önümüzdeki 5 yıl boyunca Türkiye Nüfusunun yüzde 53’ü muhalefet partilerinin yerel yönetimleri altında yaşayacak.

Hepimiz biliyoruz ki özellikle İstanbul ve Ankara gibi büyükşehir belediyelerinin kaybedilmesi AKP açısından seçim mağlubiyetinin çok daha ötesinde anlamlar taşımaktadır.

25 yıldır AKP’nin politik çizgisinde bulunan bu iki büyükşehir adeta AKP’yi var eden şehirler olmuşlardır. Buralardan sağladıkları kaynaklar, buralarda yaptıkları rant paylaşımları AKP’nin tüm Türkiye çapındaki örgütsel yapılanmasında büyük önem taşımaktadır.

Merkezi bütçeye göre çok daha esnek, çok daha kontrolsüz yerel yönetim bütçeleriyle yandaş kurum, kuruluş ve vakıflara yapılan para ve rant akışları, AKP’nin adeta can damarları olmuştur.

AKP’nin İstanbul seçimlerini kaybetmeyi hazmedemeyişi, yasalara ve yerleşik uygulamalara rağmen soyut iddialarla sandıkları tekrar tekrar saydırması, YSK’yı, devlet organizasyonunu ve seçimleri gölgelemek pahasına usulsüzler olduğunu iddia etmesi İstanbul’un AKP açısından önemini göstermektedir.

AKP’nin bu tutumu, AKP’nin dilinden düşürmediği millet iradesi ve demokrasi söyleminin altının da ne kadar boş olduğunun göstergesidir. 16 Nisan Referandumunda milyonlarca mühürsüz oy şaibesi ortadayken “Atı alan Üsküdar’ı geçti” açıklamasıyla tüm itirazları örtbas eden, Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında “Seçimi kazanmak için %50 artı 1 oy yeter” diyen Erdoğan, 31 Martta sandıkta tecelli eden halk iradesini yok saymıştır.

Bizler yıllardan bu yan AKP’nin bu antidemokratik tutumunu görüyor ve dillendiriyorduk. Bu seçim süreci bir kez daha haklılığımızı ortaya koydu. Bu seçim süreci aynı zamanda Anadolu Ajansı, TRT, Yüksek Seçim Kurulu gibi kurumların da gerçek yüzlerini bir kez daha ortaya koydu.

Tüm bu kurumların partizanlıktan arındırılarak kamusal çıkar anlayışı ekseninde yeniden örgütlenmesi gerektiği ihtiyacını da açığa çıkarttı. Önümüzdeki önemin en önemli görevlerinden birisi bu olacaktır.

Değerli arkadaşlar,

Aslında önümüzdeki dönemde yeniden örgütlememiz gerekenler sadece parti devleti anlayışıyla yapılandırılmış devlet kurumları değil. AKP, 17 yıllık iktidar dönemi boyunca sadece devlet kurumlarını değil, toplumun tamamını kendi gerici muhafazakâr anlayışı çerçevesinden yapılandırdı ve bizim toplumun tümünü yeniden örgütleyecek bir mücadele programına ihtiyacımız var.

Bunun belki de ilk yolu örgütlenmenin, örgütlü yaşamanın, örgütlü davranmanın önemini topluma yeniden anlatabilmekten geçiyor. Biliyorsunuz uzun süreden beri toplumun geniş kesimleri örgütlü yapılardan adeta kaçıyor.

Bu sadece AKP dönemi ile sınırlı da değil. 12 Eylül’den bu yana bir yandan Cuntacılar ve devamındaki sağ iktidarlar örgütlü yapıları suçla özdeşleştirirken, yine bu dönemde sola sirayet eden postmodern akımlar örgütlü yapıları bağnazlıkla ve baskıcılıkla özdeşleştirerek iktidarın değirmenine su taşıdılar.

Türkiye’de neredeyse 40 yıldır, örgütlü mücadele ve toplumsal çıkar karşıtı bir sistematik saldırı devam ediyor. Bireycilik, benmerkezcilik ve liberal bir özgürlük anlayışı her türden dayanışmacı, toplumcu ve örgütçü tutumun önüne geçmiş durumda.

Türkiye bu 40 yıl boyunca tümüyle yozlaşmamış ve çürümemişse, burada bir araya gelen kurumların ve birlikte hareket ettiğimiz muhalefet kesimlerinin bu çürümeye karşı direnci ve toplumu savunma gayreti sayesindedir. Dolayısıyla temelleri 1960’lı-70’li yıllarda atılan bu örgütlerimiz, sadece temsilcisi oldukları emek ve meslek alanlarının çıkarlarının korunması açısından değil, toplumun genel çıkarının korunması açısından da hayati bir önem taşımaktadır.

Yeri gelmişken TMMOB’nin DİSK, KESK ve TTB ile ilişkisi hakkında birkaç söz daha etmek isterim. Biliyorsunuz bizler dört örgüt olarak ortak açıklamalar, ortak etkinlikler hatta ortak mitingler düzenleriz. Bu ortaklık sadece bu dört örgütün yönetimlerinin iyi anlaşmasıyla ya da ortak çıkarlarının olmasıyla ilgili değildir. Az önce bahsettiğim gibi 40 yıllık geçmişi olan bir ortak mücadele ve örgütlenme deneyiminin bir ürünüdür.

TMMOB üyeleri 70’li yıllardan itibaren sendikal mücadelenin en aktif öznelerinden birisi olmuştur. Başlangıçtaki teknik personelden oluşan bir sendikal örgütlenme anlayışı, 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren işçi ve emekçilerin sendikal mücadelesiyle ortaklaşmıştır.

Özellikle Yeni Çeltek, Aşkale, Hekimhan ve Divriği bölgelerinde Yeraltı Maden İş’in örgütlenmesinde Maden Mühendislerinin özellikle de Maden Mühendisi abimiz Çetin Uygur’un önemli katkıları vardır. TMMOB’nin unutulmaz başkanlarından olan Teoman Öztürk de 1980 yılında Başkanlıktan ayrıldıktan sonra DİSK Araştırma Dairesinde görev yapmıştır.

Kamuda çalışan TMMOB üyeleri 1990’lı yılların başından itibaren başlayan kamu emekçilerinin sendikalaşma mücadelesinin de önemli bir parçası olmuştur. Bugün kamuda çalışan çok sayıda TMMOB üyesi aynı zamanda KESK üyesi ve yöneticisidir.

Özellikle ESM, Haber Sen, BTS, Yapı Yol Sen gibi teknik personelin örgütlendiği alanlarda ilişkiler daha fazla iç içedir. Dolayısıyla alanlarda sıklıkla yan yana gördüğünüz TMMOB, DİSK, KESK ve TTB arasında eylem birlikteliğin aşan bir mücadele, örgütlenme ve dava birliği bulunmaktadır.

Dava birliği derken mecazi konuşmuyorum, pek çok kez buradaki yönetici arkadaşlarımızla ortak davalarda yargılandık. En Son TTB’nin Afrin Operasyonu sırasında yapmış olduğu Savaş bir Halk Sağlığı Sorunudur açıklamasına verdiğimiz destek nedeniyle, buradaki her örgüt yöneticisine ayrı soruşturmalar açıldı.

Değerli arkadaşlar,

Az önce de dile getirdiğim gibi neoliberal hegemonyanın temel amacı, insanları toplumsal yapılardan koparmak, örgütlü ilişkilerinden ayırmak ve bu yolla devlet iktidarı karşısında tek başına savunmasız bırakmaktır.

Toplum karşıtı bu neoliberal programın ülkemizdeki en sadık ve radikal uygulayıcısının AKP olduğunu artık hepimiz biliyoruz. AKP 17 yıl boyunca toplumu çözmek emek-sermaye çelişkisini merkezine alan geleneksel örgütsel yapılar karşısında dinsel öğretileri merkezine alan cemaat ve tarikat örgütlenmelerini kullandı.

Her alanda yarattığı yandaş örgütlerle, 1970’li yıllardan beri muhalefetin temel dinamiği olan demokratik kitle örgütlerinin altını boşaltarak kendisine göbekten bağlı bir sivil toplum mekanizması yarattı.

Kendi yarattığı bu iktidar ağlarının dışında kalanları fişleyerek kamusal imkanlardan faydalanmasını engelledi. Bu durum özellikle 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında aleni bir saldırıya dönüştü.

Bunun en çarpıcı örneği, kamu çalışanlarına dayatılan Güvenlik Soruşturması ile insanların çalışma haklarının ellerinden alınmasıdır. Kişiler katıldıkları demokratik eylemler hatta kendisi katılmasa bile akrabalarından birilerinin katıldığı eylemlerden ötürü kamu çalışanı olamaz hale getirildi.

Mühendis-mimar ve şehir plancıları yasal zorunluluk gereği üye oldukları meslek odalarından bile kayıt sildirmek için başvurularda bulunuyor. Bu süreç özellikle kamuda çalışan, kamuda çalışmak isteyen herkesi ve en çok da oradaki örgütlü yapıları etkiliyor.

Biliyorsunuz 12 Eylül darbecileri TMMOB’nin kamudaki etkinliğini kırabilmek için, kamuda çalışan mühendis, mimar ve şehir plancılarının odalarımıza üyelik zorunluluğunu kaldırmıştı. AKP de bugün elinden gelse kamu çalışanlarının yandaş olmayan emek ve meslek örgütlerine üye olmasını tümüyle engelleyecek.

Bunu şimdilik yapamadığı için daha farklı yollarla örgütlülüklerimizin gücünü azaltmaya, toplumsal etkinliğimizi sınırlandırmaya çalışıyorlar.

15 yıldır devam eden AKP iktidarı boyunca kuruluş yasamız defalarca değiştirilmeye çalışılmış ve halen değiştirilmeye çalışılmaktadır. Mesleki denetim yetkilerimiz kısıtlanarak akıl dışı, bilim dışı uygulamalara müdahale olanaklarımız kısıtlanmak istenmektedir.

Yabancı mühendislerden bırakınız mütekabiliyeti, diploma denkliği bile aranmayarak, ülkemiz mühendis, mimar ve şehir plancıları kendi ülkelerinde mülteci statüsüne sokulmaya çalışılmıştır. Tüm bu girişimler üyelerimizle birlikte verdiğimiz mücadele ve demokratik kamuoyunun desteğiyle püskürtülmüştür.

Cumhurbaşkanlığı Denetleme Kurulu Raporu’yla, hakkımızda açılan davalarla, yöneticilerimize yönelik tehditlerle, denetleme adı altında Odalarımıza yönelik hiyerarşik vesayet kurma çabasıyla, yandaş basın ve sosyal medya trollerinin hedef göstermeleriyle bizleri susturmaya çalışıyorlar.

24 Haziran sonrasında yayınlanan kararnamelerle onlarca yıldır o ya da bu biçimde mecliste, komisyonlarda, kamuoyunda tartışılarak çıkartılan, eksik de olsa cumhuriyet düşüncesinin katılımcı anlayışını içinde barındıran, liyakat usullerini gözeten, denetim ve sorumluluk anlayışına dayalı idari ve bürokratik yapı tümüyle ortadan kaldırılmıştır.

Yapılan değişikliklerle TMMOB gibi meslek örgütlerinin, emek örgütlerinin, hatta üniversitelerin kamuya ilişkin politika üreten kurul ve kurumlarda yer alması tamamen engellenmiştir. Kamu adına söz söyleyecek, politika önerecek kurum ve kuruluşların kamu yönetimiyle tüm bağı kesilmiştir. Neoliberalizmin en katı biçimde uygulandığı ülkelerde bile böylesi bir anlayış bulamazsınız.

Değerli arkadaşlar,

Bütün bu saldırılar karşısında bizim yapmamız gereken ve yapmaya çalıştığımız şey, birlikte mücadeleyi büyütmektir. Bizler ne kadar yan yana gelir, ne kadar güçlü örgütler ortaya çıkarabilirsek o kadar güçlü bir toplumsal muhalefet yaratabiliriz. Bahsettiğim birliktelik sadece kurumların yan yana gelmesinden ibaret değil. Çalışma alanlarından başlayarak işyerinde çalışan tüm emekçilerin birleşik mücadelesini ve ortak örgütlenmesini sağlamamız gerekiyor.

Buradaki tüm örgütler belirli yasal sınırlılıklara sahip ama biz bu sınırlılıkları aşan deneyimler yaratmamız gerekiyor. Mesleki ünvanlarımızın ve statülerimizin bariyerlerini kırmamız, örneğin aynı hastanede çalışan doktorun, hemşirenin, mühendisin, hasta bakıcının hatta hastanın bir araya gelebileceği ve mücadele edeceği meclisleri örgütlememiz gerekiyor.

Aynı işyerinde “kamu emekçisi”, “sözleşmeli personel”, “işçi”, “taşeron işçi”, “kiralık işçi” gibi farklı statülerde istihdam edilen tüm çalışanların ortak örgütlenmesi mevcut yasaların sınırlarını aştığı gibi, neo-liberalizmin en önemli sonuçlarından biri olan emeğin parçalanması sorununda da önemli bir dalgakıran işlevi görecektir.

Bizler bu perspektifle TMMOB’yi örgütlemeye, meslektaşlarımızın sorunlarının çözümü ve toplumun ortak çıkarının korunması doğrultusunda mücadele etmeye devam edeceğiz.

Sözlerimi tamamlarken hepinizi bir kez daha dostlukla selamlıyorum.

Yaşasın Sınıfı Dayanışması, Yaşasın Ortak Mücadelemiz!