GÜBRE VE GÜBRE HAMMADDELERİ ÇALIŞTAYI YAPILDI

29.11.2004

TMMOB Jeoloji, Kimya ve Ziraat Mühendisleri Odası'nın birlikte düzenlediği ve MTA Diyarbakır Bölge Müdürlüğü, Dicle Üniversitesi ile Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası'nın desteklediği "Gübre ve Gübre Hammaddeleri Çalıştayı", 25-26 Kasım 2004 tarihlerinde Diyarbakır'da Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Konferans Salonu'nda gerçekleştirildi. 27 Kasım 2004 tarihinde Mazıdağı Fosfat Tesislerine teknik gezi düzenlendi.

TMMOB Jeoloji, Kimya ve Ziraat Mühendisleri Odası‘nın birlikte düzenlediği ve MTA Diyarbakır Bölge Müdürlüğü, Dicle Üniversitesi ile Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası‘nın desteklediği "Gübre ve Gübre Hammaddeleri Çalıştayı", 25-26 Kasım 2004 tarihlerinde Diyarbakır‘da Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Konferans Salonu‘nda gerçekleştirildi. 27 Kasım 2004 tarihinde Mazıdağı Fosfat Tesislerine teknik gezi düzenlendi.

25 Kasım 2005 tarihinde Çalıştay Yürütme Kurulu Başkanı H. İrfan GENCER, Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı İsmet CENGİZ, Ziraat Mühendisleri Odası II. Başkanı Dr. Turhan TUNCER, TMMOB Yürütme Kurulu Üyesi Baki Remzi SUİÇMEZ, Mazıdağı Fosfat Tesileri İşyeri Temsilcisi Sinan ÖRÜK, Mazıdağı Belediye Başkanı Nuran ATLI, Dicle Üniversitesi Rektörü Fikri CANORUÇ‘un açılış konuşmaları ile başlayan Çalıştay; Gübre Sektörü ve Gübre Kullanımındaki Gelişmeler ile İthalat ve Mazıdağı konulu iki oturumda sunulan 14 Bildiri ile devam etti. 26 Kasım 2004 tarihinde yapılan Türkiye Gübre Sektörü, Gübre Hammaddeleri, İthalat Politikası ve Çevre Sorunları Paneli‘ni TMMOB Yürütme Kurulu Üyesi Alaeddin ARAS yönetti.

Çalıştay açılışında TMMOB Yönetim Kurulu adına konuşma yapan TMMOB Yürütme Kurulu Üyesi Baki Remzi Suiçmez özetle şunları söyledi:

Hammaddesi, üretimi, taşınması, depolanması, uygulanması, bitkisel verim ve kaliteye etkisi, yanlış kullanımında yarattığı çevre sorunları gibi etkileyen ve etkilenen yönleriyle, çok boyutlu, çok yönlü ve dinamik bir sektördür Gübre Sektörü. Pazar büyüklüğü de dikkate alınırsa, toplumsal yaşamı doğrudan ya da dolaylı etkileyen önemli bir sektördür Gübre Sektörü.

Bugün ve yarın, "Gübre Sektörü ve Gübre Kullanımındaki Gelişmeler" ve "İthalat ve Mazıdağı" konulu iki oturum ile, "Türkiye Gübre Sektörü, Gübre Hammaddeleri, İthalat Politikası ve Çevre Sorunları Paneli"nde değerli uzmanların katılımıyla derinliğine tartışmalarla masaya yatırılacak olan Gübre Sektörüne yönelik birkaç noktayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Tarım alanlarının kullanımının alansal olarak sınırına varıldığı, hatta aşıldığı günümüzde, gıda açığının bitkisel yönden giderilmesi için, bitkisel üretimin verimlilik ve kalite yönünden artırılması ve çiftçilerin gelir düzeyinin ve yaşam kalitesinin yükseltilmesi için başlıca yol; su, gübre, ilaç gibi tarımsal girdilerin doğru ve yeterli kullanımıdır. Gübreler; tek başlarına yüzde 50‘nin üzerinde verimlilik artışı sağlayarak, tarımsal üretim sonucu topraktan eksilen bitki besin maddelerini toprağa geri kazandırma işlevinin ötesinde; gıda güvenliğine, yaşam kalitesinin yükseltilmesine ve açlıkla mücadeleye dünya çapında çok önemli katkıda bulunmaktadırlar. Çeşitler açısından organik, kimyasal, yaprak ve sıvı gübrelerden bahsedilse de, en yaygın çeşit kimyasal gübrelerdir.

Ülkemizde ilk kimyasal gübre üretimi 1939 yılında Karabük Demir Çelik İşletmelerinde amonyum sülfatın yan ürün olarak elde edilmesiyle başlamıştır. İlk gübre fabrikası devlet tarafından 1954 yılında kurulmuş, kamu yatırımlarının artması yanı sıra, 1970‘lerden sonra özel sektör de gübre üretimine başlamıştır. Halen, ikisi kamu, yedisi özel sektör olmak üzere 9 fabrika mevcuttur. Ayrıca, yan ürün olarak az miktarda gübre üreten 3 demir çelik fabrikası, yan ürün olarak gübre ham/ara maddesi üreten 3 kuruluş, gübre sektörüne doğalgaz sağlayan 1 kamu kuruluşu ve gübre dışalımı ve dağıtımı yapan kooperatifler ve özel sektör kuruluşları vardır. Dünya fosfatlı gübre üretiminin gelişmesine paralel olarak, fosfat kayası arzı devamlı bir artış göstermiştir. Üretilen fosfat kayasının % 85‘i gübre olarak değerlendirilmektedir. Ülkemizde, Ulusal Petrol Davası‘na, Ulusal Maden Davası‘na gönül verenlerin uğraşıları sonucu, 1961 yılından itibaren hızlanan fosfat arama çalışmaları ile önemli sayılabilecek fosfat potansiyeli bulunmuştur. Ülkemizin bilinen fosfat potansiyelinin hemen hepsi, Mardin - Mazıdağı Alt Bölgesi, Bingöl - Bitlis Alt Bölgesi ve Aşağı Fırat Alt Bölgesi olmak üzere başlıca 3 bölgede toplanmıştır. Yılda 557.300 ton fosfat konsantresi üretebilecek kapasiteye sahip Eti Holding Güneydoğu Anadolu Fosfatları İşletmesi, 1987 yılında Mardin iline bağlı Mazıdağı ilçesinde kurulmuştur. Mazıdağı fosfat yatakları bir süre işletilmiş, üretilen konsantre maliyetlerinin yüksek olması ve bunları kullanacak gübre fabrikalarının yöreye uzak olması gerekçeleriyle üretim 1994‘te durdurulmuştur. Oysa, bu fabrika tam kapasiteyle çalışırsa Türkiye‘de bir yıl kullanılan toplam gübre miktarının üretilmesi için gereken fosfat konsantresinin dörtte birini karşılayabilecek kapasitedir.

Ülkemizde, 2003 yılı itibarıyla, resmi verilere göre; gübre üretimi yaklaşık 1.3 milyon ton, dışalımı 860 bin ton, dışsatımı 50 bin ton, tüketim ise 2 milyon ton bitki besin maddesidir. Toplam gübre üretim kapasitesi, toplam gübre tüketiminin büyük kısmını karşılayabilecek güçtedir. TSP ve kompoze gübrelerde fazla kapasite, diğer çeşitlerde ise yetersiz kapasite mevcuttur. Üretim kapasitesinin % 71‘i özel sektör, % 29‘u kamu sektörüne aittir. Son 5 yılın ortalama kapasite kullanımı % 62‘dir. Gübre çeşitlerine göre farklılık gösterse de, kapasite kullanım oranının düşüklüğü; azotlu gübrelerin üretim maliyetlerinin fazla olması, fosforlu gübreler gibi bazı gübrelerin toprakta birikmesinden dolayı tüketimindeki azalış, hammadde sağlamadaki dışa bağımlılık, ucuz ve kaliteli hammadde sağlamadaki zorluklar, dışalımdaki artıştır.

Sektöre, küresel dayatmaların yoğunlaştığı son yirmi yıldır yeni yatırım yapılmamaktadır. Bunun nedenleri; gübre sektörünün dışa bağımlı olması, hammadde sağlamada yaşanan güçlükler, bunların etkisiyle oluşan yüksek maliyet, sektörde yaşanan rekabet ve giderek tekelleşmenin egemen olması, doğalgaz fiyatının sektör için cazip hale getirilememesidir. Gerek kapasite kullanımının düşüklüğü, gerekse yeni yatırım yapılmamasında dikkati çeken en önemli nokta, dışa bağımlılıktır.

Gübre Sektörünü 50 yıllık tarihi boyunca yakından izleyen TMMOB, bu soruna yıllardır dikkati çekmektedir. Örneğin, 1975 yılında Birlik Haberlerinde şu tespitler yer almıştır: "Her alanda olduğu gibi; gübre sanayiinde de dışa bağımlılığı oluşturan yan sanayi dalları ve gübre fabrikasyon girdileridir. Hammadde diyebileceğimiz bu ara mallar gübre sanayinin dışa bağımlılığı, dış kaynaklı finansman, teknoloji transferi maliyeti dışında, % 50‘nin üstündedir. Ülkemizde üretilen her ton TSP ve DAP yalnızca hammadde bedeli olarak yabancı tekellerin karına kar katacaktır." Bu saptamanın üzerinden yaklaşık 30 yıl geçmiştir. Ancak, aynı bozuk düzen sürmektedir ve yabancı tekeller karlarına kar katmaya devam etmektedir.

İlginçtir, ülkemizde özelleştirmeye yönelik dış kaynaklı çalışmalar gübre sektörü üzerinden başlatılmıştır. 1984‘te Dünya Bankası‘nın Türkiye Sınai Kalkınma Bankası‘ndan Türkiye‘deki gübre fabrikalarına verilecek olan yeniden yapılanma kredilerine aracılık etmesini istemesiyle başlayan süreç, öncelikle tekstil ve çimento sektörünü içine alarak genişlemiş; süreç içinde KİT‘lerin tümü yanında, kamusal hizmet alanları ile birlikte toprak ve su gibi doğal kaynaklarımız da özelleştirme kapsamına alınmıştır.

Bugünlerde TBMM‘de görüşülen 2 ayrı yasa tasarısından söz etmek istiyorum. SSK Hastahanelerinin Sağlık Bakanlığı‘na devri ile Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü‘nün kapatılmasına ilişkin yasa tasarısı. Her iki tasarı da, Cumhurbaşkanı‘nca veto edilen Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı içinden çekilerek ayrı ayrı gündeme getirilen tasarılardır. Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı hakkında "Yaldızı Kazı, Tuzağı Gör" demiştik. Tuzağın içeriği; Ülkenin pazar, Devletin tüccar, Vatandaşın müşteri duruma getirilmesidir. SSK Hastahanelerinin Sağlık Bakanlığı‘na devri, Özel idarelere devir ve sonrasında özel sektöre devrini içermektedir. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü‘nün kapatılmasına ilişkin yasa tasarısını ise, gübre sektörüyle ilgisi nedeniyle biraz açmak istiyorum.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, köy yolu ve içme suyu hizmetleri yanında, Ülkemizde toprak ve su kaynaklarının korunması ve geliştirilmesini çalışmalarını yürütmektedir. Tarıma yönelik dışa bağımlı politikaların sözcülüğünü yapan bazı köşe yazarlarının tarımımızın en önemli yapısal sorunları diye öne sürdüğü arazi toplulaştırması ve toprak analizlerini de bu Genel Müdürlük yürütmektedir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, gübre kullanımına yönelik toprak analizi konusunda Gezici Toprak Analiz Laboratuarları Projesi ile soruna geçici çözümler bulmaya çalışırken, sorunun köklü çözümünü gerçekleştirebilecek olan ve geçmişte Türkiye Verimlilik Envanterini oluşturan Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü‘nün geliştirilmesi yerine, kapatılmasına ses çıkarmamaktadır. Bu Genel Müdürlüğün yerele devri, özellikle toprak ve su kaynaklarının ticari bir meta olarak değerlendirilmesine yol açacaktır. Bugün, taşra teşkilatına başvuran her üreticinin ücretsiz olarak yaptırabildiği toprak analizleri, yarın paralı duruma gelecektir. Sulama ve arazi toplulaştırma çalışmaları aksayacak, işletmelerin yapısal sorunlarının çözümü ötelenerek diğer ülkelerle yaşanan rekabet sorunu derinleşecek, bölgeler ve iller arasındaki hizmet açığı büyüyecek, gübre kullanılarak üretim yapılması gereken nitelikli tarım alanları konut ve sanayi yatırımlarına açılacaktır. Erozyonla mücadele aşamasında toprak koruma çalışmaları sekteye uğrayacaktır.

Çok daha fazla olumsuz etkileri olan bu tasarıya kısaca değindikten sonra, sektörde yaşanan özelleştirmelere dönmek istiyorum. Amerikan Morgan Guaranty Trust Bankası, 1984 yılında, Türkiye Sanayi Kalkınma Bankası‘na gübre sektörü araştırmasında işbirliği teklif etmiş, Amerika Birleşik Devletleri‘nin en ünlü danışmanlık firmalarından biri olan Arthur D. Little, sermayesinin önemli bir bölümü devlete ait olan TÜMAS‘la birlikte bir çalışma yapmıştır. Getirilen öneriler şunlardır: Türk tarımının gübre gereksinimi göz önünde tutularak gübre sanayinin, gereksinime yanıt verecek ve uluslararası piyasalarda rekabet edecek biçimde yeniden yapılanması; yeni kurulacak tesislerin adet, tip, üretim kapasiteleri ve coğrafik konumlarının belirlenmesi, Yabancı kuruluşlarla ortaklık tesis etmenin sağlayacağı faydalar, Sosyal nedenlerle, ekonomik çalışamamaları yüzünden, zarar etmelerine karşın kapatılmalarına olanak olmayan fabrikaların ek finansman gereksinimleri ve bu finansmanın en iyi ne şekilde sağlanacağı, Yurt içi gübre dağıtımı için yeni öneriler getirilmesi, Gübre fiyatlandırılmasında kullanılacak ticaret esasları, gübre fiyatları aracılığı ile tarım sektörüne sağlanacak devlet desteği ve bu desteğin finansmanı hakkında görüşler, Özelleştirme öncesi İGSAŞ ve TÜGSAŞ‘ın yönetim, üretim ve mali bölümlerinin reorganizasyonu önerileri, IGSAŞ ve TÜGSAŞ‘ın mal varlıklarının değerlendirilerek, hemen özelleşebilecek, yeniden yapılaşmadan sonra özelleşebilecek ve özelleşmesi güç tesisler olarak sınıflandırılmaları, Özelleştirilmesi teklif edilen mal varlıklarının değeri, Özelleştirmede kullanılacak metodolojinin tespiti, Özelleştirme işlemleri ile ilgilenebilecek yerli ve yabancı yatırımcıların listesi, Özelleştirme için en uygun zamanlama.

Türkiye‘nin en büyük gübre üretici konumunda olan ve kamuya mali ve ekonomik olarak ciddi katkılarda bulunan, 1953 yılında Azot Sanayi A.Ş. olarak kurulan ve 1984 yılında bugünkü adını alan TÜGSAŞ ve bağlı ortaklıkları, bazı ürünlerin ülkemizdeki tek üreticisi olma konumları ile de önemlidirler. % 46 oranında azot içeren ve konsantre bir gübre olan üre Türkiye‘de sadece İGSAŞ‘da üretilmektedir. Yeniden yapım maliyeti 500 milyon dolar olan İGSAŞ tesislerinde ülkenin üre tüketiminin % 39‘u, azotlu gübreler tüketiminin ise % 14‘ü karşılanmaktadır. Ürenin yanında ulusal sanayiye nitrik asit ve teknik amonyum nitrat üreten tek kuruluş İGSAŞ‘dır. Tüketimin geri kalan kısmı ise dışalım yoluyla karşılanmaktadır. En uygun zamanlamanın kollandığı süreçte, 1998 yılında özelleştirme kapsamına alınan İGSAŞ ile TÜGSAŞ‘ın, halen Gemlik ve Samsun Gübre Fabrikalarının özelleştirilmesi çalışmaları devam etmektedir. Karlı ve verimli bir şirket olan İGSAŞ için 2000 ve 2003 yıllarında ihale yapılmış, birinci ihale, 2000 yılında Rekabet Kurulu‘nun "Kimyevi gübre sektörü, bir kaç şirketin denetimi altındadır. Bu nedenledir ki, şirketlerden İGSAŞ‘ın ihalesini alan Toros Gübre‘ye satışına ilişkin idare işlemi uygun değildir" gerekçesiyle kurum tarafından iptal edilmiştir. Bu süreçte, ihaleye bir kaç gün kala, şirketin en önemli girdisi olan doğalgaz, gene bir kamu kurumu olan BOTAŞ tarafından kesilmiş, şirket hammadde yokluğu nedeniyle üretim yapamadığı bir durumda ihaleye çıkarılmıştır. Benzer bir süreç, Özelleştirme Yüksek Kurulu‘nun satış ihalesini 12 Mayıs 2004 tarihinde onayladığı Samsun Gübre Fabrikası özelleştirmesinde yaşanmıştır. İhaleyi kazanan ilk firma özelleştirme bedelini ödeyemeyince, ihale ikinci firmada kalmış, ikinci firma da bu bedeli ödeyememiş ve ihale üçüncü firmaya geçmiştir. Üçüncü firma da son tarih olan 17 Kasım‘da bu bedeli ödememiştir. Teminatların gelir irat edileceğinin açıklanmasına karşın, özelleştirme süreci nedeniyle 11 aydır üretim yapılmayan fabrikada zarar 10 milyon doları geçmiştir. Samsun Gübre‘de örgütlü olan Petrol-İş Sendikası, özelleştirme ihalesinin iptal edilerek, fabrikada üretime yeniden başlanması için girişimlerini sürdürmektedir.

Dikkatinizi çekmek isteğim konu ise; ihaleye giren ve ihale bedelini ödemeyen firmaların, fabrikada üretime ara verilmesini ve oluşan 600-700 bin tonluk gübre açığını fırsat bilerek dışalıma başlamalarıdır. Bu firmalar yurtdışından tonunu 200-250 milyon liraya aldıkları DAP gübresinin tonunu, bölgede 650-800 milyon liraya satmaktadırlar. Dolayısıyla yaktıkları teminatın çok daha fazlasını gübre spekülasyonu yaparak çıkartmaktadırlar. Oysa Samsun Gübre Fabrikası‘nda üretime ara verilmemiş olsaydı, DAP gübresinin tonu 480 milyon lirayı aşmayacaktı. Özetle; Türkiye Zirai Donatım Kurumu‘nun özelleştirilmesiyle gübre dağıtımından kamunun çekilmesinden sonra, TÜGSAŞ ve İGŞAŞ‘ın özelleştirilmesiyle kamunun üretimde de çekilmesi sonucu, resmen yağma düzeni yaşanacak, vahşi kapitalizm tüm yönleriyle tarım sektöründe egemenliğini ilan edecektir. Gübre sektörü dışarıya bağımlı olunca, özelleştirme sonrası kamu yerine geçecek olan özel sektör yeni yatırım yerine, dışalım yolunu seçince, artan talep dışalımla karşılanacaktır. Bu nedenle petrolden sonra en yüksek dövizin gübreye ödenmesine devam edilecektir. Piyasa da, yerli ve yabancı tekellerin insafına terk edilecektir.

Ülkemizde gübre tüketimi 1990‘lı yıllara kadar artmış, bu yıllardan sonra sabit kalmış ya da azalmıştır. Gübre tüketiminin yetersiz olduğu Ülkemizde, hektara düşen gübre tüketimi 91.5 kg‘dır. Tüketimin % 70‘ini azotlu gübreler oluşturmaktadır. Gübre çeşitleri arasında sürece bağlı değişimler görülmektedir. Son yıllarda azot/fosfat oranı azot lehine tehlikeli şekilde artmıştır. Gübre tüketimi bölgeler itibarıyla dengesizdir. Akdeniz, Orta Güney, Ege ve Marmara en çok gübre tüketilen bölgelerdir. Son yıllarda GAP ile birlikte Güneydoğu ve Orta Güney bölgelerimizde de üretim artmıştır. Ülkemizde gübreler en çok tahıllarda kullanılmaktadır. Sanayi bitkileri ile meyve ve sebzeler gübre tüketen diğer ürünlerdir.

Ülkemizde gübre tüketiminin artmasına yol açacak önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Sulu tarım alanlarının artışı, yüksek verimli hibrit tohumlarının kullanımının giderek yaygınlaşması, sanayi bitkileri ekim alanlarının artışını bu bağlamda değerlendirebiliriz. Sulama alanlarının artışı konusunda GAP Sulamalarına değinmek istiyorum. Bugün GAP‘ta sulama yatırımlarının gerçekleşme oranı yaklaşık yüzde 13‘tür ve hedefin çok gerisindedir. Şanlıurfa‘da sulama kanalları açılmış, drenaj kanalları henüz tamamlanmamış, ana kanaldaki suyu tarlaya ulaştıracak olan ve Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen sulama ağı ve tarla içi geliştirme çalışmaları bitirilememiştir. Diyarbakır‘a su getirilememiştir. GAP yüz akımızdır, ancak, bugünkü uygulama düzeyine bakınca yapacak çok iş olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, siyasi iktidarları ve ilgili kamu yönetimlerini uyarıyor ve GAP‘ın tarımsal yatırımlarının bir an önce bitirilmesini talep ediyoruz. Gübre talebindeki artış eğilimine karşın, yeni yatırımların yapılmaması ve mevcut kapasiteyi artıracak modernizasyona gidilmemesi nedeniyle üretim artırılamamaktadır. Yetersiz gübre kullanımı; işletme büyüklükleri, pazarlama sorunları, üretimde karlılığın önceden bilinmemesi, gübreleme konusundaki bilgi eksikliği ile açıklanmaktadır. Gübre kullanımındaki azalmanın başlıca nedenleri ise; çiftçinin alım gücünü ifade eden gübre/ürün paritesinin bozukluğu ile gübre destekleme politikasındaki istikrarsızlıktır.

Sektörde yaşanan olumsuz sürecin çiftçiye etkilerini, 9 Mart 2004 tarihinde yayınlanan Dünya Bankası Raporu‘ndan yapacağımız alıntılarla açıklayalım: "Gübre sübvansiyonlarının ilk aşamada yüzde 50 oranında azaltılıp, ardından Kasım 2001‘de tamamen kaldırılmasıyla, gübre fiyatları iki katına çıkmıştır; Tarımsal üretim değişen fiyatlara kendini uyarlamakta ve önceden yüksek oranda desteklenen ürünlerden uzaklaşmanın ilk sinyallerini vermektedir. Bütün sübvansiyon reformu süresince gübre ve kimyasal ilaç kullanımı yüzde 25-30 oranında gerileyerek, 1990‘ların ortalarındaki düzeye düşmüş bulunmaktadır. Bu durum hem tarımsal gelirdeki düşmeye hem de yüzde 50 sübvansiyonun kaldırılmasıyla gübre fiyatlarında görülen hızlı artışa bağlıdır."

Gübre dış ticaretinde 1994 yılından itibaren AB Ortak Dış Ticaret politikası uygulanmaktadır. Gümrük vergileri, AB ve Serbest Ticaret Anlaşması imzalanmış ülkeler için sıfır, diğer Ülker için % 6.5‘tir. Gübrelerle ilgili mevzuat AB ile uyumlu hale getirilmiş, ülkemizde ve AB‘de üretilen gübreler karşılıklı serbest dolaşım hakkı kazanmıştır. Karşılıklı yükümlülüklere karşın, insanların serbest dolaşımına izin verilmediği süreçte, hammadde ve enerjide olduğu gibi rekabet koşullarının ülkemiz lehine olmaması, gübre sektöründeki serbestliğin ülkemiz aleyhine sonuçlar üretmesine yol açmaktadır. Bu bağlamda, kısaca, AB ile Türkiye arasında tarım alanında yaşanan gelişmelere de değinmek istiyorum. Dünya Ticaret Örgütü Anlaşmaları çerçevesinde destek türleri çeşitli kutular arasında dağıtılırken, diğer gelişmiş ülkeler gibi AB de, üreticisini desteklemeye devam etmektedir. AB, üye ülkelerin şekerpancarı ve tütün üreticisini desteklemeye devam ederken, IMF dayatması ile ülkemizdeki tütün ve şekerpancarı üretiminin kısılmasına ses çıkarmamaktadır. AB, nişasta bazlı tatlandırıcılar oranını içinde çok düşük tutarken, ülkemizde Cargill gibi firmaların baskısıyla bu oranın yükseltilmesini bir uyum sorunu olarak görmemektedir.

Türkiye tarıma yılda 3.5 katrilyon lira ayırırken, AB‘nin 2000-2006 programında toplam 103 milyar Euro‘luk bütçesinden 43 milyar Euro‘yu tarım kesimine aktardığı süreçte, 6 Ekim 2004 tarihinde yayımlanan Avrupa Birliği Türkiye İlerleme Raporu‘nda; meyve, sebze, fındık, bakliyat ve koyun eti gibi rekabet şansı olan ürünler dışında, Türkiye‘nin işinin zor olduğu ve rekabetçi bir yapı için daha fazla liberalizasyon gerektiği belirtilerek, AB‘nin adaylık sürecinde de Türkiye‘ye önemli bir kaynak aktarmayacağı söylenmektedir. Üyelik anındaki şoktan korunmak için, üye olmadan, geçiş sürecindeyken, AB‘ye yönelik ticari kısıtlamalarınızı tümüyle kaldırın önerisini yapan Avrupa Birliği; kendisinin uyguladığı Ortak Tarım Politikası ile IMF‘nin dayattığı tarım politikaları arasındaki uçurumu bile bile, Türkiye‘ye IMF politikalarını önermeye devam etmektedir. AB‘ye üyeliği bir Çağdaşlık Projesi olarak görmekle birlikte, somut olarak yaşananları sağlıklı değerlendirmek zorundayız. Farklı makyajlarla sunulsa da, her alanda, yaldızı kazıyınca altındaki tuzakları görmek zorundayız. Bağımsızlık temelinde, ulusal çıkarlara yönelik politikaların uygulanmaması durumunda, müzakerelere başlanırsa, en azından tarım sektöründe elimizde bir koz kalmayacağını görmek zorundayız.

Ülkemizde gübre pazarlaması ve dağıtımı, gübre üreticisi ve dışalımcıların sayıları 5.000‘e varan bayileri, Tarım Kredi ve Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir. IMF ve Dünya Bankası‘nın etkisiyle Tarım Kredi ve Tarım Satış Kooperatifleri Birliklerinin işlevsiz ve işlemez kılındığını anımsatarak, bu sürecin tümüyle spekülasyona açık bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. İlginçtir, 57. Hükümetin Tarım ve Köyişleri Bakanı, 2001 yılında "Şeker ve Türün Yasası" çıkartılırken, şu açıklamaları da yapmıştır: "Gübre ürünleri ve kullanımı tamamen Tarım Bakanlığı‘nın işidir. Ne yazık ki, Bakanlığımız bu konuda devre dışı bırakılmıştır. Eğer burada tamamen bizim Bakanlığımızın işi olan gübre konusu, bizim inisiyatifimizden alınıyorsa burada kesinlikle art niyet vardır. Gübre kararnamesi hazırlanırken, gübre üreten ve ithal edenlerin gözlüğü ile ve onların istekleri doğrultusunda hazırlanmıştır. Bu kararname hazırlanırken de hiçbir çiftçi örgütüne danışılmamıştır. Bize danışıldı diyen bir üretici kuruluş varsa çıksın bana söylesin. Arka odalarda geceleri hazırlanan bu gübre kararnameleri tamamen çiftçinin aleyhinedir. Birileri tarafından sömürülme amaçlıdır. Gübre ithalatı kararnamesi de, bir iki firmanın çıkarları doğrultusunda hazırlanarak tekelciliğe sebebiyet vermiştir." Dönemin Gübre Üreticileri Derneği Başkanı‘nın verdiği yanıt ise, "Bakan, 1968‘lerin ağzı ile konuşuyor." olmuştur. Dönemin Bakanı, 68 Hareketine karşı çıkan bir siyasal oluşumun üyesi olmasına karşın, çıkar savaşlarına müdahale etmek isteyince bu yaftayı yemekten kurtulamamıştır. Suçlanan 68 Hareketi‘ni anımsatalım. Haksızlığa, soygun ve sömürüye tepki gösterme; demokrasiye, ülkeye, topluma, insanlığa sahip çıkma hareketi. TMMOB, yaşanan yağmanın önlenmesini, insanların özgürleşmesini, ulusal kalkınmanın bağımsızlık ve adalet temelinde gerçekleştirilmesini istemiştir, istemektedir. Bu anlamda, 68 Hareketi, özü itibarıyla, 2004 yılında da yaşamaktadır, yaşayacaktır.

Gübre Sektörüne yönelik bazı önerilerimizi sıralayarak konuşmamı sonlandırmak istiyorum:

Gübre politikalarımız gözden geçirilerek, tüm özelleştirmelerle birlikte, gübre sanayi özelleştirmeleri de durdurulmalı, piyasada tekelleşmeyi önleyecek önlemler alınmalıdır. Arama ve uygun teknoloji geliştirme çalışmaları ile hammadde gereksinimi ülke içinden karşılanmalı ve dışalım azaltılmalıdır. Gübre sektöründe sorunlu ve etkisiz olan kamu yönetimi iyileştirilmeli ve güçlendirilmelidir. Özel sektör, üretim ve pazarlama alanında etkin denetlenmelidir. Dışalımdaki tekelleşmeyi kıracak etkin önlemler alınmalıdır. Gübre/ürün fiyat paritesi üretici lehine dönüştürülmelidir. Yaygınlaştırılacak Laboratuarlarda yapılacak toprak ve yaprak analizleri doğrultusunda gübre kullanımı çiftçilere öğretilmeli ve doğru bitkide, doğru yerde, doğru zamanda, doğru miktarda, doğru gübrenin kullanımı sağlanmalıdır. Gübre desteği sürdürülmeli, Doğrudan Gelir Desteği gibi üretimden bağımsız destek yerine, üretim amacına yönelik destekleme türleri yaygınlaştırılmalıdır. Gübre üreten kuruluşlara uygun fiyatlarla doğal gaz sağlanarak maliyet düşürülmelidir. Ayrıca, dışalım bağımlılığı dikkate alınırsa, kömür ve linyit yatakları bu alanda değerlendirilmelidir. Gübre kullanımında toprakların fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini bozma ile yer altı ve yer üstü sularını kirletme gibi olumsuz sonuçları içermeyecek, çevre kirliliğine yol açmayacak önlemler alınmalı, yeni gübreleme teknikleri geliştirilmelidir. Sosyoekonomik önlemler doğrultusunda, Hayvancılığın geliştirilmesi ile birlikte, organik gübre kullanımı artırılmalıdır. Araştırma, eğitim, yayım çalışmaları etkinleştirilerek, bilgiler çiftçiye ulaştırılmalıdır.

Sonuç olarak; ekonomi politikaları, sanayi politikaları, tarım politikaları dışarıdan belirlendiği sürece, gübre hammaddesi dışarıya bağımlı olduğu sürece; dışarıya kaynak aktarırken, halkımızı üretemez duruma sokar ve yoksullaştırırız. Tarladan uzaklaşan çiftçi ise, ya kente göçerek yaşanan sorunlar yumağını artırır, ya da toprağını ya ağaya, ya da yabancı şirketlere satar.

Son dönemde yabancıların ülkemizde taşınmaz mal edinimine yönelik yasanın da çıkarıldığını anımsatmak istiyorum. Kamusal varlıkların ve kamusal hizmetlerin özelleştirildiği süreçte, Vatan toprağının satışını da içeren bu yanlış süreci durdurmak, hepimizin görevidir. Bu görev ise; bağımsız düşünen insanlarca, yurtsever insanlarca, onurlu insanlarca, üreten insanlarca gerçekleştirilebilir. TMMOB; üreten, kendine yeten, bağımsız ve onurlu bir ülke hedefine, bağımsızlıkçı kişi ve örgütlerle birlikte ulaşma kararlılığı içerisindedir.