HKMO'DAN İZMİR LİMANI ÖZELLEŞTİRMESİYLE İLGİLİ AÇIKLAMA

07.05.2007

Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, İzmir Limanı'nın özelleştirilmesiyle ilgili olarak 5 Mayıs 2007 tarihinde bir basın açıklaması yaptı.

ÖZELLEŞTİR-ME!

Otoyollar, Arsalar, Kurumlar ve Altyapı Tesislerinden Sonra Şimdi de Limanlar
İzmir Limanı‘nın 49 yıllığına işletme hakkı, 3 Mayıs 2007 tarihinde yapılan ihale sonucunda 1,25 milyar dolara Global-Hutchison-EİB (Ege İhracatçılar Birliği) ortaklığına satıldı. İhale sürecini fiyat meblağları üzerinden dönen tartışmalar belirledi. Dışarıda ise farklı bir manzara vardı.

İzmir Limanı‘nın işletme hakkını alan konsorsiyum üyelerinden Hong Kong merkezli Hutchison Port Holdings, dünyada 5 önemli alanda yatırımlar yapan Hutchison Whampoa Ltd. şirketinin bir iştiraki. Hutchison Whampoa 41 ülkede liman işletmeciliği, telekom, haberleşme, e-ticaret, emlak, enerji, perakende ve üretim sektörlerinde faaliyet göstermektedir. Hutchison Whampoa, Asya, Orta Doğu, Afrika, Avrupa ve Amerika kıtalarındaki 24 ülkedeki 45 liman ve ulaştırma hizmetleri konusunda çalışmaktadır. Konsorsiyumun diğer üyesi olan Global Menkul Değerler ise tanıdık. Global Yatırım Ortaklığı, OFER ile ortak olarak iptal edilen Galataport ihalesini kazanan konsorsiyum üyesi olarak ve Kaş ve Sığacık Limanı ihalelerinde de adını duyurmuştu. Mehmet Kutman‘ın patronu olduğu Global Yatırım Ortaklığı, Kuşadası Limanı ve Antalya Limanı‘ndan sonra İzmir Limanının da işletme hakkını almıştır. Ayrıca, Global Yatırım Ortaklığı Kuşadası‘nın son yeşil alanı olan Kuşadası Tatil Köyü‘nü de alan konsorsiyumun üyesidir. Tatil Köyü olarak planlanan 325 dönümlük alanın satış Ana Sözleşmesinde belirlenen % 20‘lik yoğunluk 53‘e çıkarılmıştır. Aydın 1. İdare Mahkemesinde sözkonusu özelleştirmeye dair yargı süreci devam etmektedir.

İzmir Limanı ihalesi için son teklifler 30 Mart‘ta alınmış ancak Rekabet Kurulu‘nun, "Mersin Limanı‘nı alan İzmir Limanı‘nı alamaz" yönündeki görüşü, Mersin ihalesini kazanan Afken grubunu etkilediği için ihale yapılamamıştı. Danıştay 1. Dairesi‘nin, Mersin Limanı‘nın Afken‘e devrinin önünü açmasının ardından İzmir Limanı ihalesinin gerçekleştirilmesi kararı alınabilmiştir. Danıştay kararı nedeniyle Afken, İzmir Limanı‘na teklif veren grupta azınlık hissedarı olabilmiştir.

İzmir Limanı‘nın özelliklerine bakıldığında, "Türkiye‘deki toplam konteyner taşımacılığının yüzde 22.2‘sini oluşturan İzmir Limanı Türkiye‘nin dünyaya açılan kapısı olma özelliği taşımaktadır. Toplam 650 bin metrekarelik alana sahip olan İzmir Limanı 2006 yılında TCDD tarafından yapılan taşımacılığın yüzde 27‘sini gerçekleştirmiştir." Ayrıca, "Ege Bölgesinin tarım ve endüstri limanı olan İzmir, aynı zamanda ülkenin ihracatında hayati rol oynamaktadır." Türkiye‘nin en büyük ihracat limanı ve Doğu Akdeniz‘in en önemli limanları arasında gösterilen İzmir Limanında, son 5 yılda konteyner hareketliliğinde iki kata yakın artış görülmüş, 1959 yılında hizmete giren, 2 bin 959 metre rıhtım uzunluğu ve 902 bin metrekare alana sahip İzmir Limanı, son 5 yılda iş hacmini hızla artırmıştır. 2007‘de limana gelen gemi sayısı 2 bin 973‘e yükselirken, limandan yapılan ihracat 8 milyon 302 bin ton, ithalat ise 3 milyon 967 bin tona ulaşmıştır. Bu rakamlarla limanda elleçlenen toplam yük 2001‘e göre yüzde 45 artarak 12 milyon 269 bin tona yükselmiştir Liman için projelendirilen ikinci kısımdaysa 750 bin metrekarelik ek alan ve 1060 metrelik ek rıhtım uzunluğu kazanılması planlanmaktadır. Özelleştirme ihalesi şartnamesine de konulduğu ifade edilen yatırımlarla limanın 1,5 milyon TEU (konteynerlenmiş yükler için kullanılan bir endüstri standardı) konteyner elleçleme kapasitesine ulaşacağı, dörtte bir kapasitesini ise aktarma limanı olarak değerlendireceği hesaplanmaktadır. Bu yatırımların ne kadara mal olacağı konusunda değişik kesimlerin farklı görüşleri bulunmakta, yatırım tahminleri 150 milyon dolar ile 500 milyon dolar arasında değişmektedir.

İhale sonrasında süreçte ise ihale, Özelleştirme Yüksek Kurulu‘nun onayına sunulacak ve ayrıca imtiyazla ilgili olarak Danıştay Başkanlığı‘ndan görüş alınacak.

Görülen şudur: Türkiye‘nin dünyaya açılan kapısı, tarım ve endüstriyel ürünler ihracatının merkezi olan İzmir Limanı dünyanın en büyük liman işletmecisine satılmıştır.

Özelleştirme uygulamalarının geldiği nokta düşündürücüdür. Bu sürecin savunuculuğunda öne çıkan söylem de şudur: "Sermayenin ideolojisi ve milliyeti olmaz. Önemli olan yapılan yatırımlardır... Kim olursa olsun yatırım yapanın başımın üzerinde yeri var." Bu gerekçenin arkasında yatan kayıtsız şartsız "özel"in egemenliğini kabul etme düşüncesinin sakıncaları görülmelidir. Bu nedenle, özelleştirmelerin arkasında yatan temel gerekçe nedir sorusu önemlidir.

Çeyrek asırdır süregelen ve son yıllarda doruğa çıkan özelleştirme uygulamaları, 24 Ocak Kararları ile getirilen liberal ekonomi modelinin en önemli unsurudur. Limanların satılmasına kadar ilerleyen bu sürecin parçası olduğu bütünün görülmesi durumun analizi için zorunludur. Diğer taraftan, Türkiye‘nin dünyaya açılması süreci olarak gösterilen özelleştirmelerin bugüne kadar ülkemize verdiği zararı artık herkes görmek değil yaşamaktadır. Telekom, Tüpraş, Tekel gibi stratejik öneme sahip ana kuruluşlarımız, tarım arazilerimiz ve işletmelerimiz, orman ve kıyı alanlarımız, hazine arazilerimiz vb. yüzlerce varlığımız özelleştirme adı altında yok edilmektedir. Faturası ülkemize, ülke insanına çıkarılan bu uygulamaların meşruiyeti belli temel gerekçeler üzerinden sağlanmaya çalışılmaktadır.

Devlet büyük yatırımları yapamamaktadır; devlet tekelleşmesi rekabeti azaltmakta, bu nedenle kalite düşmektedir; devlet lastik üretmemeli, beton dökmemeli, piyasaya müdahale edilmemelidir; devlet işletmeleri zarar etmekte ve devletin sırtında bir kambur olarak durmaktadır; sat kurtul vb. ifadeler ve söylemler yıllardır insanlarımızın beynine enjekte edilmektedir. Bu gerekçeler asla gerçeği yansıtmamaktadır. Eğitimde, sağlıkta, sosyal güvenlikte ya da benzeri alanlardaki özelleştirme ile birlikte gündeme gelen kar amaçlı fiyatlandırmadaki artış, halkın o hizmetten yararlanmasına engel oluşturmaya başladığı zaman ileri sürülen sözde hizmet kalitesinin yükselmesinin mantığı nedir?

Öncelikle, özelleştirme uygulamalarında rekabet hiçbir zaman artmamakta; rekabet ile geleceği öne sürülen kalite ve fiyatlarda düşüş gerçekleşmemektedir. Liman işletmeciliğinde görüldüğü gibi ilgili alanda özel yerli/yabancı tekelin kontrolü ortaya çıkmaktadır. Global Yatırım, Kuşadası, İzmir ve Antalya limanlarının işletme hakkını almaktadır. Şirketler kendi aralarındaki görünmez ortaklıklar, vb uygulamalar ile de tekelleşmeyi engelleyici bütün düzenlemeleri boşa çıkarabilmektedir. Yabancılara toprak satışında, tekelleşmeyi engelleyici müdahalelerde şirketlerin manevralarının ne denli kontrolü güçleştirdiği ve dezenformasyona yol açtığı açıktır. Bu nedenle, devlet tekeline karşı çıkarak gerçekleştirilen süreç, özel tekelin yerleşmesine neden olmaktadır.

Sosyal devlet anlayışı, hizmetin geniş bir halk kesimine ulaştırılmasına odaklanmakta iken, günümüzde devlet düzenleyici faaliyetleri ile ön plana çıkmaktadır. Devlet yatırım ve işletme faaliyetlerinden çekilmekte, ekonomik alan özel sektöre bırakılmaktadır. Bu nedenle, hizmetten yararlanan kesimin yayıldığı alan artık amaç değildir, özel sektörde asıl olan kar mantığıdır.

Devletin kamusal hizmetler de dahil yatırım, işletme, vb. faaliyetlerinden elini eteğini çekmesi ile değişen nedir diye sorulmalıdır. Basında yer alan bir açıklamadan yola çıkarılarak değerlendirme somutlaştırılabilir: "TOKİ ve KİPTAŞ‘ın gayrimenkul piyasasına zarar verdiğini" belirten Sinpaş Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Başkanı bundan sonra da "devlet düzenleyici olmalı" demektedir. Bu noktada, bir taraftan her alanda özelleştirme uygulamaları devam ederken, diğer taraftan TOKİ‘nin devasa bir yatırım faaliyetine giriştiği ve giderek büyüdüğü görülmektedir. TOKİ, konutun bir barınma hakkı olduğu ve alt gelir grubunun da uygun koşullarla bir yaşam alanına kavuşturulması temel felsefesi ile doğmuştur. Gelinen noktada, TOKİ‘nin bu amacını ne kadar gerçekleştirdiği soru işareti taşımakta olup; özelleştirmeler döneminde yapı sektöründe bir kamu kurumunun diğerlerinin aksine yapı sektöründe büyümesi bu soru işaretini büyütmektedir. TOKİ‘nin bu anlamda genişleyen faaliyetleri çok yakın zamanda mutlaka özelleştirmenin, sektörün piyasalaştırılmasının en önemli gerekçesi olarak kullanılacaktır. Diğer taraftan, bu söylem zorunlu bir takım devlet faaliyetlerinin de özel sektöre bırakılmasını öngörmektedir. İnsanların temel ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik bir kamusal hizmeti kendisine tehdit olarak gören özel sektör, bu nedenle insan hayatı pahasına şirketlerinin yaşam hakkını savunmaktadır.
İnsanlar, piyasada üretici ya da tüketici rolü; devlet ile ilişkilerinde vatandaş; aile içinde ise farklı rolleri ile temsil edilirler. Özelleştirmeler sonucunda yaratılan dünyada ise insan, salt piyasadaki rolleri ile tanımlanmaktadır. İnsan, neo-liberal politikalar açısından sadece tüketicidir. Bu noktada, insanın asıl üretici olduğunun unutulması, vatandaşlık kavramının ayaklar altına alınması sözkonusudur. Özelleştirmelerde halk vurgusu yoktur, özelleştirmeler kar ve piyasa kavramları ile açıklanabilir.

Kamu hizmetleri, kamu yararı ve kamu malı kavramları çoktan rafa kaldırılmış gözükmektedir. Demokratik kitle örgütlerinin asıl görevi de bu aşamada bu kavramların yerine getirilen "yeni" yönetim tarzının unsurlarının özünü anlatabilmektir. Görüldüğü gibi Hazine‘ye ait olan ve halkın yararına kullanıma ayrılan bütün varlıklar, değerler satışa çıkarılmaktadır. Otoyollardan, tarım işletmelerimize, kurulu altyapıları ile arsa ve arazilerimizden, diğer toplumsal değerlerimize değin bütün varlıklarımız ve emeğimiz kısa dönemli ekonomik çıkarlar için satılmaktadır. Halka ait olan bütün alanlar ise bir bir halka kapatılmaktadır. En yakın örneği de 1 Mayıs kutlamalarında görülmüştür. Halka açık olan alanlarımız, güvenlik gerekçesi ile halka kapatılmakta fakat halka ait olan varlıkları özel kişilerin tasarrufuna bırakan özelleştirme uygulamalarına göz yumulmaktadır. İnsanımızı tüketici rolüne indirgeyen, biraraya gelen, örgütlenen halkı piyasa istikrarı karşısında tehdit olarak gören, halka ait olanı özele devreden bu yaklaşıma sonuna kadar karşı olduğumuzu bir kez daha ifade ediyor, özelleştirmelerin geldiği bu tehlikeli boyutun görülmesinin gerekliliğine inanıyoruz.

Otoyollarımız, akarsularımız, ormanlarımız, kıyı alanlarımız, tarım arazilerimiz, meydanlarımız, mera alanlarımız gibi halkın malı olan ve stratejik öneme sahip varlıklarımız kısa dönemli ekonomik çıkarlar doğrultusunda satışa çıkarılamaz. Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası olarak, yurdun istikrara kavuşmasının yolunun sıcak para üzerinden dönen piyasaların dengesini korumak için mali sermayenin egemenliğine girmek değil, üretim ekonomisine geçerek uzun dönemli istikrarlı bir mali yapının oluşturulmasının gerekliliğine vurgu yapıyoruz.

TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası