JEOTERMAL ENERJİ VE YASAL DÜZENLEMELER SEMPOZYUMU YAPILDI
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası tarafından düzenlenen Jeotermal Enerji ve Yasal Düzenlemeler Sempozyumu 12-15 Ekim 2006 tarihlerinde Ankara'da yapıldı.
Üç gün süren sempozyumda, konu ile ilgili farklı sektörden temsilciler, bilim adamları Türkiye‘de jeotermal kaynakların yönetilmesi konusundaki yasal boşluğun giderilebilmesi, kamu yararına politikalar oluşturulabilmesi için görüşlerini dile getirdiler.
Sempozyumun açılışında konuşan Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı İsmet Cengiz, jeotermal enerjinin diğer kaynaklara göre daha ucuz, temiz, çevre dostu, yenilenebilir enerji olmasına rağmen yasal boşluklar nedeniyle yeterince kullanılamadığını belirtti. Cengiz, jeotermal enerjinin kamu yararına kullanılabilmesi için yasal düzenlemelerin çıkartılmasının önemi vurgulayarak, Türkiye Jeotermal Enstitüsü‘nün bir an önce hayata geçirilmesi gerektiğini söyledi.
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı da açılışta yaptığı konuşmada, jeotermal kaynaklar başta olmak üzere güneş, rüzgar, biyoyakıt, hidrojen gibi yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının doğanın olanakları oranında enerji üretmeyi ve tüketmeyi sağlayacağını belirterek, "Aynı zamanda bu kaynaklar barışçı olduklarından, belki de dünyamız enerji kaynaklı savaşlardan ve yıkımlardan kurtulabilecektir" dedi.
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı‘nın sempozyumun açılışında yaptığı konuşma şöyle:
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve tüm birimlerinin gündeminde enerji sorunları ile çözüm yolları hep birinci sırada olmuştur. Çalışma dönemlerinde tüm birimlerimizde enerji tüm yanları ile tartışılmakta, biriktirilenler üyelerin ve kamuoyunun gündemine taşınmaktadır.
Ülkemizin enerji gereksinimi esas olarak petrol, doğalgaz ve kömür gibi birincil enerji kaynaklarıyla karşılanmakta olup, özellikle petrol ve doğalgazda ise tam bir dışa bağımlılık yaşanmaktadır.
Emperyalist ülkelerin başta Ortadoğu‘da olmak üzere dünya petrol ve doğalgaz kaynaklarına yönelik ülke işgallerini de içerebilen paylaşım savaşı ve serbest piyasa ekonomisi adı altında yapılan spekülatif oyunlarla enerji üzerine istedikleri gibi oynayabilmektedirler.
Küresel sermayenin açık, tek pazar hedefiyle örtüşen ve yine ulusal yürütmenin dışında "özerk" kurullarca şekillendirilen bir küresel enerji politikasına bütünleşmeye çalışan "garip" bir enerji sektörümüz var.
Türkiye‘de enerji sektörü, finansman ve teknoloji alanlarında zaten var olan bağımlılık ilişkileri ile birlikte, yeni düzenlemelerle; niteliksel bir dönüşüm geçirerek, doğrudan çok uluslu sermayeye tümüyle bağımlı hale gelme durumu ile karşı karşıyadır. Yap -İşlet-Devret, Yap-İşlet gibi finansman modelleri ve işletme hakkı devirleriyle yapılan özelleştirmeler ile tahkim yasasıyla, bir kamu hizmeti olan enerji alanı yargının denetimi dışına çıkarılmakta, çok uluslu sermayenin insafına terk edilmektedir. Dünya Bankası‘nın dayattığı yapısal uyum düzenlemeleri, bölgedeki enerji kaynaklarına yakınlık, AB ile ilişkiler, enerji sektöründe uluslararası unsurların ağırlığını artırırken, bu dış faktörler karşısında ülkenin ve ülke insanının ihtiyaçlarını öne çıkaran politika ve programlar daha da önem kazanmaktadır.
IMF, DB gibi küresel sermaye kurumları ötelenerek; kamunun sanayi, ekonomi, ulaşım, tarım, çevre, dışişleri birimleri ile üniversitelerin ilgili birimleri, elbette ki TMMOB başta olmak üzere demokratik kitle örgütleri ve emek örgütleri ile bir araya gelerek, her bakımdan ülkeye özgün, ülke koşullarını gören bir noktadan merkezi ve stratejik bir planlamaya gidilmelidir. Bu planlama enerjinin üretim sürecinden dağıtım sürecine kadar süreklilik ve bütünlük göstermeli ve kamu eliyle doğal tekel yapısı içinde değerlendirilmelidir. Ve yine bu plan ve program gelecek dönemleri de bağlamalıdır.
Özetle;
- Enerji kaynaklarına yönelik potansiyelimiz gerçekçi bir yaklaşımla ortaya konulmalıdır.
- Kömür ve petrol aramalarına önem verilmeli, kaynak ayrılmalıdır.
- Jeotermal potansiyelimiz özellikle sanayi, konut, tarım ve turizmde ivedilikle değerlendirilmelidir.
- Talep tahminleri gelişmiş ülkelerin modellerine göre değil ülkemiz özgün koşullarına göre geliştirilecek modellere göre yapılmalıdır.
- Rüzgâr, biomas-biokütle ve güneşe yönelik gelecek kurgusu mutlaka yapılmalı, toplam elektrik enerjisi içindeki payları süreç içerisinde arttırılmalıdır. Özellikle güneş enerjisine yönelik şimdiden bütçeden AR-GE çalışmaları için pay ayrılmalıdır.
- Yıllar itibariyle ithal enerji kaynaklarına bağımlılık aşağı çekilmeli, yeni doğalgaz kontratları yapılmamalıdır.
- Verimlilik, etkin kullanım ve tasarruf enerji projeksiyonları içerisinde yer almalıdır.
- Kayıp-kaçaklar OECD ortalamalarına çekilmelidir.
- Öz kaynakların (finansman kaynaklarının ve rezervlerin) en iyi şekilde değerlendirilmesi temel ölçüt alınarak, ülke düzeyinde enerjinin öncelik ve gereksinimlerinin tartışılıp, üzerinde tüm kesimlerce uzlaşılan enerji plan ve politikaları belirlenmelidir.
- Enerji üretiminde ulusal kaynaklara ve yenilenebilir enerji kaynaklarına ağırlık verilmelidir. Ülkemizde güneş, rüzgâr, jeotermal, biyogaz, biokütle, hidrojen vb. enerji kaynaklarının, şu an yeterince değerlendirilmeyen mevcut potansiyelleri, verimli bir şekilde değerlendirilmeli, yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının desteklenmesi için düzenlemeler bir an önce yaşama geçirilmelidir.
- Tüketim ve üretim projeksiyonları sağlıklı saptanmalı ve nesnel ölçütlerle modeller geliştirilmelidir.
- Enerji güvenliğini sağlayacak politikaların geliştirilerek uygulanması, denetlenmesi ve çevrenin korunması katılımcılığı teşvik eden şeffaf yönetimler eliyle yapılmalıdır.
- Teknik ve ekonomik fizibilite, çevre etki değerlendirme, teknoloji seçimi, yatırım, işletme aşamaları ve tüketici bilincinin yükseltilmesi için her seviyede kadroların yetiştirilmesi ve sürekli eğitimi şarttır. Çevre koruma ve enerji tasarrufu bilinci geliştirmeye ilköğretimden başlanmalıdır. Üniversitelerde, kamuda ve özel sektörde teknoloji geliştirme amaçlı araştırma- geliştirme çalışmalarına ağırlık verilmelidir.
Jeotermal Enerji Nedir?
Jeotermal enerji; yer kabuğunun çeşitli derinliklerinde birikmiş ısının oluşturduğu, sıcaklığı sürekli 200 C den fazla olan ve çevresindeki normal yer altı ve yer üstü sularına oranla daha fazla erimiş mineral, çeşitli tuzlar ve gazlar içerebilen sıcak su ve buhar olarak tanımlanabilir. Jeotermal kaynak kısaca yer ısısı olup, yerkabuğunun çeşitli derinliklerinde birikmiş ısının oluşturduğu, kimyasallar içeren sıcak su, buhar ve gazlardır. Jeotermal enerji ise jeotermal kaynaklardan doğrudan veya dolaylı her türlü faydalanmayı kapsamaktadır.
Jeotermal enerji yeni, yenilenebilir, sürdürülebilir, tükenmeyen, ucuz, güvenilir, çevre dostu, yerli ve yeşil bir enerji türüdür.
Jeotermal akışkanı oluşturan sular, meteorolojik ve jeolojik kökenli veya her ikisinin çeşitli oranlarda karışımı ile oluştuklarından, yerkabuğundaki hazneler sürekli olarak beslenmekte ve kaynak yenilene bilmektedir. Beslenmedeki mevsimsel ve yıllık değişimlerin genellikle etkisi olmakla birlikte pratikte, beslenmenin üzerinde bir tüketim olmadıkça jeotermal kaynakların tükenmesi söz konusu değildir.
Yukarıda ifade edilen sürdürülebilirlik üzerine bir iki şey söylemek gerekirse,
Sürdürülebilirlik, insanlara, doğanın olanakları oranında, en iyi yaşam koşullarını sağlamaktır.
Çünkü yeryüzünün ekosistemlerinin bize yararlı madde ve enerji üretme gücü ve bunları tükettiğimizde oluşan atıkları giderebilme (ve geriye kazandırabilme) yeteneğinin ötesinde tüketimi, günün birinde sonumuzun geldiği demektir.
Yeryüzü ekosistemleri, yeryüzüne egemen ekonominin bugünkü genişleme hızına ayak uyduramamaktadır. Dünya yüzeyinin yaklaşık 51 milyar hektar olduğu bilinir. Biyolojik üretimi, bunun sadece %25‘i sağlar; yani, yeryüzünde üretim sadece11,4 milyar hektar deniz ve karadan sağlanmaktadır. Bunu, yeryüzündeki insan sayısına 6,2 milyara bölersek, kişi başına 1,9 hektar verimli su ve toprak bulunduğunu görürüz. Bütün ülkelerin ki hesaplandığında insan başına 2,3 hektar biyo üretken alan kullanıldığı görülür. Bir başka ifade ile kaynaklar, kendilerini yenileyecek fırsat ve zamanı tanımadan tüketilmektedir. Örnek olarak, enerji boyutundan baktığımızda, fosil yakıtları, atmosferin kaldıramayacağı boyutta CO2 oluşturarak kullanmaktayız. En zengin ülkelerin kişi başına 6,48 hektar biyosfer kullandığı hesaplanmaktadır. Buna göre ya yakında ulusal stokları tükenecektir ya da sınırları ötesinde kaynak edineceklerdir. Ulaşım teknolojisi ve global ticaret buna olanak sağlamakta ve bu tutum, fakir ülkelerin biyo kullanım alanlarını giderek daraltmaktadır. Savaşlar, işgaller, özelleştirmeler bunun somut yansımalarıdır.
Jeotermal kaynaklar başta olmak üzere güneş, rüzgâr, biyoyakıt, hidrojen vb yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları bizlere doğanın olanakları oranında enerji üretmeyi ve tüketmeyi sağlayacaktır. Ve aynı zamanda bu kaynaklar barışçı olduklarından belki de dünyamız enerji kaynaklı savaşlardan ve yıkımlardan kurtulabilecektir.
* 5 Milyon Konut Isıtma Eşdeğeri veya 150 Bin dönüm sera ısıtması
* 1 Milyonun üzerinde kaplıca yatak kapasitesi
* 9,3 Milyar USD/Yıl Fuel-Oil Eşdeğeri (30 Milyon ton/yıl)
* 30 Milyar m3/yıl doğalgaz eşdeğeri
olan Türkiye‘nin toplam jeotermal enerji potansiyelinin değerlendirilmesi için gereken yasal çerçeve bir an önce tamamlanmalıdır.
Yasalaşan "yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik enerjisi üretimi amaçlı kanun‘u yanında Meclis gündeminde yer alan ve bizlerinde üzerinde önerileri olan "enerji verimliliği kanun tasarısı" ve ";jeotermal kaynaklar ve mineralli sular kanun tasarısı" bir an önce kabul edilmeli ve hayata geçirilmelidir.
Jeotermal Kaynaklar ve Mineralli Sular Kanun Tasarısı Üzerine TMMOB Görüşü
1926 yılında çıkarılan 927 sayılı Sıcak ve Soğuk Maden Suları İstismarı ile Kaplıcalar Tesisatı Hakkındaki Kanun, jeotermal sularının vergi ve kazanç hisselerini il özel idarelerine bırakmıştır. Bu kanun ile il özel idareleri bu suları doğrudan doğruya işletebilecekleri gibi, işletmeye talip olanlara işletme ruhsatnamesi vermek suretiyle ihale edebilmektedirler. Özel idarelerce işletilmek istenilmeyen veya ihale edilemeyen suların vergi ve kazanç hisseleri vilayetçe belediye ve köylere devredilebilmektedir.
78 yıldır uygulanmakta olan bu yasasının jeotermal sektörün gelişiminde ve oluşan problemlerin çözümünde yetersiz olması nedeniyle 1999 yılında Maden İşleri Genel Müdürlüğü tarafından ve 2003 yılında İçişleri Bakanlığı tarafından jeotermal kanun tasarıları hazırlanmıştır. 05.06.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5177 sayılı Kanun ile değişik 3213 sayılı Maden Kanunun geçici 4 üncü maddesinin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar bir yönetmelikle düzenlenmiştir.
Jeotermal Kaynaklar ve Mineralli Sular Kanun Tasarısı, kullanım alanları, sağlayacakları faydalar ve işletme büyüklükleri açısından çok büyük farklılıklar gösteren jeotermal ve mineralli suların tümünü birden kapsamaktadır. Diğer bir ifade ile oluşum ortamlarına göre farklı sıcaklık, debi, mineral içeriği ve derinlik gibi parametrelere bağlı olarak üretilen ve elektrik, konut ısıtmacılığı, seracılık, fizik tedavi, kaplıca, mineral kazanımı ve içme suyu gibi farklı amaçlar için kullanılan jeotermal ve mineralli sular aynı kanun kapsamında değerlendirilmiştir. Bu birbirinden çok farklı içeriğe ve kullanım alanlarına sahip kaynakların tümünün aynı kalıp içinde değerlendirilmesi ve aynı kanuni hak ve sorumluluklara tabi olmaları uygulamada bir çok soruna neden olacaktır. Bu nedenle, jeotermal kaynaklar sıcaklık ve kullanım amaçlarına göre sınıflandırılmalıdır.
Bu Kanun Tasarısının hazırlanılmasında; Maden Kanunu‘ndan (3213 sayılı Kanun) çok fazla esinlenildiği, fakat daha büyük benzerliklerin bulunduğu Yer Altı Suları Kanunu‘ndan (167 sayılı Kanun) ve Petrol Kanunundan (6326 sayılı Kanun) ise esinlenilmediği görülmektedir. 6326 sayılı Petrol Kanunu eksiklerine ve eleştirilen yönlerine rağmen 1954 yılında çıkarılmış ülkemizin en önemli Kanunlarından olup, günümüze kadar çeşitli revizelere rağmen güncelliğini yitirmeyen Kanunlardan biridir. Petrol Kanunu tek bir meslek disiplinini ön plana çıkaran değil, petrol arama ve üretiminin önünü açan işletme anlayışı ile yatırıma bakan, proje modelini öne çıkaran bir metindir.
Ayrıca bu Kanun Tasarısı AB üyeliği açısından bakıldığında da güncelliği yakalayamayan bir metindir. Kanun Tasarısı, Kanunlaştığı takdirde, AB sürecinde mevzuata uyum açısından revize edilmesi gerekecektir. Ayrıca dünyada jeotermal enerji kaynaklarını kullanan ve ileri teknoloji ile araştırmalar yapan ülke Kanunlarına bile bakılmamış olduğu açıkça görülmektedir.
Yasanın bu haliyle çıkması durumunda, yetki karmaşasının meydana gelmesi kaçınılmazdır. Yeraltı Suları Kanunu ve Petrol Kanunu ile çelişkiler oluşacaktır. Jeotermal enerji ve yer altı suları konusunda faaliyetlerde bulunan, yasa ve yönetmeliklerle görevlendirilmiş; DSİ, İller Bankası, TPAO, PİGM ve MTA gibi kuruluşların ilgili yasal düzenlemeleri dikkate alınmalıdır.
Jeotermal sektörün gelişiminde, özellikle sondaj ve jeotermal kaynağın kullanımı aşamasında son yıllarda artan bir şekilde ortaya çıkan çevresel sorunlara yönelik çözümlere, bu kanun tasarısı içerisinde yeterince yer verilmemiştir. Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Programı içinde bulunan Çevre Programı (UNDP) ve bu programların ulusal düzeyde uygulanması için yapılan düzenlemeler, her sektörde olduğu gibi bu sektörün gelişimini de sınırlandırmaktadır. Jeotermal akışkanın içerdiği kimyasal maddelerin sebep olduğu çevresel kirlenmeler; gelişmiş ülkelerde bu sektöre yatırım yapan işletmelerin faaliyetlerinin durdurulmasına neden olmakta ve yapılan çevresel düzenlemeler işletmelerin maddi kayıplarını artırmaktadır. Bu nedenle sondaj çalışmaları ve jeotermal enerjinin kullanımı sırasında ortaya çıkabilecek çevresel sorunlar ve jeotermal atık su ve gazın çevreye zarar vermeyecek şekilde, kontrol altında tutma yöntemlerinin esasları Kanun Tasarısı içerisinde yer almalıdır. Arama ve İşletme aşamasında; toprak kirliliği kontrol yönetmeliği, su kirliliği kontrol yönetmeliği, hava kalitesinin korunması yönetmeliği, tehlikeli atıkların kontrol yönetmeliği, sulak alanların korunması yönetmeliği, gürültü kontrol yönetmeliği, Biyolojik çeşitliliğin korunması yönetmeliği ile ilgili her türlü tedbirin alınması zorunludur.
Kanun tasarısında; halen işletilmekte olan sıcak su kullanım tesisleri de, yasa içerisine gireceğinden, yasa tasarısının, boşluğu olarak görülen jeotermal rezervuarın ortak kullanımının nasıl yapılacağı ve yeni alınacak ruhsat alanı içerisinde kalacak eski işletmelerin kullanım hakları yasada mutlaka belirtilmelidir. Kaldı ki, jeotermal sahanın ruhsat alanı içinde bulunan rezervuarın, bir maden sahası rezervi yada petrol-gaz rezervinin kullanım ve paylaşımı kesinlikle farklı olduğundan bu oluşacak hakkın mutlaka yasada tanımlanması gerekmektedir.
Jeotermal sahalarda kuyuların açılması, üretim ve rezervuar verilerinin doğru değerlendirilmesi bu sahada yapılacak yatırımlar yönünden ve sahanın verimli olarak kullanılması açısından çok önemlidir. Hem arama hem de işletme sırasında sondaj kuyularında yapılacak faaliyetler, düzenlenecek bir yönetmelikle net olarak belirlenmelidir.
Kanun Tasarısında adı geçen Teknik Kurul‘un, üstleneceği görevler düşünüldüğünde, daha açık tanımlanması ve katılımcılarının meslek disiplinleri ve mesleki deneyimleri açısından daha belirginleştirilmesi gerekmektedir. "Teknik Kurul" özellikle jeotermal şehir ısıtmacılığı ve enerji üretimi gibi yüksek maliyetli projelerin değerlendirilmesi aşamasında, rezervin yeterliliği ve projenin olabilirliği açısından sorumluluk taşımalı, tüzük ve yönetmenliklerle üyelerinin meslekleri, deneyimleri ve görevleri belirlenmelidir. Teknik Kurul bünyesinde çeşitli meslek disiplininden uzmanları istihdam etmeli, arama ve işletme dönemlerindeki faaliyetlere göre, teknik uzmanlarını; "Teknik uzmanlık ilkeleri"ne göre yönlendirmelidir. Söz konusu uygulama "Petrol Kanunu"nda yaklaşık 50 yıldır uygulanmaktadır.
Yukarıda sayılan gerekçelerle, katılımcı bir anlayışla, ilgili tüm kurum ve kuruluşların görüş ve önerileri dikkate alınmalı ve kanun tasarısına yansıtılmalıdır.