KAYIT DIŞI EKONOMİ VE SOSYAL POLİTİKALAR

05.02.2007

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, 30 Ocak 2007 tarihinde Kanaltürk'te yayınlanan "Söz Meclisi" programına katıldı. Programda, kayıtdışı ekonomi ve sosyal politikalar konusu ele alındı.

Tuncay Özkan: Kayıt dışı ekonomi ve sosyal politikalar konusunda neler söyleyeceksiniz? Buyurun.

Mehmet Soğancı: Öncelikle hem izleyicilere, hem de katılımcılara TMMOB adına saygılar sunuyorum. Böylesi ekonomi ağırlıklı bir konuda, çok fazla ekonomik terimleri kullanmamız şüphesiz bizden beklenmiyor. Konunun örgütümüzü ve meslek alanlarımızı ilgilendiren kısmı kadar bir çerçevede konuşmaya çalışacağım. Öncelikle belirtmekte yarar var. Kayıt dışı ekonomi konusunu mevcut, yaşanılan sistemden ayrı tutarak değerlendirmek de aslında mümkün değil.

Sözlük anlamıyla kayıt dışı ekonomi, "Devletten gizlenen, kayda geçirilmeyen/geçirilemeyen ve bu sebeple denetlenemeyen faaliyetler" olarak tanımlanabilir. Enformel ekonomi, illegal ekonomi, gayri resmi ekonomi, gizli ekonomi diye de adlandırılır.

Kayıt dışı ekonomi çeşitli açılardan önemlidir. Toplam ekonominin bir bölümü resmi kayıtlara girmediği sürece, ekonominin gerçek boyutunu ve ekonomik büyüklüklerin durumunu belirlemek mümkün değildir. Örneğin, kayıt dışı ekonominin yüksek olduğu ekonomilerde işsizlik oranı, kamu kesiminin büyüklüğü gibi oranların doğru olarak saptanması mümkün değildir ve dolayısı ile sorunlara doğru yaklaşımlarda bulunmak da olası değildir. Kayıt dışı ekonomide, kayıt dışı kesim, aynı zamanda vergi dışıdır. Bu da vergi kaybı anlamındadır. Kayıt dışı ekonomi kavramı, 1960‘lardan itibaren literatüre girmiş ve yapısal farklılıkları nedeniyle de gizli ekonomi, el altı ekonomisi, paralel ekonomi ya da görünmez ekonomi gibi çok çeşitli isimlendirmelere uğramıştır.

Kayıt dışı ekonominin oluşumunda, ekonominin genel verimsizliği ve yaygın işsizlik önemli etkenlerdir. Üretim sürecinde var olan genel verimsizlik düzeyi, yükümlüyü, karı arttırmaya yönelik olarak, maliyet unsurlarından tasarrufa yöneltir. Bu yöneliş, vergi dairesine düşük gelir göstermek ya da beyanname vermemek şeklinde ortaya çıkar.

Kayıt dışı ekonominin, gelişmekte olan ülkelerde olumlu yanlarının olduğunu söyleyen ekonomistler de bulunmaktadır. Kayıt dışı ekonominin olumlu etkileri arasında, ekonomik hayata ve birey refahına yaptığı katkılar ileri sürülür. Kayıt dışı ekonomi, aynı anda vergi dışı ekonomi anlamına da geldiğinden dolayı, bu uygulamanın yaygın olduğu sektörde fon birikimine ve bu yolla da istihdama katkı yaptığı ileri sürülür. Kayıt dışı ekonominin her durumda kayıt içi ekonomiye rakip olmayacağı savı da kayıt dışı ekonomi lehine ileri sürülmektedir. Kayıt dışı faaliyetlerin bireysel harcanabilir gelirleri yükselterek, ekonomide canlılık yaratacağını da ileri sürenler bulunmaktadır. Ancak genel olarak kapitalist üretim ilişkileri anlamında kayıt dışı faaliyetin özellikle emek örgütleri açısından yıkıcı etkileri de bilinen gerçekliktir.

Ülkemiz açısından kayıt dışılık sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir sorundur. Kayıt dışı ekonominin varlığı parçalanmış bir istihdam yapısı getirmektedir. Bu durum sendikal örgütlenmeyi ve emekçilerin pazarlık gücünü zayıflatmaktadır. Ayrıca kayıt dışı ekonomi, işçi sağlığı ve iş güvenliği haklarını zedelemekte, çalışanların kötü ve riskli ortamlarda çalışmalarına neden olmaktadır. Çalışanların sigorta primleri ödenmediğinden çalışanlar sosyal güvenlik koruması dışında kalmaktadır.

Kayıt dışı ekonomi benim inancıma göre de, siyasal iktidarlar tarafından da sistem bu şekilde devam etsin diye inadına körüklenen bir olaydır ve gerçekten Türkiye‘de otuz yıldır siyasal iktidarların herhangi birinin kayıt dışı ekonomiyle mücadele programlarını gündemine alarak bunun çözümü noktasında bir çaba gösterdiğini söylemek kolay değildir. Bugün ülkemizde kayıt dışılığın toplam ekonomide payının %50‘lerde olduğunu artık hepimiz biliyoruz.

Sevgili Aziz Konukman Birgün‘de çıkan yazısında da belirtmiş: "Kayıt dışılıkla mücadele bir başka bahara kaldı" diye. 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu‘nda değişiklik yapılması hakkındaki kanun tasarısı mecliste. Vergi iadelerinin iptali konusu bu. Çalışanların işte yüzde 3-5 oranında değişen bir gelirini engelliyor ama, öte yandan bütün çalışan kesimlerin kayıt dışılığı engelleyen bir denetim mekanizması, bu madde de kaldırıldı ve bu hakikaten bir IMF politikası olarak önümüze kondu. Bu da bu siyasal iktidarın da kayıt dışılıkla mücadele noktasında bir adım atmaya niyetli olmadığını bize gösteriyor. Bir de, bu 93. madde; aynı yasada geçen bir düzenlemede de harcamanın kaynağına yönelik bildiriminin alınmasının idarenin takdirine bırakmak maddesi de bu kayıt dışılıktan kurtulmamayı hedeflemiş görünüyor. Evet bu madde yeniden düzenlenerek sisteme yeni bir otokontrol müessesesi getiriliyor ama kaynağını sorma işi iktidarın keyfiyetine, takdirine bırakılan bir yaklaşımı da beraberinde getirmektedir. Bu da, mevcut siyasal iktidarın da kendinden öncekiler gibi aslında kayıt dışılıkla mücadele programının olmadığının bu son günlerdeki göstergesi olarak da algılanabilir.

Kayıt dışı ekonomiyi konuşurken, yani bütün bu sistemin, ekonomik sistemin yapılanmasının ve olan biten her şeyin içinden, sanki bir cımbızla sadece kayıt dışılığı çekerek tartışabilmek ve konuyu anlayabilmek ya da kayıt dışılığa karşı tedbirleri savunuyor olmak çok kolay değil. Aslında kayıt dışılık, 1980‘lerden beri dünyada hayatı biçimleyen, şekilleyen kapitalist küreselleşme sürecinin bir yansıması. Bu kapitalist küreselleşme döneminde insanların barınma hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı gibi en temel haklarının bile sağlanamadığı, ama öte yandan sermaye birikiminin giderek küçük bir zümrede tutulduğu ve böylesi bir dünya düzeninin hakim kılındığı bir çağda bir siyasal iktidarın kayıt dışılıkla mücadeleyi gündemine alsa bile, bunun bütün argümanlarını ve bugün burada söylenenleri yapmaya çalışsa bile, uzmanlarının söylediklerini gerçekleştirecek yasal düzenlemeleri yapsa bile, sistem bu olduğu müddetçe kayıt dışılık sona erdirilebilir mi? Sanmıyorum. Gerçekten sistemin tırnak içinde devleti küçültülme politikası, kamunun her yerden elinin çektirilmesi, sosyal güvenliğin, sağlığın, eğitimin artık özele devredilmesi, bir özelleştirme furyası içerisinde o sosyal devlet anlayışının bile tümüyle yok edildiği bir sistem içerisinde ve bunun tüm sonuçları emeğin aleyhine olarak ortadayken ve siyasal iktidarlar 80‘den beri Türkiye‘de bunu hakim kılmaya çalışırken, bizim kayıt dışılıkla ilgili konuşuyor olmamızı ben hakikaten çok ayrıntı bir konu olarak görüyorum.

Bu sistem içerisinde, o sürekli olarak sermaye lehine yapılan bütün düzenlemelerin sonucunda emekten yana olanların, emekçilerin, çiftçilerin, köylülerin, dar gelirlilerin, kamu çalışanlarının, mühendislerin, tabiplerin aleyhine bir yaşantı yol haritası yapılmışsa ve ülkenin temel sorunun işsizlik olduğu ve yoksullaşma sürecinin yaşandığı bir süreçte, kayıt dışı mücadele siyasal iktidarların gündemine gelebilir mi? Bütün bunlar gerçekten problemlidir. Yani, bir bağımlılık ilişkisi içerisinde yürütülen bir ekonomik programda gerçekten kayıt dışılık çözümlenmeye çalışılsa, bu adımlar siyasal iktidarlara attırılır mı? Sanmıyorum.

Ne duruma geldi dünya, ne durumda ülkemiz sorusuna yanıt olsun diye birkaç sayı aktarmak istiyorum. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı‘nın (UNDP) 2006 raporuna göre, dünyada 2,5 milyar insan günlük 2 dolar gelir düzeyinin altında yaşıyor. Bu kesim, dünya nüfusunun yüzde 40‘ını oluşturuyor ama dünyanın toplam gelirinin yüzde 5‘ini alabiliyor. En zengin yüzde 10‘sa, toplam gelirin yüzde 54‘üne sahip. 850 milyon kişi açlık ve kötü beslenmeyle karşı karşıya. 1,1 milyar kişi, temiz içme suyuna erişemiyor. Saatte 1.200 çocuk önlenebilir hastalıklar nedeniyle ölüyor. Tüm dünyadaki işsizlerin sayısı 2005 yılında 2004 yılına oranla 2,2 milyon kişi artarak 191,8 milyon kişiye ulaşmıştır. Bu tablonun sebebi kapitalist küreselleşmedir. Sosyal adaletin temel unsurlarından olan insan haklarına saygı, yeterli yaşam standardı, insanca çalışma koşulları, istihdam olanakları, ekonomik güvence bu sistemde yoktur. Türkiye‘de de nüfusun % 20‘si günlük 2.15 dolarla yaşıyor.
2.15 dolar gelire sahip olanların % 18‘ini ise ücretliler oluşturuyor. % 58‘i yoksulluğa karşı kırılganlık düzeyinde bulunuyor. Türkiye ekonomisi 2004 yılında 1966 yılından bu yana ulaşılan en yüksek seviye olan %9,9 oranında, 2005 yılında ise %7,9 oranında büyümüştür. Buna rağmen bu iki yılda istihdam artışı sadece yaklaşık %2 seviyesinde olmuştur. TÜİK Hane Halkı İşgücü Anketi 2005 sonuçlarına göre işsizlik oranımız %10,3, tarım dışı işsizlik oranımız ise %13,6‘dır. İstihdamın nüfusa oranı 2005 yılında %45,9‘e düşmüş, işgücüne katılım oranımız 2005 yılında %51,3‘lere gerilemiştir. 2005 yılında ülkemizde toplam istihdamın %50,1‘i kayıt dışında yer almıştır.

Kısacası, bütün bunlar, kapitalist küreselleşmenin yarattığı bu durum, bu sayılar insanın algılayamadığı, şaşırdığı, belki de sadece 5 saniye düşündükten sonra bu sonuçları ortaya çıkaran böylesi bir sisteme bir karşı çıkışın, bir karşı haykırışın mutlaka ortaya konmasını gerektiren bir ortamdır yaşanılan. Ben, ikinci turda ne yapılması gerektiği üzerinden düşüncelerimi aktaracağım. Ama şimdiden de bir mücadele çağrısında her zaman bulunuyorum. Burada önemli olan sistemdeki tüm bozukluklara karşı bir mücadeleyi geliştirebilmektir. Yoksa anlık çözümlerle işte kayıt dışılıkta üç tane yasa maddesi şu şekilde olursa bu düzelir gibi düşünmek, çok büyük bir yanlışlık olacaktır diye düşünüyorum. Bunun da, kayıt dışılık konusunun da bir sistem sorunu olduğunu, bunun dünyadaki ekonomik, kültürel, askeri, politik açılardan yaşanmakta olduğu kapitalist küreselleşme sürecinin yarattığı sistemin bir sonucu olduğunu bilmek gerekir. IMF ve Dünya Bankası direktifleriyle şekillenen, ABD emperyalizminin yön göstermesi, yol göstermesiyle ifade edilen bir düzenekten bu ülkenin kendini kurtarması gerekir. Ve belki de insanların refahı, işte ülkenin aydınlık geleceğinin de belki de bundan, belki de değil esas olarak bundan geçeceğini bütün samimiyetimizle inanarak söylemek gerekir. İkinci turda bunlardan söz edelim.

Tuncay Özkan: 2. turda isterseniz yapmamız gerekenleri alalım.

Mehmet Soğancı: Ben iki yıldır Söz Meclisi programının başından beri hemen hepsine katıldım. Başka bir konuşmacının sözleri üzerine hiç konuşmadım ama bugün izninizle iki konuda düzeltme yapmak durumundayım. Sonra konu ile ilgili görüşlerimi ifade edeceğim.

Birincisi: Bir meslek örgütü olarak sorumluluklar üzerine yapılan konuşma. Ben konuşmacı gibi düşünmüyorum. Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği‘nin hayata bakış ya da tavır alış noktasında bir tarzı vardır. Belki bir başka Söz Meclisi2nde emek meslek örgütlerinin hak, yetki, görev ve sorumlulukları noktası bir tartışma yapmakta da yarar var. Öylesi bir gündemli toplantıda konuyu daha detaylı anlatabiliriz. Evet Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği meslek alanları üzerinden siyaset yapar. Bu siyasetinin arkasında bilimsel raporları vardır. Emekten ve halktan yanadır ve ilkeleri vardır. Çalışmalarında kendi iç dinamikleri ile yarattığı ilkelerine inanılmaz ölçüde sahip çıkar. Öte yandan da 300 bine yakın bir üyeliği olan örgütlülüğünün bir gereği, yurttaş kimlikleri ile ülkede toplumu ilgilendiren ne kadar olumlu olumsuz gelişme varsa o konu ile ilgili yapabildiği kadar görüş belirtir, kendi pozisyonunu kamuoyu ile paylaşır. Çalışmalarında da kendini bir siyasal organizasyon olarak görmez. İktidar mücadelesi veren bir siyasal yapı olarak da görmez. Kendini de neoliberal bir sistemin tabiri olarak asla bir sivil toplum örgütü olarak değerlendirmez. TMMOB bir mesleki demokratik kitle örgütüdür. Kendini mesleki demokratik kitle örgütü olarak görür, meslek alanları üzerinden siyaset yapar ve esas itibariyle de yanlışlıklara karşı duruşunu emek ve meslek örgütleriyle birlikte görür. Biz, kendimizi bu şekilde değerlendiriyoruz.

İkinci bir konu da başbakanın söylediği söylenen "kayıt dışılıkta komşunu ihbar et." sözü üzerine geçen tartışma üzerine. Ne kadar yanlış. Buradaki tartışma da aslında yanlış oldu. Hak arama mücadelesinde bizim savunmamız gereken düzlem "siyasetin toplumsallaştırılması" gibi bir düzlemde olmalı. Yoksa "O onu ihbar etsin, sistem içinde bireylerinin namuslu olup olmaması, beyaz eller operasyonu, en temiz insanlar yurttaşlar, arada birkaç çürük var onlar temizlenirse işlem tamam olur" mantıkları, düşünceleri safdillikten başka bir şey değildir. Siyasetin toplumsallaştırılmasının yaygın bir şekil alması gerekiyor. Öyle olması gerekir. Yoksa insanları birbirine düşürerek, kırdırarak, onun öbürünü ihbar etmesini sağlayarak, "Türk milleti çok ayrı bir ırktır, herkes pürü paktır, içinde üç beş tane yanlış şahıs var, onları temizlersek her şey düzelir" sözleri yanlıştır. Bu konu vatan millet Sakarya edebiyatına döner ki, tarihin hiçbir noktasında böyle bir hayat tezahür etmemiştir, böyle bir şey de olmamıştır. Bu dünyadaki kapitalist yönetim ilişkileri noktasında çerçevelenen bir noktadadır hadise. Onu bilmek gerekir. Ona müdahil olmak için de siyasetin toplumsallaştırılması diye bir kavramın yaygınlaştırılması lazım. İşte TMMOB örneğin, kendi meslek alanları üzerinden ve iki yıllık bir çalışma döneminde 200‘e yakın etkinlik yapınca belki de bunları kendi açısından gerçekleştirmiş oluyor. Az önce söylenen bir sözü de kendi örgütüm adına asla kabul etmem. Emek ve meslek örgütleri görev ve sorumluluğunun altında kaldı denildi. Üzerimizde bir görev vardı da, "biz onun altında kaldık" diye bir sözü de asla kabul etmem. Arkadaşlarım ve birliğe bağlı odanın yöneticilerinin her biri her konuda, fiili olarak önümüze çıkan durumda, her gelişen sosyal olayda örgütümüzün ilkeleri doğrultusunda tavır almaktadırlar. Konuşmacının sözü sadece kendisini ve kendi örgütünü bağlar diye konuşuyorum.

İkinci turda konumuza döndüğümde şunları da söylememiz gerekir: Evet kayıt dışı siyasetle ilişkili bir iştir. Kayıt dışı ekonomi sistemle ilişkili bir iştir. Evrensel insan haklarını ortadan kaldırmaktadır. Bu ülkede istihdamın yüzde 50‘si kayıt dışıdır, resmi rakamlara göre ekonominin yüzde 50‘si kayıt dışı ekonomi ile oluşmaktadır.

Evet özetleyelim: kayıt dışı emeğin örgütlenmesini ortadan kaldırıyor. Kendi meslek alanımızla birebir ilgili konu; kayıt dışı istihdam, iş sağlığı ve iş güvenliğini ortadan kaldırıyor. Hatta demokratik yapılanmayı da tehdit ediyor. Buradaki konuşmacıların ortaklaştığı konular bunlar. Özellikle altını çizmemiz gerekir: %50 kayıt dışı ekonomi ve kayıt dışı istihdam kapitalist üretim ilişkilerinin doğurduğu bir sonuçtur. Şimdi ne yapmalı? Bu konuda da her sorunda olduğu gibi bir meslek örgütüne ikili bir görev düşmektedir. İkili bir çalışmayı bir arada yürüten bir anlayışı yaşama geçirmek zorundayız. Sosyal devlet, sosyal adalet anlayışını geçen programların birinde detayları ile görüşmüştük. Öncelikle sosyal devlet, sosyal adalet taleplerini her ortamda yükseltmek zorundayız. Anayasa’da cümlelerle yazılı olan ve en temel insan hakkı olarak görülen sağlık hakkını, eğitim hakkını, barınma hakkını savunmak gerekir. Bunun için bu hakların elde edilmesi ve geliştirilmesi için mücadele etmek, her ortamda dillendirmek ve defalarca anlatmak gerekiyor. Sosyal politikaların hayata geçirilmesini talep etmek gerekiyor. Sosyal politikaların hayata geçmesini talep etmek gerekiyor. Bir yazardan alıntı yapayım. Diyor ki; "sosyal politika, sosyal barışı ve sosyal refahı sağlama ve geliştirme doğrultusunda toplumun farklı sınıf ve katmanları arasında aşırı sosyal ve ekonomik dengesizlikleri yumuşatmayı böylece toplumsal patlamaları engellemeyi amaçlayan tedbirler bütününün adıdır.” Bir başka bakıştır bu, doğrudur. Ama bizim bu tespite rağmen bile sosyal politikaları savunuyor olmamız gerekir. İşte, kamu çalışanının, emekçinin, esnafın, köylünün durumu ortada. Hak ve taleplerini savunmamız gerekir. Tabiplerin, mühendislerin, mimarların taleplerini savunmamız gerekir. Meslek örgütü sorumluluğumuzla söylüyoruz bunları. Ama bunlar yetmiyor. Yetmez. Esas yapmamız gereken bir iş var. Bu dünyada 80‘li yıllardan sonra, tüm dünyada kapitalizmin bunalımını aşması noktasında yaratılan bir yeni dönem, bir yeni dünya düzeni, adı kapitalist küreselleşme. İşte bununla mücadele etmek gerekir. Geçen programların birinde çok detaylı konuşmuştuk bunları. Kapitalist küreselleşmenin demagojik argümanlarına karşı ne yapılabiliyor ise işte emek ve meslek örgütlerine tam da bu noktada bir görev düşmektedir. Kapitalist küreselleşmenin ideologlarının demagojik saldırılarına karşı ideolojik karşı duruşları gerçekleştirmemiz lazım. 30 yıl önce söylüyorlardı. Hani üretim dolu, tüketim dolu, refah dolu günler yaşayacaktık. Sınırlar kalkacaktı, çevreye duyarlı, bolluk içinde bir dünyada yaşayacaktık. İşte 30 yıl sonra gelinen nokta. Az önce onlarca rakam söyledik. Kapitalist küreselleşmenin tüm dünyada yarattığı toplumlararası ya da sınıflar ve katmanlar arası ya da ülkelerarası inanılmaz derin uçurumlardır. Savaşlar, işgaller, enerji savaşları, yakın da su savaşları belki de, yarattığı işte budur. Bunlar bu kapitalist küreselleşmenin yeni liberal ekonomik sistemlerinin yarattığı bir dünyadır.

İşte tam da bu noktada ormanından, tarımından, kentinden, sanayisinden, enerjisinden, gıdasından, mimarlığından, çevresinden, madenine kadar o geniş alanda mesleki faaliyet yürüten bireylerden oluşan bir meslek örgütüne TMMOB‘ye gerçekten çok büyük görevler ve sorumluluklar düşmektedir. Biz bu görevlerin bilincindeyiz. Biz emek mücadelesinin yanı sıra ve aynı zamanda bu ülkede bir özgürlükler ve haklar mücadelesinin, bir demokrasi mücadelesinin birlikte yürütülmesinin gerekli olduğunun bilincindeyiz. Bilmemiz gereken, inanmamız gereken ve belki de uğrunda çok çaba göstermemiz gereken cümle şudur: "Başka bir yaşam mümkündür". Bu bütün insanlık için geçerlidir. Bu çağda da geçerlidir. Önemli olan emek ve meslek örgütleri içinde çalışan, farklı siyasal yapılarda duran arkadaşlarımızın aydınlık bir gelecek için düşünenlerin, bu inancı asla kaybetmemeleri gereklidir. Israrla ve ısrarla "Başka Bir Yaşam Mümkündür" sözünü söylemek ve bunun gereğini yapmak gerekir diye düşünüyoruz.

İzleyicilerimize saygılar sunuyorum.