ODALARDAN 5 HAZİRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ AÇIKLAMASI
Çevre Mühendisleri Odası, Makina Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası, Peyzaj Mimarları Odası ve Şehir Plancıları Odası, 5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla birer basın açıklaması yaptı.
ÇMO: RİO+20 ZİRVESİNE DOĞRU DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ
35 yıl önce Birleşmiş Milletler tarafından 5-16 Haziran 1972 tarihlerinde, Stockholm‘de düzenlenen Çevre Konferansı, 113 ülkenin katılımıyla gerçekleşmiş ve konferansta çevre-insan kavramına değinilerek, dünyanın doğal dengesinin korunması için insan ve doğal varlıklara öncelik veren bir anlayışın egemen olması gereği ortaya koyulmuştur. Bu konferansta alınan kararların bir anlamda çevre koruma alanında milat olması gerçeğinden hareketle, konferansın toplandığı tarih DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ ilan edilmiştir. Bu konferansta, kapitalist kalkınma anlayışını sorgulayan dönemin Hindistan Devlet Başkanı Indra Gandhi, günümüzde hala geçerliliğini koruyan tespiti ile en önemli küresel sorunun, yoksulluk, açlık ve barınma olduğunu dile getirmiştir. Bu tespit ne yazık ki geçerliliğini halen korumaktadır.
Stockholm Çevre Konferansı‘nın 20. yıldönümünde, 3-14 Haziran 1992 tarihlerinde, Brezilya‘nın Rio kentinde "BM Çevre ve Kalkınma Konferansı" toplanmış ve dünya ulusları, çevre ile uyumlu bir kalkınmanın stratejisi arayışları üzerine şekillenen anlaşmalar imzalayarak, temel ilkeleri belirlemişlerdir. Aradan geçen 20 yılda, çevresel değerlerin korunması ve geliştirilmesi, ekonomik politikaların, sosyal yaklaşımların çevre ile uyumunda gelinen nokta yeniden Rio‘da değerlendirilecektir. Konferansın ana teması "sürdürülebilir kalkınma ve yoksullukla mücadele bağlamında yeşil ekonomi ve sürdürülebilir kalkınma için kurumsal çerçeve" olarak belirlenmiştir.
1972 yılında "Çevre ve İnsan" merkezli oluşan çevre politikaları, 1992 yılına ulaşıldığında "Çevre ve Kalkınma" anlayışına evirilmiştir. 2000‘li yıllarda ise temel çevresel söylem "Sürdürülebilir Kalkınma" kavramı çerçevesine daraltılmıştır. Bu yaklaşım, çevresel değerler ve doğal varlıklardan ziyade ekonomik kalkınma, serbest piyasayı ve rant/kar dürtülerini temel almaktadır. Bugün dünyamızın içinde bulunduğu en büyük çevresel riskler; Fosil Yakıtların Kullanımı ve İklim Değişikliği, Nükleer Enerji, Hızlı Nüfus Artışı ve Tatlı Su Kaynaklarının yetersizliğidir.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatının (OECD), 2050 Çevre Tahmin Raporu, küresel politikaların değişmeden kalması halinde, dünyayı karanlık bir tablonun beklediğini söylemektedir. 2050 yılında dünya nüfusunun 9 milyarı aşacağının belirtildiği raporda, nüfus artışıyla birlikte enerji tüketiminin artması ve toprak paylaşımı ile biyoçeşitliliğin azalması konusunda sorunlar yaşanacağı belirtilmektedir.
Bu rapora göre, sera etkisi yaratan gazların atmosfere yayılması sonucu ortalama sıcaklıkların 3 ila 6 derece yükselmesi beklenmektedir. Bu artış, uluslararası sözleşmelerle kabul edilen, sıcaklık artışını iki derece ile sınırlı tutma hedefinden çok daha fazladır.
Ülkemizde ise, son 20 yılda yürütülen Kirli Çevre Politikaları sonucu; çevre alanı yıllar boyunca istismar edilmiş, yerli ve yabancı sermayenin hizmetine bir talan ve yağma olanağı olarak sunulmuştur. Gelecek nesillerin ihtiyaçları göz ardı edilerek, doğal kaynaklarımız vahşi bir şekilde yok edilmektedir. Ormansızlaştırılan alanlardan kentsel/rantsal dönüşüme, enerji politikalarından madencilik faaliyetlerine, yaşanan doğal afetlerden tarım ve gıda uygulamalarına kadar geniş yelpazede yaşanan olumsuzluklar tüm gerçekliğiyle ortadadır.
Avrupa Komisyonunun "Türkiye 2011 Yılı İlerleme Raporunun" çevre bölümünde gelinen süreç eleştirilmektedir. Genel olarak çevre alanında sınırlı ilerlemenin kaydedildiğinin belirtiliği raporda; doğa koruması konusunda ilerleme kaydedilmediği, su kalitesi ve iklim değişikliği konusunda genel politika geliştirilmesi bakımından çok sınırlı ilerleme kaydedildiği belirtilmektedir. Ayrıca, ÇED Yönetmeliğinin ekleri ile ilgili olarak Nisan ayında yapılan değişiklikle getirilen bazı istisnaların kaygı uyandırdığı, sulak alanların korunması yönetmeliğinde yapılan değişikliğin sulak alanların korunma durumunu zayıflattığı tespit edilmiştir.
Diğer taraftan, Yale Üniversitesince düzenli olarak yapılan "Çevresel Performans Göstergeleri (EPI)" sonucu Türkiye‘nin çevre alanındaki karnesinin giderek daha da kötüleştiği görülmektedir. 132 ülkenin Çevresel Performansının değerlendirildiği çalışmada, 2006 yılında 49. sırada bulunan Türkiye, 2008 yılında 72. sıraya, 2010 yılında 77. sıraya ve 2012 yılında ise 109. sıraya gerilediği görülmektedir. Bu sıralamada; Sudan, Tunus, Trinidad Tobago, Kongo, Angola, Mozambik, Kenya, Benin, Vietnam, Namibya, Etiyopya, Zimbabwe, Zambiya ve Gabon gibi bir çok ülkenin Türkiye‘den daha üst sıralarda yer aldığı görülmektedir.
Genel Çevresel Performans açısından 132 ülke arasında 109. sırada olan ülkemiz, Ekosistem Canlılığı açısından 118., Biyoçeşitlilik açısından 121., İklim Değişikliği açısından 71., CO2 Emisyonları açısından 66. ve Yenilenebilir Enerji Kullanımı açısından ancak 64. sırada kendisine yer bulabilmiştir.
Kutlayamadığımız 5 Haziran Dünya Çevre Günü‘nde bir kez daha vurgulamak istiyoruz;
- Çevre kirliliğinin temellerinden olan enerji politikası, enerjinin verimli kullanılması ve temiz, yenilenebilir enerji kaynakları üzerinden şekillendirilmelidir. Kirli, geri kalmış ve atık sorunu çözülmemiş olan nükleer santral yapımı macerasından vazgeçilmelidir.
- %20 olan kayıp-kaçak elektrik oranı azaltılmalı, enerji üretiminde %2 olan yenilenebilir enerji kaynağı oranı arttırılmalıdır. ENVER projesi ile yürütülen enerji verimliliği çalışmalarında sağlanan enerji verimliliği verileri kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
- Kentlerde, herkesin sağlıklı çevrede yaşama hakkı sağlanmalı, alt yapı hizmetleri tüm yurttaşlara ücretsiz olarak ulaştırılmalıdır.
- Barınma hakkı hayata geçirilmeli, rantsal dönüşüm üzerinden şekillenen kentsel dönüşüm süreci, yurttaşların barınma hakkını elinden alacak ve kentsel çevre sorunlarını pekiştirecek biçimden uzaklaştırılmalıdır.
- Suyun ticarileştirilmesi, yer altı ve yer üstü suların varlık nedeninden uzaklaştırılarak kiralanması ve enerji üretiminde değerlendirilmesi sonlandırılmalıdır.
- Sera gazı emisyonun azaltılması adına uluslar arası toplantılarda ve anlaşmalarda ülkemiz ilkeli ve çevresel hassasiyetleri gözetir bir biçimde temsil edilmelidir. Sera gazı azaltımına yönelik olarak ülke politikaları tekrar belirlenmelidir. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) Sekretaryası‘na TÜİK tarafından Nisan 2012‘de teslim edilen 1990-2010 Ulusal Envanter Raporu‘na göre, Türkiye‘nin 2010 yılı toplam sera gazı emisyonları 401,92 milyon ton CO2e (karbon dioksit eşdeğeri) olarak gerçekleşti. Bu, ülkenin emisyonlarını 1990‘a göre %115 arttırdığı anlamına geliyor.
- Tek başına güçlü bir Çevre Bakanlığı kurulmalı, çevre sorunlarının önlenmesi ve çözümünde yegane meslek disiplini olan çevre mühendisi istihdamı arttırılmalıdır.
- Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘nın gerçekleştirdiği faaliyetlerden doğru, çevresel kirliliğin ne kadar önlendiğine ve azaltıldığına dair veriler oluşturulmalı ve kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
- Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı geri çekilmeli ve çevresel hassasiyetler, biyoçeşitlilik ve doğa göz önünde bulundurularak, koruma yaklaşımı ile tekrar ele alınmalıdır.
- Dilovası, Ergena Havzası, Kızılırmak Havzası ve diğer güncel çevre sorunlarının çözümüne dönük olarak somut ve kararlı adımlar atılmalıdır.
2011 - 2012 yıllarında çevreye dair üst ölçekli yaşanan süreçler ve gündemler hakkındaki değerlendirmelerimiz http://cmo.org.tr/resimler/ekler/c32070b2ef3bbbc_ek.pdf adresinde yer almaktadır.
Ülkemizi yeni belirsizliklere ve yıkımlara götüreceği aşikâr olan Kirli Çevre Politikaları ve Uygulamaları konusunda yetkilileri ve kamuoyunu bilgilendirme ve uyarma, daha güzel ve yaşanabilir bir çevre yaratılması sürecine katkıda bulunma mücadelemiz devam etmektedir.
Bilimin ve hukukun yol göstericiliğinde doğal varlıklarımızı koruyarak, bugünden yarına taşıma yönündeki politikalarımız, mesleki sorumluluğumuz ve ahlaki görevimiz haline gelmiştir.
Saygılarımızla kamuoyunun bilgisine sunarız.
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası
MMO: Kentsel ve Kırsal Çevre, Sanayi, Ulaşım, Enerji Politikaları Rant ve Talandan Arındırılmalıdır
5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla Türkiye‘yi ve dünyayı kuşatan çevre ve onunla bağıntılı önemli sorunlara, aralarındaki ilişkileri kurarak eğilmek durumundayız. Zira kapitalizmin azami kâr güdüsü ve neo liberal dönemin sermaye birikimi politikaları, toplumsal üretim gerekliliklerini, insanı ve çevreyi bir bütün olarak tahrip ederek sürmektedir.
Sanayi, tarım, çevre, enerji, ulaşım, teknoloji, sağlık, işçi sağlığı-iş güvenliği, eğitim ve diğer alanlara yönelik politikalar birbirleriyle ilişkileri içinde; bağımsız, planlı bir sosyal kalkınma yaklaşımı temelinde belirlenmemektedir.
Yeni sermaye birikimi ve emperyalizme bağımlılıkla belirlenen politikalar sonucu sanayi, tarım, kent, ulaşım, enerji, madenler, doğal kaynaklar, ormanlar, hazine arazileri, kıyılar, dereler birer rant alanı haline dönüşmüş, yeraltı ve yerüstü su kaynakları kirletilmiş, çevre sorunları artmış durumdadır.
AKP iktidarı döneminde çıkarılan onlarca yeni yasa, yüzlerce yasa değişikliği ve son bir yıl içinde yayımlanan Kanun Hükmünde Kararnameler ile en son 31 Mayıs‘ta yayımlanan Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, söz konusu sermaye birikimi, sömürü politikaları ve rant alanlarının nasıl genişletildiğinin birer örneği olmuştur. Öyle ki bütün ülke, kentsel ve kırsal alanlar, toplu konut alanları, tabiat varlıkları, bütün koruma alanları, tüm çevre, milli parklar, doğal sit alanları, meralar, yaylalar, kışlaklar v.b. rant alanları haline getirilmiştir.
Ülkemiz ve halkımıza çok yönlü zararlar veren bu politikaların içinde yanlış hidroelektrik santralleri (HES‘ler) ve yanlış termik santral projeleri de bulunmaktadır. Enerji üretim ve dağıtımının serbestleştirilmesi ve özelleştirilmesinin birer ürünü olan bu proje ve girişimler, halkın üretim ve yaşam alanlarını tahrip eden, işçi-köylü cinayetlerine yol açan; yöresini, tarımsal üretimini, doğal çevresini korumak isteyen halktan binlerce insan aleyhine davalar açılmasına dek varmıştır. Son yirmi ayda yalnızca 53 işçi HES‘lerde işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin yokluğundan dolayı yaşamlarını kaybetmiş, 65 işçi yaralanmış ve bir köylü yurttaşımız ile Metin Lokumcu HES‘leri protesto ederken katledilmişlerdir. Yargı kararlarına aykırı HES inşaatları sürmekte, halk zulme uğramaktadır. Yanlış HES girişimlerine karşı oluşan halk direniş platformları bugün toplumsal muhalefetin önemli bir unsuru durumundadır.
TMMOB Makina Mühendisleri Odası, ülkenin, sanayi ve tarımın, kentsel-kırsal çevre talanının karşısında durmaya, bilim ve tekniği halkın yararına sunmaya, sanayileşme ve çevre uyumu sağlanmış planlı toplumsal kalkınma politikalarını savunmaya devam edecek, halk direnişlerinin yanında olacaktır.
Ercüment Ş. Çervatoğlu
TMMOB Makina Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu Sekreteri
MİMARLAR ODASI: "Sağlıklı ve Nitelikli Çevrede Yaşama Hakkı" Mücadelesini Sürdürmekte Kararlıyız
5 Haziran 1972‘de Stockholm‘de yayımlanan Dünya Çevre Deklarasyonu‘nda "İnsanın, hürriyet, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşamak temel hakkıdır." çağrısı üzerinden tam 40 yıl geçti. Buna paralel olarak, dünyada çevre sorunlarına karşı önlem alınması yönünde pek çok karar alındı.
Türkiye, Dünya Çevre Deklarasyonu sonrasında pek çok uluslararası sözleşmeye imza atmış ve taahhütte bulunmuştur. Ancak, dünyada gündeme gelen çevre politikalarından ülkemiz yönetimleri uygulamalarda etkilememektedir. Kimi yapısal ve ciddi tedbirler alınması gerekirken, sorunlar daha büyük boyutlarla bugünlere ve yarınlara taşınmaktadır.
Bugün varolan iktidar, bir bütün olarak çevreyi "rant" aracı olarak görmekte ve sanayi, tarım, kent, ulaşım, enerji, madenler, doğal kaynaklar, ormanlar, hazine arazileri, kıyılar, dereler, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarını kirleterek, çevrenin yok edilmesi yönünde yoğun çaba göstermektedir. Bunu gerçekleştirmek için hukuk, şehircilik ilkeleri ve bilim hiçe sayılmaktadır. Nitekim gündemde olan yeni "Anayasa paketi", esas itibarı ile çevre yağmasının önündeki "kalan" hukuki engelleri kaldırmayı hedeflediği açıktır.
2B Yasası ile birlikte, "orman vasfını kaybettiği" gerekçesiyle parsel olarak tescil edilen bu alanlar, mevcut iktidar tarafından dönüşüm alanı" ilan edilerek, TOKİ eliyle daha yoğun bir yapılaşmaya açılması için uygulamalar başlatılmıştır.
Toplumda "Kentsel Dönüşüm Yasası" olarak da bilinen Âfet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile "afet riski bulunan"(!) alanlarda ve yapılarda, "TOKİ‘ye ve TOKİ ortaklarına yeni emlak rantı alanları kazandırmak ve pazarlamak" niyetinin "engelsiz" olarak yaşama geçebilmesi için de ülkemizde yılların deneyim ve birikimleriyle oluşmuş tüm imar, çevre ve kültür yasaları "uygulanamaz" ibaresiyle etkisiz hale getirilmektedir.
Ulaşıma çözüm olmayan, sadece "rant" ve çevre yağması niteliğindeki 3. köprü projesi ile birlikte, 15 milyonu aşkın nüfusun yaşadığı İstanbul‘un bir felakete sürükleneceği, hükümetin talimatıyla hazırlanan bilimsel raporlarla net biçimde ortaya konmasına rağmen 3. Köprünün yapılmaya başlaması manidardır. "Yeni İstanbul" adı altında tanımlanan yeni 1 milyonluk kentin 3. Köprü aksı ile birlikte var olan su havzalarının ve kentin kalan en önemli yeşil dokusunu iktidarın sermayeye çevirebilmekteki kararlığı gözden kaçmamaktadır.
Cumhuriyet mirası olan aynı zamanda doğal ve kültürel SİT alanı olan Ankara Atatürk Orman Çiftliği alanına yapılaşmaya açarak, "beyaz saray" olarak tabir edilen Başbakanlık kompleksinin yapım çalışmaları iktidarın ülkemizin, doğal ve kültürel miraslarını kolektif belleklerimizden silmeye çalıştığını, "rant" nesnesi olarak gördüğünün somut örnekleridir.
AKP iktidarı, ülkenin kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına tüm kent topraklarını sermaye olarak değerlendirerek, var olan doğal ve kültürel miraslarını yok etmeye devam etmektedir.
Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı ile birlikte şimdiye kadar tüm korunan alanların sınırlarının değiştirebilmesine ve tümüyle kaldırılmasına olanak vermektedir. Bu tasarı doğal zenginlik açısından öne çıkmış ve tüm dünya ile paralel koruma altına alınmış milli parklarımız, doğal sitlerimiz, yaban hayatı koruma sahalarımız, uluslararası öneme sahip sulak alanlarımız yıllar önce ilan edilmiş olsalar bile yatırımcıların arazi edinme ve işletme taleplerine karşılık elden çıkarılabilecektir.
Bu koşullarda esenlikli bir dünya ve ülkemizin geleceği için, öncelikle temel insan haklarından olan "sağlıklı ve nitelikli bir çevrede yaşama hakkı"nın sağlanması ve "çevre yağması"nın durdurulması gerektiği konusunda tüm toplum kesimlerinin ortaklaşması gerekiyor.
Mimarlar Odası olarak, 58 yıllık geçmişin verdiği birikim ve toplumsal duyarlılıkla, ne yazık ki, yaşadığımız bu dönemde çevre adına hem dünya hem de ülkemiz için olumlu bir şey söylememiz mümkün olamasa da "sağlıklı ve nitelikli çevrede yaşama hakkı" mücadelesini sürdürmekte kararlıyız.
TMMOB Mimarlar Odası
43. Dönem Merkez Yönetim Kurulu
PEYZAJ MİMARLARI ODASI: 5 Haziran Dünya Çevre Günüdür
Birleşmiş Milletler Çevre Programı 5 Haziran‘ı bundan tam 40 yıl önce kuruluşundan bu yana Dünya Çevre Günü olarak kutlamaktadır. Ülkemizde de farklı kurum ve kuruluşlar tarafından çeşitli aktiviteler ile kutlanmaya çalışılan 5 Haziran‘larda, günün çıkışı ve anlamına uygun kutlamaya değer çalışmalarla karşılaşamamak ne yazık ki üzücüdür. Ülkemizde her 5 Haziran öncesinde;
•- Sulak alanlar üzerinde tehditler artmakta
•- Doğal felaketler insanımızı tehdit etmekte
•- Gıda güvenliği tehdit edilmekte
•- Doğal alanlar insan baskısı nedeniyle gün geçtikçe azalmakta ve
•- Yaşam alanlarımıza yönelik baskılar yanlış ve yanlı politikalar nedeniyle artarak kendini göstermektedir.
Türkiye 2012 yılı 5 Haziran‘ına doğal alanlar üzerinde yeni baskılar getirecek, sözde korumacılığa yeni anlamlar yükleyen yasa tasarıları ile girmektedir. TBMM Çevre Komisyonu‘nda 31 Mayıs 2012 tarihinde yeniden görüşülmeye başlayan "Tabiatı ve Biyoçeşitliği Koruma Kanun Tasarısı" görüşmeleri yine kapalı kapılar ardında yapılmakta, başta koruma statüsüne sahip alanların yeniden gözden geçirilmesi ile statü değişikliği, sınırlarının değiştirilmesi gibi hükümlerle geçmişte yatırımcıların teklif bile edemediği girişimler için yasalarla meşrulaştırılan alanlar olma yolunda ilerlemektedir.
Ülkemizde korunan alanlar üzerindeki baskılar, sit alanlarındaki derece değişiklikleri, enerji ve maden yatırımlarındaki teşvik ve öngörüler ile artmakta, ulusal stratejiler ve uluslar arası sözleşmeler ile garanti altına alınmış alanlar üzerinde dahi girişimler ile çevrenin bozulması hızlandırılmaktadır.
Dünya Çevre Günü;
•- Çevreci bir takım kimselerin denilerek ötekileştirilecek bir gün olmamalı
•- Göstermelik kapalı salon toplantıları ve birkaç ağaç dikimine indirgenmemeli
•- Hava, su ve toprak gibi yaşamsal unsurların önemine vurgu yapılarak haftalara yaygın gerçekçi aktiviteler ile kutlanası bir gün olmalıdır.
Peyzaj Mimarları Odası olarak;
Yaşanabilir çevrelerin, yaşam alanlarının doğru ve akılcı kullanımı ile mümkün olduğu gerçeğinden yola çıkarak ülke peyzajlarının korunması yönünde atılacak her adımda sürekli araştırma ve geliştirme, enerjinin etkin kullanımı, su kaynaklarının garanti altına alınması ve gıda güvenliği ile mümkün olabileceğini düşünüyoruz.
Bu nedenle başta "Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun" olmak üzere "Tabiatı ve Biyoçeşitliği Koruma Kanun Tasarısı" ve önümüzdeki süreçte doğal alanlarımız üzerinde baskı olacak tüm girişimlerin bir kez daha doğa tarafına düşünülmesi ve ülkemizin doğal ve kültürel değerlerine sahip çıkarak tüm dünyaya örnek çalışmalara imza atmasını bekliyoruz.
TMMOB Peyzaj Mimarları Odası
10. Dönem Yönetim Kurulu
ŞPO:5 HAZİRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ;
İKİYÜZLÜ ÇEVRE POLİTİKALARININ TEŞHİR GÜNÜDÜR...
İnsanın doğa üzerindeki etkilerinin yok edici bir hal alması ile insan - doğa ilişkileri, tüm dünyada günümüzün en sorunlu alanlarından biri haline gelmiştir. Kirlenen ve azalan su kaynakları, türlerin yok oluşu, buzulların erimesi, asit yağmurları, gıda temininde yaşanan eksiklikler... gibi olaylar, çevre sorunlarının görmezden gelinebilecek veya ötelenebilecek bir durumu çoktan aştığını ve insanoğlunun doğa ile ilişkisinde yeni bir evreye girdiğini göstermektedir.
Bu süreçte ülkemizde de yaşanan çevre sorunlarının sadece sonuçları ile ilgilenen, sorunun nedenlerini tartışmayan, gerekli önlemleri almayan, alabildiğine tüketimi, bu arada çevreye olan insan etkilerini arttıran, çevresel riskler konusunda kamuoyunu yeterince bilgilendirmeyen yaklaşımlar, samimi olmadığı gibi çözümden de uzaklaşmaktadır.
Ekosistemimizin akciğerleri ormanların talanı, 2B arazilerinin satışı, yaşam kaynağı sularımızın kirletilmesi, enerji projeleri ile havzalara müdahale edilmesi, tarım alanlarının, meraların, kıyıların alabildiğine yapılaşmaya açılması, kısaca yer altı ve yer üstü bütün yaşam unsurlarının talanı, ülkemizdeki bu kontrolsüz gidişin göstergeleridir. Kısaca doğamız ekonomiye feda edilmektedir. Aynı süreçten tarihi çevremiz ve kültürel değerlerimiz de etkilenmekte, giderek değersizleştirilerek yok edilmektedir. Kentsel çevremiz birbirinin tekrarı "steril" proje alanlarına dönüştürülmekte, mahallelerimiz, sokaklarımız, bakkalımız... ekonominin çarklarında ezilmektedir.
Bilim insanlarının, ekosistemde geri dönülemez bir noktaya doğru gittiğimizi işaret ettiği bu dönemde, havasına, suyuna, toprağına, ormanlarına, kıyılarına, kentlerine kısaca tüm canlıların yaşam alanlarına sahip çıkanların, 5 Haziran Dünya Çevre Gününü, çevre sorunları konusunda farkındalığın yaratılması, ikiyüzlü çevre politikalarının teşhiri için bir fırsat olarak değerlendirmesi gerekliliğini kamuoyuyla ve basınla paylaşıyoruz.
TMMOB Şehir Plancıları Odası Yönetim Kurulu