ODALARDAN AÇIKLAMA: 17 AĞUSTOS DEPREMİNİ UNUTMAK MÜMKÜN MÜ?
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, Jeofizik Mühendisleri Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası, 17 Ağustos depreminin yıl dönümü dolayısıyla birer basın açıklaması yaptılar.
İMO: DEPREM GERÇEĞİ DE ÇÖZÜMSÜZLÜK DE HALEN SÜRMEKTE!
Anımsanması dahi acı veren, binlerce insanımızın ölümüne, bölgedeki birçok kentimizin harap olmasına yol açan Marmara depreminin üzerinden tam 13 yıl geçti. Deprem, tek bir gecede onbinlerce insanımızın hayatını alt üst etmiş, yol açtığı şokun ardından yaşanan çaresizlik depremi adeta toplumsal bir travmaya dönüştürmüştü.
Geçen 13 yıllık süre içerisinde beklenilen ve yapılması olanaklı mühendislik tedbirleri hayata geçirilmemiştir. İnşaat Mühendisler Odası olarak yaşananları anımsatmakta fayda görüyoruz.
Depremin hemen ardından 9 Haziran 2000 tarihinde "Bilim insanlarınca yapılan deprem tahminlerini bilimsel açıdan değerlendirerek sağlıklı sonuçlar üretme ve kamuoyunun bu konuda en güvenilir bilgiyi sağduyu biçiminde alabilmesini sağlayacak açıklamalar yapma" ve "Ülke ihtiyaçları göz önünde bulundurularak, deprem zararlarının en aza indirilmesine yönelik araştırma çalışmaları için öncelikli alanları belirleme" konularını öncelikli çalışma alanı olarak belirleyen Ulusal Deprem Konseyi kuruldu. Konsey 2002 yılında öncü ve kapsamlı bir çalışma ile ‘Ulusal Deprem Stratejisi`ni tüm boyutları ile kitaplaştırmış, 2005 yılında ikinci bir çalışma ile deprem alanında yapılması gereken araştırma konularını tanımlamıştı. Ulusal Deprem Konseyi 6 Ocak 2007 tarihli Başbakanlık genelgesiyle lağvedildi. Oysa kapatılan Konsey, dünyadaki politika değişikliklerini göz önüne alarak Türkiye`de hangi sistem ve yasal düzenlemelere ihtiyaç duyulduğunu ortaya koymayı hedefleyen bir çalışma yapmaktaydı.
Bayındırlık Bakanlığı koordinatörlüğünde, çalışmaları Şubat 2004 tarihinde başlatılıp yedi ayrı grupta sürdürülen Deprem Şurası, kesin raporlarını Temmuz 2004 ayında elde etmiş, yapılan çalışmalar Deprem Şurası Sonuç Bildirgesi`ne dönüştürülerek Bakanlık tarafından ilgili kurum ve kuruluşlarla paylaşılmıştı.
Son olarak yine 2004 yılında ‘Türkiye İktisat Kongresi Afet Yönetimi Grubu Raporu` hazırlanarak kamuoyuna sunulmuştu.
Bu raporlar ayrıntılı olarak incelendiğinde hemen hepsinin aynı konularda benzer sonuçlara eriştiği eşdeğer konulara işaret edip eşdeğer çözüm önerilerinde bulunduğu görülür.
2004 yılından sonra aradan geçen 7 yıllık süreçte çözüm önerilerine ilişkin hiçbir girişimde bulunmayan siyasi iktidarın 2011 yılında hazırladığı "Ulusal Deprem Strateji ve Eylem Planı" (UDSEP) ise geçmiş çalışmalarda ayrıntılı olarak açıklanan tespit değerlendirme ve çözüm önerilerinin yüzeysel bir kopyasıdır.
Van Depreminin hemen ardından 26 Ekim 2011 tarihinde Başbakan Erdoğan`ın "...Artık şehirlerimizde kaçak yapı, gecekondu, bu binaları biz yıkacağız..." söylemiyle başlatılan çalışmaların sonucu olarak "Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun" 16 Mayıs 2012 tarihli Resmi Gazete`de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Kamuoyunda Kentsel Dönüşüm Yasası olarak bilinen Yasa ise, bırakınız geçmiş dönemde yapılan bilimsel çalışmaların gereklerini dikkate almayı, henüz bir sene önce yürürlüğe giren "Ulusal Deprem Strateji ve Eylem Planı"ndaki hedefleri bile karşılamamaktadır.
Sürekli olarak mevzuat eksikliklerinden yakınan sorumluların bizatihi kendilerinin hazırlayıp yürürlüğe koydukları Yasa ve Yönetmelikler, özleri itibariyle insan hayatından çok her tür hizmetin piyasalaştırılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Bu nedenle büyük puntolarla kamuoyuyla paylaşılan yeni yasalar, yönetmelikler veya mevcut mevzuat üzerinde yapılan değişiklikler, yaşanan sorunların kaynağına müdahale etmediği için çözüm sunamamakta, aksine yeni ve daha büyük sorunlar yaratmaktadır.
Yapılan tüm bilimsel çalışmalar, sağlıklı bir kentleşme için yerleşme ve yapılaşma süreçlerinin risk yönetimini içerecek biçimde yenilenmesi gerekliliği ortaya koymaktadır. Öte yandan göz yumulan kaçak yapılar veya projesine aykırı yapılar, imar afları, parçacıl planlamalar ve plan tadilatları nedeniyle ülkemizdeki yapı stokunun sorunlu olduğu bir gerçekliktir.
Bu bağlamda afet zararlarını azaltma kapsamında, onarım ve güçlendirme çalışmaları ile kentsel yenileme uygulamalarının birlikte düşünülmesi, acil durum planlarının hazırlanması, toplumun afet tehlikesi ve riski konusunda bilinçlendirilmesi, arama-kurtarma faaliyetlerinde eğitim ve örgütlenmenin sağlanması, kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyonun sağlanması hatta ve hatta mühendislerin meslek içi eğitimi ve yetkinliği konularının birlikte planlanması gerekmektedir. Kentsel Dönüşüm Yasası ise tüm bu gerekleri karşılamaktan uzak olup uygulama alanlarının sınırsız tutulması nedeniyle başta metropol kentlerimiz olmak üzere tüm ülkemizi bir rant alanı haline dönüştürebilecektir.
İktidarın yeni hedefi yapım sürecinin denetimine ilişkin kuralların düzenlendiği Yapı Denetim Yasası`nı değiştirmektir.
Marmara depremi sonrasında 2001 yılında fenni mesuliyet sistemine göre nispeten ileri bir denetim sistemi olan Yapı Denetim sistemi 19 pilot ilde uygulanmaya başlamıştır. Eksikliklerin bir an önce giderilmesi amacıyla yapılan pilot bölge uygulamasına tam on yıl boyunca devam edilmiş ve Yasa ancak 2011 yılında ülke geneline yaygınlaştırılabilmiştir.
Meclis tatil edilmeden hemen önce kamuoyuna "Yapı Denetimi Hakkında Kanun ve Bazı kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Taslağı" adıyla bir çalışma sunulmuştur. Yeni Yasa taslağı ise hizmetin kamusal niteliğini öne çıkartma yerine daha fazla ticarileştirilmesini öngörmekte ve bu niteliğiyle denetim hizmetlerinin formaliteye dönüşmesi potansiyelini taşımaktadır. Zira sunulan çalışma, aslında teknik müşavirlik kuruluşlarının görev ve sorumluluklarını düzenlemektedir.
Bu noktada Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliğinde yapılan bazı değişiklikleri ve bu değişikliklerin yol açtığı sorunları paylaşmak isteriz.
Bürokrasiyi azaltma gerekçesi altında yapılan Yönetmelik değişikliği ile; projelendirme, onay ve ruhsat süreçleri parçalanarak içinden çıkılmaz bir noktaya getirilmiş, Odamız tarafından verilen ve projelere imza atan, şantiye şefliği ya da fenni mesullük üstlenen kişilerin mühendis olup olmadığının yanı sıra mesleki faaliyette bulunma hakkının olup olmadığını da kontrol etmeye yarayan "belge" kaldırılmış, yerine bu kişilerin taahhütnameleri konulmuştur.
Meslek Odalarının üyeleri üzerindeki denetimini dışlayan bu düzenleme esasen kamunun güvenilir mimarlık ve mühendislik hizmeti almasını engellemektedir ve değiştirilmediği müddetçe de yapıların projelendirme ve üretim süreçlerinde giderek artan telafisi güç sorunlara yol açmaya devam edecektir.
Konuyu rakamlarla açıklamak gerekirse;
Türkiye genelinde yapı ruhsatı verme yetkisine sahip toplam 3649 belediye, il özel idaresi ve organize sanayi bölgesi bulunmaktadır. Mevzuat zorunlu kılmasına rağmen bu idarelerden sadece 234`ü Odamıza yapı ruhsatlarını göndermiştir.
Az sayıda idareden Odamıza iletilen yapı ruhsatlarından elde edilen bilgiler ile üye kayıtlarımızın karşılaştırmalı incelemesinde, Türkiye genelinde gönderilen toplam 2723 "yeni" yapı ruhsatında;
Oda kaydı olmayan proje müellifi sayısının 4,
Oda kaydı olmayan fenni mesul sayısının 1,
Oda kaydı olmayan şantiye şefi sayısının 11,
İşyeri Tescil Belgesi (İTB)* olmayan ya da yenilenmeyen proje müellifi sayısının 28, bu kişiler tarafından üretilen proje sayısının 56,
İşyeri Tescil Belgesi olmaksızın fenni mesuliyet üstenilen ruhsat sayısının 23,
Yapı Denetim çalışanı ya da ortağı olan proje müellifi sayısının 8, bu kişiler tarafından üretilen proje sayısının 34,
Yapı Denetim çalışanı ya da ortağı olan şantiye şefi sayısının 6 olduğu tespit edilmiştir.
Sonuç olarak yaklaşık 60 kişinin proje müellifi, şantiye şefi ya da fenni mesul olarak imza attığı yaklaşık 115 yapı ruhsatının iptal edilmesi gerekmektedir. Odamız bu tespitlerini Bakanlık ve idarelere iletmiş ve gereğinin yapılmasını talep etmiştir. Bu durumda arsasına yapı ruhsatı alan ve inşaa ettirmeye başlayan 115 vatandaşımız mağduriyet yaşayacaktır.
Bilgi edinilemeyen 3415 idare tarafından verilen yapı ruhsatları açısından bakıldığında ise sorun daha vahimdir. Zira mühendis olup olmadığı dahi bilinmeyen kişilerce proje üretilmesi ya da fenni mesullük üstlenilmiş olması olasılığı yüksektir.
Mühendislik hizmetinin niteliğini yükseltmek yerine meslek odalarını işlevsizleştirerek sahte mühendisliğin önünü açan bu düzenlemelere imza atanlara soruyoruz; Deprem riskini mühendislik hizmeti almamış yapıları çoğaltarak mı azaltacaksınız?
Siyasi iktidarı tercihini bilimden ve insandan yana kullanmaya, ülkemizin deprem gerçeğine uygun ulusal bir deprem politikası belirlemeye ve daha da önemlisi bu politikaları bir an önce hayata geçirmeye çağırıyoruz.
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
JFMO:17 AĞUSTOS 1999 MARMARA DEPREMİNİN 13. YILDÖNÜMÜ
17 Ağustos 1999 Marmara Depremi hafızalarımızda binlerce can ve milyara varan mal kaybının olduğu büyük acılar ve çaresizlik duygusuyla anılan bir tarih olarak yerini almıştır. Deprem sırasında ve sonrasında yaşananlar bir doğa olayı olan depremin bir afete nasıl dönüşebileceğini hepimize çok acı bir şekilde göstermiştir.
Yaşanan bu acının ardından Türkiye‘nin bir deprem ülkesi olduğu, topraklarının %92‘si, nüfusunun %95‘i, büyük sanayi merkezlerinin %98‘i deprem bölgeleri içinde yer almakta olduğu ve barajlarımızın %93‘ü bu tehlikeli hat üzerinde bulunduğu gerçeği enine boyuna tartışılmıştır. Bilim insanları, Meslek Odaları, sivil toplum örgütleri, acıların tekrar yaşanmaması mal ve can kayıplarının olmaması için, gerçeğe uygun politikaların geliştirilerek hayata geçirilmesi gerektiği yönünde sorumluları uyarmıştır.
Ancak; mevcut yapı stoku geçerli bir şekilde analiz edilmediği için, güçlendirme, onarım ya da yeniden inşa gibi çalışmalar yetersiz kalmıştır. TOKİ ve Kamu kuruluşlarına ait binalar yapı denetim dışında tutulmuştur. Kaçak yapılaşmaya önleyici tedbirler alınmamıştır. Belediyelerce zemin etütlerinde jeofizik çalışmalara gereken önem verilmemiştir. Bu sürede deprem bir doğa olayı olarak sürekli olarak kendisini hatırlatmaya devam etmiştir. En son 2011 yılı içerisinde yaşanan orta büyüklükteki; Simav, Tekirdağ ve Elazığ Depremleri ile büyük Van Depreminden sonra yaşananlar Türkiye‘nin depremlere tam olarak hazır olmadığı gerçeğini ortaya koymuştur.
İnsan hayatından daha önemli, daha öncelikli daha kutsal bir şey yoktur. İnsanların güvenli yapılarda yaşamalarını sağlamak için depreme dayanıklı yapı tasarımı içinde mutlaka jeofizik mühendisliği çalışmaları olmak zorundadır. Deprem ve afetle ilgili en önemli konulardan biri, zeminin dinamik fiziksel özelliklerinin yer altı yapısının özelliklerinin bilinmesidir. Bu özelliklerin bulunmasında en önemli bilim dallarından biri jeofizik mühendisliğidir. Jeofizik mühendisliği disiplininin bir alt dalı olan sismoloji(deprem bilim), depremler sırasındaki zemin davranışlarını, zeminlerdeki kayma dalgası hızlarını, zeminlerin hakim titreşim periyotlarını, aletsel olarak ölçen ve inşaat mühendislerine depreme dayanıklı yapı yapabilmeleri için gerekli olan tüm fiziksel parametreleri veren bir uzmanlık alanıdır. Bu uzmanlık alanında eğitim görmüş olan jeofizik mühendislerinin yapı ve yerleşmelerin yer seçimlerinde mutlaka olması gerekmektedir. Dünyanın hiçbir yerinde, yerleşme ve yapılaşmalarını, bilime ve akla uygun yapmayan, denetlemeyen, yürütmeyen ülkeler deprem zararlarını azaltamazlar.
Yeraltının dinamik esneklik dirençleri, yerin dayanımı, taşıma gücü, ve davranışı, yerin sarsım özellikleri, su varlığı, yer altı yapısı ve süreksizlikleri, deprem bölgelendirme ve beklentisi, yer kırıklarının diriliği ve işleyişi, oturma, sıvılaşma, yer kayma alanları ve boyutları, statik hesaplara veri olacak yer yapısının fiziksel özellikleri jeofizik mühendislerince bulunmaktadır. Binayı yıkan depremin dinamik elastik parametreleridir. Bu parametreler jeofizik mühendisleri tarafından hesaplanmaktadır. Bundan dolayı deprem dayanıklı binaların yapılmasında, insan yaşamı, can ve mal kayıplarının en aza indirilmesi, deprem zararlarının azaltılması için olmazsa olmaz jeofizik çalışmalardır.
İmar planına altlık teşkil eden jeolojik-jeofizik-jeoteknik etütler yapılmadan yeni yerleşim alanları belirlenmemeli, parsel ve ada bazlı tüm yapılaşmalarda mühendislik hizmeti almayan hiçbir uygulamaya ruhsat verilmemelidir.Tüm belediyelerde jeofizik çalışmaları yapılmamış zemin etüt raporları kabul edilmemelidir. Afet risklerinin azaltılmasında önemli bir rolü olan Yerel Yönetimler; zemin ve temel etüt raporlarının kontrolü ve gerekli durumlarda yerinde kontrolü/takibi amacıyla jeofizik mühendisleri istihdam ederek kontrol ve denetim görevlerini yerine getirmelidirler.
Ülkemiz depremle iç içe yaşamaktadır. Bu gerçek ortadayken; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, il Özel İdareleri, kamu kurum ve kuruluşlarında jeofizik mühendislerine yeterli sayıda kadro verilmemektedir. Tüm alt yapı ve üstyapı yatırımlarında, depreme dayanıklı yapı tasarımında gerek kontrol gerekse yatırım süreçlerinin kamu yararına planlanmasında, yerel kalkınmanın ve kaynakların deprem odaklı doğru yatırımlara dönüştürülmesinde görevlendirilmek üzere jeofizik mühendisinin istihdamı mutlaka gerçekleştirilmelidir.
4708 sayılı mevcut Yapı Denetim Uygulama Yönetmeliğinde belirtildiği şekliyle jeofizik mühendislerinin görevi yalnızca zemin ve laboratuar deneyleri ile sınırlı değildir. Mevcut binalarda ve yeni yapılacak bina yapım süreçlerinde ve ağır hasarlı kararı veya yıkılması istenilen binalarda tahribatsız incelemelerde tamamen jeofizik teknikler ve aletleri kullanılmaktadır. Yapı malzemelerinin jeofizik metotlarla incelenmesi konusu ayrıca jeofizik mühendisliğinde bir uzmanlaşma konusudur. Yapı üretim sürecinden bitimine kadar önemli bir rol oynayan Jeofizik mühendislerinin Teknik Müşavirlik Kuruluşlarında veya Yapı Denetim Kuruluşlarında laboratuar denetçisi görevinden ayrı olarak Yapı Denetim Kuruluşu ortağı jeoteknik etüt ve yapı tahribatsız jeofizik inceleme proje müellifi ve proje denetçisi olma zorunluluğu getirilmelidir.
18 Mayıs 2012 tarih ve 28296 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan "Afet Sigortaları Kanunu", 31.05.2012 tarih ve 28309 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan 6303 sayılı "Afet Risk Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, 15.06.2012 tarih ve 28324 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan "İzmir Expo Alanı Hakkındaki Kanun ve Yüksek Planlama Kurulu tarafından yayınlanan " Köylerin Altyapısının Denetlenmesi Projesi Ödeneğinin İller Bazında Dağılımına, Kullanılmasına, İzlenmesine ve Denetimine İlişkin Esas ve Usullere Dair Karar" mesleğimiz açısından önemli bulduğumuz gelişmelerdir.
Bakanlığı çıkardığı 3030 sayılı Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliğine uymayan belediyeler çoğunlukta iken, 03 Nisan 2012 ve 14 Nisan 2012 tarihlerinde Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliğinde yapılan değişiklikler üretilen hizmetlerin teknik ve yasal standartlara ve Oda Yönetmeliklerine uygun olarak yapılıp yapılmadığının kontrolü ve denetimini ortadan kaldırmaktadır. Ülkemizin deprem coğrafyasında olduğu unutulmamalıdır. İmar planlarına altlık teşkil edecek jeolojik-jeofizik-jeoteknik etütlerin Meslek Odalarının kontrol ve denetiminden çıkarılması ileride onarılması güç yaralara neden olacağı kesindir. Bu nedenle bu kararın tekrar gözden geçirilerek düzeltilmesi gerekmektedir.
Depremlerin afete dönüşmemesi için bilime, bilim insanlarına, ve sivil toplum kuruluşlarına önem vermek, eğitim , planlama ve denetim çalışmalarında görev almalarını sağlamak gerekli ve zorunludur.
Ülkemizde doğal olarak yine yaşanacak olan depremlerde can ve mal kaybetmeden yaşamanın yolunun bilimsel esasları benimseyen denetim ve kontrolü yapabilen toplumsal bir yapıdan geçtiğini herkesin anlamış olmasını umuyoruz.
Depremlerin herhangi bir irade ile durdurulması mümkün değildir. Doğanın bir gerçeği olan depremler önlenemez ancak alınacak bilimsel önlemler, bilinçli eğitim ve planlı yerleşim deprem zararlarını azaltabilir. Birer doğa olayı olan depremlerin afete dönüşmesi, felaket olarak yaşanması halkımızın yazgısı olamaz, olmamalıdır.
Yaşadığımız depremlerde yaşamını yitiren vatandaşlarımızı saygıyla anıyor, depremzede yakınlarına ve tüm milletimize başsağlığı diliyoruz.
Saygılarımızla,
TMMOB JEOFİZİK MÜHENDİSLERİ ODASI
XIV. DÖNEM YÖNETİM KURULU
JMO: 17 AĞUSTOS DEPREMİNİN 13. YILINDA AFET YÖNETİM SİSTEMİMİZ ÇÖZÜM YERİNE, YENİ AFETLERE YOL AÇMAYA DEVAM EDİYOR!
17 Ağustos Depreminin 13. yılına da yerleşim birimlerini tehdit etmeye devam eden afet riskleri ile giriyoruz. Geçen 13 yılda da afet yönetim sistemimiz hala çözümün değil sorunun bir parçası olmaya devam etmektedir.
Başta deprem olmak üzere, heyelan, çığ/kaya düşmesi, su baskını gibi doğa olayları, bilinçsizce verilmiş yer seçimi kararları, mühendislik verilerinden yoksun imar planları, mühendislik hizmeti görmemiş düşük standartlardaki yapı üretimi ve denetimi süreci ile uygulanan rant politikaları sonucu insani, sosyal ve ekonomik yıkımlara dönüşmektedir. Yaşanmış onca acı tecrübeye, emek verilmiş çözüm üreten bir dizi çalışmaya rağmen ülke hala bir afet ülkesi olmaktan kurtulamamaktadır.
Başta üniversiteler olmak üzere kamu kurumlarında üretilen bilgi ve deneyimlere gerekli önem verilmeyerek koordinasyon koşullarının yaratılmaması nedeniyle çözüm önerileri yaşama yansıtılamamış; onlarca bilim insanı ve kuruluş temsilcisi ile düzenlenen Deprem Şurası kararları ve 2010-2023 yılları için öngörülen KENTGES Bütünleşik Kentsel Gelişme Stratejisi ve Eylem Planı tozlu raflarda unutulmuş, afet yönetimin sisteminin en temel aktörü olacağı iddiası ile kurulan AFAD "sivil savunma, yurtdışı kurtarma ve mülteci operasyonları" gibi dar bir etkinlik alanına sıkıştırılmıştır. Afet Yönetiminin bu sistemsizliği en son olarak da Van‘da, Samsun‘da trajik sonuçlara yol açmıştır.
Depremlerden ve diğer bütün afetlerden korunmayı en temel insan hakkı olan "Sağlıklı ve Güvenli Bir Çevrede Yaşama Hakkı" ve ‘Yaşamını ve Bedensel Bütünlüğünü Koruma Hakkı` olarak ele alarak, sorumluluklarını "doğaya ve kadere havale" etmeden siyasi iradenin gerekli önlemleri alması beklenirken son çıkarılan bir dizi yasal düzenleme ile sorunu çözme yerine yeni sorunlar yaratılmaktadır.
Daha birkaç ay önce yürürlüğe giren 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ve uygulama yönetmeliği, gerekçelerinde ileri sürüldüğü gibi Anayasa‘da öngörülen "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir" hakkının geliştirilmesi ve korunması ilkesini karşılamaktan çok uzaktır.
Türkiye`nin önemli bir bölümünün afet riski altında olduğu ve başta deprem, heyelan, sel su taşkını olmak üzere doğa olaylarının afete dönüşmesini engelleyecek, zarar azaltıcı önlem ve düzenlemelerin yapılmasının gerekliliği, mevcut yerleşim yerlerinin sağlıklı ve güvenli yaşam alanları haline getirilmesinin acil bir ihtiyaç olduğu bilinmekte ve sürekli dile getirilmektedir. Ancak, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ve bu kanunun Uygulama Yönetmeliği, sorunu iyi tanımlayan, risk yönetimini esas alan politikalar geliştirmek yerine; halkın barınma ve mülkiyet haklarını yok sayan, zora dayalı, yüzü insana değil ranta dönük olan, yeni sorunları da yaratacak bir niteliktedir. Bu yasa ve yönetmeliğin, deprem tehdidi altındaki illerimizin olası yakın bir depremlerde karşılaşacağı zararları azaltmayı, mevcut ve sağlıksız yapı stoğunu değiştirmeyi sağlaması mümkün değildir.
Diğer taraftan, son çıkarılan Yapı Denetimi Yönetmeliği ile yapı üretim sürecinde meslek odalarının yapmış olduğu kamusal denetim ve gördüğü işlev devre dışı bırakılmış, bu düzenleme ile yapım sürecinde olduğu gibi yapım sonrası süreçte de telafisi mümkün olmayan tehlikelerle karşılaşılmasının zemini yaratılmıştır.
Geldiğimiz noktada, ülkemizde dün yaklaşık 150 deprem üretecek diri fay olduğu bilinirken, bugün MTA tarafından yapılan çalışmalarla güncellenen Türkiye Diri Fay Haritasına göre büyüklüğü 5.5 ve üzeri deprem üretebilecek 485 diri fay veya fay segmenti olduğunun saptanması, neredeyse tüm ülke coğrafyasının ne derecede büyük bir deprem tehdidi altında olduğu jeolojik gerçekliğini açık olarak ortaya koymuştur.
Bu durumda, TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak 17 Ağustosun 13. yılında önerilerimizi kamuoyuyla ve karar vericilerle bir kez daha paylaşmayı bir görev biliyoruz.
- Toplumsal ve yönetsel düzeyde tüm kaynakları zarar azaltma hedefine yönlendirecek, kişi ve kurumlar arasında eşgüdümü sağlayacak üniversitelerin, kamu kurum ve kuruluşların, meslek örgütlerinin ve sivil tolum kuruluşlarının katılımı ile ‘Stratejik Afet Eylem Planı` hazırlanmalıdır.
- Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun yerine, insan merkezli toplumsal politikaların hayata geçirilmesini esas alan, bilim çevreleri, ilgili meslek odaları, yerel yönetimler ve halkın katılımı ile; rant odaklı değil, sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşam hakkını gerçekten sağlayan yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
- 3194 Sayılı İmar Kanunu, 7269 Sayılı Afetler Kanunu ve 4709 sayılı Yapı Denetimi Kanunu değiştirilmelidir.
- 5543 Sayılı İskan Kanunu değiştirilerek kırsal yerleşim birimlerinin altyapısı ve üst yapısı yenilenmelidir.
- Her deprem sonrasında halkı korku ve paniğe sevk etmeden bilgilendirmek için arazi çalışmaları ile aletsel sismik veri kayıtlarını tutan, değerlendiren ve kamuoyunu doğru bilgilendiren bir kurumsal yapı oluşturulmalı, "Türkiye Jeolojik Araştırmalar Kurumu" kurulmalıdır.
- Gerek mevcut sismik veri ve kayıtlar, gerekse de yapılacak jeoloji, yapısal jeoloji, tektonik, jeomorfoloji ve paleosismoloji çalışmaları ile elde edilecek verilere dayalı olarak farklı ölçeklerde "Sismotektonik Haritalar" hazırlanmalıdır.
- Ülkenin mevcut tektonik yapısı göz önüne alınarak yeni hazırlanan "diri fay haritası" baz alınarak " Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası" yenilenmelidir.
- Belirlenen diri fayların üreteceği deprem büyüklükleri de dikkate alınarak yerleşim yerlerinin bu faylar üzerinde yapılması engellenmelidir. Bu amaçla bir "Fay Yasası"nı çıkarmalıdır.
- "Heyelan ve Kaya Düşmesi Tehlike Haritaları" en kısa sürede tamamlanmalıdır.
- Bölgesel planlardan-uygulama imar planına kadar tüm planlama süreç ve kademelerinde, yerleşim ve gelişim stratejisine esas olacak çalışmalarda "Plana Esas Jeolojik-Jeoteknik" çalışmalar yapılmalı ve buna uygun "Afet Duyarlı Planlama" yapılmalıdır.
- Planlama ve uygulama süreçlerini yönlendirmek adına başta Belediyeler olmak üzere Yerel yönetimlerde Jeolojik Jeoteknik Etütler (Zemin Etütleri) Birimlerinin kurularak yapılan çalışmaların elde edilen zemin parametrelerine uygunluğu takip edilmelidir.
- Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı yeniden yapılandırılarak ‘Afet Müsteşarlığı` oluşturulmalıdır.
- Son yıllarda amacından uzaklaşarak devlet müteahhitliği ve rant projeleri ihaleleri yapan bir kuruluş haline dönüştürülen TOKİ yeniden yapılandırılmalı, kent yoksulları için sosyal konutlar üreten bir yapıya kavuşturulmalıdır.
Doğa olaylarının afete dönüşmesinin "kader ve semavi afet" olarak görülmeyerek, yeni 17 Ağustos acılarının yaşanmaması bizim elimizdedir. Bilimle, emekle, inatla, umutla..
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
TMMOB JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI
YÖNETİM KURULU
16 Ağustos 2012
Mimarlar Odası Basın Açıklaması:
İKTİDARIN "RANT VE YAĞMA POLİTİKALARI"
DERHAL DURDURULMALIDIR!
17 Ağustos 1999‘da büyük ve yıkıcı bir depremin Marmara Bölgesi‘ni vurması, yaklaşık 20 bin yurttaşımızın hayatını kaybetmesi, binlerce kişinin yaralanması ve yapı stokumuzun yerle bir olması, hiçbir zaman hafızalardan silinemeyecek görüntülerin yaşanması ile Türkiye‘nin afetler tarihinde önemli kırılma noktalarından biri olmuştur.
"Ülke ve kamu yararının gözetilmesi" temel ilkesi ile çalışmalarını sürdüren Mimarlar Odası olarak, felaketin yıldönümünde başta depremler olmak üzere doğal afetler bahane edilerek ülkemizin doğal, kültürel ve tarihsel değerlerinin kısa vadeli ekonomik ve siyasal çıkarlara feda edilmesi ve buna karşın kentlerimizin afet risklerine daha da açık hale gelmesine dur demek için, bu sürecin en önemli sorumlularından biri olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘nın önünde değerli kamuoyumuza bu açıklamayı yapmaktayız.
Bugüne kadar felaketin nedenleri ve sonuçları üzerine yapılan tartışmalar sonucunda üretilen çözüm önerileri çok net bilimsel yaklaşımlar belirlenerek ilgili kamu kurumları ve kamuoyuyla paylaşılmış olmasına karşın, başta depremler olmak üzere doğal afetlerin yarattığı yıkımlar halen tüm acılarıyla yaşanmaya devam etmektedir.
Büyük Marmara Depremi sonrası yaşanan süreçte, afetlere karşı güvenli ve sağlıklı çevrelerin oluşturulması için atılması gereken adımlar atılmamış; tersine başlangıçta atılan kimi olumlu adımlar daha sonra ortadan kaldırılmıştır. Bu bağlamda olumlu bir adım olarak 2000 yılında topluma ve kurumlara deprem konusunda bilimsel ve doğru bilgiyi aktarmak, risklerin azaltılması için yapılması gerekenler konusunda yönlendirici ve destekleyici çalışmalarda bulunmak amacıyla kurulan Ulusal Deprem Konseyi, AKP iktidarı tarafından 2007 yılında lağvedilmiş ve bu alan siyasallaşmıştır.
2007 sonrası yaşanan Simav-Kütahya depremlerinde ve 2011 yılında yaşanan Van depremlerinde kamuoyunu bilgilendirici, doğru, sağlıklı ve yeterli bir açıklama yapacak yetkili bir kurum bulunamaması; kamu idarelerince yapılan farklı ve çelişkili açıklamalar; depremin büyüklüğü konusunda dahi bilgi karmaşası yaratmış, afet bölgesine ve afetzedelere müdahalede gecikmelere ve koordinasyonsuzluklara neden olmuştur.
Deprem sırasında toplanma yeri olarak tespit edilen ve yapı yasağı olan alanlar zamanla yapılaşmaya açılmıştır. Benzer şekilde acil tedbirler olarak öngörülen hiçbir uygulama gerçekleştirilmemiş; alınan kimi tedbirler ise geçersiz hale gelmiştir. Van depremi örneğinde olduğu gibi, afet sonrası yara sarma organizasyonlarında, varolan düzeyin dahi gerisine düşülmüştür.
Ülkemizdeki yapı kalitesinin, müteahhitlik ve yapı denetim sisteminin içinde barındırdığı ciddi sorunların 17 Ağustos deneyimi ile bir kez daha ortaya çıkması üzerine, birçok eksiği ile birlikte 4708 Sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun yürürlüğe girmişti. Gelinen süreçte öngörülen yapı denetim sistemi işlevini yitirmiştir. Hükümet tarafından da kabul edilen bu eksikliklerin ve sorunların çözülmesi gerekirken, varolan sorunları daha da büyüten, kamu denetimini tamamen ortadan kaldıran, fikri ve müelliflik haklarını yok sayan "Teknik Müşavirlik Yasa Tasarısı" dayatılmaktadır.
AKP iktidarı döneminde sadece deprem değil, diğer pek çok afet görmezden gelinmiş; sorumlulukların üzerinden atılması için her yol denenmiş; tüm kayıpları kadere bağlayan bir anlayış benimsenmiştir. Son yaşanan Van Depremi sonrasında ise, depremler bahane edilerek uzun süredir çıkarılmak istenen, geçmişte hukuk ve şehircilik engeline takılan "rant" amaçlı "Dönüşüm Kanunu", 16 Mayıs 2012 tarihinde TBMM‘de kabul edilen 6306 Sayılı "Afet Riski Altındaki Alanların Düzenlenmesi Hakkında Kanun" adı altında yasalaşmıştır.
Bir anlamda "imar darbesi" denebilecek, "afete karşı önlem" gerekçesi altında düzenlenen kanunla, ülkenin ve kentlerin tamamı "riskli alan" ilan edilebilmektedir. Yerel yönetimlerin ve ilgili kesimlerin tamamen devredışı bırakılarak, TOKİ eliyle Başbakanlık "tek imar otoritesi" haline getirilmiştir.
Deprem gerekçesiyle üretilen 5366 sayılı Yasa bağlamında yapılan kentsel yenileme uygulamalarının herhangi bir üst plan belgesine bağlı olmayan, kamusal denetimden kaçırılan "rant amaçlı projelerle" yürütülmek istenmesi, bilimsel kuralları ve kamu yararını gözardı eden yaklaşımın en tipik göstergesidir. Özellikle İstanbul, deprem yıkımlarından önce aynı bahaneyle yapılan "rant yıkımları" ile deprem sonrası görüntüleri yaşamaya başlamıştır.
Üstelik 17 Ağustos 1999 sonrası kamu idareleri de dahil olmak üzere toplumun ilgili tüm kesimlerinin üzerinde mutabakat sağladığı "Yerleşmelerimizin, ülke coğrafyasına dengeli biçimde dağılımını sağlayan, tüm değerlerle birlikte kültürel ve doğal değerlerin tahribatını önlemeyi öngören, giderek yaşanmaz hale gelen kentlerin büyüme hızını kontrol altına almayı hedefleyen, afet sakınımını esas alan çağdaş-bilimsel anlamda planlama yaklaşımı esas alınmalıdır." ilkesi, başta TOKİ olmak üzere bizzat kamu idareleri tarafından gözardı edilmiş ve bu ilkenin tam tersi bir yerleşme ve planlama anlayışı büyük bir hızla devam ettirilmektedir.
Bugün başta İstanbul olmak üzere zaten yetersiz olan, hele deprem düşünüldüğünde hayati öneme sahip bütün kentsel yeşil ve açık alanlar, dere yatakları, orman ve tarım alanları, hiçbir planlama disiplini ve kararına bağlı olmaksızın bizzat TOKİ eliyle yapılaşmaya açılmakta ve kentler büyük bir tehlikeye atılmaktadır. Bunlar yetmezmiş gibi, son günlerde kıyı ve dolgu alanlarının betonlaşması için yasa hazırlıkları yapılmaktadır.
Bu anlayış doğrultusunda 17 Ağustos depreminden sonra "Ölüm Ovası" olarak adlandırılan ve hiçbir biçimde yapılaşmaya açılmaması gereken Yalova‘daki Hacı Mehmet Ovası dahi TOKİ eliyle yapılaşmaya açılmış ve bini aşkın konut yapılabilmiş; Kocaeli ve Simav gibi yerlerde fay hatları üzerine yerleşim kararları alınmasında sakınca görülmemiştir.
Ve nihayet Samsun‘da yaşanan sel felaketiyle birlikte TOKİ aracılığı ile uygulamaya geçirilen iktidarın kentleşme politikalarının çöktüğü somut bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu felaketin yaşanmasında Meslek Odalarının uyarılarını dinlemeyen başta TOKİ olmak üzere yerel yönetimlerin de büyük bir sorumluluğu vardır. Çevre ve Şehircilik Bakanı ve Başbakan sorumluluğu üzerlerinden atma telaşı içersinde, makamlarına yakışmayan bir şekilde kamuoyunu yanıltıcı açıklamalar yapmakta; kamuoyuna doğru bilgiler aktaran Odalara ve sivil demokratik örgütlere hakaret etmektedirler.
Son yıllarda bütün bu afet risklerini büyüten, kentlerimizin kaynaklarını ve değerlerini yağmalayan örnekler ülke çapında büyük bir hızla çoğalırken, asıl görevlerini unutan kimi yerel yönetimler ise deprem bahanesini kullanarak imar rantı sağlama çabasındaki TOKİ ile işbirliği yapmakta ve işlenmekte olan "şehircilik ve insanlık suçu"na ortak olmaktadırlar.
Gelinen aşamada AKP iktidarı, kentlerimizi güvenli olmayan ve kimliksizleştiren yağma ve talanın önünde engel olarak görülen yasaları geçersiz kıldıktan ve yargıyı hizaya getirdikten sonra Meslek Örgütlerini de etkisizleştirmek için yoğun bir çaba göstermektedir.
Bütün bu değerlendirmeler kapsamında bilim ve akıldışı karar ve uygulamalara bir an önce son verilmesi; demokrasi ve hukuk normlarının esas alınması; toplumumuzun ihtiyacı olan can ve mal güvenliğinin sağlanması için AKP iktidarını ve sorumluları sınırsız "rant ve yağma politikaları"na son vermeleri için uyarıyoruz.
Büyük Marmara Depreminin 13. yılında, insanlığın uygarlık birikimi ve onurunun, yaşanmakta olan karanlık sürecin ve tüm olumsuzlukların üstesinden geleceği inancıyla, kaybolan tüm değerlerimiz ve canlarımızın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz
MİMARLAR ODASI
ŞPO: 17 AĞUSTOS`UN VE DEPREM KORKUSUNUN
PAZA