ODALARDAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ AÇIKLAMALARI

03.06.2016

İnşaat Mühendisleri Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası, Makina Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası, 5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla birer basın açıklaması yaptı.

İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI BASIN AÇIKLAMASI

ÇEVREYİ TEHDİT EDEN UYGULAMALAR SON BULMALI, YENİ FELAKETLERE KAPI ARALANMAMALIDIR

1972 yılında toplanan Birleşmiş Milletler Stockholm Konferansı`yla birlikte, kalkınma ve sanayileşme politikalarının doğurduğu çevresel sorunlara dikkat çekebilmek için 5 Haziran tarihi, "Dünya Çevre Günü" ve 5 Haziran sonrası devam eden hafta da "Dünya Çevre Haftası" olarak kabul edilmiştir. Ancak aradan geçen onca yıla rağmen, çevreyi kendi yararları için kullanan çıkar çevreleri, devletlerin ülkenin ve halkın geleceğini düşünmeden uyguladıkları çevre politikaları ve savaşlar, çevre için büyük bir tehdit oluşturmuştur.

Ülkemizde, konuyla ilgili yapılan onlarca mevzuat değişikliği; kentsel ve kırsal alanları, ormanları, meraları, kıyıları, tabiat varlıklarını sömürü ve rant alanları olarak görmüştür. Ülkemizin birçok yerinde yerel halkın yaşamını ve doğal ortamın gereklerini dikkate almadan yapılan yanlış hidroelektrik santralleri (HES`ler) ve termik santral projeleri, nükleer santral projeleri, köprüler ve otoyollar, havaalanları gibi birçok proje çevresel etkileri dikkate alınmadan, etkili ve yetkili çevrelerin hizmetlerine sunulmuştur.

TBMM tarafından kabul edilen 6704 Sayılı Torba Kanun ile birçok projenin yanında, Kanal İstanbul Projesinin yasal altyapısı oluşturulmuş, başta İstanbul olmak üzere ciddi ekolojik, demografik ve ekonomik sorunlara zemin hazırlanmıştır. Yine Meclis gündeminde olan 312 Sıra Sayılı Torba Kanun Taslağı ve 64. Hükümet Eylem Planı`nda yer alan yasal düzenlemeler çevrenin korunmasına değil, ne yazık ki daha fazla betonlaşmaya, daha fazla doğa kıyımına, insanların ve halkın yaşam alanlarının daha da sorunlu hale gelmesine neden olmuştur.

Çevreyi tehdit eden bir başka önemli konu da ülkemizde ve Ortadoğu`da yaşanan savaşlardır. İnsan hayatını, birçok canlıyı, çevreyi ve kültür varlıklarını katleden çatışmalar, telafisi imkansız sonuçlar doğurmaktadır.

İnşaat Mühendisleri Odası olarak, Dünya Çevre Günü ve Haftası`nı bir "Protokol Günü" olmaktan öteye, doğal hayatın, tarihin ve kültürel varlıkların korunması için, sürdürülebilir çevre politikalarının uygulanmasının hayati önemini hatırlatmanın bir gereği olarak görüyoruz. Aksi takdirde dünyamız bu ağır yükü daha fazla kaldıramayacak ve insan da dahil tüm canlı türleri için ürkütücü felaketler büyüyerek devam edecektir.

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu

 

 

 

 

JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI BASIN AÇIKLAMASI

5 Haziran 1972 tarihinde Stockholm`de toplanan Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı tarafından 5 Haziran "Dünya Çevre Günü" olarak kabul edilmiştir.

Bu konferansın sonunda kabul edilen metnin 1. maddesinde  "…İnsanın, hürriyet, eşitlik ve yeterli yaşam koşullarını sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşamak temel hakkıdır. İnsanın bugünkü ve gelecek nesiller için çevreyi korumak ve geliştirmek için ciddi bir sorumluluğu vardır … bugünkü ve gelecek nesiller için ihtiyaca göre özenli planlama veya yönetim ile dünyanın doğal kaynakları, hava, su, toprak, flora ve fauna dahil, özellikle de doğal ekosistemleri temsil eden örnekler korunmalıdır…" ilkesi yer almıştır. Benzer şekilde Anayasamızın 56. maddesinde "Herkesin sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkı" olduğu belirtilmekte ayrıca "çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak, çevre kirlenmesini önlemek görevi devletin ve  yurttaşlarındır" hükmü yer almaktadır.

Ancak, 5 Haziran Dünya Çevre Günü‘nün ilanından bu yana geçen 44 yılda sermayenin bitmek tükenmek bilmeyen kar hırsı, BM tarafından kabul edilmiş ilkelere, Anayasa maddesine rağmen, yaşam çevremiz yok etmeye devam ediyor. Küreselleşme politikaları ile sermayenin dizginlenemeyen bu kar hırsı tüm dünyada ve ülkemizde insanın sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşam hakkını ortadan kaldırıp; hava, su, toprak ve doğal kaynaklarımızı yok ederken Dünya Çevre Gününü kutlamak giderek anlamsızlaşıyor; çevre sağlığı, insan sağlığı, gelecek kuşaklara temiz bir çevrenin bırakılması zorunluluğu gibi kavramlar uygulamada giderek anlamını yitiriyor.

Sermayenin önündeki tüm engellerin kaldırıldığı Ülkemizde bugün; doğal, tarihi ve kültürel varlıkların yok edilmesi, yer altı ve yerüstü kaynakların talanı, nehirlerin, ormanların, yeraltısuyu akiferlerinin, kıyıların ve su havzalarının tahribi akılalmaz bir fütursuzlukla sürdürülüyor, ülke giderek yaşanabilir olmaktan çıkarılıyor.

Ülkenin gündeminde olan; Samsun, Ordu, Giresun, Gümüşhane, Bayburt, Trabzon, Rize ve Artvin olmak üzere 8 ilin önemli yaylalarını ve turizm merkezlerini birbirine bağlayarak bölgenin turizm potansiyelini artırmak amaçlı olduğu söylenen 2600 kilometrelik Yeşil Yol Projesi ile;  orman, mera, göl, dereler, milli park ve doğal SİT alanları geri dönüşü olmayacak şekilde zarara uğratılıyor, bu vahşi turizm anlayışı ile yaylaların büyük bir kısmının betonlaşmasının önü açılıyor. Plansız programsız, öngörüsüz HES`lerden sonra Doğu Karadeniz‘e bir darbe daha vurulmak isteniyor.

Öte yandan, Artvin`in Cerattepe ve Genya Dağı bölgelerinde yapılmak istenen madencilikle Avrupa ve Orta Asya`yı içine alan geniş coğrafyadaki en büyük doğal yaşlı orman ekosistemi yok edilmek isteniyor, ruhsat alanının sınırları içerisinde veya  yakın çevresinde yer alan  farklı koruma statülerine sahip olan Kafkasör Turizm Merkezi, Kent Parkı, Hatila Vadisi Milli Parkı gibi alanlar tehdit altına giriyor; yöre halkına rağmen, ihalesinden ÇED süreçlerine kadar tam bir hukuksuzluk içinde talanda ısrar ediliyor.

Ormanlık alanlar, ağaçlandırılmış bölgeler, göller, göletler, dereler kumul alanların bulunduğu ve yapımı devam eden İstanbul 3. Havaalanı ile İstanbul`un kuzeyindeki son yeşil alanlar ile başta Durusu (Terkos) olmak üzere İstanbul`un su varlıkları hesaplanamaz bir biçimde tahrip ediliyor, ormanlar, tarım alanları ve meralar yok ediliyor, bölgenin ekolojik yapısı bozulurken kentin ikliminin olumsuz etkilenmesinin yolu açılıyor. 3. Köprü ile İstanbul aynı acımasız yok edilmeyle karşı karşıya kalırken, Kanal İstanbul gibi akıllara ziyan bir proje de sırada bekletiliyor.

Dünyadaki karbon salınımının yüzde 41‘i tek başına termik santraller tarafından yapılırken, Türkiye kömürlü termik santral atağına kalkarak ülkenin tarım ve turizm açısından değerli her köşesi termik santral projelerinin yıkımına uğruyor;  tamamına yakını ithal kömürle çalışacak bu santraller nedeniyle ülke enerji konusunda daha bir dışa bağımlı hale getirilirken, başata Sinop Gerze, Çanakkale ve Çukurova bölgesi ile Elbistan`da planlanan çok sayıda termik santralle yok edilmek isteniyor..

Bu gün, en önemli doğal varlığımız olan su kaynaklarımız da ciddi tehdit ve risk altındadır. Başta Ergene, Sakarya nehirlerimiz olmak üzere ülkemiz akarsularının büyük çoğunluğu kullanılamayacak düzeyde kirletilmiş durumdadır. Su havzalarımız ve beslenme alanları, sanayi ve kentsel yerleşim bölgeleri haline getirilmiştir. Konya, Büyük Menderes, Gediz ve Kızılırmak gibi su havzalarımızın kuraklık tehlikesi altında "yok olma" tehdidi altındadır. Beyşehir gölü hızlı bir küçülme periyoduna girmiştir, göller bölgesi yok olma ile karşı karşıyadır. Tuz gölü hızla küçülmektedir. Bafa ve Van göllerinin su seviyeleri düşmektedir. İç Anadolu‘da, Eşmekaya ve Ereğli sazlıkları kurumuş, Akşehir Gölü havzası çölleşme ile karşı karşıya kalmış, Meke gölü ve Sultan Sazlığı  yok olmuştur. Türkiye‘de son 50 yılda yanlış su politikaları nedeniyle sulak alanların yarısı ya kamu eliyle yok edilmiş veya yok olma aşamasına gelmiştir. Sonuç olarak, sınırlı olan su kaynaklarımız, hızlı ve çarpık kentleşme, nüfus artışı, endüstriyel faaliyetlerinin doğurduğu çok çeşitli katı ve sıvı atıklar, katı atık depolama yerlerinin yeraltısuyu rezervuarlarının beslenme alanlarında seçilmesi, su havzalarının imar planlarına açılması, tarım alanlarında bilinçsiz gübre ve tarım ilacı kullanılması, kıyı bölgelerinde aşırı yeraltısuyu kullanımına bağlı tuzlanma ile yerüstü ve yeraltısuyu kalitesi ciddi olarak tehdit etmekte ve su kaynaklarımız hızla kirletilmekte ve tüketilmektedir.

Diğer taraftan, bu gün, ülkenin bir bölümünde sürdürülen savaşta,  başta Diyarbakır Sur olmak üzere insanlarımızın yanı sıra kentlerin tarihi, kültürü, yüzlerce yıllık yaşam izleri yok edilmektedir. Yaşadığımız bu güncel gelişmeler göstermektedir ki; bu gün Dünya Çevre Günü`nde Türkiye tam bir çevresel yıkımı yaşamaktadır.

Bu süreçte,  Anayasa‘da "herkesin sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkı olduğunun belirtilmesine ve çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak, çevre kirlenmesini önlemek görevinin devletin olduğu" belirtilmesine rağmen, siyasi iktidarlarca bu görevler yerine getirilmemektedir. Çıkarılan yasal düzenlemelerde,  bu amaca hizmet etmekten uzak, çevreden değil sermayeden yana tavır konularak hazırlanmakta,  mahkemelerin farklı davalarda verdiği toplum sağlığı ve çevrenin korunmasından yana kararlar da, ya uygulanmayarak veya sık sık yapılan düzenlemelerle kadük hale dönüştürülmektedir. Bilimsellikten uzak, gerçek teknik verileri içermeyen, tespit edilen sorunlara çözüm üretmeyen çoğu ÇED raporları,  projenin uygulanmasının adeta bir kılıfı haline gelmiş bulunmaktadır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, neredeyse bütün büyük yıkım projelerine ÇED Olumlu Karar‘ı verirken, bu kararları iptal eden mahkeme kararlarına rağmen hazırlanan yeni ÇED raporları ile hukukun arkasından dolanılarak olumlu görüş verilmekte, yıkım projelerinin önündeki bilimsel, teknik, hukuki ‘engeller‘i de kaldırmaktadır.

Sonuç olarak, 5 Haziran Dünya Çevre Gününde yaşam çevremiz hızla yok edilmeye devam edilmektedir.

Ancak, bu tabloyu değiştirmek, yaşanası güzel bir dünya resmini oluşturmak mümkündür.

Bilimle, emekle, inatla ve umutla...

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu

 

 

 

MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI BASIN AÇIKLAMASI

5 HAZİRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ’NDE DİKKATLER ÜLKEMİZDEKİ KENTSEL, KIRSAL, DOĞAL ÇEVRE TAHRİBATINA YOĞUNLAŞMALIDIR

5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla, çevre ve onunla bağlantılı önemli sorunları, aralarındaki ilişkileri görerek irdelemek gerekiyor. Zira sermaye güçlerinin azami kâr hırsı ile egemen sermaye birikimi politikaları, üretimi/sanayiyi, doğal çevreyi, enerji, ulaşım, yapılaşma/kentleşme vb. alanları, sömürü ve rant esaslı olarak belirlenmektedir. Bu durumun bir sonucu olarak ülke, halk yararı ve ekolojik gereklilikler sürekli olarak dışlanmakta; yaşam ve çevre bir bütün olarak tahrip edilmektedir.

Sanayi, teknoloji, tarım, çevre, yapı ve kent, enerji, madenler, doğal kaynaklar, ormanlar, hazine arazileri, kıyılar, dereler, ulaşım ve diğer alanlara yönelik politikalar, planlı toplumsal kalkınmayı dışlayıcı bir içeriğe sahiptir. Bütün bu alanlar birer rant kaynağı haline dönüştürülmüş, yeraltı-yerüstü su kaynakları kirletilmiş, çevre sorunları yoğunlaşmış durumdadır.

AKP iktidarı döneminde çıkarılan onlarca yeni yasa ve yüzlerce yasa değişikliği, sömürü ve rant alanlarının genişletilmesine yöneliktir. Öyle ki bütün ülke, kentsel ve kırsal alanlar, toplu konut alanları, bütün koruma alanları, milli parklar, doğal sit alanları, meralar, yaylalar, kışlaklar vb. birer rant alanı haline getirilmiştir.

Ülkemiz ve halkımıza çok yönlü zararlar veren bu politikaların içinde yanlış hidroelektrik santralleri (HES’ler) ve yanlış termik santral projeleri de bulunmaktadır. Enerji üretim ve dağıtımının serbestleştirilmesi ve özelleştirilmesinin birer ürünü olan bu proje ve girişimler, halkın üretim ve yaşam alanlarını tahrip eden, işçi-köylü cinayetlerine yol açan; yöresini, tarımsal üretimini, doğal çevresini korumak isteyen halktan binlerce insan aleyhine davalar açılmasına dek varmıştır. Yargı kararları ihlal edilmekte, halk zulme uğramaktadır.

TMMOB Makina Mühendisleri Odası, ülkenin, sanayi ve tarımın, kentsel-kırsal-doğal çevre talanının karşısında durmaya, bilim ve tekniği halkın yararına sunmaya, sanayileşme ve çevre uyumu sağlanmış planlı toplumsal kalkınma politikalarını savunmaya devam edecek, bu yöndeki halk direnişlerinin yanında olacaktır.

Ali Ekber Çakar
TMMOB Makina Mühendisleri Odası Başkanı

 

 

MİMARLAR ODASI BASIN AÇIKLAMASI

ÇEVRE KARŞITI KENTLEŞME VE YATIRIM POLİTİKALARI SONLANDIRILMALIDIR!

Kentsel ve kırsal alanlar, tabiat varlıkları, koruma alanları, ormanlar, kıyılar, milli parklar, doğal sit alanları, meralar, yaylalar, kışlaklar ve çevre rant alanı haline getirilmektedir. Doğal değerlerini hızla yitiren ülkemizde; hızlı kentleşme, iklim değişikliği, nüfus artışı ve göçün dönüştürücü etkileri en çok büyük yerleşimlerde etkisini göstermektedir. Bu süreçte kentlerimiz, afetler ve yapısal sorunlar karşısında daha açık ve güvencesiz hale gelmiştir.

Anayasada Devletin görevleri arasında “Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını korumak,  çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevrenin kirlenmesini önlemek” sayılmıştır. Ancak; siyasi iktidar, var olan kentsel düzen içinde egemen sermaye sınıfları ile işbirliği yoluyla ekonomik sürekliliği sağlamaya odaklanmış, tüm bu alanlarda yapılaşmanın önünü açacak yasa düzenlemeleri getirmiştir. Birbiri ardına hiçbir bilimsel araştırmaya dayanmadan planlanan ve yürürlüğe sokulan projelerle ilgili bilim insanları, meslek odaları ve hatta kamu kurumları tarafından düzenlenen raporları göz ardı edilmektedir.

Nükleer santraller, köprüler ve otoyollar, havaalanları, hidroelektrik santraller, kanallar gibi birçok projenin, çevreye olan etkileri değerlendirilmeden uygulanmasının önü açılmıştır. Tarım alanları yapılaşmaya açılmakta, verimli araziler yetersiz tarım politikaları nedeniyle toprak ve üretim kaybına uğramakta, madencilik faaliyetleri ve afet riski gibi gerekçelerle yeşil alanlar, meralar, milli parklar ve ormanlık araziler rezerv alanı ilan edilmektedir. Kıyılar da yapılaşmaya açılmakta; bu yolla yatırım ve çekim merkezi haline getirilmeye çalışılmaktadır. Sermaye birikim süreçlerinin yeniden yapılandırıldığı kentsel dönüşüm uygulamalarıyla; Anayasa ile koruma altına alınan, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşam ve mülkiyet hakları yok sayılmakta, doğal ve yapılı yaşam çevrelerine el konmaktadır.

On dört yıldır AKP tarafından üstlenilen siyasi iktidar döneminde çıkarılan Yasalar, Kanun Hükmünde Kararnameler ve Torba Yasaların ardından; 2016 yılı başından bugüne; Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen 6704 Sayılı Torba Kanun, Meclis gündeminde olan 312 Sıra Sayılı Torba Kanun ve 64.Hükümet Eylem Planı’nda yer verilen tabiatı ve biyolojik çeşitliliği korumaya dair yasal düzenlemeler; doğal ve yapılı çevre üzerinden sağlanacak gelirlerin artırılabilmesi için, yakın gelecekte kentsel ve kırsal alanlarda yaşanacak çevre tahribatının boyutlarını tariflemektedir.

6704 Sayılı Torba Yasa ile yer altı su kaynaklarını kurutacak, bölgenin su akıntılarında yaratacağı debi değişimi ile iklim değişikliklerine yol açacak, deniz canlılarının ve kuşların göç yollarını değiştirecek, yaklaşık üç yüzü endemik olmak üzere iki bin bitki türünün yaşam alanı olan kıyı kumullarını, fundalıkları, sulak alanları ve ormanları yok edecek olan Kanal İstanbul Projesinin yasal altyapısı oluşturulmuştur.

Projenin önünde engel olarak görülen; mera, yaylak, kışlak, otlak ve çayırların verimliliklerini artırarak kullanımlarının sürdürülmesini ve bu alanların korunmasını amaçlayan Kanun değiştirilmiştir. Bu değişiklikle, proje alanındaki doğal çevrenin kamusal niteliklerinin kaldırılabilmesinin ve amaçları dışında kullanılabilmelerinin, yapılaşma alanlarına dönüştürülmelerinin önü açılmıştır.

Tüm bu düzenlemeler hazırlanırken Türkiye, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 21.Taraflar Konferansı’nda kabul ettiği Paris Anlaşması’nı 22 Nisan 2016 tarihinde imzalamıştır. Ancak; Paris Anlaşması ile çevreci ve yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş konusunda sorumluluk alınırken, yine aynı günlerde; Mersin ve Sinop’ta yapılması planlanan tesislerle nükleer enerji üretimini sağlamak üzere kıyı ve sahillere, askeri arazilere, yasak bölgelere ve zeytinlik sahalara tesis kurulmasının önündeki yasal engelleri kaldıran düzenlemeler gündemdedir.

Çevrenin ve doğanın tahribatının ve kaynakların acımasızca tüketilmesinin olumsuz etkilerine ancak, ülkemizin sahip olduğu doğal, çevresel kaynakların korunması ve uzun vadeli cevre politikaları oluşturularak bu kaynakların tüm yurttaşlarca eşit kullanılabilmesi yoluyla karşı koymak mümkün olacaktır.

Bu bağlamda; çevre karşıtı yatırım ve plan kararlarının ivedilikle durdurulması; katılımcı, bilimsel şehircilik ve planlama süreçlerine bağlı kararların hayata geçirilmesi; uluslararası anlaşmalara esas olan duyarlılıkların kamusal politikaları yönlendiren aktörler tarafından dikkate alınması zorunlu hale gelmiştir.

Mimarlar Odası olarak; tüm meslektaşlarımızın ve yurttaşlarımızın Dünya Çevre Günü’nü kutluyor; sağlıklı yaşam çevrelerinin oluşturulması için, öncelikle doğal kaynaklarımızın ve doğal, kültürel çevremizin korunması amacıyla verdiğimiz mücadeleye devam etmekte kararlı olduğumuzu vurguluyoruz.

TMMOB Mimarlar Odası

 

 

ŞEHİR PLANCILARI ODASI BASIN AÇIKLAMASI
5 HAZİRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ`NE DAİR
BASINA VE KAMUOYUNA DUYURULUR

Türkiye Demokrasi, özgürlük ve temel haklar alanında olduğu gibi Çevre alanında da küme düşmüş durumda; Ülkemiz Yale Üniversitesi‘nin gerçekleştirdiği 2016 yılı Çevre Performans Endeksi Çalışması‘nda "Biyolojik Çeşitlilik ve Doğal Alanların Korunması" kategorisinde 180 ülke arasında 177. sırada yer aldı.

Dünya çapında çevre sorunlarına farkındalık yaratmayı amaçlayan Dünya Çevre Günü; ülkemizde milyonlarca ağacın katledildiği 3. köprü, 3. havaalanı, nükleer santral, sayısız termik santral ve HES projesinin yanı sıra, bir yağmaya dönüşen kentsel dönüşüm projeleriyle, kentlerimizin, ormanlarımızın, suyumuzun talanı gibi çevreyi tehdit eden konuların tartışıldığı ironik bir bağlam içinde, 5 Haziran‘da kutlanacaktır.

2006 yılında yerli tohum satışını yasaklayarak ülkemizdeki biyolojik çeşitliliğe en büyük darbeyi vuran AKP iktidarının talan politikalarıyla, orman katliamı ve betonlaşma nedeniyle yaşam alanlarını kaybeden yaban domuzlarının İstanbul Boğazı kenarına indiğine ilişkin  haberlerin gündelik hale dönüştüğü bir ortamda bu yılın Dünya Çevre Günü ana temasının "Hayatın Devamı İçin Yabana Dönüş" olarak belirlenmesi de karşımıza bir başka ironi olarak çıkmaktadır.  

Bu yıl 44.sünü kutladığımız 5 Haziran Dünya Çevre Günü`nden birkaç gün önce, 28 Mayıs tarihinde, ülkemizin en büyük çevre hareketinin, tüm doğa ve yaşam alanlarımızın talanına karşı başkaldırının yaşandığı, sadece Gezi Parkı‘ndaki ağaçların değil, yedi canımızın da katledildiği, yüzlerce canın yaralandığı, tutuklandığı, bu nedenlerlede acısını unutmamızın olanaksız olduğu ancak olumlu etkisinin de bir umut ışığı olarak her an hissedildiği Gezi Eylemleri‘nin de 3. yıl dönümünü kutladık.

Üç yıl önce, Gezi Parkı‘nda direnişin başladığı gün "Yavuz Sultan Selim" adının uygun görüldüğü, hiçbir hukuk ve bilimsel temeli olmayan, ekolojik denge üzerinde sayısız olumsuzlukları içerdiği bilimsel olarak kanıtlanan, 3. Boğaz Köprüsü‘nün de temel atma töreni gerçekleşmiş, Türkiye‘deki çevre katliamı örneklerine bir yenisi eklenmişti.

Çevre; florası ve faunasıyla bir bütün olan tüm ekosistemi anlatır. Sürdürülebilir çevre politikaları ise "güncel gereksinimlerin; gelecek nesillerin olası gereksinimlerinin, kamu yararı ilkesinin, koruma ve kullanma dengesinin gözetilerek katılımcı, demokratik süreçler içinde karşılanması" şeklinde tanımlanmaktadır. Bu nedenlerle çevre politikalarının belirlenmesinde demokratik katılım kanallarının açık olması ve hukukun üstünlüğü esas alınmalıdır. Ancak, ülkenin her yerinde HES`ler, termik ve nükleer santraller, barajlar, yollar, köprüler, AVM`ler, rezidanslar herhangi bir denetim ve katılım kanalına dahil edilmeden hızla gerçekleştirilmektedir. Yalnızca çevresel değil iktisadi ve kültürel yaşama katkısı tarihsel olarak ortaya çıkan Atatürk Orman Çiftliği‘ni kendi çıkarlarını gözeterek yapılaşmaya açan bir yönetim anlayışının ekosistemi, demokratik talepleri ve hukukun üstünlüğünü tanımıyor olması şaşırtıcı değildir. Ülkemiz AKP iktidarı her geçen gün demokrasiden daha da uzaklaşarak kuralsızlaşmayı egemen kılmakta, sadece çevreye değil yaşamın tüm alanlarında özgürlüklere, güzelliklere ve halka düşman tutumunu pekiştirmektedir.

Şehir Plancıları ve onların örgütlü topluluğu olan Şehir Plancıları Odası, yaşam alanlarımıza ilişkin gericileştirme politikalarına; kamu mallarının öngörüsüzce satılmasına, tüm doğal ve kültürel değerlerin acımasızca talanına, yandaşlara sağlanan "rant" üzerine kurulu iktidarın inşaat sektörü sayesinde ayakta tutmaya çalıştığı bir ekonomik kalkınma mantığına, bu mantığı yaşatmayı temel amaç edinen ekonomik ve kültürel politikalara karşı planlamayı savunmaya, yitirilmemesi gereken tüm doğal, çevresel değerleri korumaya kararlıdır.

Odamız kamu yararına, toplumun uzun vadeli gereksinimlerine ve gelecek nesillerin sağlıklı bir toplumda yaşamasına yönelik her türlü çabaya destek vermek ve aksi yaklaşımlara karşı mücadelesini sürdürmekteki kararlılığını 5 Haziran Dünya Çevre Günü vesilesiyle bir kez daha kamuoyuna duyurmayı görev bilmektedir.

TMMOB Şehir Plancıları Odası Yönetim Kurulu