ODALARDAN DÜNYA GIDA GÜNÜ AÇIKLAMALARI
Gıda Mühendisleri Odası ve Ziraat Mühendisleri Odası, 16 Ekim Dünya Gıda Günü dolayısıyla bir basın açıklaması yaptı.
GIDA MO: HER BİREY YETERLİ ve DENGELİ BESLENME HAKKINA SAHİPTİR
GIDA GÜVENLİĞİ ZAMAN YİTİRMEDEN HAYATA GEÇİRİLMELİDİR
Açlık ve yetersiz beslenmenin önüne geçmek için Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 1979 yılında aldığı bir kararla, kuruluş yıldönümü olan 16 Ekim tarihini Dünya Gıda Günü olarak belirlemiştir. Bu amaçla Dünya Gıda Haftası çerçevesinde her yıl bir dizi etkinlik gerçekleştirilmektedir.
Açlık ve yetersiz beslenme insanlığın en önemli sorunlarından biridir. Gerek gelir dağılımındaki adaletsizlikler, gerekse doğal afetler sonucu oluşan çevresel faktörler açlığın en büyük nedenleri arasındadır.
Yaşanmakta olan yoksulluk ve açlığı, 2008 yılında başlayan küresel ekonomik kriz de önemli ölçüde tetiklemiştir. Bu krizden en büyük payı, ne yazık ki, üçüncü dünya ülkeleri almıştır. Birleşmiş Milletler verilerine göre, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki açlık ve yoksulluk çok ciddi boyutlara ulaşmış durumdadır. Dünyada yaklaşık bir milyar kişi açlık ve aşırı yoksulluk koşullarında ölüm-yaşam savaşımı verirken, 2009 yılında da, sürmekte olan küresel ekonomik kriz nedeniyle, 100 milyon insanın daha açlıkla karşı karşıya kaldığı belirtilmektedir. Yetersiz beslenme ve açlığa bağlı olarak günde binlerce insan, özellikle çocuk yaşamını yitirmektedir. Oysa, silahlanma ve savaşlara ayrılan bütçelerin çok az bir kısmıyla dünyadaki tüm açlığın önüne rahatlıkla geçilebileceği bilinen bir gerçektir.
Küresel krizin aşılmasına yönelik atılan en büyük adım, gelişmiş ülkelerin krize karşı hazırladığı önlem paketleri olmuştur. Ancak bu yardım paketleri, ne yazık ki yoksulluk ve açlığın önlenmesi adına değil, krize giren küresel dev şirketlerin kurtarılması için olmuştur.
Gelinen aşamada, açlığın ve yoksulluğun giderilmesi konusunda atılan cılız adımların pek bir inandırıcılığı kalmamıştır. Bugüne kadar gıda güvencesi konusunda verdikleri sözlerin hiç birini yerine getirmeyen ve kimi büyük şirket ve bankaları kurtarmak için trilyonlarca dolar bütçe ayırmaktan çekinmeyen küresel egemenlerin, açlık ve yoksullukla mücadele için az gelişmiş ülkelere 15 milyar dolarlık yardım yapma sözünün ciddiye alınacak bir yanı yoktur. Oysa, FAO‘ ya göre yapılacak 30-40 milyar dolarlık yardımla dünyadaki açlığın önüne geçilebileceği belirtilmektedir.
Yaklaşık bir yıldır dünyada yaşanan küresel ekonomik krizin en büyük faturalarından birini Türkiye ödemektedir. Bu nedenle, % 10 düzeyine ulaşan ekonomik küçülme yaşanmıştır. Gıda sanayinde yaklaşık % 26‘lık bir istihdam kaybının olduğu belirlenmiştir.
İstihdam ve işsizlik sorunlarının, işyerlerinin kapanmasına bağlı olarak daha da artması, halkın alım gücünün düşmesi, gelir dağılımındaki adaletsizlikler sektörü olumsuz yönde etkilemeyi sürdürmektedir. Olumsuz ekonomik koşullar merdiven altı ve kayıt dışı üretimi arttırmakta, bu durum, gıda güvenliğini ve dolayısıyla halk sağlığını ciddi biçimde tehdit etmektedir. Türkiye‘de 40 bini aşkın gıda üretim yerinin azımsanmayacak bir kısmının kayıt dışı olduğu bilinmektedir. Bu konuda yetkili kurum olan Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, yaklaşık 15 yıldır gıda güvenliğinin sağlanması adına önemli sayılabilecek adımlar atamamıştır.
Özellikle, merdiven altı diye tanımlanan kayıt dışı üretimin yüksek düzeyde olması, gıda maddeleri üretiminin büyük bir çoğunluğunun uygun olmayan koşullarda gerçekleştirilmesi, üretimde teknik personelin çalıştırılmaması, yeterli ve istenen düzeyde denetimlerin yapılmaması gibi sorunlar, bugün ülkemizde gıda güvenliği konusunda yaşanan en büyük sıkıntıdır. Bununla birlikte, kayıt altında olan üretim yerlerini bile denetlemekte yetersiz kalan Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, üretim yerlerinde gerekli teknik ve hijyenik koşulların sağlanmasında oto kontrol anlamında önemli işlevler üstlenen "Sorumlu Yönetici" uygulamasını kaldırmayı planlamaktadır. Sorumlu yöneticilik uygulamasının kaldırılması, gıda güvenliği alanında yaşanmakta olan sıkıntıları daha da arttıracağı gibi, sosyal yaşamda da büyük sorunlara neden olabilecektir.
İnsanların yeterli ve güvenilir gıdaya ulaşma hakkının sağlanması ve buna göre adım atılması, sadece ülkemizde değil tüm dünyada yaşamsal öneme sahiptir. Açlık ve yoksullukla mücadele ve tüketicinin bilinçlendirilmesi adına, resmi kurumlarla birlikte meslek örgütleri, sivil toplum örgütleri ve basına büyük görev ve sorumluluk düşmektedir.
Basına ve Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
TMMOB GIDA MÜHENDİSLERİ ODASI
ZMO: AÇLIĞIN TEK NEDENİ; ADALETSİZ BÖLÜŞÜM !
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 1979 yılında aldığı bir kararla, kuruluş yıldönümü olan 16 Ekim tarihini Dünya Gıda Günü olarak belirlemiştir. Dünyanın ve ülkemizin içinde bulunduğu durum, Gıda Günü‘nü bir kutlama değil, sorun saptama - nedenselliğini araştırma ve çözüm sürecine katkı sunma günü olarak değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır.
FAO rakamlarına göre, 2006 yılında dünyada 850 milyon kişi açlıkla boğuşurken, 2009 yılında bu sayı 1 milyar 20 milyona ulaşmıştır. Bu rakam son 40 yılın en yüksek düzeyini ifade etmektedir.
Kimi çevreler, açlığın nedeni olarak, hızla artan nüfusa karşılık, gıda maddeleri arzının aynı hızla artmamasını göstermektedir. Oysa durum hayli farklıdır.
20 inci yüzyılın ortalarından 21 inci yüzyıl başına kadar dünya nüfusu 2.5 milyardan 6.5 milyara çıkmıştır. FAO öngörülerine göre, 21 inci yüzyılın son on yılında % 2.2 olan dünya nüfus artış hızı 2015‘te % 1.6‘ya düşecek; ardından 2015 - 2030 döneminde %1.4, 2030 - 2050 döneminde % 0.9 olarak gerçekleşecektir. Dünya nüfusunun 9.5 milyarı aşmayacağı hesap edilmektedir.
Dünya gıda fiyatları endeksi petrol krizinin yaşandığı 1970‘li yıllar ve son dönem bir tarafa bırakıldığında, elli yıl boyunca tarihin en düşük düzeyinde seyretmiştir. Artan nüfusa bağlı olarak artan talebin varlığına rağmen, fiyat endeksinin düşük düzeyde kalması, dünya gıda arzının nüfus artışına paralel biçimde yükselmesi ile açıklanabilir. Nitekim FAO, 1998-2015 döneminde dünya gıda arzın % 36 oranında artacağı öngörüsünde bulunmaktadır.
Fiyatların düşük düzeyde seyrettiği elli yıllık dönem, dünyada açlık sorunun giderildiği bir dönem olmamıştır. Tersine, FAO rakamlarına göre, 850 milyon insan açlık tehdidi ile karşı karşıya yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Önümüzdeki süreç, daha karanlık bir tabloya gebedir.
2007 sonbaharı ve 2008 ilkbaharı arasında buğday, mısır, pirinç ve diğer tahılların fiyatlarının radikal biçimde artması, yalnızca aç insan sayısını 1 milyarın üzerine taşımakla kalmamış, Dünya Bankası ve IMF de dahil olmak üzere, tüm çevrelerin ilgisinin tarım / gıda krizine yönelmesine yol açmıştır. Bu fiyat düzeyi, 2008 sonundan itibaren gevşemekle birlikte, uzun yıllar olağanlaşan düzeyin %25 üzerinde olacak şekilde sabitlenmiş görünmektedir.
Dünyada, gıda talebi yetersizliğinden kaynaklanan bir açlık sorunu yoktur. Açlığın tek nedeni gıda üretiminin kutuplaşması ve dağıtımındaki adaletsizliktir. Dünyada yeterli üretim yapılmakta ancak yoksul ve aç insanlar bu gıdaya ulaşamamaktadır.
Türkiye‘de de bu sorun yakıcı biçimde yaşanmaktadır. 1980 yılında 44.5 milyon olan Türkiye nüfusu, bugün 71.5 milyona ulaşmıştır. 28 yılda nüfusunu 27 milyon artıran Türkiye‘nin orta dönemde 90 milyonun üzerindeki bir nüfusla, Avrupa‘nın en kalabalık ülkesi olacağı öngörülmektedir. Bu bağlamda, artan nüfusun doğuracağı ek gıda talebinin nasıl karşılanacağına yönelik planların bugünden yapılması gerekmektedir.
Ne yazık ki, Türkiye‘de nüfus artışına paralel bir üretim artışı yakalanamamıştır. 2002-2008 döneminde temel tarımsal ürünlerde büyük üretim kayıpları olmuştur. TÜİK‘in rakamlarına göre, son 6 yılda buğday üretimi % 8.8, arpa % 28.6, kırmızı mercimek % 78.8, nohut % 20.3 ve kuru fasulye % 38 oranında azalmıştır. Sanayi bitkilerinden şeker pancarı üretimi % 6.3, pamuk üretimi % 28.4, tütün üretimi ise % 34.6 oranında gerilemiştir. Patates üretimi % 19 oranında, kavun-karpuz üretimi ise % 10 düşmüştür. 2009 yılında uygun ekolojik değerler nedeniyle üretimin bazı ürünlerde artış göstermesine rağmen, temel bitkisel ve hayvansal üretimde ürünlere göre değişmekle birlikte, kalıcı bir gerileme ya da nüfus artışının altında mütevazi üretim artışları yaşanmaktadır.
Dış ticaret rakamları da Türkiye‘nin giderek artan ölçüde dışa bağımlı bir konuma geldiğini göstermektedir. TÜİK verilerine göre 2008 yılında 2007‘ye göre tarımsal ihracat % 5,4 artarak 3 milyar 928 milyon Dolar, ithalat ise % 37,7 artarak 6 miyar 392 milyon Dolar olarak gerçekleşmiştir. 2007 yılında 916 milyon Dolar olan tarım ürünleri dış ticaret açığı, 2008 yılında % 169 oranında artarak 2 milyar 464 milyon Dolara yükselmiştir. Bu, 85 yıllık Cumhuriyet tarihinin rekorudur. 2000-2008 dönemi ortalaması da Türkiye‘nin tarımsal hammadde dış ticaretindeki net dışalımcı konumunu göstermektedir. Gıda ürünleri dış ticaretindeki pozitif denge, Dünyadaki yeni işbölümünün Türkiye‘ye yansımasıdır. Düşük katma değerli ve emek yoğun gıda sanayi, sınai kaydırmacılık çerçevesinde Türkiye‘de yerleşmektedir.
Türkiye‘nin tüm bu olumsuzları aşarak, fiziksel ve düşünsel kapasitesi yüksek bir topluluk yaratmak için halkını yeterli ve dengeli beslenme koşullarına kavuşturması gerekmektedir. Gelecek döneme ilişkin tarım planlamaları, bu gerçek göz önünde bulundurularak yapılmalıdır.
Unutulmamalıdır ki, İNSAN NE YERSE O‘DUR. Bunun için tarıma daha fazla bütçe ayrılarak, başta sulama olmak üzere tarımsal altyapı yatırımlarının gerçekleştirilmesi, üreticilerin örgütlenme yoluyla, girdi ve çıktı piyasalarından ürettiği katma değere el konulan köylü niteliğinden kurtarılması,su ve toprak kaynaklarının etkin kullanımı, gıda kalitesi - tüketicinin korunması ve gıda sağlığına yönelik kontrol yapılarının güçlendirilmesi, tarıma bilgi ve teknolojinin aktarılması için mühendislik faaliyetlerine ivme kazandırılması yaşamsal önem taşımaktadır.
Kamuoyuna duyurulur.
Saygılarımızla
Dr. Gökhan GÜNAYDIN
Başkan