ODALARDAN DÜNYA SU GÜNÜ AÇIKLAMALARI

22.03.2010

Çevre Mühendisleri Odası, İnşaat Mühendisleri Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası ve Peyzaj Mimarları Odası, 21 Mart Dünya Su Günü dolayısıyla birer basın açıklaması yaptı.

ÇMO: DÜNYA SU GÜNÜNDE SUYUN TİCARİLEŞTİRİLMESİNE KARŞI DAYANIŞMA ÇAĞRISI

1993 yılında Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilişinden bu yana her yıl 22 Mart tarihinde gündeme gelen Dünya Su Günü‘nün bu yıl 17‘ncisi kutlanmaktadır. Doğal yaşam için en temel ihtiyaçlardan biri olan suyun, artan nüfus ve plansız büyüme ile birlikte tükenmeye başlaması, kullanılabilir-içilebilir-temiz suya erişimde yaşanan sorunlar, su yoksunluğu ve yoksulluğu ve suyun ticarileştirilmesi ile birlikte sorunun boyutları da her geçen gün çeşitlenmektedir.

2009 yılında İstanbul‘da toplanan ve suyun ticarileştirilmesinin önünü açan Dünya Su Forumu‘nun gölgesinin düştüğü Dünya Su Günü, geçen yıl olduğu gibi bugün de, temiz ve sağlıklı suya erişim için temel insani hak talebinin yükseltildiği bir gün olarak toplumsal mücadelenin odağına oturmaktadır.

Bu süreçte, suya erişimin temel bir hak olduğunun bilinci ile suyu piyasa değeri olan bir meta değil, insanlığın ve doğanın ortak varlığı olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Su sorununun sadece teknik değil doğrudan politik bir mesele olduğunun farkına varmak ve kapitalizmin su konusunda yarattığı yanılsamaları görmek gerekmektedir.

Kentlerimizde özelleştirme ve ticarileştirilmeye teslim edilen su hizmetleri bu olumsuz gidişatın örnekleri ile doludur. Türkiye‘de su hizmetlerinin karşılanmasında merkez ile taşra/yerel arasındaki işbölümü zaman zaman değişiklikler göstermiştir. Merkezi düzeyde; İller Bankası, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ), Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) eliyle, yerel düzeyde; Su ve Kanalizasyon İdareleri, Belediyeler, İl Özel İdareleri ve Mahalli İdare Birlikleri tarafından kamusal bir hizmet olarak ele alınan su hizmeti, bugün özelleştirmeye, taşeronlaştırmaya teslim edilerek ticarileştirilmektedir.

Türkiye‘ye su sektörü alanında başta Avrupa Yatırım Bankası olmak üzere Dünya Bankası ve Alman Kredi Kuruluşu KfW (Kreditanstalt für wiederaufbau) tarafından dış finansman sağlanmıştır. Çokuluslu şirketler olarak ise Suez, Thames ve Serco konsorsiyumu su yatırımlarında yer almışlardır. Yatırımlar genellikle Yap İşlet Devret (YİD) modeli doğrultusunda sağlanmıştır.

Öte taraftan suyun yasa yoluyla özelleştirilmesinin önünü açacak, bir dizi yasal düzenleme de sırada beklemektedir. Su kaynaklarının kullanım hakkının özel sektöre devredilmesini öngören Su Kullanım Anlaşmaları ve Maden Yasası‘nın yarattığı tahribat ilk akla gelenlerdir.

Bugün, su politikaları yanlış enerji politikalarının kılıfı yapılmakta ve tüm bu politikalar küresel kapitalizme hizmet etmektedir. Hidroelektrik Santral (HES) projeleri doğadan, bilimden ve teknikten uzak olarak ülkemizde bir bir hayata geçirilmeye çalışılmaktadır.  Bu yağma ve talana karşı ise, Artvin‘den Isparta‘ya, Tunceli‘den Rize‘ye kadar farklı coğrafyalarda suyuna, toprağına ve geleceğine sahip çıkan insanlar toplumsal dayanışmayı ve mücadeleyi yükseltmeye devam etmektedir.

Herkesin ücretsiz, temiz içme ve kullanma suyu hakkı vardır. Su yönetimi, kamusal bir bakış açısıyla ele alınmak zorundadır.

•    Su varlıklarının korunması ve gelecekteki ihtiyaçların karşılanması için, gerekli araç ve teknikler geliştirilmeli, bu noktada yeni bir bakış açısı öne çıkarılmalıdır.

•    Eşitlikçi, doğa korumacı uluslararası bir su politikasının tesisinde Türkiye öncü ülke olmalıdır.

•     Su politikası ve yönetiminde, görev ve yetki karmaşasını çözecek merkezi, yerel örgütlenmeler ve tüzel düzenlemeler, yeni bir anlayışla ele alınmalıdır.

•    Mevcut su kaynakları, miktar ve kalite olarak korunmalı ve iyileştirilmelidir.

•    Ülkemiz yeraltı ve yüzey suyu envanteri, kullanım ve tüketim senaryoları, kamusal bir bakışla ve katılımcı bir anlayışla yapılmalıdır.

•    Hükümetler, ilgili kamu kurumları, üniversiteler ve meslek odaları ile işbirliğini, özellikle su konusunda acil ve öncelikli bir yaklaşım olarak ele almalıdır.

•    Tarımda, sanayide ve konutlarda, suyun verimli kullanımına yönelik program ve projeler geliştirilmelidir.

•    Su varlıklarının, atık sular, katı atıklar, tarımsal ilaç ve gübre kullanımı ile kirlenmesinin önüne geçilmeli, bu alanda proje ve yaptırımlar öncelikle tesis edilmelidir.

•    İller Bankası ve DSİ Genel Müdürlüğü gibi kurumların, su politikaları ve su yönetimi alanındaki görev ve sorumlulukları yeniden tanımlanmalı, havza yönetimi temelinde yetkileri genişletilmelidir.

•    Uluslararası su tekellerinin, kent ölçeğindeki su yönetimi politikalarına, bu alandaki projelerine karşı, kentsel su dağıtım şebekeleri ve arıtım sistemleri kamulaştırılmalı, İller Bankası ve belediyeler eli ile yönetilmelidir.

Dünya Su Günü‘nde suyun ticarileştirilmesine karşı temiz ve sağlıklı içme suyunun temel bir insani hak olarak talep edilmesi, kamucu su politikasının ulusal, bölgesel ve kentsel düzeyde tesis edilmesi, su varlıklarımızın korunması için kamuoyunu toplumsal dayanışma ve mücadeleye davet ediyoruz.

TMMOB
Çevre Mühendisleri Odası

  

  

İMO: SUYA ERİŞİM HAKKIMIZA SAHİP ÇIKALIM

Dünyanın ve Türkiye‘nin su rezervleri her geçen gün azalmaktadır ve bu durum sermayenin iştahını kabartmaktadır.

Siyasi iktidarlar "özel sektörün suyu daha iyi yöneteceği" söylemlerini yaygınlaştırarak suyumuzu sermayeye peşkeş çekmek istemektedirler.

İnşaat Mühendisleri Odası herkesi suya erişim hakkına sahip çıkmaya çağırıyor.

Suyun hayatımızdaki öneminden hareketle Birleşmiş Milletler (BM), bundan 18 yıl önce 1992 yılında 22 Mart gününün Dünya Su Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı. Suyun yönetimi ve tüketimine dair bilinç yükseltme amacı taşıyan Dünya Su Günü‘nün bu yılki teması "Su Kalitesi" üzerinde yoğunlaşacak.

Ancak görünen odur ki, BM‘nin bu çabası bir sonuç vermemiş durumda. BM‘nin raporuna göre halen 6 milyar insanın 1,2 milyarı güvenilir içme suyundan yoksun; 2,4 milyar insan sağlık koşullarına uygun suya erişememekte; suyun erişilemez olması nedeniyle her gün 14-30 bin arasında insan yaşamını yitirmektedir. Raporun 2025 yılı için öngörüsü ise, dünya nüfusunun tahminen üçte ikisinin temiz ve içilebilir sudan mahrum kalacağı yönünde.

Türkiye‘nin su rezervleri kısıtlı

Suyla ilgili dünyayı bekleyen karanlık tablonun bir benzeri de ülkemizde yaşanıyor ve yaşanmaya devam edecek. Su potansiyeli 1000 m³‘ten az olan ülkeler "su fakiri" sayılmakta. Ülkemiz, 3690 m³ ile su fakiri sayılmamakla birlikte, su kısıtı bulunan ülkeler arasında yer alıyor. 2030 yılında nüfusumuzun 100 milyona ulaşacağı tahmin edilmekte. Su kaynaklarımızın yüzde 100 verimle kullanılacağı düşünülse bile, su potansiyelimizin artan nüfusla birlikte 1000 m³‘e düşmesi ve Türkiye‘nin de su sıkıntısı çeken ülkeler arasına girmesi bekleniyor.   

Hali hazırda ülkemiz, günlük su tüketimi itibariyle gelişmiş ülkelerin ötesinde bazı Latin Amerika ve Asya ülkelerinin de gerisine düşmektedir.

Suyumuz yönetilemiyor

Türkiye‘de su rezervleri kısıtlı olmasına karşın var olan su kaynaklarımız sağlıklı yönetilmemektedir. Başkent Ankara 2006 yılı kurak geçtiği için yaz ayları boyunca susuz kalırken, 2009 yılının yağışlı geçmesi, birçok ilimizde sel baskınlarının yaşanmasına sebep olmuş ve yetkililer bu durumu "takdir-i ilahi" tespitleriyle geçiştirmiştir.

Oysa biz İnşaat Mühendisleri Odası olarak yaşanan her iki sorunun da suyu yönetememekten kaynaklandığını biliyoruz.

Türkiye‘de toplam nüfusun yüzde 68‘ine kanalizasyon şebekesi hizmeti verilmektedir. Toplam nüfusun sadece yüzde 34‘ü atık su arıtma tesisinden yararlanmaktadır. Bu oran OECD ülkeleri ortalamasının (% 64‘ün) ve AB ülkelerinin (Malta hariç) en düşük değeridir. Türkiye‘de su kaçağı ve kayıplarının oranı ortalama yüzde 30-40 civarındadır.

Rakamların çarpıcılığı ortadayken, siyasi iktidar su yönetimi konusunda çok temel bir hata yaparak su yönetimini Devlet Su İşleri‘nden alarak yerelleşme politikaları çerçevesinde yerel yönetimlere devretmiştir. Kamu kurumlarının tavsiye edilmelerine de denk gelen bu süreç yerel yönetimlere altyapı hizmetleri konusunda ciddi yetki verilmesiyle tamamlanmıştır. Bugün altyapı hizmeti sunmakla  yükümlü olan pek çok belediyenin kime ne kadar borcu olduğu bilinmemektedir.

1981 İSKİ Kanunu‘na kadar sudan kar edilmezken, İSKİ Kanunu ile suyun yönetimi yerellere bırakılmıştır. Su İdaresi Kanunu gereği Büyükşehir belediyelerinin sudan en az yüzde 10 kar elde etmeleri zorunludur. Ancak Büyükşehir belediyeleri bu durumu fazlasıyla kar aracına döndürmüştür. 2006 yılı rakamlarına göre Büyükşehir belediyeleri sudan ortalama yüzde 29 oranında kar elde etmişlerdir. 

Suyumuzun özelleştirilmesi tehlikesi kapımızda

Su yönetiminin yerel yönetimlere devrinin en büyük açmazı, yerel yönetimlerin popülist günlük politikaları tercih etmeleri nedeniyle suya ve altyapıya yatırım yapmaktan kaçınmalarıdır. Bu durum ise hem halkı mağdur etmekte, hem de "özel sektör daha iyi yönetir" anlayışı halka empoze edilerek sularımızın özelleştirilmesini gündeme getirmektedir.

Su endüstrisinin yıllık karının dünya üzerinde petrol sanayi karının yüzde 40‘ına ulaştığı bilgisinden hareketle sermaye çevreleri, sularımızın azalmasını bahane göstererek en doğal yaşam hakkımız olan suya erişim hakkımızı elimizden almaya çalışmakta ve suyumuzu özelleştirmeye çalışmaktadır.

Tatlı su kaynaklarımız plansız sanayileşme, kentleşme ve nüfus artışının etkisiyle hızla azalmaktadır. Ancak tatlı su kaynaklarının azalması suyumuzun özelleştirilmesine gerekçe gösterilemez. Esas yapılması gereken tatlı su kaynaklarımızın azalmasını engelleyici tedbirler almaktır.

İnşaat Mühendisleri Odası olarak diyoruz ki;

  • Herkesin yeterli, güvenli, fizikî olarak ulaşılabilir ve bedeli ödenebilir suya erişim hakkı vardır.
  • Su hakkı ile ilgili devletin yükümlülüğü tam olarak tanımlanmamış olsa da devlet, toplumun tüm kesimlerine güvenli, sağlıklı ve ulaşılabilir su temin etmekle sorumludur.
  • Bir ailenin su faturası gelirinin yüzde 2‘sinden fazla olamaz.

Bu çerçevede Dünya Su Gününü kutluyor ve tüm halkımızı suya erişim hakkına sahip çıkmaya davet ediyoruz.

TMMOB
İnşaat Mühendisleri Odası

  

JMO: SU HAYATTIR. SERMAYEYE DEVREDİLEMEZ !

Her şeyi alınır satılır bir mal olarak gören kapitalist sistem en temel yaşamsal bir hak olan suyu da ticarileştirmeye devam ediyor. Temellerinin 1992‘de Rio De Jenerio‘da BM Çevre ve Kalkınma Konferansı‘nda atılan suyun metalaştırılmasının adımları aynı yıl Dublin‘de yapılan BM Su ve Çevre Konferansı‘nda suyun ‘ekonomik mal‘ olarak tanımlanması ile devam etti ve 1996‘da kurulan Dünya Su Konseyi‘nin düzenlediği toplantılarla süreç hızlandırıldı. 5 incisi Türkiye‘de toplanan Dünya Su Forumu toplantılarıyla; erişilebilir su kaynaklarının kimin yönetim ve denetiminde olacağı, kullanılabilir suyun hangi kanallarla tüketiciye ulaştırılacağı, üretim, pazarlama ve dağıtım yetkisinin kimde olacağı ve nasıl yapılacağına dair planlamalarla suyu ticarileştirme ve piyasa ekonomisine bırakma sürecinin yönlendirilmesi sürdürüldü.

Ülkemizde de buna yönelik girişimler hızla artarak uygulamalar çoğalmış, önce şehirlerde içme, kullanma amaçlı suyun dağıtım ve satışına yönelik uygulamalarla başlayan süreç, bugün su havzalarının enerji, sulama, içme amaçlı olarak sermayeye açılmasına dönüşmüştür.

Enerjide dışa bağımlılığımızın azaltılarak yerli kaynaklarımızın harekete geçirilmesi gibi meşru, anlamlı gerekçelendirmelerle 2003 yılında yürürlüğe konulan, aslında suyun kullanım ve denetimini semayeye aktaran "Su Kullanım Hakkı Anlaşması Yönetmeliği" çerçevesinde özel sektör tarafından inşa edilecek ve tamamlandığında yaklaşık 5,2 milyar KWh hidroelektrik enerji üretilmesini sağlayacak 75 Adet Tesisin temel atımı 24 Kasım 2009 tarihinde törenle kamuoyuna duyuruldu. Çevre Bakanı EROĞLU temel atım töreninde enerji, su ve çevre ile ilgili olarak; ".. Şu an için 1 569 projeye özel sektör başvuruda bulundu. Özel sektör bu projelere 35 milyar dolarlık yatırım yapacak. Ülkemiz enerjide dışa bağımlı. Bu yatırımları biran önce yapmalıyız. Enerji arz güvenliğini sağlamalıyız. Hidroelektrik santraller çevreyi tahrip etmiyor, dere yataklarına malzeme atanlara çok büyük cezalar veriyoruz. Doğal hayatın devamı için gerekli olan su bırakılacak. Bu Su Kullanım Hakkı Anlaşmasında belirtiliyor zaten. Bu konularda oldukça hassasız. Kamuoyu bunu bilmeli" demişti.

Oysa Doğu Karadeniz‘de, Rize-Fındıklı‘da, Çayeli, Hemşin, Çamlıhemşin İkizdere, Askaroz, Trabzon‘da; İkizdere Çağlayan Deresi, Uzungöl‘de, Artvin‘de Papart‘ta, Balcı‘da, Maçahel‘de, Barhal‘da dereler üzerlerine yapılan, sayıları yüzlerce olan plansız nehir tipi HES ya da barajlarla doğa katliamı yaşanmaktadır. Artvin‘de Çoruh Vadisi boyunca, vadi üzerinde yer alan onlarca köy ile Yusufeli ilçesi, projelendirilen barajlar ve hidroelektrik santrali sebebiyle sular altında kalacak, tarihi, kültürel ve doğal güzellikleri yok olacaktır. Tunceli Munzur Vadisi ile çevresinin baraj ve hidroelektrik santral projesi sebebiyle ekolojik dengesini bozulacak, insanlar göçe zorlanacak, yaşam kültürünün temelleri yok edilecektir. Hasankeyfte yapılacak barajlarla tarihi kültürel değerlerimiz sular altında kalma ve yok olma tehdidi altındadır.

Mahkeme süreçleriyle durdurulan projelere karşı "Sulama için su istiyorsanız, musluklardan su akmasını istiyorsanız, taşkın afetinden korunmak istiyorsanız ve temiz enerji talep ediyorsanız baraj ve Hidroelektrik santrale karşı olamazsınız.‘‘ ‘‘barajlara karşı çıkmak bilgisizliktir. Bu sebeple kim ne derse desin baraj ve gölet yapacağız." Anlayışıyla yapılan açıklamalar Başbakan ve Çevre Bakanı tarafından defalarca tekrarlanmıştır.

Evet bugün yaşadığımız süreçte mahkemelerde kazanılan davalara karşı su ile ilgili projeler devam ediyor. Bütüncül bir havza yönetim anlayışını esas almayan, konuyu tek proje bazında ele alan HES Proje üretimi ve çevresel etki değerlendirme anlayışından uzaklaşılmalıdır.

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak Dünya Su Gününde bir kez daha ifade ediyoruz ki;
Suyun, yalnızca insanlık için değil, canlı ve cansız tüm doğa için vazgeçilmez doğal ihtiyaç olduğu unutulmadan projeler oluşturulmalı, doğal bir varlık olan suyun kullanımı ve korunması ile ilgili kararlarda yöre, bölge, ülke insanını yok sayma anlayışı terk edilmelidir.

Suyu "doğal hak" olmaktan çıkarıp, "ticari bir mal" haline getirerek sermayeye, küresel piyasaya açan politikalardan vazgeçilmelidir.

TMMOB
Jeoloji Mühendisleri Odası
22.03.2010

  

PEYZAJ MO: SU, HAYATIN TEMEL UNSURU OLARAK, DEVREDİLEMEZ BİR İNSAN VE DOĞA HAKKIDIR.

SU VARLIĞININ KULLANIMINDA ÖNCELİK TÜM CANLILARA, İNSANLARA VE EKOSİSTEMİN KORUNMASINA VERİLMELİDİR.

22 Mart Dünya Su Günü‘nde su politikalarının tekrar gözden geçirilmesi ve yöneticilerin en asli görevinin, ülke halkının temiz suya erişimini sağlamak ve su kaynaklarının doğru kullanımını sağlamak olduğu şiarı ile seslenmek istiyoruz.

Hepimiz biliyoruz ki bu gün tüm dünyada su rejimleri ve politikaları ile ilgili strateji savaşları yapılıyor.

Suyun ticarileşmesi ve bir meta halinde arza sunulması için Dünya Su Forumları düzenleniyor.

İlk kez 1972‘de kurulan ve " ULUSLARARASI İÇME SUYU ARZI VE HİJYEN KOŞULLARININ İYİLEŞTİRİLMESİ " gibi bir niyetle lanse edilen IWRA (Uluslararası Su Kaynakları Birliği) ile başlanan süreçte uluslararası olarak tanıtımı yapılan kuruluş, merkezi ABD‘de,  devletler üzerinden değil şirketler üzerinden işleyen bir yapı ile karşımıza çıkıyor.

1980 yılı Birleşmiş Milletler‘in "Uluslararası İçme Suyu Arzı ve Hijyen Koşullarının İyileştirilmesi" hedefine odaklanma kararı aldığı yıllar ve bu kez karşımızda WWF-Dünya Su Forum‘u ile birlikte uluslararası kuruluşların başında ise WWC-Dünya Su Konseyi çıkıyor. Söz konusu tarihlerde, henüz ortak kullanıma konu olan "SU VARLIĞI" için bu tarihten itibaren doğrudan kapitalist piyasa ekonomisini çağrıştıran "arz" sözcüğü suyun metalaştırılma sürecinin başladığının ilk işaretlerini veriyor.

Aslında değişim sürecine bakıldığında suyun ticarileşmesinin ilk sürecinin Dünya Su Konseyi ya da Forumu ile başlamadığı görülmektedir. 18.ve 19.yy.da Avrupa‘da şirketlerin devlet elinden doğal kaynakları alıp, suyu para ile dağıttıkları ortadayken ülkemiz tarihine bakıldığında da aynı senaryonun oynandığını biliyoruz. 19.yy.da Osmanlı, İstanbul‘da suyumuzun dağıtım işini Fransız ve İngiliz şirketlere veriyor. Ve arkasından muazzam zamlar geliyor. Halk yaşam hakkı mücadelesi veriyor.

Bugün; yaşananlardan ders alma zamanıdır.

Bugün; suyumuzun kullanım hakkı sözleşmeleri yapılırken, halkı hangi darboğaza attığınızın bilinmesi zamanıdır. Tarih bize, tüm varlıklarımız üzerinde bağımsız karar alma, halka hizmetin birincil görevinin her alanda bağımsızlık olduğunu kanıtlamıştır.

Bugün bozulan ezberlere geri dönmek, halka yapılan bir ihanettir.

Bugün ülkemizde neler yapılıyor? Bu gün ülkemizde akarsularımız "Su Kullanım Hakkı Sözleşmeleri" ile satılıyor. Bu sözleşmeler, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunun ve buna istinaden çıkarılan Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde halen piyasada faaliyet gösteren veya gösterecek olan tüzel kişiler tarafından hidroelektrik enerji üretim tesisleri kurulması ve işletilmesine ilişkin üretim lisansları için DSİ ve tüzel kişiler arasında imza ve satış sürecidir. "Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetlerinde Bulunmak Üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik" ile DSİ Genel Müdürlüğü şirketlerle " Su Kullanım Hakkı Sözleşmesi" imzalıyor ve akarsular özel şirketlere "TAHSİS" ediliyor.

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, özel sektörün söz konusu anlaşma ile 1461 hidroelektrik santralı için başvuru yaptığını, bu sayede "boşa akan sulardan" yılda 65 milyar kilovat/saat enerji ve yıllık 58 milyar dolar gelir elde edileceğini söylüyor ve Türkiye genelinde özel sektör tarafından yürütülen 61 adet santralin (HES) temelini atıyor.

BAKANIN AÇIKLAMALARINDA DOLAR VAR, SULARIN BOŞA AKTIĞI BİLGİSİ VAR AMA EKOSİSTEM YOK, EKOLOJİK YAŞAMDA NELER OLUYOR YOK, AKARSULAR ÖZELLEŞTİĞİNDE YÖRE HALKI NASIL ETKİLENECEK YOK, TARIMSAL SU GEREKSİNİMİ İÇİN NE YAPILACAK YOK...

Aslında tek gerçek var. Yeni ve büyük bir talan alanı keşfetmiş olmak...

Halkımızda şaşkınlık, sermayede sevinç var. Kötüye giden sektörlerinde biriktirdiklerini, enerji yatırımında değerlendirecek olan, amaçlarının insan ve canlıların ihtiyacının karşılanması değil sadece değişim değerlerinin üretilmesini amaçlayan sermayenin sevinci var. Temel sorun kapitalizmin üretim değeridir, üretimin değişen değerleridir.

TMMOB Peyzaj Mimarları Odası olarak; 22 Mart Dünya Su Günü‘nde hem ülkemiz hem de dünyada su kıtlığı ile ilgili mücadele veren halkların yanında, su varlığının sermayenin değil yaşamın, canlıların ve insanlığın kullanım hakkı sözleşmelerinin yapılacağı ve kabul edileceğe güne kadar mücadele edeceğimizi kamuoyu ile paylaşırız.

Saygılarımızla.

TMMOB
Peyzaj Mimarları Odası