ŞPO`DAN DÜNYA ŞEHİRCİLİK GÜNÜ BİLDİRGESİ
Şehir Plancıları Odası, Dünya Şehircilik Günü dolayısıyla 14 Kasım 2011 tarihinde bir bildirge yayımladı.
TMMOB ŞEHİR PLANCILARI ODASI
7. ŞEHİRCİLİK KONGRESİ
DÜNYA ŞEHİRCİLİK GÜNÜ BİLDİRGESİ
8 Kasım Dünya Şehircilik Günü kapsamında her beş yılda bir düzenlenen Türkiye Şehircilik Kongresi‘nin 7‘ncisini, ülkemizin kaçınılmaz gerçeğine dönüşen sellerin ve depremlerin kentlerimizde neden olduğu can kayıplarının hüzünlü ortamında "Herkes İçin Kent, Herkes İçin Planlama: Akıllıca, Adaletle, Yeniden" başlığıyla gerçekleştiriyoruz.
Kaçınılmaz doğa olaylarının afete dönüşmesini "kader", kaybedilen yaşamları "mukadderat", devletin afetler karşısındaki rolünü de "yara sarma" olarak tanımlayan zihniyet, günümüzdeki felaketlerin gerçek sorumlusudur. Afet işlerinin planlama ile olan zayıf kurumsal bağını tümüyle kopartarak, Başbakanlığa bağlı bir birim haline gelen Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı‘nın "yara sarma" konusunda da ne denli yeterli olduğu yaşanan son afetlerde açıkça ortaya çıkmıştır.
Doğa olaylarını tekil ölçeklere indirgeyerek algılama ve açıklama alışkanlığı, bu doğa olaylarını insanlık için yıkım haline getiren ve afet olarak adlandırılmayı hak eden olaylara karşı, bilimin ve aklın gerektirdiği önlemlerin alınmasını da engellemektedir. Karadeniz‘deki sel felaketlerini tıkanan "box"lara, depremlerde kaybedilen hayatları tekil çürük yapılara bağlama alışkanlığı, özünde, gerçek sorunlar ve sorumluların gözden kaçırılmasından başka bir şey değildir.
Bilim sonuçlarla değil, o sonuçları yaratan gerçek nedenlerle ilgilenmek, nedenleri ortadan kaldırarak, istenmeyen olayların tekrarlanmasını engellemek noktasında konumlanmak durumundadır. Bir başka ifadeyle bilim; doğa olaylarını afetlere dönüşmeden ortaya çıkabilecek riskleri öngörmek, bu riskleri azaltacak veya mümkünse ortadan kaldıracak önlemlerin önceden alınmasını, yani planlama ve sıkı denetim mekanizmalarının oluşturulmasını emretmektedir.
Oysa ülkemizde, bilimin gerekleri tamamen göz ardı edilerek; imar, planlama ve denetim süreçlerini tam bir kaos ortamına dönüştüren inanılmaz sayıdaki yasal düzenlemenin son yıllarda olağanüstü bir hızla, acelecilikle, kanun, kararname ve yönetmelik değişiklikleriyle gündeme getirildiğini tüm meslek camiamız yakından izlemektedir.
Yapılacak yasal düzenlemelerle ülkemizin gerçeği olan afetler gözetilerek, afet risklerini azaltmayı amaçlayan "sakınım planlarının" ve çok daha sıkı bir imar denetiminin, yaşanmış olaylardan ders çıkarılarak gündemin başköşesine taşınması gerekirken, yetersizliğini yıllardır dillendirmekte olduğumuz 3194 sayılı İmar Kanunu içinde kalan son denetim kırıntılarını da ortadan kaldıran 648 sayılı KHK, 17 Ağustos 2011 tarihinde, yani tam da büyük felaketin 12. yıl dönümünde yasalaştırılmıştır.
Kanun Hükmünde Kararnameler aracılığıyla, TBMM, muhalefet, sivil toplum ve meslek örgütlerinin katılımı dışlanarak yapılan mevzuat değişiklikleri ile bir yandan yerleşmelerin daha güvensiz hale gelmesinin önü açılırken, diğer yandan son yıllarda başta HES‘ler olmak üzere doğal alanlarda yaşanan talan girişimlerinin önünde engel olarak görülen doğal sit kararlarını ortadan kaldıracak düzenlemeler de yasalaştırılmıştır.
Kararname çıkarma yetkileri ile yapılan düzenlemelerle mevzuat, korunması gereken doğal ve kültürel varlıklara yönelik talan girişimlerini kolaylaştıracak; ülkenin ormanlarının, yaylalarının, meralarının, tarım alanlarının yağmalanması ve sınırsız biçimde yapılaşmaya açılmasını sağlayacak biçimde tahrip edilmiştir.
Yaşanan Van depremi sonrasında, acının sıcaklığıyla ve popülist bir yaklaşımla, tüm dayanıksız yapıların İstanbul‘dan başlayarak yıkılması ve yerlerine yenilerinin yapılmasını sağlayacak bir yasal düzenlemenin "neye mal olursa olsun" yapılacağına yönelik yapılan açıklamalar, geçmişte yapılan düzenlemeler ve yaşanan gelişmeler ışığında değerlendirildiğinde endişelerimizi arttırmaktadır.
Geçtiğimiz yıl Belediye Kanunu içinde gerçekleştirilen kentsel dönüşüm amaçlı düzenlemeler de benzer biçimde "deprem zararlarının önlenmesi" gerekçesiyle yapılmış, ancak uygulamada söz konusu düzenlemeler rantı yüksek alanlarda yandaşlara yeni kazanç kapılarını ardına kadar açma amacıyla kullanılmaktan bir adım öteye geçememiştir. Halkın mağduriyetinden yeni rantlar çıkarma çabasına dönüşmesinden çekindiğimiz bu yeni söylem sonucu gerçekleştirilecek uygulamaların da rantı yüksek alanlarda oturan düşük gelir gruplarının tasfiyesine dönüşmesi olasılığı, endişelerimizi büyütmektedir.
Denetimsiz ve planlama disiplininden uzak bir yaklaşımla kentleşmiş bulunan Türkiye, dünyanın en önde gelen risk havuzlarına sahip kentleri ile risk azaltma yaklaşımına en fazla gereksinmesi olan ülkeler arasında yer almaktadır. Afetler öncesinde doğa olayları ile ortaya çıkması beklenen riskleri azaltmak amacıyla çok yönlü önlemler alınması gerekmektedir ki bilim bu noktada Sakınım Planlarının yapılmasını aklın ve bilimin gereği olarak gündemimize taşımaktadır.
Uluslararası kabul görmüş afet politikaları uyarınca; risk azaltma önlemlerinin, ‘sürdürülebilirlik` ilkesi gözetilerek her ölçekteki planlama çalışmalarına entegre edilmesi; kentsel risklere önem verilmesi; risk azaltma kararlarının, yalnızca yönetimler tarafından değil, risklere maruz toplum kesimleriyle birlikte alınması ve bu amaçla ‘platformlar` oluşturulması; dar gelirli kesimlerin risklerine öncelik verilmesi zorunluluktur.
Kentsel riskler ülkemizde öteden beri tanımlandığı biçimde yapı risklerinden ibaret değildir; yoğunluklar, tehlikeli kullanımlar, yanlış komşuluklar, açık alan gereksinmeleri, altyapı, kamu alan ve tesislerinde yetersizlikler ve yanlış konumlandırmalar gibi nedenlerle imar planlarının bu risk havuzlarının oluşumuna doğrudan katkısı önemli bir gerçekliktir.
Kentlerimizin, mevzuatımızın, planlama sistemimizin bugün içinde bulunduğu durum dikkate alındığında, günümüz koşullarında "Herkes İçin Kent, Herkes İçin Planlama" kavramlarının "Akıllıca, Adaletle, Yeniden" düşünülmesi ve tartışılması ülkemiz, Odamız ve meslek camiamız açısından kaçınılmaz hale gelmiştir.
Kenti yoksul gruplardan tasfiye eden, rantı yandaşlar için yeni bir bölüşüm alanı olmaktan çıkaran "Herkes İçin Kent" ortak talebimizdir. Rant dağıtmak ve yandaşlarını zenginleştirmek için değil, ayırımsız tüm kente ve kentlilere güvenli, yaşam kalitesi yüksek, sağlıklı, sürdürülebilir kentler sunmayı amaçlayan, "Herkes İçin Planlama" tüm toplumun ortak talebi olarak karşımızdadır.
TMMOB Şehir Plancıları Odası