TMMOB 9. ENERJİ SEMPOZYUMU DÜZENLENDİ

15.12.2013

TMMOB adına Elektrik Mühendisleri Odası`nın (EMO) gerçekleştirdiği 9. Enerji Sempozyumu, 12-14 Aralık 2012 tarihlerinde İnşaat Mühendisleri Odası Teoman Öztürk Konferans Salonu`nda yapıldı. `Toplumsal Etkileri Çerçevesinde Enerji` ana temasıyla yapılan sempozyumun açılış konuşmalarında enerji alanında yaşanan dışa bağımlılık, pahalılık ve arz güvenliği sorunları dile getirilirken, TMMOB ve bağlı odalarına yönelik siyasal iktidarın müdahalesi de gündeme geldi.

Açılışta konuşan 9. Enerji Sempozyumu Düzenleme Kurulu Başkanı Musa Çeçen, TMMOB ve odaların 2 yıllık çalışma döneminin sonuna doğru yaklaşıldığını hatırlatarak, "TMMOB‘nin dostlarıyla, yazan, çizen, bilim ve düşün alanında üreten insanların emeğiyle, ‘toplumsal ve bilimsel bir hasat döneminde, enerjiyi konuşacağız.‘ Üstelik bunu ülke ve toplumun ortak gelişimi için; doğal yaşamın, çevrenin, tabiatın ve kültür varlıklarının korunması ekseninde yapacağız" diye konuştu.

Karanlık Oyunlara Bilimin Işığını Tutacağız

Musa Çeçen, 1996 yılından itibaren düzenlenen Enerji Sempozyumu‘nun tarihçesi hakkında ayrıntılı bir sunum yaparak başladığı konuşmasında, 9. Enerji Sempozyumu‘nun içeriğine ilişkin de bilgi verdi. Çeçen, "18. yılını tamamlayan bu sempozyumda, enerjinin toplumsal etkilerini irdeleyerek, enerji alanında sosyal, ekonomik ve çevresel politikalar ile bütünleşik enerji politikalarını tartışmaya, bu suretle kamu yararını eksen alan politikaların oluşturulması için bir platform yaratılmasını hedefledik" dedi.

Enerji ve Yoksulluk

Çeçen, sempozyumun ana teması olan  "Toplumsal Etkileri Çerçevesinde Enerji" üst başlığının enerji ve yoksulluk ilişkisini de kapsadığını belirterek, şöyle konuştu:

"Yoksulluk; günlük temel ihtiyaçların tamamını veya büyük bir kısmını karşılayacak yeterli gelire sahip olmama durumudur. Özellikle yiyecek, içecek, barınma, giyim-kuşam gibi temel ihtiyaçlar dışında enerjiye erişimde artık yoksunluk alanı içinde yer almaktadır. Yoksulluk, ülkeden ülkeye veya coğrafyadan coğrafyaya değişik nedenlerle ortaya çıkabilir. Başlıca nedenler arasında çevresel nedenler, ekonomik nedenler, siyasi nedenler ve toplumsal nedenler sayılabilir.

Yoksullaşmanın en bariz belirtilerinden olan çevresel nedenlerin başında, doğal afetler, çölleşme, kuraklık gibi doğal etkenler yanında doğal çevreye müdahale, ormanların tahrip edilmesi vb nedenler sayılabilir. Yoksulluğa, coğrafi koşullar da neden olabilmektedir. Örneğin; zengin yeraltı kaynakları ulusötesi güçlerin bölgesel oyunlarına, hatta savaşlara neden olduğu koşullar günümüzde sürmektedir."

Musa Çeçen, insanlığın yakın zamanda su savaşlarına hazırlandığını, ülkemizde de sürdürülen neoliberal politikaların yol göstericiliğinde bunun ilk provalarını sessizce gerçekleştirilmekte olduğunu kaydetti. "Yakında bu konu ayyuka çıkma potansiyeli taşımaktadır" diyen Çeçen, su kullanım hakkı adıyla yapılan özelleştirme süreçlerine ilişkin eleştirisini de şöyle ortaya koydu:

"Su kullanım hakları adıyla yasal kılıfa sokulan suların özelleştirilmesi, insanı, doğayı ve çevreyi etkilediği kadar, enerji üretiminde termik yatırım yapanları da olumsuz etkilemekte, soğutma suyu savaşları gizlice yürütülmektedir. Bu kavga ile ortaya dökülecek olanlara çok güleceğimiz kesindir. Zira termik santral yatırımcıları ‘Su kullanım hakkı insan haklarına aykırıdır!‘ pankartı ile eylem yapabilir."

Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı Çeçen, sözlerini şöyle tamamladı:

"Geldiğimiz tarihte biraz üzgün, biraz yenilmiş, kaybetmiş gibi bir hisse kapılabiliriz. Bunu hiç sorun etmeyeceğiz. Zira ‘Kaybettiğin zaman değil, vazgeçtiğin zaman kaybedersin!‘ sözünden hareketle TMMOB olarak; iyiyi, doğruyu ve bilimsel olanı, toplumun ve insanlığın yararına sunma mücadelesinden asla vazgeçmedik. Vazgeçmeyeceğiz!"

‘Enerji Alanına Bütüncül Bakılabilmeli‘

EMO Yönetim Kurulu Başkanı Cengiz Göltaş‘ın sempozyuma katılamaması nedeniyle EMO Yönetim Kurulu adına açılış konuşmasını EMO Yönetim Kurulu Yazmanı Mehmet Bozkırlıoğlu gerçekleştirdi. Bozkırlıoğlu, sempozyum çalışmalarına katkı sağlayanlara teşekkür ederek başladığı konuşmasında enerjinin yaşamın ayrılmaz bir parçası haline geldiğine dikkat çekerek, şöyle devam etti:

"Teknolojik gelişmelerle artık yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline gelen enerji, pek çok açıdan çatışmalı bir alan özelliğine sahip. Teknik konularda kalalım sadece sayıları konuşalım gibi teknokratik bir vizyon çizmek mümkün değil.  Enerji de aslında hayatın birçok alnı gibi Siyasal, ekonomik, coğrafi, ekolojik ve dış politik tercihlerden bağımsız değildir. Elektrik Mühendisleri Odası; bugüne kadar sürekli ‘siyaset yapmayın‘ eleştirisi ile cevap verilen, enerji alanına yönelik kamu yararını temel alarak öne sürdüğü görüş ve önerileri bir süredir dikkate alınmayan kamu tüzel kişiliğine haiz meslek odasıdır. Kamu tüzel kişiliği yasa ile sabittir. Bu durum; ne yazık ki siyaseti yalnızca siyasi partilerin, hatta seçim barajına bağlanmış sistemi aşabilen partilerin tekelinde gören; siyaset kavramını seçimden seçime sandığa endeksleyen; 12 Eylül sonrası dayatılan depolitizasyon sürecinde siyaseti sadece yönetme erkine ulaşmaya yakın duran dar bir elit tabakanın hakkı olduğunu sanan anlayışın yansımasıdır. Bu anlayışın ‘ileri demokrasi‘ yanılsamasıyla sunuluyor olması gezi den beri kabul görmüyor, kaldı ki jargonu değiştirmekle  ‘demokrasi‘ de gökten zembille inmiyor.

Bilimsel ve teknolojik bir temelden yola çıkan EMO, yıllardır ülke kaynaklarını ve gelişim potansiyeli kapsamında enerji ihtiyacını dikkate alarak, yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarımızın değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Ancak AKP Dönemi de dahil olmak üzere her ne hikmetse her siyasal iktidar döneminde süslü laflar olarak yerli ve yenilenebilir enerji vurgusu yapılmakta, tüm bu vurgular söz olup uçmakta ya da strateji belgeleri gibi kağıtlarda sararmakta, bir türlü yaşama geçirilememektedir. Bunun yerine enerji alanında çeşitli lobilerin baskıları ve çıkar birlikleri içinde günü birlik palyatif uygulamalar ‘politika‘ haline getirilmektedir. Siyaset kamu yararını gözeten kurumlara, kişilere değil ama adı STK olan lobilere çok serbesttir. Aynı siyaset ‘Kamu yararı‘ kelimelerini ayak bağı görüp referandumlarla, kanun, tüzük değişiklikleriyle ortadan kaldırıp rantın olduğu yerlerde tıpkı ‘demokrasinin‘ yerine koyduğu ‘ileri demokrasi‘ gibi ‘üstün kamu yararı‘ ile ayağına dolanın etrafından dolaşmaktadır."

Bağımlılık Oranı: Yüzde 56,5

Bozkırlıoğlu, ülkenin enerji görünümüne ilişkin kısa bilgiler verdi:

"Ülkemiz, elektrik üretiminde özellikle doğalgaz ve ithal kömüre dayalı üretim modeli ile 2012 yılını yüzde 56,5 oranında ithal kaynağa bağımlı olarak tamamlanmıştır. Aynı durum ne yazık ki 2013 yılı içinde de devam etmekte ve elektrik üretiminde kaygı verici sonuçlarla karşılaşılmaktadır. Yıl içindeki bazı günlerde, elektrik enerjisinin yüzde 50‘nin üzerinde doğalgazdan, yüzde 15‘in üzerinde de ithal kömürden üretildiği görülmektedir.

Elektrik enerjisinde izlenen bu politikalarda ısrar edilmesinin ekonomimiz üzerinde yarattığı sorun her geçen gün artarken birincil kaynakta dışa bağımlılık elektrik enerjisinde arz güvenliği açısından da ciddi bir tehdit unsuru olarak önümüzde durmaktadır. Bu nedenledir ki elektrik enerjisi üretiminde yerli ve yenilenebilir kaynakların kullanılmasının önemi herkes tarafından bilinmekte ve her fırsatta ifade edilmektedir."

‘Yenilenebilir Enerjide İç Açıcı Bir Noktada Değiliz‘

"Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun"un yayımlanmasından bu yana yaklaşık 8 yıl geçtiğini kaydeden Bozkırlıoğlu, zengin yenilenebilir potansiyele karşın gelinen noktanın iç acıcı olmadığını ifade etti. Bozkırlıoğlu, rüzgar ve güneş enerjisinden elektrik üretimi kapsamında gelinen noktayı şöyle aktardı:

"Rüzgar enerjisinin kullanımında bugünlerde ancak 2 bin 700 megavat (MW) civarında bir kurulu güce ulaştığımız görülmektedir. Bu hızla gidersek, enerji yönetimindeki kadroların her ortamda ifade ettikleri 2023 yılı için 20 bin MW kurulu güç hedefine ulaşılması da mümkün görülmemekte ve bu yöndeki iyi niyet beyanları kamuoyunda tartışma yaratmaktan öteye geçememektedir. Elektrik enerjisi için yapılan üretim kapasite projeksiyonu çalışmalarında da bu durum açık olarak görülmektedir.

Olumsuz bir başka durum ise güneş enerjisi kullanımında söz konusudur. Enerji yönetiminin çeşitli platformlardaki beyanlarından, Bakanlığın 2023 yılı için güneş enerjisi kaynaklı elektrik üretiminde 3 bin MW kurulu güç hedeflediği anlaşılmaktadır."

KDV Eleştirisi

Kurulu gücün 2023 yılında bugünkünün yaklaşık 2 katına yükselerek 100 bin MW‘a ulaştırılması hedefinin sık sık dile getirildiğine dikkat çeken Bozkırlıoğlu, elektrik tüketimimin ise yaklaşık 500 milyar kilovat saat (kWh) olacağının öngörüldüğünü kaydetti. Bu hedeflere ulaşabilmesi için yenilenebilir kaynakların kullanılmasının kaçınılmaz olacağını vurgulayan Bozkırlıoğlu, "Ancak rüzgar enerjisinde ilerlemenin karınca hızı ile gerçekleştiği, güneş enerjisinde ise zengin potansiyelin göz ardı edilerek 3 bin MW hedefi ile sınırlı kalındığı, göz önüne alınırsa rüzgar ve güneş enerjisinden yararlanılmasının sınırlı kalacağı görülmektedir" diye konuştu. Yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı üretim tesisi kurmak isteyenlere KDV‘nin yüzde 18 oranında yansıtılırken, pırlantaya yatırım yapanlar için ise yüzde 1 oranında uygulandığını hatırlatan Bozkırlıoğlu, bu durumun siyasal iktidarın teşvik yaklaşımın ne kadar gerçekçi olduğunu gözler önüne serdiğini ifade etti.

Hidroelektrik yatırımlarda ciddi sorunlar bulunduğuna dikkat çeken Bozkırlıoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Hidroelektrik potansiyelin değerlendirilmesi için su kullanım hakkı anlaşmaları yoluyla kurulan ticari mekanizmanın, rekabetin ötesinde özel sektörü birbiri ve yurttaşlar ile karşı karşıya getirdiği görülmektedir. Hidroelektrik potansiyel değerlendirilmesi adına Anadolu‘nun dünyada ender rastlanan doğal dokusu tahrip edilmekte, kültür mirası görmezden gelinmekte, ekonomik ve sosyal yaşamı geri dönülemez bir noktaya sürüklenmektedir."

Yerli ve yenilenebilir enerjiye önem verildiği ifade edilirken, bir yandan da nükleer enerji santralları kurulmasına yönelik girişimlerde bulunulmasını eleştiren Bozkırlıoğlu, "Gelişmiş ülkelerdeki nükleer santralların kapatılmasına yönelik kararların tersine ülkemizde gelecek nesillerin de yaşam hakkını etkileyecek olan nükleer santrallerde 2023 için hedeflenen kurulu güç değerleri ile bir anlamda meşrutiyet kazandırılmaya çalışılmaktadır" diye konuştu.

‘Dünyanın Tersine Yol Alınmak İsteniyor‘

Bozkırlıoğlu konuşmasında yenilenebilir enerji kaynaklarına ilişkin dünyada yaşanan gelişmeleri şöyle anlattı: 

"Bugün Almanya, Kuzey Denizi‘nde toplam yatırım bedeli 2.2 milyar Avro olan, 2016 yılının ikinci yarısında tamamlanması planlanan ve 600 bin konutun çevre dostu enerji ihtiyacını karşılayacak olan 582 MW kurulu güce sahip iki off-shore rüzgâr enerjisi santrali için düğmeye basmaktadır.

2011‘deki Fukuşima nükleer felaketini takiben İsviçre Hükümeti bugünlerde, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjiye yönelerek, elektrik üretiminde bir enerji kaynağı olarak nükleer santrallerini kademeli olarak kapatma kararı almıştır. İsviçre‘nin devlet kontrolündeki enerji şirketi BKW, İsviçre‘nin beş nükleer tesisinden biri olan Muehleberg Santralı‘nın 2019 yılında çevrimdışı durumda olacağını ilan etmiştir. BKW ayrıca nükleer enerji santrallerinin yüksek işletim maliyetleri nedeniyle de kapatıldığını belirtmektedir.

Gelişmiş ülkeler özellikle yenilenebilir kaynaklara yönelerek nükleer santrallerini kapatma kararı alırlarken Türkiye‘nin nükleer santral sevdasını anlamak ve bu sevdayı, ülkenin gelecekte sözde yaşayacağı elektrik enerjisi sıkıntısıyla açıklamak, vatandaşı yanıltmaktan öte bir anlam taşımamaktadır.

Halen nükleer santrallere sahip olan ülkelerin; gerekli önlemleri alarak, işletme masrafları yüksek de olsa yerine yeni üretim tesisi ikame edinceye ve ekonomik ömrü tamamlanana kadar santralları kullanılmaları doğal olarak kabul edilebilir. Ancak henüz nükleer santral sahibi olmayan bir ülkenin böyle bir sevdaya kapılmasını anlamak ve bu sevdayı bilimsel verilerle açıklamak mümkün değildir."

Dışa Bağımlılık Sıkıntısı

Nükleer santralların atıkların yok edilmesi ve sosyal sorunlar gibi çözülemeyen handikapları bir yana işletme maliyetlerinin yüksekliğinin de saklanamaz bir gerçeğe dönüştüğüne işaret eden Bozkırlıoğlu, "Elektrik üretiminde doğalgaz ve ithal kömüre dayalı dışa bağımlılık had safhaya ulaşmışken, nükleer yakıt ile ithal kaynak bağımlılığımız adeta pekiştirilmek istenmektedir" diye konuştu.

Doğalgaz bağımlılığının yarattığı sıkıntılara çözüm aranmadığına işaret eden Bozkırlıoğlu, hanelerde ısınma amaçlı doğalgaz tüketiminin artması nedeni ile elektrik santrallarına doğalgaz verilemediğini kaydetti. Tüm bu sıkıntılı duruma rağmen EPDK‘nin doğalgaza dayalı elektrik santralı kurulması için yeni lisanslar dağıtabildiğini ifade eden Bozkırlıoğlu, şöyle dedi:

"Plansızlığın eseri olan bu yaklaşımın ekonomik, teknik ve bilimsel olarak açıklanabilir tarafı bulunmamaktadır. Üstelik bu plansızlık Başbakan tarafından seçim propagandası olarak ‘doğalgaz medeniyeti‘ şeklinde sunulabilmektedir."

‘Yok Pahasına Özelleştirme Israrı‘

Mehmet Bozkırlıoğlu, elektrik dağıtım özelleştirmeleri nedeniyle yaşanan sıkıntılar ortada dururken, üretim özelleştirmeleri yapılmaya çalışıldığına dikkat çekerken, "Bugün enerji politikalarındaki çarpıklıklar ve plansızlık nedeniyle kimilerinin fahiş karlar elde ettiği elektrik sektöründe kamu üretim santralları dengeleyici bir işlev görmeye çalışmaktadır. Ancak 2001 yılından bu yana yatırım yaptırılmayan kamunun var olan santrallarıyla dengeleme arayışı bile çok görülmekte, yılların birikimleriyle yaratılmış değerler satılmak istenmektedir" dedi. Kamunun HES‘lerinin bir kısmının satıldığını, bir kısmının ihalesinin yapıldığını,  bir kısmının işletme hakkı devir sözleşmelerinin imzalandığı bilgisini veren Bozkırlıoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Yıllık geliri 1.2 milyar dolar olan Hamitabad Doğalgaz Çevrim Santrali bir aylık geliri olan 105 milyon dolara yok pahasına satılmıştır. Yatağan, Yeniköy, Kemerköy ve Çatalağzı santrallarının satışı için 2014 yılının ilk aylarında teklif alınacaktır. Buradan Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy santrallarının özelleştirilmesine karşı mücadele yürüten emekçi dostlarımızı da selamlıyoruz."

‘Dağıtım Kamu Zararına İşliyor‘

Bozkırlıoğlu, elektrik dağıtım özelleştirmelerine ilişkin eleştirilerini de şöyle ortaya koydu:

"Elektrik dağıtım özelleştirmelerinde kamu zararına uygulamaların üstü örtülmektedir. Dağıtım kuruluşları kasasında paralarla, tahsil edecekleri faturalarla şirketlere devredildiği gazete manşetlerinde yer almıştır.  Bu şirketlere, brüt kar marjı artışıyla olmayan kar elde etme olanakları sunulmuş, kayıp ve kaçak hedefleri revize edilerek kayıp ve kaçak tahsilatından garantili kar elde etmelerine olanak tanınmıştır. Tüm bunlar yurttaşlarımızın hanesine zarar olarak yazılmaktadır.

Özelleştirmeler sonrası yaşanan denetimsizlik ise başlı başına ayrı bir konudur. Lisans dağıtıcısı EPDK ile Enerji Bakanlığı‘nın, ne yatırımların yapılması sürecinde, ne dağıtım şirketlerinin faaliyetlerine ilişkin ve tarifelerin belirlenmesi aşamasında denetim görevlerini yerine getirmemeleri nedeniyle yaratılan kamu zararının boyutu dahi bilinmemektedir. Denetimsizlik serbest piyasanın çalışan haklarını yok sayan çalışma koşullarıyla birleştiğinde ise ülkemizi derinden sarsan enerji alanındaki iş kazaları yaşanmıştır. Çöllolar‘da toprak altında kalan, baraj suyunda balçığa gömülen, gölde göz göre göre ölen insanlarımızın acısı bizlerin ailelerinin hala yüreğindedir.

‘Aydınlatma Soygunu Karanlıkta Kaldı‘

Dağıtım özelleştirmeleri için şirketlerin belediyelerle uğraşmadan kolay tahsilat yapmalarına yönelik olarak Hazine‘nin ödemesi sağlanan aydınlatma bedelleri ise başlı başına bir vurgun yeri olmuştur. Hazine adına yapılan denetimlerde fazladan kesilen faturalar tespit edilmiş, en sonunda aydınlatma bedeli ödemeleri ve denetimleri Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı‘na bırakılmıştır. Kamuya yönelik soygun yapmaya çalışan bu dağıtım şirketleri hakkında yapılan cezai işlemler nedir kamuoyuna açıklanmamıştır. Özelleştirme sonucu iktidara yandaş bir şirket tarafından devralınan Osmangazi Elektrik Dağıtım A.Ş‘ye kayyum atanması bile iktidarın baskıcı tutumuna maruz kalan medya dünyasında çok az haber değeri görebilmiştir."

‘Hak Arama Engelleniyor‘

Yalnızca şirketlere yönelik bir denetimsizlik değil, idarenin kamu adına denetiminin de görülmekte engellenmeye çalışıldığına dikkat çeken Mehmet Bozkırlıoğlu, "Yine odamızın sürekli hedef gösterildiği konulardan birisi de kamu yararını hukuk zemininde arama arayışıdır" dedi. Danıştay tarafından yerindelik denetimi yapılmadığı halde yerindelik denetimi yapılamayacağına ilişkin 12 Eylül Referandumu ile Anayasa‘da değişiklik yapılarak, aslında fiilen kamu yararı adına yargının idari organların kararlarının sorgulanmasının engellenmek istendiğini anlatan Bozkırlıoğlu, kamu adına hak arayışları açısından çok kaygı verici boyutlara doğru ilerlendiği uyarısında bulundu. Bozkırlıoğlu, son gelişmelere ilişkin şu bilgileri verdi:

"EMO‘nun enerji alanında da hukuksuz uygulamalara karşı başvuruda bulunduğu idari yargının yetkileri kısıtlanmakta, idari yargıya başvuru olanakları kısıtlanarak, idarenin işlemlerine yönelik kamunun hak arama mücadelesi yok edilmek istenmektedir. Kentsel dönüşüm adı altında yapılan faaliyetlerin sınırlanması, bu faaliyetlerden zarar görenlerin yargı denetime gidebilmesi de sınırlanmak istenmektedir. Bakanlar Kurulu tarafından 3 Aralık 2013 tarihinde TBMM‘ye gönderilen ‘Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı‘ yargı süreciyle ilgili yeni kısıtlamalar getiriyor. Tasarıyla idari dava açma süresi 60 günden 30 güne indirilirken, ivedi yargılama usulü getirilen bazı konularda bu süre 15 gün olarak belirleniyor. İvedi yargılama usulü getirilen konulara bakıldığında, meslek örgütleri ve çeşitli toplum kesimlerinin hak ihlalleri ile çevre davları gibi alanları kapsıyor ve bu konularda hak arama yolu kısıtlanıyor.

İktidarın ihale işlemleri, acele kamulaştırma işlemleri, Özelleştirme Yüksek Kurulu kararları, Turizmi Teşvik Kanunu uyarınca yapılan satış, tahsis ve kiralama işlemleri, çevresel etki değerlendirme işlemleri, kentsel dönüşüm yasası uyarınca alınan Bakanlar Kurulu kararları olarak sayılıyor ve bu konulardaki davalarda; üst idari makamlara itiraz etme hakkı ve yürütmenin durdurulmasının reddi kararlarına itiraz etme hakkı ortadan kaldırılırken, karar ve başvuru süreçleri, yargılamanın etkisini ve anlamını ortadan kaldıracak şekilde kısaltılıyor.

Ülkenin en can alıcı konularında yürütme organının işlemlerinin yargı denetimini zayıflatan, hak arama yollarını kısıtlayan bu düzenlemeler kabul edilemez.

Aynı tasarı ile ülke çapında uygulanacak düzenleyici işlemler ile uygulama işlemlerine karşı aynı dilekçeyle dava açma hakkı ortadan kaldırılıyor. Süresi içerisinde dava açılmayan düzenleyici işlemlere karşı bir daha dava açılamaması anlamına gelen bu kural, tam bir denetimsizlik anlamına geliyor.

Tasarıda bir başka yargılama mantığına aykırı düzenleme ise grup dava olarak kabul edilen birden fazla davada bir dosyada verilen kararın, diğer davalar için de geçerli olması, grup dava kararı verilen davalarda kanun yollarına başvurulamamasıdır. Danıştay yapılanması içerisinde, İdari Dava Daireleri Kurulu da üyeleri belirli bir yargı yeri haline getirilmekte ve adeta idari karar makamı düzeyine düşürülmektedir.

Genellikle meslek odalarımız tarafından açılan davalarda uygulanacak bu usulsüz ve hukuksuz düzenlemenin yasalaşması engellenmelidir. 12 Eylül 2010 Referandumu sonrasında yargının tam anlamıyla kuşatılmasının ardından, yargının hızlandırılması kılıfı altında, hak arama süreçlerinin kısıtlanması, hukuka ve yargıya olan güveni tamamen ortadan kaldıracaktır."

Mehmet Bozkırlıoğlu, AKP İktidarı‘nın uyguladığı yeni nesil liberal politikaları, dünyanın hiç bir coğrafyasında kabul göremeyecek şekilde başıboşluk ve denetimsizlik öngördüğüne işaret ederek, "Başta Sayıştay olmak üzere AKP İktidarının denetlemeyecek veya eleştirecek hiçbir mekanizmaya tahammül edilmemektedir. Enerji alanında ve yapı süreçlerinde meslek odalarının katkıları alınmak bir yana uyarıları bile kulak ardı edilmektedir" diye konuştu. Afet riski, kentsel dönüşüm gibi konularda uzman meslek odalarının, bu sürecin dışında tutulmak için baskı altına alınmaya çalışıldığını kaydeden Bozkırlıoğlu, şöyle konuştu:

"TMMOB ve yapılaşma süreciyle ilgili TMMOB‘a bağlı odalara yönelik baskılar artık son raddeye ulaşmıştır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde kurulan Mesleki Hizmetler Genel Müdürlüğü, meslek odalarının görevlerini elinden almaya çalışmakta, kentsel dönüşüm sürecinde bu örgütleri işlevsiz hale getirmeye çalışmaktadır. Bu uygulamalara artık son verilmeli, Anayasa ve yasalarla belirlenmiş olan meslek odalarının görev ve yetki alanına müdahale edilmemelidir.

Ulusal ve toplumsal çıkarlarımızdan arındırılmış, uluslararası sermayenin taleplerini karşılamak adına izlenen bağımlı politikalar, sadece günümüzü değil gelecek nesilleri de tehdit eder hale gelmiştir."

‘Kamu Alem Birdir Bize‘

EMO Yönetim Kurulu Yazmanı enerji verimliliği konusunda da samimiyetten uzak "Enver" ve "Enerji Hanım" kampanyaları gibi PR çalışmalarını eleştirirken, "Enerji yoğun sektörler başta olmak üzere üretim süreçlerinde enerji verimliliği çok daha büyük önem taşımaktadır. Tasarruflu lamba kullanımı kadar AVM‘ler gibi tüketim çılgınlığı arayışının yarattığı gereksiz aydınlatma "külfetleri de sorgulanmaya muhtaçtır" dedi. Bozkırlıoğlu, konuşmasını şöyle tamamladı:

"60. yılına giren Elektrik Mühendisleri Odası, enerji ve diğer mesleki alanlarında bugüne kadar olduğu gibi ‘üstünden‘ değil kamudan yana taraf olarak sözünü söylemeyi sürdürecektir.

Van‘da depremin üzerinden 2 yıl geçmesine rağmen üşüyen çocuklar hala varsa, AVM‘lerde yanan elektrik yerine, Van‘daki çocuklar ısınabilsin diyedir sözümüz. AVM olmaktan kurtarılan Gezi Parkı‘ndaki Suriyeli çocukların ayağında pabuç bile yoksa, Bu sempozyumda söylenenler bir yere varsın, enerji savaşlarını hakim olduğu dil yerine barışın dili kurulsun diyedir. En azından ekmek almaya giderken vurulan (terörist, bomba taşıyıcısı ilan edilen), Berkin uyandığında kamu alemin hep beraber mutlu olduğu bir dünyaya uyansın diyedir.

Sözlerimi Yunus Emre‘nin bir mısrası ile bitirmek istiyorum. MFÖ de bestelemişti.

Adımız miskindir bizim

Düşmanımız kindir bizim

Biz kimseye kin tutmayız

Kamu âlem birdir bize

Dize de ki Kamu‘nun TDK‘daki anlamıyla ‘Hep/bütün, Bir ülkedeki halkın bütünü, halk, amme‘ olarak anlaşılmasına hizmet edeceği umuduyla Enerji sempozyumumuzun başarılı geçmesini diliyorum."

‘TMMOB Eğilmeyecek‘

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı da katılımcıları selamlayarak ve sempozyumda emeği geçenlere teşekkür ederek başladığı konuşmasında, TMMOB‘nin görev ve sorumluluğunu anımsatarak, TMMOB ve odalarına yönelik müdahalelere ilişkin son gelişmeler hakkında katılımcıları bilgilendirdi. Soğancı, AKP‘nin 12 Eylül döneminin düzenlemesine dayanarak odalar üzerinde vesayet kurma girişimine tepki gösterdiği konuşmasını şöyle devam ettirdi:

"Bilimi ve teknolojiyi emperyalistlerin ve sömürgenlerin değil, emekçi halkımızın hizmetine sunmak için kararlı olan örgütümüzün, insandan, emekten, haktan, hukuktan adaletten yana anlayışı ve çalışma tarzı, bizi zaman zaman siyasal iktidarlarla karşı karşıya getirmektedir. Son dönemde gündeme gelen meslek örgütümüze yönelik yeniden yapılandırma çalışmaları, örgütümüzü işlevsizleştirmeye yönelik yasal düzenlemeler de bunun bir göstergesi. Ama bizim örgütümüz 60 yıla yakın birikimi ile bu saldırılara karşı duracak ve eğilmeyecek yeterliliktedir. Biz asla ‘padişahım çok yaşa‘ diyenlerle saf tutmadık, tutmayacağız. Aksine gözlere mil çekildiği, dillerin kesildiği, kulakların sağır edildiği zamanlarda ‘Kral çıplak‘ dedik, demeye devam edeceğiz.  Bunu buradan bir kez daha ifade ediyorum."

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Soğancı, birliğin bağlı odalarıyla birlikte ülkemizde meslek alanları ile ilgili gelişen ya da gelişebilecek her türlü konuda görüş oluşturma, oluşan görüşleri geliştirme ve bunları kamuoyu ile paylaşma çalışmalarını eleştirel olduğu kadar yeni açılımlar sağlayacak şekilde sürdürdüğünü kaydetti. TMMOB‘nin iki yıllık bir çalışma döneminde Odalarımızla birlikte 200‘ü aşkın etkinlik düzenlediğini bildiren Mehmet Soğancı, "Biz mühendisler, mimarlar ve şehir plancıları; düşünen, tasarlayan, sorgulayan ve üreten beyinler olarak, bilimi ve teknolojik ilerlemeyi, toplumsal yarara dönüştürerek, insanlık onuruna yaraşır, çağdaş bir yaşamın yaratılması için tarihsel sorumluluğumuzla çalışmalarımızı, bilgilerimizi kamu yararını gözeterek paylaşmaktayız" diye konuştu.

‘TMMOB Fikri Takip Yapıyor‘

Enerji konusunda 2 yılda bir düzenlenen bu sempozyumun da ülkemizdeki enerji politikalarının tartışılması, uygulanan neoliberal politikaların sonuçlarının anlaşılması açısından önem taşıdığını vurgulayan Soğancı, enerji sempozyumlarının sonuç bildirilerini "TMMOB‘nin enerji alanındaki manifestoları" olarak nitelendirdi. TMMOB‘nin enerji alanı üzerine ciddi bir fikri takip içerisinde olduğunu bildiren Soğancı, TMMOB‘nin bugüne kadar sunduğu enerji alanına ilişkin görüş ve önerilerini de 1998‘de TMMOB Demokrasi Kurultayı‘nda ve TMMOB Enerji Çalışma Grubu‘nun 2006 yılında kamuoyuna sunduğu Enerji Raporu‘ndan aktarım yaparak anlattı.

Soğancı, sözlerini "TMMOB‘nin sözü insana dairdir, yaşama dairdir ve aydınlık gelecek günlere dairdir. Herkesin bunu bu şekilde algılaması gerekmektedir. TMMOB insanımıza ve halkımıza dair görevlerini yapmaya devam edecektir" sözüyle tamamladı.

‘Enerji Diğer Sektörler İçin de Belirleyici‘

Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi (DEK-TMK) Yönetim Kurulu Başkanı Süreyya Yücel Özden, 1996‘dan beri sürdürülen bu sempozyum için EMO ve TMMOB‘yi kutladı. Konuşmasında dünyada halen yaklaşık 1.5 milyar insanın elektrik enerjisinden yoksun olarak yaşadığına dikkat çeken Özden, enerjideki dışa bağımlılık sorununa büyük bir yer ayırdı:

"Yüzde 70‘leri aşan bir oranda dışa bağımlı bir ülkeyiz. Enerji sektöründe böylesine yüksek dışa bağımlı olan bir ülkenin dış politikası, içerideki kalkınma politikası ne derece anlamlı bir şekilde düzenlenebilir sizlerin takdirine bırakıyoruz. Böylesine dışa bağımlı olan bir ülke bağımsız olamaz, başarılı olamaz. Ayrıca enerji sektörümüze ilişkin olarak arz güvenliği, yatırım sorunları, talep artışı ve bu artışın doğru dürüst bir şekilde yönlendirilemeyişi, enerji kullanımında verimsiz davranışlarımız, çevreye verdiğimiz zararlar da ana başlıklar olarak önümüzde durmaktadırlar."

Süreyya Yücel Özden, enerji ile ulaştırma sektörü arasındaki ilişkilerin göz ardı edilmemesi gerektiğini belirtirken, enerji sektöründe sorunlar çözümlendiğinde ulaştırma, tarım gibi diğer sektörlerin sorunlarının da çözümleneceğini söyledi. Serbestleşme ve özelleştirme politikaları sonrasında beklenen noktaya gelinemediğini anlatan Özden, konuşmasını şöyle tamamladı:

"10 yıllık çalışmalara rağmen sistemin tam olarak oturduğunu söylemek mümkün değildir. Hepimizin umutla beklediği sonuçlar enerji sektöründe elde edilmemiştir, elde edileceğine dair de kuşkularımız vardır. Hani elektrik ucuzlayacaktı, hani daha kaliteli elektrik sunulacaktı. Ucuz, güvenilir, kaliteli, yerli ve yenilenebilir kaynaklara dayalı olan enerji sektörüne ulaşmak için hala beklemekteyiz. Önümüzde hala da kısa olmayan bir yol vardır.

‘Dernekler Çok Başlılık Yaratıyor‘

Sektör özelleştirilirken, değişik kurumlar, değişik dernekler, çok başlılık ortaya çıkmaktadır. ETKB yanında mevcut olan kamu kuruluşlarımız, TMMOB bağlı odaları varken, şimdi sayıları 20-30‘lara yaklaşan dernekler kurulmuştur. Ben bu kuruluşların kurulmuş olmasından yakınmıyorum. Gerçekten sivil toplum kuruluşu olarak hareket edebileceklerse demokrasinin çok önemli bir dayanağı olacaktır. Böyle bir izlenim edinemiyoruz. Bu yapılaşmanın anlamlı olabilmesi, ülke çıkarlarımızı dikkate alan, enerji sektörümüzün bilimsel gerçeklerini dikkate alan bir eşgüdümle çalışması için harekete geçmeliyiz demek istiyorum."

İktidarın Odalara Müdahalesine Tepki

CHP Genel Başkan Yardımcısı Nihat Matkap ise, Enerji Sempozyumu‘nun "Toplumsal Etkileri Çerçevesinde Enerji" ana temasıyla düzenlenmesini, AKP Hükümeti‘nin TMMOB ve bağlı odalarının toplumsal etkilerini ve çalışma alanlarını daraltma girişimlerine verilecek en güzel cevap olduğunu söyledi. Demokrasinin vazgeçilmezi olan siyasi partilerin yanına meslek odalarının da yazılması gerektiğini ifade eden Matkap, enerji santrallarına ilişkin yer seçimi ve kaynak seçimi konusunda toplumda yaşanan tartışmalara da dikkat çekti. Sinop, Rize ve Artvin gezilerinde bu konuyla ilgili karşılaştığı sıkıntılara değinerek, "Enerji, su kadar, ekmek kadar önemli, ama toplumsal etkileri de gerçekten önemli" dedi.

‘Birlikte Yönetmeye Talibiz‘

AKP iktidarının önce TMMOB ve bağlı odalarının yönetimlerini ele geçirmeye çalıştığını, ancak başarılı olamadıklarını, ardından gelir kalemlerini kısmaya çalıştıklarını ve bunda da çok başarılı olamadıklarını kaydeden Nihat Matkap, şimdi meslek odalarının idari ve mali vesayet altına alınma girişimini de şöyle eleştirdi:

"Meslek odalarının idari ve mali denetimlerini yapacaksanız, o odaların sivil yanı kalmaz. Bakanlıklara bağlı genel müdürlük olur. Onun adı artık kamu birimi olur. Bireysel olarak sizinle sorunları yok, ama işlevsel olarak sorunları var. İmar rantı konusunda hep engel oldunuz. Yargıyı pasifize ettiler, ama meslek odalarını pasifize etme şansları yok. Bütçe görüşmelerinde bu konu sürekli dillendirilecek temsilcilerimiz tarafından. CHP olarak bu durumdan gerçekten çok rahatsızız. Bu konuyu mutlaka engelleyeceğiz. Zaten Anayasa Mahkemesi‘nden de döner. Bunu yapmaya kesinlikle hakları yok. CHP olarak Türkiye‘yi birlikte yönetmek istiyoruz. Ülkeyi yönetme bir kadro ile olur. Hükümet orta sahada durur, ama meslek odaları, sendikalar, sivil toplum örgütleri hep beraber yürütür. Var olan iktidarın meslek odalarını, sendikaları bırakın sahada tutmayı stadyumda tutmaya dahi tahammülleri yok."