TMMOB VE TERÖR

02.09.2005

TMMOB, Kanaltürk'te İşçi Konfederasyonları, Meslek Birlikleri ve konuşulacak konu ile ilgili örgütlerin başkanlarının katılımı ile gerçekleşen "Söz Meclisi" programında görüş bildirmeye devam ediyor. 26 Ağustos 2005 de gerçekleşen "Söz Meclisi" programının başlığı, bu defa "TERÖR" idi.

Gazeteci Tuncay Özkan tarafından sunulan "Söz Meclisi" programı her ayın son Cuma akşamı aynı katılımcıların iştiraki ile canlı olarak yayımlanıyor.

"Söz Meclisi"nin 26 Ağustos 2005 tarihinde yayımlanan "Terör" başlıklı programında TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı şunları da söyledi:

Sayın Özkan, öncelikle izleyenleri, katılımcı arkadaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. Programınızda, Söz Meclisi programında ülkenin, halkın ve bizim, meslektaşlarımızın, diğer meslek gruplarının, toplumun çeşitli kesimlerinin sorunları konuşulacak. Programınızın devam etmesini içtenlikle diliyorum.

Terör başlıklı bir konu, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği açısından çok enine boyuna tartışılmış, incelenmiş ya da en azından Birliğin doğrudan bir uzmanlık alanı olabilecek olan bir konu değil. Burada sayın katılımcıların, benden önceki konuşmacıların katkılarını dikkatle dinledim. Programınıza gelmeden önce de arkadaşlarla konunun üzerine bir miktar çalıştık. Bizde araştırdık. Ben müsaadenizle önce algıladığımız terör tanımını sizlerle paylaşacağım. Sonra bize göre sermayenin küreselleşmesi noktasında terörün, bu gün dünyada geldiği noktayı ve ülkemize etkilerinin ne olduğu üzerine görüşlerimi aktaracağım. Sonra burada, bu gün, bu programda çoklukla konuşulan, ama benim de imza attığım ve imza atmaktan da hakikaten onur duyduğum Yurttaşlık Bildirgesinin bizce ne anlama geldiğini sizlerle paylaşacağım. Son olarak da bu gün gene çeşitli defalar konuşulan Kürt sorunu ile ilgili olarak, TMMOB‘nin 1998 de yayımlanan Kürt Sorunu başlıklı raporunu, bu raporda neler dendiğini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sayın Özkan, şimdi özellikle söylenmeli ki: Herkesin terörü kendine..! Burada konuşan her arkadaşımız kendi durduğu noktadan bir terör tanımlaması yaptı.

Biz de terör konusunda, terör başlıklı bir konuda, "TMMOB ne söylemelidir?" diye arkadaşlarla çeşitli araştırmalara giriştik. Gerçekten burada sizin de hakkınızı yemememiz gerekiyor. Bize ön tartışma metni olarak yolladığınız ve kitaplaştıracağınızı söylediğiniz çalışmanızın bu konuda çok önemli olduğunu tespit ettik. İzninizle, sizin çalışmanızdan yapacağım alıntıları, katılımcı arkadaşlarla ve izleyenlerle burada paylaşmak istiyorum. Bunun bizim örgütümüz açısından önemli bir yanı da var. Çünkü bu programın konuşmalarını yayımlıyoruz. Şimdi izlenmese de, yayımlandığında örgütümüzün yazılı belgeleri şekline geliyor. Örgütümüzle de şimdiden bunları da paylaşmış oluyorum.

Sayın Özkan, ilk alıntım şöyle: Çalışmanızda Avrupalılardan bahsederek diyorsunuz ki; "Avrupa‘dakilerin bir bölümü terörü şeklen ve adeta istemeyerek kınamakla birlikte, teröristlerin öldürdükleri masum sivillerin haklarını aramıyorlar, savunmuyorlar. Bizim terörist olarak nitelediğimiz elemanları özgürlük savaşçısı veya iç savaşta çarpışan taraf sayıyor, bunlara sığınma hakkı veriyor, manevi ve maddi destek sağlıyorlar."

Bir başka konuda, "Bu gelişmeler, hassas dengeler üzerine kurulu demokrasimizi doğal olarak zayıflatıyor. Zira devlet kendini ve vatandaşlarını teröre karşı korumak için, kimi önlemler almak, gerekirse şiddet uygulamak zorunda bırakılıyor. Alınan tedbirlerin çoğu, tüm dünyada terörle mücadele eden devletlerin yaptıkları gibi, özgürlüğü kısıtlayıcı önlemler. Bunlar, kimi zaman hedef kitle iyice incelenmeden, yöredeki insanın çaresizliği hesaba katılmadan, gerekli ön hazırlık yapılmadan ve güvenlik güçlerinin bir bölümünün eğitimsizliği nedeniyle temel insan hakları çiğnenerek uygulanabiliyor". Örnek olarak da Manisa‘da ki, Yargıtay‘ın kararıyla onayladığı işkence olayını anlatıyorsunuz. "Örneğin, Türkiye‘de bazı güvenlik güçlerinin işkence yöntemlerine başvurdukları ulusal makamlar ve devlet adamlarımızın bazıları tarafından doğrulandı ve kınandı. Son olarak Manisalı gençlere işkence yapmaktan yargılanan polislere verilen aklanma kararını bozan Yargıtay Genel Kurulu gerekçeli kararında işkenceye geniş bir çerçeve çizdi. İşkence ve kötü muamelenin ulusal hukuk ve uluslar arası sözleşmelerde yasaklandığına dikkat çekilerek, vatandaşa baskı yapılmasının bile işkence olduğu vurgulandı. Bu davranışlar Türkiye‘nin terörle mücadele çabalarına yardımcı olmuyor, aksine Türkiye‘nin haklı davasını savunmada ciddi biçimde zarara uğratılıyor. Öte yandan, sorunun başka ülkelerde de işkence yapıldığı gerekçesiyle geçiştirilemeyeceğine inanıyorum. Kötü uygulama örnek olamaz." diyorsunuz.

Başka bir alıntı: "Öte yandan demokrasi kültürü açısından olgunlaşmış durumda bulunduğumuz söylenemez. İnsan hakları ve temel özgürlükler konusundaki eksiklerimiz fazla. Bu eksiklikler, siyasal partiler, işçi ve iş veren sendikaları gibi, sivil toplum örgütleri tarafından sık sık dile getirilmekle birlikte, gerekli yasal düzenlemeler parlamentomuz tarafından yapılmamakta. Dernek kurma özgürlüğü konusundaki formalite ve kısıtlamalar demokratik ülkelerde rastlamayacak kadar zorlaştırıcı, bıktırıcı, vaz geçirici.".

Kavram kargaşasından bahsediyorsunuz ve bu dile pelesenk olan kelimelerin bazen anlamı dışında, hemen işte Best FM radyosunda gazeteci Bereket‘in sözlerinden de yola çıkarak, anarşist, terörist, insan hakları savunucusu kelimelerinin birbirlerine karıştırılarak farklı örgütsel yapılara da söylenebildiğini anlatıyorsunuz: "Pek çok kavramın sınırları ve hangi öğeleri içerdiği zihinlerimizde açıkça belirmemiş olduğundan, kimi sözcüklerin doğruluğunu ya da yanlışlığını düşünmeden, kapsamını bilmeden, adeta otomatik olarak ve dil alışkanlığı ile kullanıyoruz. Ya da medyanın yanlış kullanımını taklit ediyoruz ve daha sonra bu sözcükleri başkalarının da bize benzer biçimde kullanmalarını bekliyoruz. Başkaları bize uymayınca da şiddetli tepkiler gösteriyoruz." diyorsunuz.

UNESCO‘da Daimi Temsilci olarak görev yaptığınız dönemde "Güneydoğuda öğretmenlerimizi katleden teröristlerin bu eylemlerini, UNESCO‘daki toplantıda, terör eylemi olarak nitelemesini ve kınamasını talep ettiğim Genel Müdür Federico Mayor bir süre direndikten sonra öğretmenlerin canlarını terörist olarak nitelememeye özen gösteren bir demeç vermiş ve şiddetin her türlüsünü kınamakla yetinmişti. Aslında "şiddetin her çeşidini kınıyorum" derken, "devletin uyguladığı şiddeti de birlikte kınamaktayım" demek istiyordu" diye not düşüyorsunuz.

Konu ile ilgili başka bir örnek veriyor ve şunları yazıyorsunuz: "UNESCO‘da, uluslar arası örgütün görev alanına giren konularda, insan hakları ihlali yakınmalarını görüşen Yürütme Konseyi Sözleşmeler ve Tavsiyeler Komitesindeki pek çok üye, terörizmi övdüğü gerekçesiyle mahkememizin yargılayıp suçlu bulduğu gazeteci Haluk Gerger‘in mahkumiyetine yol açan yazısında, ceza almasını gerektiren bir husus bulunmadığı görüşü üzerinde ittifak etmiş, düşünceyi ifade özgürlüğü ile terörü teşvik arasındaki çizginin son derece hassas olduğuna dikkat çekmiş ve hükümetimizin savunmasını yeterli bulmamıştı.O yazıda Haluk Gerger, Türk hükümetinin ve yargının terörist olarak nitelediği kimi eylemcilere "gerilla" demekteydi. Toplantıya katılan insan hakkı uzmanlarına göre, sadece sivillere yapılan silahlı saldırı terör sayılmaktaydı. Dağda silahlı devlet kuvvetleriyle çatışma; terör kavramı içine girmiyordu."

"Terörün tanımı konusunda bir görüş birliği yok" başlığı altında da, burada da açığa çıktığı gibi, diyorsunuz ki; "Ne Türkiye‘de ne de dünyada terör tanımı ve kapsamı konusunda görüş birliği yok. Ülkemizde bizim terör dediğimize, başkaları şiddet, isyan veya gerilla savaşı, bir etnik gurubun kurtuluş mücadelesi, düşük yoğunlukta savaş diyebiliyor. Aynı eylemlere başka ülkelerde rastlandığında, o ülke hükümetlerin terör dediğine biz kurtuluş savaşı diyebiliyoruz. Ya da terör eylemi koyan Çeçen direnişçilere Rusya terörist diyor, bizde ise etnik, dinsel tarihsel ve benzer nedenlerle arka çıkanlarımız oluyor. Halen Dağıstan‘da Ruslar ile savaşan ayrılıkçı güçlere TRT Milis diyor, Ruslar ise terörist. Bu konudaki yorum farkları, uzlaşmazlıklar ve ters uygulamalar, içine düşülen çelişkiler, ülkeler, hükümetler ya da halk grupları arasında çeşitli gerginliklere neden oluyor". Kısacası herkesin terörü kendinedir. Herkesin teröristi kendine göredir.

"Şiddet" başlığı altında "Pek çok yazar, düşünür, devlet adamı terör yerine şiddet sözünü kullanmayı yeğlemektedir" diyorsunuz.

Şunları da ekliyorsunuz: "Demokrasilerde yasal olarak şiddet veya kuvvet kullanma yetkisinin devlete ait olduğu kabul edilmektedir. Buna biraz daha, derece ayırımıyla yaklaşırsak şunu söyleyebiliriz: Demokrasilerde devlet, şiddet ya da terör olaylarını bastırmak için kuvvet kullanabilir. Ancak bu eylemi şiddete dönüştürmemesi gereklidir. Bir de "kimin nasıl ve ne cins kuvvet kullanımını hangi norma ve yasaya aykırı soracağız" sorusu vardır yanıt bekleyen; şiddette normlara aykırı hareket öğesi bulunur. Ancak "Bu normlar hangi otoritenin normlarıdır?" sorusu hemen akla geliyor."

Çeşitli konuşmalardan, düşünürlerin, yazarların söylediği notlardan da eklemişsiniz: "Zamanında da Gandi de Britanya tarafından terörist sayılmıştı. Bu gün pek çok ülkenin yöneticisi durumunda bulunan liderler zamanında terörist olarak nitelendirilmiş ve Mandela gibileri yıllarca zindanda çürümüşlerdi. Öte yandan kimileri siyasal şiddet konusuna farklı bir açıdan yaklaşır ve savaşlardan ya da terörizmden başka siyasal şiddet eylemlerinde bulunduğunu, özellikle son yıllarda siyasal tutuklulara uygulanan işkencenin de siyasal şiddet eylemi sayılması gerektiğini belirtirler. Başka bir deyimle devletinde siyasal şiddet uyguladığını vurgularlar."

Terör başlığında da şöyle yazmışsınız: "Terör kurbanları açısından fark gözetmez. Kurbanlarının çoğunluğu siviller, savaşa katılmayanlar, direnişçi olmayanlar, tarafsız kalanlar, teröristin öncelikleriyle ilgisi bulunmayanlar, masum insanlardır. Terör siyasal amaçla adam öldürmedir. Terör bir suçtur."

Sayın Özkan, bu çalışmanızda başka sözler de var. İsterseniz bunları Terör tanımı ile burada bitirmiş olayım. Ve şunu söyleyeyim: Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği, esas itibariyle insan odaklı bir meslek örgütüdür. Yani en genel tanımıyla, bilim ve teknolojiyi insanla buluşturan bir mesleği icra edenlerin örgütüyüz. Ben bunu ilk programda da söylemiştim; Biz yanlış yaparsak trenler devrilir. Biz yanlış yaparsak bombalar yanlış hedeflere gider. Nokta bazında atışlar başlar. Mühendisler o açıdan bilim ve teknolojiyi insanlıktan yana kullanmakla ve bununla donanmak zorundadır. Hele bizim gibi ülkelerde bu olmazsa olmaz bir kuraldır. Sadece bu nedenden dolayı bile, TMMOB bu anlamda ve sizin bu yazdığınız tanımlar çerçevesinde her türlü şiddete, teröre, teröriste, terör eylemine, kısacası "insana karşı işlenmiş suç her ne ise" bunun karşısında durur, bunu da her zaman büyük bir açıklıkla ifade eder. İfade etmiştir.

Sayın Tuncay, bu tanımlardan sonra isterseniz bir miktar da dünyaya terör noktasından bakalım:

Küreselleşme çağında, sermayenin küreselleşmesi çağında, başka deyişle yeni dünya düzeninde, düzenin ideologlarınca çok "hoş" cümleler söylendi, hala söylenir: Farklı ideolojiler kalmamıştır. Sınıf çatışmaları yoktur. İnsanlara artık barış dolu, tüketim dolu, demokrasi ve katılım dolu, çevreye duyarlı bir yaşam müjdelenir. Endüstri Toplumundan Bilgi Toplumuna geçildiği söylenir. Merkezi yönetimlerden yerel yönetimlere geçilecektir. Kısıtlı seçeneklerden çok seçenekli sistemlere doğru gidilmektedir. Ulusal ekonomiden dünya ekonomisine evrilme vardır artık. Her şey günlük güneşliktir. Bunlar söylendi de, dünyaya baktığımızda küreselleşme ya da yeni dünya düzeni dediğimiz bu sistemde, dönemi belirleyen esas sözcüklerin açlık, savaş, terör, katliam ve daha çok sömürü olduğunu görüyoruz.

Dünyanın eskiden jandarması, ama artık efendisi olan Amerika Birleşik Devletlerin başkanları "ikisinin de soy adı aynı olanlar" üç cümle söylediler, birbirinden önemli. Bunu bütün arkadaşlarımız biliyor. Birincisini dönemin Bush‘u söylüyor: "Artık yeni bir dünya düzenine girildi". Doğruydu, iki kutuplu dünya, duvarların yıkılması ile tek kutuplu bir döneme girmişti.

Yeni dönemin referans noktalarını da hemen tanımladılar: "Temel hak ve özgürlükler, liberal demokrasi, serbest pazar ekonomisi." Bunlar sermayenin küreselleşmesi açısından yeni dünya düzeninin referansları oldu. Öyle söylediler.

Peki ortaya çıkıp da; "Ben buna itiraz ediyorum". dersen ne olur? Bir ulus, bir ülke, bir vatandaş topluluğu ya da bu sermayenin küreselleşmesinin mağdurlarından birileri "ben itiraz ediyorum" dediğinde ne oluyor? Terör olur. Basitçe söylersek: Sistem iki yönlü işliyor: Bir yol, bizim gibi ülkelerde siyasal yapılarla da entegre bir vaziyette sistemin, küresel sermaye sistemine entegrasyon yasaları çıkartılıyor. Bunların adı da uyum yasaları oluyor. Sistemle bütünleştiriliyorsun. İkinci yol da Irak gibi ülkelerde oluyor. Gidip işgal ediyorsun, açık işgalle sistemi sermayenin küreselleşmesine entegre yapıyorsun. "Ben itiraz ediyorum." Diyorlar, ikinci Bush hemen ikinci cümleyi söylüyor: "Çağımızın en önemli sorunu terörizmdir. Bununla mücadele edilmesi gerekir." Sonra üçüncü cümle, artık niyeti açıklıyor: "Terörizmle mücadelede ABD‘nin yanında koşulsuz yer almayanlar karşı safta sayılacaktır. Terörist devletler listesi de budur". Bu cümleler; o küresel terörizmin anlaşılabilmesi için çok önemli örneklerdir. Önemlidir. Yani bütün bu yaşanan olayların, süreçlerin anlaşılabilmesi bu cümlelerle çok kolaydır. Ülkelerde yaşananları, dünyadaki sistemlerden ayrıştırarak anlatmaya çalışırsanız, Türkiye‘de ki Kürt sorununu, Güneydoğu Anadolu sorununu ya da herhangi bir terör problemini anlamak, anlatıvermek o kadar kolay olmaz. Bu programdaki çok katılımcı da aslında burada, sözlerinin arasında bunu ifade etmeye çalıştılar. Terör ve dünya konusunu da "sermayenin küreselleşmesi" başlığı altında detaylandırmak gerekir diye düşünüyorum.

Sayın Özkan şimdi bu programda doğru-yanlış konuşulan bir başka konuya geçelim. Az önce bazı konuşmacılar da söz ettiler. "Aydınlar bildirisi" denilen aslında "Yurttaşlar Girişimi" olarak nitelendirilecek konu: Az önce de okunduğu şekli ile şöylesi bir yazıyı imzaladık:

"Biz aşağıda imzası bulunanlar; Son günlerde yoğunlaşan çatışma ortamından derin kaygı duyuyoruz. Sadece geçen ay 50‘ye yakın insanımızı yitirdik. 15 yıl süren ve 30 bini aşkın insanımızın kaybına yol açan, taraflarca "düşük yoğunluklu çatışma" veya "kirli savaş" olarak adlandırılan dönemin acıları, milyonlarca insanımızı derinden yaraladı. Artık insanlarımız ölmesin, barış içinde ve adil bir yaşam sürelim. PKK‘nın silahlı eylemlere derhal ve önkoşulsuz son vermesini istiyoruz. Hükümetin, kalıcı barışın sağlanması ve herkesin demokratik toplumsal hayata katılabilmesi için gerekli yasal düzenlemeleri gerçekleştirmesini talep ediyoruz." Yazı sadece bu kadar.

Ama ben üzüldüm. Biz üzüldük. Neden? Emekli olan bir sayın generalimiz -ben tanımam, yani kendisiyle hiçbir görüşmüşlüğümüz yoktur.- yazımız için şunları söyledi: "Aydınlıkları, kerameti kendinden menkul, aydınlattıkları çevrenin de kaç lüks olduğu bilinmeyen bir grubun, bazı yandaşları ile birlikte, kurulurken ulus devlet formu üzerine inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti‘nin üniter yapısını bozmaya yönelik girişimlerini nefretle kınıyorum". Ben bu söylenenleri kesinlikle üstüme almadığımı, burada söylüyorum. Bu sözleri kesinlikle ret ettiğimi, benim diğer imzalayan arkadaşların çoğunluğu ile herhangi bir örgütsel bağlantım olmadığını, bir grubun yandaşları olmadığımızı, üniter yapıyı bozmak gibi bir girişimimiz olmadığını, bunu burada ben, "söz meclisi" programında açıklıkla söylüyorum. İmzalanan metnin Türkiye için çok doğru olduğunu, gerçekten metni yazan 5-6 arkadaşımızın cümleleri çok düşünerek yazdığını, Türkiye de bu metnin gereklerinin üstüne gidilmesi gerektiğini de burada ifade ediyorum. Buradaki katılımcıları da bu metnin altına imza atmaya çağırıyorum.

Sayın Özkan konuşmamın son bölümünde de izninizle Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği‘nin "Kürt sorunu" ile ilgili ne söylediğini sizlerle ve izleyicilerle paylaşacağım:

1998 yılında, -ben o zaman Birlik yöneticisi değildim. Birliğe bağlı Makina Mühendisleri Odasının başkanıydım.- Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği, bir Demokrasi Kurultayı toplar. TMMOB Demokrasi Kurultayı, yerel demokrasi kurultaylarının gerçekleşmesinden sonra Ankara‘da toplanır. Tarih 1998 dir. Demokrasi kurultayının sonuç bildirisi ve kararları kamuoyu ile o dönemde paylaşılır. İlgilisi için söyleyeyim bu belgenin tamamına TMMOB‘nin web sayfasından ulaşıla bilinir. Bu belge TMMOB‘nin genel kurulundan geçirilmiş olan bir belgedir. TMMOB Demokrasi Kurultayı kapsamında, İnsan Hakları, Cumhuriyet, Demokrasi, Kürt sorunu da dahil olmak üzere, bunun gibi çok başlıkta, ayrıca da kendi meslek alanlarımızla da ilgili olarak; orman, sanayileşme, çevre, ulaşım, enerji gibi çok çeşitli alanda TMMOB görüşleri karar altına alınmış ve kamuoyu ile paylaşılmıştır.

"Kürt Sorunu" başlıklı metnin ilk ve son paragrafında şunlar yazılı:

"Ülkemizin en temel sorunlarından olan Kürt sorununun, demokrasinin Türkiye‘de tüm kurum ve kurallarıyla köklü bir şekilde yerleşmesi önünde engel olduğu, bu sorunun demokratik yollarla çözülmeyişinden ötürü sürdürülmekte olan savaş - yıl 1998-, ülke kaynaklarını tüketme hakkı olduğu gibi, ülkenin gelecekteki ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel gelişimini de ipotek altına almaktadır. Kürt sorunu tarihsel, siyasal ve sosyal boyutları olan bir sorundur."

"Barış, ancak demokrasi, özgürlük ve insan haklarının olduğu bir ortamda yaşama geçirilebilir. Kürt sorunu emperyalist ülkelerle ve bölgede anti-demokratik devletlerin çıkarları ve kirli emelleri doğrultusunda değil, demokrasi ve özgürlük taleplerine uygun demokratik, adil, eşitlik temelinde barışçıl yöntemlerle çözülmelidir."

Sayın Özkan, bir şeyin altını çizerek bitirmek isterim. TMMOB bir mesleki demokratik kitle örgütüdür. Üyeleri hayatın çeşitli alanlarında bulunan bir kitle örgütüdür. Bu görüşler bu örgütün kendi iç dinamikleriyle oluşturduğu görüşleridir. Bunlar bir meslek örgütünün kendini ifadesidir. Böyle algılanması gerekir.

Size, katılımcılara ve izleyenlere sabırlarınızdan dolayı çok teşekkür ederim.