TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR

04.12.2006

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı 28 Kasım 2006 tarihinde Kanaltürk'te yayımlanan Söz Meclisi programına katıldı. Her ayın son salı günü canlı olarak yayımlanan ve gazeteci Tuncay Özkan'ın hazırlayıp sunduğu Söz Meclisi'nin bu ayki konusu "Türkiye Nereye Gidiyor?" idi. Söz Meclisi programına emek ve meslek örgütlerinin başkan veya yöneticileri katılıyor.

Mehmet Soğancı konuşmasında şunları söyledi:

Önce bir konunun altını çizmekte yarar var: Buradaki emek ve meslek örgütlerinin çoğunun, tüm yaşananlara karşı aydınlık bir Türkiye‘ye olan inançlarının asla kaybolmadığını, eksilmediğini, onun için bugüne dair durum tespitlerini tüm açıklıkları ile yaptıklarını bilen bir insanım. Ben de böylesi bir örgütü temsil ediyorum. Burada yapılan durum tespitlerindeki amaç, aydınlık bir Türkiye için olması gerekenleri ifade etmek. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği de -her defasında söylüyoruz- insan odaklı bir meslek örgütü, mühendisler ve mimarlar bilim ve teknolojiyi insanla buluşturuyor, sorumlulukları çok fazla. Sorumluluklarımız gereği öncelikle ülkenin gerçek fotoğrafını çekmek durumundayız. Bu fotoğrafta da eksiklikleri ve hataları ifade etmek durumundayız. Bu fotoğrafı da ve bu fotoğrafta iyiden doğrudan yana olması gerekenleri de bilim ve tekniğin ışığında, bilim insanlarının, uzmanların ve örgütün 50 yıllık birikimiyle oluşturduğu görüşleri de kamuoyu ile paylaşmak durumundayız. Onun içinde iki yıllık bir çalışma döneminde 200‘e yakın etkinliğimizde meslek alanlarımızla ilgili tarımdan ormana, sanayiden çevreye, ülkenin kimyasından coğrafyasına kadar bütün fotoğrafını çekip, olanı biteni tespit ediyoruz.

Burada söylenenlerin anlaşılabilir hale gelmesi için, Türkiye Nereye Gidiyor? Sorusunun yanıtını bulmak için fotoğrafta görülenleri birkaç cümleyle burada aktarmamız gerekiyor. Daha önceki, geçen yılki programlarda da bu çokça ifade edildi. Kapitalizmin bir kriz döneminin aşılması noktasında dünyada bir yenidünya düzeni kurulduğu ifade edildi sermaye tarafından. Adına onlar yeni dünya düzeni dedi, bizler kapitalist küreselleşme dedik. 80‘li yıllardan itibaren dünya böylesi bir düzenin içine sokuldu. Onların ideologları dedi ki, bu düzen insanlara üretim dolu, tüketim dolu, birikim dolu günler getirecekti. O vaat ediliyordu. Çevre sorunu kalmayacaktı, çevreye duyarlı bir dünya düzeni olacaktı. Artık sınırlarımız kalkıyordu, iletişim çağı yaşanacaktı, bilgiye çok çabuk ulaşılabilecekti. Teknolojik, büyük gelişmeler olacaktı. Sınıflar olmayacaktı, sınıf çatışmaları olmayacaktı. Yeni bir dünya düzeni farklı ideolojilerin ve sınıf çatışmalarının olmadığı bir sistem olacaktı. Ama 20 küsur sene geçtikten sonra şimdiki durum ne? Türkiye‘de emekten ve halktan yana olanların açıkça tavır aldığı bu kapitalist küreselleşmenin, işçilerin, köylülerin, dar gelirlilerin, memurun, işsizin başına yıktığı iş açıkçası YIKIM oldu.

Yeni dünya düzeni süreci ikili yöntemle işledi bütün dünyada. Yöntemlerden birinin örneği Türkiye, diğerinin örneği Irak‘tı. Sisteme uymazsanız Irak gibi ülkelerde, kapitalist küreselleşmenin efendilerinin en efendisi ABD, dünyanın efendisi, gereğini yapar ve bombayla, baskı ve zorla, sizin de ifade ettiğiniz 650 bine ulaşan bir insanı yok ederek sisteme entegrasyonunuzu sağlar. Şu anda Irak‘ta demokrasi var diyorlar. Evet, ABD demokrasisi var: Arkasında 680 bin ölü, yüzlerce çocuk ölüsü olan bir yaşantı. Ölümler giderek artıyor. Biat etme tamamlana kadar da bu sürecek. Bunlar sadece Irak‘ta değil, dünyanın her yerinde eğer ABD‘ye, evrenin efendisine biat etmezseniz başınıza gelecektir.

Bizim gibi ülkelerde de uyum yasaları gelir başınıza. Ülkemizde de kapitalist küreselleşme düzenine uyum 24 Ocak 1980 kararlarıyla başlatıldı. 12 Eylül hukuku da dâhil, gelmiş geçmiş bütün siyasal iktidarlar ciddi ve başarılı bir şekilde bu programın yapılabilmesi için gerekli düzenlemeleri yaptılar. En başarılısı AKP‘dir o ayrı bir iş. En başarılısı, en verimlisi, o uyumu en iyi sağlayan AKP‘dir, o ayrı bir şey.

Türkiye‘deki sistem işte bu neoliberal politikalar olarak tanımlanan, yeni dünya düzeni olarak söylenen, bizim kapitalist küreselleşme olarak ifade ettiğimiz sürecin, uyumlaştırmanın, entegrasyonun hikâyesidir, Türkiye‘nin son yirmialtı yılı.

Baktığımız zaman Türkiye‘de bütün demokratik açılımların, AB ile pazarlıklar çerçevesinde yürüdüğünü görüyoruz. Bu ülkenin ekonomisi tümüyle IMF ve Dünya Bankasının denetimindedir. Çıkan bütçe yasaları, ekonomiyle ilgili ne türden ne uygulama varsa ya da bir yasanın çıkarılması sonucunda oluşan yeni durumun bile IMF ve Dünya Bankası talepleri ile gerçekleştiği artık ortalama bir gazete okurunun bile söylediği bir iş. Öte yandan dış politikamız da ABD emperyalizminin direkt direktifleri doğrultusunda şekillenen bir Türkiye.

Neoliberal yasaların yıkım yasaları haline gelmesi eğitimde gözüktü. Bugün işte 12 Eylül hukukunun devam ettiği bir YÖK var. Ben kendi meslek alanımız itibariyle söylüyorum, üniversite eğitiminin içine düştüğü durum, demokratik ve özerk üniversitenin olmadığı bir sistem bu şekilde devam edegeldi. Sağlık, tümüyle paralı hale geldi. Kamu işletmeleri sermayeye devredildi, özelleştirme denilen bir bela da geri dönülemez bir durumu getirildik. Türkiye‘nin işte bundan sonraki onuncu yılda çok büyümüş tekel güçlerinin Türkiye siyasetine de yol vereceği, kapitalist küreselleşmeye entegrasyon noktasında çok değerli varlıkları ele geçiren sermaye gruplarının da Türkiye siyasetinde ayrıca güç odağı haline geleceğini göreceğiz.

Bizim meslek alanımızda da vahim durumlar yaşandı bu entegrasyon sürecinde. Bunların bazıları ya Meclis gündeminde, ya yasalaştı, ya yasalaşmak üzere. Ama sonuç itibarıyla hiçbirinin odağında insan yoktur. Hiçbirinde emekten ve halktan yana bir bakış yoktur. Sadece sermayenin belli ellerde birikimini gözeten ve gereğini bunun üzerinde gerçekleştiren kurguları vardır. Piyasaları düzenleyeceğiz dedikleri üst kurul yasaları, İmar Yasası, Yapı Denetimi Yasası, Enerji ile ilgili yasaların tamamına yakını, yap-işlet, devir-teslim etme yasaları, tahkim yasaları. Dışa bağımlılık olayının öznesi yasalar. Ormanlara ilişkin 2B Yasası; veto edildi biliyorsunuz, ama hazır bekliyor, kentsel dönüşüm yasaları, yağma yasaları, işte 2007 bütçesi yasası. Cargil Yasası. Verimli tarım arazileri üzerine her türlü yargı engeline karşı af yasası. Ben en azından bu yasanın Cumhurbaşkanlığı makamından, oradan geçerse Anayasa Mahkemesinden döneceğini düşünüyorum. Bütün toplumu çok yaralayan, hepimizi yaralayan bir yasa. Bu arada bizim mesleğimizi de çok yakından ilgilendiren bir iş oldu mecliste. Yabancıların çalışma iznini düzenleyen yasada bir değişiklik yapılıyor. Mühendis mimar hareketini, Türkiye‘nin mühendis mimar birikimini yok eden bir yasa, şu anda komisyonlardan geçti, Meclis Genel Kurulunda sıraya alındı. Buna göre de yabancı menşeli bir okuldan mezun olan herhangi bir yabancı ülke vatandaşının herhangi bir denetim olmadan, bir mühendislik mimarlık denetimi olmadan Türkiye‘de çalışma izninin önünü açıyorlar. Hem YÖK‘ün denklik belgesini kaldırıyorlar, hem de Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği‘nin denetim ve gözetim hakkını elinden alıyorlar. TMMOB ve Mühendislik Mimarlık hakkındaki yasa‘da değişiklik yapıyorlar. Bu yasa değişikliği bu ülkenin mühendislik mimarlık yapısına vurulacak en büyük darbedir.

Türkiye Nereye Gidiyor? Biz 14 Ekim‘de 15 bine yakın mühendis, mimar Ankara‘da Sıhhiye meydanına sağanak yağmur altında alana çıktığımızda Türkiye‘nin bu içine düştüğü durumları konu başlıkları altında hep birlikte söyledik. Bu ülkenin mühendis, mimarının -sayı 400 bine gelmiştir- yüzde 25‘inin meslek dışı bir işte ya da işsiz çalıştığı bir ortamda yaşıyoruz. Kamuda çalışan mühendis mimarın aldığı ücret, 25 yıllıklardan bahsediyorum, 1100.-YTL. Emekli olan mühendisler, mimarlar mutlaka başka bir işte, kendi mesleklerini yapamadığı noktada başka bir mesleğin işini yapan bir konuma sürüklenmiş bir ortamda yaşıyoruz. Demokratik taleplerimizin hepsini 14 Ekim‘de alanda ifade etmiştik. Şimdi zaman kısıtlılığından söyleyemeyeceğim, ikinci turda bunları anlatacağım. Şimdi sonuç itibariyle bugüne baktığımızda nasıl bir Türkiye istediğimizi ikinci tura bırakarak şunları ifade etmem gerekli: Yaşadığımız, işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluğun olduğu bir Türkiye, üretim ekonomisi yerine rant ekonomisinin olduğu bir Türkiye, gericiliğin ve emperyalizme bağımlılığın temel olduğu bir ülke. Biz böyle bir ülkede asla yaşamak istemiyoruz. Bu ülke bu ülkenin insanına böylesi bir yaşam reva değil. Kısacası; bu ülke, bugünün geldiği tablo itibarıyla, bu ülkenin mühendislerinin, mimarlarının, -benim deyişimle- okumuş çocuklarının gözünde iyi bir noktada değil. Geleceğe olan, aydınlık geleceğe olan umudumuzu hiç karartmadan bu tespitleri yaptıktan sonra ne yapabiliriz‘i ikinci tura saklayayım, burada bitireyim.

TUNCAY ÖZKAN: İkinci tura sorumu sorarak başlamak istiyorum, okumuş çocuklar Recep Tayyip Erdoğan‘ın cumhurbaşkanı olmalı mı sorusuna ne yanıt veriyorlar? Cumhurbaşkanı olursa darbe olur mu?

MEHMET SOĞANCI: Cumhurbaşkanlığı konusu TMMOB Yönetim Kurulunda konuşulmadığı için bu konuda kişisel görüşlerimi söyleyeyim: Az önce söylediğimiz kapitalist küreselleşme dönemindeki cumhurbaşkanlarına bakıyorum. Özal başbakanlıktan geldi cumhurbaşkanı oldu. Süleyman Demirel başbakanlıktan geldi cumhurbaşkanı oldu. Sayın Sezer dışarıdan cumhurbaşkanı oldu. Tayyip Erdoğan da teorik olarak başbakanlıktan cumhurbaşkanlığına gidebilecek bir yolda, ama ben milletvekili olsaydım kendisine asla oy vermezdim. Ancak Türkiye‘nin bugünkü koşullarında Tayyip Erdoğan‘ın da bu işe aday olacağını sanmıyorum. Tekrar edeyim: Ben milletvekili olsaydım Tayyip Erdoğan‘a asla oy vermezdim, onu da açıkça söyleyeyim.

Ülkede darbe olur mu? Türkiye‘de çok farklı işler her zaman oluyor. Her zaman o kapitalist küreselleşmenin uyum yasaları içerisinde Türkiye‘de her zaman farklı birtakım işler oluveriyor. Ama, buradaki bütün arkadaşlarımın söylediği gibi bizler emek-meslek örgütü temsilcileriyiz, kitle örgütleri temsilcileriyiz, işte sendikaların temsilcileri burada, ben bir meslek örgütü temsilcisiyim. Böyle bir işin, bir askeri darbenin Türkiye‘de asla ve asla olmaması gerektiğini, ne amaçla, nasıl, ne zaman yapılırsa yapılsın, asla olmaması gerektiğini söylemek durumundayız. Hatta bunu söylemek de yetmez. Bu darbe oluşumlarına karşı da bir direnç göstermenin, bir karşı duruşu örgütlemenin bizim sorumluluğumuz altında olduğunu ifade ediyorum. Tayyip Erdoğan‘ın cumhurbaşkanı olmasıyla Türkiye‘de bir darbe olması tartışmasını Türkiye‘nin gündeminden ivedilikle düşürülmesi gerektiğini, buna da karşı çıkılması gerektiğini düşünüyorum. Ama, olmayacak bir iş de değil. Türkiye‘de çünkü neyin ne zaman olacağına bazen derinler karışabiliyor. Türkiye eğer Susurluk‘u aşabilseydi, Şemdinli‘yi aşabilseydi, onlar ortaya çıkartılsaydı, belki Türkiye‘de bu darbelerin olmamasına yönelik bir direnç sağlanabilirdi diye düşünüyorum. Hemen söyleyeyim, darbe ile ilgili sözlerim TMMOB‘nin sözleridir.

TUNCAY ÖZKAN: Sizin konuşmanızda bazı şeyler, altını çizdiğim şeyler var, onları da sormak istiyorum, bir bu ithal mühendis olgusu. Yani, bu konuda bir açıklık getirir misiniz?

MEHMET SOĞANCI: Onu hemen açıklayayım. Çok yaralı olduğumuz bir durum var. Şimdi, öncelikle söyleyeyim mühendislik mimarlık mesleğini bir milliyetçi bir altlıkla, milliyetçi bir tabanda tartışamazsınız. Mühendislik, mimarlık evrensel bir meslektir. İşte zemin etüdünü bir mühendis Türkiye‘de Ankara‘da, Kayseri‘de ya da İngiltere‘de Londra‘da ya da Amerika‘da, Rusya‘da, Çin‘de herhangi bir yerde aynı bilimsel bilgi birikimi ve teknolojik yöntemlerle yapılır, Tartıştığımız, karşı koyduğumuz nokta o değil. Kapitalist küreselleşmenin bir gereğini, siyasal iktidar durumdan vazife çıkartarak, yerine getirmeye çalışıyor.

Bu tasarı yanlışlıkla ve bu haliyle yasalaştığında, sonuçları ne olacaktır? Akademik ve mesleki yeterliliği kanıtlanmamış kişiler bu ülkede "mühendislik, mimarlık, şehir plancılığı mesleğini" icra edebilecek duruma geleceklerdir. Tasarıya göre, üniversite denkliğinin akademik kurum tarafından kanıtlanmasının gereği bulunmamaktadır. Bu anlamda, bu meslek ile ilgili "akademik bir alan" kaosa sürüklenecektir. Bu tasarı yasalaştığında, yurtdışında okuyan ülkemiz vatandaşı, başka bir ülke vatandaşı ile yurtdışındaki aynı üniversiteden mezun olup ülkemize çalışmaya geldiğinde, yurttaşımız için denklik belgesi aranacak ama yabancı ülke vatandaşı için aranmayacaktır. Bu yaklaşım, Anayasa‘nın eşitlik ilkesine aykırıdır. Yasa tasarısı ile TMMOB ve bağlı odalarına "yabancı ülke vatandaşı meslek mensuplarına hiçbir kural uygulamayınız" denilmektedir. Ülkemizde hukukun üstünlüğünü savunanlar, öncelikle ve asgari olarak; kendi yurttaşları için ne istiyorlarsa, yabancı ülke vatandaşları için de onu istemelidirler. Bu tasarı yasalaştığında, "denetimsiz hizmet sunumu"nun önü açılacaktır. "Ülkemize denetimsiz yabancı girişi", ülkemiz mühendislik ve mimarlık hizmetini kamu çıkarından uzak bir noktaya getirecektir. Bu tasarı yasalaştığında, haksız rekabetin önü açılacaktır. Yabancı "kilit ve idari" personelin, mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığı alanındaki tüm kurallardan muaf tutulması, yabancı meslek mensuplarının akademik ve mesleki yeterliliğinin aranmaması; ülkemiz mühendislerinin, mimarlarının ve şehir plancılarının mesleklerini icrasını engelleyecek ve meslek bürolarının kapanmasını gündeme getirecektir.

Siyasal iktidar şaşırmış durumdadır. Ama bilmelidir ki; ülkesinin mühendisini, mimarını, şehir plancısını gözden çıkararak yasal düzenlemeleri gündeme getiren siyasal iktidarı, bu ülkenin mühendisi, mimarı, şehir plancısı da gözden çıkarmaktadır. Siyasal iktidar kapitalist küreselleşmeye uyum için çok ciddi adımlar atan, çok başarılı bir siyasal iktidar. Onun karnesi IMF gözünde A. O konuda hiç tavizleri yok, yeter ki burada yabancı sermaye elini kolunu sallaya sallaya iş yapsın. Ya da işte kapitalist küreselleşme noktasında bu ülke teslim alınsın. Bu durumda bizim siyasal iktidar kapıları sonuna kadar açacaktır. Ben bu konu ile ilgili olarak, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği‘nin bunu bir mücadele alanı olarak gördüğünü, siyasal iktidarla da her noktada Türkiye‘deki mühendislik, mimarlık hareketinin kapışacağını hem alanda söyledim, burada söylüyorum. Mecliste komisyonlarda da söyledik. O iş öyle kolay değil. Yani, mühendislik işi, bütün meslekler öyle, ben yaptım oldu deyivereceğiniz bir iş değildir. Sonra işte 30 bin insanımızın kaybolduğu 99 depreminin hesabını veremeyiz. Bundan çok büyük deneyimler çıkarmıştır Türk Mühendis Mimar hareketi, Bunlar kolay olmuyor, meslek içi eğitimler, belgelendirme, uzmanlıklar, denetim vb. bu tartışmalar yapılmıştır. Yaptıkları iş hiç akıllı adam işi değildi. Bu yasa tasarısı anayasanın eşitlik ilkesine aykırıdır, Türkiye‘de mühendis mimar hareketinin öldürülmesidir. TMMOB 1954‘ten beri çok saldırılara uğramış, çok siyasal iktidar görmüş geçirmiş bir örgütlenmedir. Her dönemin sonunda dik kalmış bir örgüttür, onun kendi gelenekleri vardır, 1970‘lerden beri bu örgüt emekten yana, halktan yana bir siyaseti yaşama geçirmiş bir örgütlenmedir. Bu yasa tasarısı ile de sonuna dek uğraşacağız.

Şimdi konumuza döndüğümüzde "Biz Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz?"

Çok zaman almadan:

Bir kere ekonomik programın emek platformu tarafından da ifade edilegeldiği bir programın yani emeğin programının esas alındığı bir Türkiye istiyoruz, yani IMF ve Dünya Bankası‘nın programlarının terk edildiği bir Türkiye‘dir Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği‘nin özlediği Türkiye.

AB ile pazarlıklarının tümüyle dışında, tümüyle ötesinde, özgürlüklerin ve demokrasinin bütün unsurlarıyla temsil edildiği bir Türkiye istiyoruz. Düşünce, ifade, örgütlenme özgürlüğünün kesinlikle var olduğu, her türlü yaşam alanlarının düzenlenmesi, meslek alanlarının demokratik katılımcılıkla düzenlendiği, köylü hareketlerinin düzenlendiği ve bunların önündeki her türlü engelin kaldırıldığı, örgütlenme ve kişilerin kendilerini ifade etme özgürlüklerinin tanımlandığı, düşünce özgürlüklerini açıkça her ortamda sağlandığı bir Türkiye istiyoruz.

Kimlik ve kültür tartışmasının dışında barış içinde insanların bir arada yaşayabildiği, linç kültürlerinin olmadığı, düşüncelerinden dolayı insanların yargılanmadığı, bunları çok özgür ortamlarda tartışabildiği bir Türkiye istiyoruz.

Herkesin iradesinin meclise yansıdığı bir seçim yasası istiyoruz. Barajları kalkan bir seçim sistemi olan Türkiye istiyoruz, siyasal partiler yasasının yeniden düzenlendiği, demokratikleştirildiği bir Türkiye istiyoruz.

Kapitalist küreselleşmenin her türlü ideolojik, ekonomik ve askeri düzenlemelerinden ve ilişkilerinden arındırılmış bir Türkiye istiyoruz. Rant ekonomisinin yerine üretim ekonomisinin tesis edildiği, bunun yapıya hakim olduğu bir Türkiye istiyoruz. Ve tabi insanların gelecek kaygılarının olmadığı özgürlük rüzgarlarının bütün ülkenin her noktasında dalgalandığı bir Türkiye istiyoruz.

14 Ekim Mitingi‘nde kürsüdeyken 15 bine yakın mühendis ve mimarın geldiği mitingimizde çok çeşitli taleplerimiz oldu. Emeğe, insanımıza, üyemize, yaşama, mesleğimize, ülkemize sahip çıkıyoruz başlığıyla düzenledik mitingi. En çok atılan sloganlar şunlardı, bunun özellikle altını çizmek lazım, bir meslek örgütünün topladığı insan siyasal duruşları çok farklı olan, ortak paydaları bir meslek örgütü üyesi olmak olan insanların en çok attığı slogan; "söz, yetki, karar, iktidar halka" oldu. Bu bir rahatsızlığın ifadesidir. "Üreten biziz, yöneten de biz olacağız" sloganı atıldı. Bizim her zaman söylediğimiz bir slogan, işçisiyle, kamu çalışanıyla, tabibiyle, köylüsüyle, dar gelirli esnafıyla, tamamıyla bu ülkedeki insanları bağıtlayan, onları bir araya toplayan bir slogan, "Kurtuluş Yok Tek Başına, Ya Hep Beraber, Ya Hiç Birimiz" sloganı atıldı.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği böyle bir Türkiye‘nin özlemi içerisindedir örgütsel yapısı ile ve üyeleriyle böylesi bir özlemi, özlemi gerçekleşinceye kadar ifade edecektir.

Her zaman söylediğimiz bir cümleyi burada sizlerle paylaşarak -nereye giderse gitsin-, onunla konuşmamı bitireyim.

Örgütümüz diyor ki, "Şimdi, karanlığa karşı aydınlığı, sömürüye karşı emeği, eşitsizliğe karşı adaleti, linç kültürüne karşı bir arada yaşamayı, savaşa karşı barışı, baskı ve zora karşı özgürlük ve demokrasiyi savunma zamanıdır. Emek örgütlerine, meslek örgütlerine düşen görev bunlardır." Neden? Çok basit, çünkü "Başka bir Türkiye mümkündür, başka bir dünya mümkündür, başka bir yaşam mümkündür". Türkiye insanı, insanımız, halkımız, bu yaşanılanlara asla layık değildir. Örgütümüz de işin o tarafındadır.

Bu akşamı da bu sözlerle tamamlamış olayım, teşekkür ederim.