ULUSAL BAĞCILIK - ŞARAP SEMPOZYUMU VE SERGİSİ - DENİZLİ

06.11.2008

Değerli Konuklar,
Sevgili Meslektaşlarım,

Hepinizi TMMOB Yönetim Kurulu adına saygıyla selamlıyorum.

Hepimiz biliyor ki; mühendislik, bilim ve teknolojiyi insanla buluşturan bir meslek. Bizim örgütümüz TMMOB; odağında, öznesinde insanın olduğu bir mesleğin uygulayıcılarının örgütü. İnsan odaklı olmasından dolayı, bizim mesleğimiz onurlu bir meslek ama bir o kadar da sorumlulukları olan bir meslek.

Biz, bir yandan insana ve insanlığa karşı işlenmiş suçlara karşı çıkıyoruz, öte yandan da insana ve insanlığa olan sorumluluklarımızı biliyoruz ve sorumluluklarımızın gereklerini yerine getirmeye çalışıyoruz. Bir yandan da üyelerimizi haklarının elde edilmesine, taleplerinin gerçekleşmesine yönelik çabalarda bulunuyoruz.

Öte yandan, sorunlarımızın, toplumun ve halkın sorunlarından ayrı tutulamayacağını da biliyoruz. Sıkıntılı, sancılı, sorunlu bir ülkede yaşıyor olmanın tüm sonuçları mühendis kimliğimizle birlikte, yurttaş kimliklerimiz dolayısıyla yine bizi buluyor.

İşte kapitalist küreselleşmenin yaşamakta olduğumuz küresel krizi!

Neo-liberal değişim süreci dünyada ve Türkiye‘de her geçen gün etkisini daha fazla hissettiriyor. Yoksulların daha fazla yoksullaştığı, siyasal yapıda pek çok değişimin gerçekleştiği süreç, kapitalist küreselleşmenin küresel kriziyle karanlık yüzünü bir kez daha gösterdi. Neo-liberalizmin kurallarının değişmez olduğu öngörüsü sarsılırken krizden kurtulmak için sistemin taleplerine cevap vermenin de doğru olmadığı ortaya çıktı. Piyasanın inisiyatifine bırakılmış bir ekonomi sürekli kriz üretmekte, faturası da emekçi halka, ücretliye, çalışana kesilmektedir.

Küresel ekonomiyle yakın bağları olan hiçbir ülke bu krizden zarar görmeden kendisini kurtaramayacak. Özellikle Türkiye gibi kendi kaynaklarını kullanamayan, emperyalizme bağımlı ülkeler bu krizden daha da fazla etkilenecektir. Ülkenin tüm kaynakları uluslararası sermayeye peşkeş çekilmiş ve bugün iflasın eşiğinde krizin göbeğinde duran uluslararası sermayeye teslim edilmiş durumdadır.

Türkiye‘yi küresel sermayeye eklemleme süreci hızla gerçekleştirilmektedir. AKP iktidarının Ülkenin pazarlanması, yoksulları daha da yoksullaştıran politikalar, siyasal üst yapıda İslami gericileşme dalgası ile paralel yürümektedir. Sosyal devlet tahrip edilirken cemaat ağları, sadaka dernekleri ülkeyi sarmıştır. Yurttaş olmanın gereği olan sosyal haklar, yerini biat kültürüne, el pençe divan durmaya bırakmıştır.

Görülen o ki bugüne kadar Türkiye‘yi yönetenler büyük bir bunalım, çözümsüzlük ve alacakaranlık dışında hiçbir şey yaratamamıştır. Daha çok yoksulluk, IMF‘ye ve emperyalizme daha çok bağımlılık, baskı, şiddet, çeteler ve yolsuzluklar, bu düzenin ve ülkeyi yöneten siyasi iktidarların marifetleridir.

TMMOB, kapitalizmin iflasının ilan edildiği böylesine bir dönemde, tüm dünyadaki emekten ve halktan yana güçlerin "daha demokratik, daha barışçı, gelirini adaletli paylaşan" bir dünya için büyük görevler düştüğünün bilincindedir. "Başka bir Türkiye‘nin, başka bir dünyanın mümkün" olduğunu daha sık söylememiz gerektiğinin bilincindeyiz. TMMOB ve bağlı odaları, örgütlü gücüyle birlikte sorumluluğun gereklerini yerine getirecektir.

Değerli konuklar,

TMMOB‘nin sorumluluklarından biri de meslek alanlarımız üzerine gerçekleştirdiğimiz sempozyum ve kongre gibi etkinliklerle bu alandaki sorunları ortaya koyarak çözüm önerilerini getirmektir. İşte bugün de burada "Ulusal Bağcılık - Şarapçılık Sempozyumu için bir arada bulunuyoruz.

Şarap denince akla ilk gelen isimlerden biri olan Ömer Hayyam‘ın dizeleri ile başlamak istiyorum konuya. Sormuş Ömer Hayam:

Ferman sende, ama güzel yaşamak bizde:
Senden ayığız bu sarhoş halimizde.
Sen insan kanı içersin, biz üzüm kanı:
İnsaf be sultanım, kötülük hangimizde?

Değerli konuklar;

Taze üzüm suyundaki şekerin fermantasyon yoluyla alkole dönüşmesi ile elde edilen, birçok çeşide sahip olan ve medeniyet tarihi kadar eski bir içecektir şarap. Tarihte, "bereketin ve bolluğun" simgesi olarak anılan, tanrılara hediye olarak sunulan üzümle ilgili söylenceler Nuh Tufanı‘na kadar dayanır.

İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinden beri üzüm ve şarap neredeyse her kaynakta yer almıştır. İlk bereket tanrılarının sembolü olan üzüm, kutsallığını şaraba dönüştürerek edebiyatta, sanatın çeşitli dallarında yer bulmuştur. Başlı başına bir kültürdür şarap.

Birçok kaynak yüzlerce çeşidi olan üzümün anavatanı olarak Anadolu‘yu gösterir. Anadolu‘da yaşayan ilkçağ insanlarının şarabı sadece damak zevki için değil, sağlık için de kullandığı bilinmektedir.

Bu topraklarda neredeyse 5000 yıldır üzüm var, bağcılık var, şarap var. Alacahöyük‘de MÖ 3000 yılından altın şarap kadehi ve güğümü, Kültepe‘de MÖ 1750‘den Koçbaşı şeklindeki içki testisi Anadolu‘da şaraba dair bulunan en eski izler. Boğazköy‘deki kazılarda ortaya çıkan Hitit tabletlerinde şarabın dini ritueller ve günlük hayattaki yeri anlatılıyor. Yine Konya, Ereğli ilçesine bağlı İvriz‘de bulunan büyük taş kabartma üzerinde feyz ve bereket ilahı Tarhu, sağ elinde üzüm salkımlı asma dalı, sol elinde buğday başakları ile görünür. Tanrının karşısında yer alan küçük insan figürü de Hitit Kralı Varpalavas‘tır. Tanrı Tarhu, iki elini birleştirerek bereket dileyen Varpalavas‘a elindeki en değerli yiyecekleri sunar; üzüm ve buğday...

İnsanoğlu antik çağlardan itibaren şaraba, yaşamını sağlamak için diğer besinlerden daha fazla önem vermiştir. Belki de bu yüzden her toplumda bir de şarap tanrısı vardır; Mısırlılarda Osiris, Yunanlılarda Dionysos, Romalılarda Bacchus...

Hititleri takiben Anadolu‘da şarap ve bağcılık daha da yaygınlaşmıştır. Anadolu‘nun sahillerinde yaşayan gemici ve tüccar Fenikeliler şarabı Ege adalarına, Yunanistan‘a taşıyıp büyük kazançlar elde etmiştir.

Değerli konuklar,

Türkiye, geniş bağ alanları ve ekolojik uygunluğu ile katma değeri çok yüksek olan şarap üretiminde büyük bir potansiyele sahip olmakla birlikte, henüz bu potansiyeli yeterince değerlendirememektedir.

2004 yılı FAO verilerine göre, Türkiye bağ alanlarında dünya dördüncüsü, yaş üzüm üretiminde dünya beşincisi, kuru üzümde ise dünya ikincisi konumundadır. Türkiye, yaş üzüm üretiminin yüzde 40‘ını kurutmalık, yüzde 30‘unu sofralık, yüzde 28‘ini şıralık yüzde 2‘sini şaraplık olarak değerlendirmektedir.

Türkiye, şaraplık üzüm üretimi açısından İspanya, Fransa ve İtalya‘nın ardından 4‘üncü sırada gelmektedir. Ancak bu ülkeler ürettikleri üzümün yüzde 90‘ını şaraba çevirirken, Türkiye‘de bu oran yüzde 2‘de kalmaktadır.

Şarabın katma değerinin kuru üzüme göre çok daha fazla olduğu göz önüne alındığında, Türkiye‘deki bağcılık sektörünün kaliteli şarap üretimi ve ihracatına yönelmesinin kayda değer bir gelir artışı sağlayacağı açıktır. Türk şarap sektörünün gelişmesi, ekonomik açıdan sağlayacağı faydanın yanı sıra, şaraba tüm dünyada atfedilen kültürel değer düşünüldüğünde, turizm ve ülke tanıtımında da etkili olacaktır.

Bugün düzenlenen bu sempozyumla da; şarap bağcılığından küresel ısınmanın bağcılığa etkilerine, şarap kültüründen şarap turizmine, üretimden markalaşmaya, yasal mevzuattan rekabete birçok konu uzmanlar tarafından masaya yatırılacak. Odalarımız da kendi birikimleriyle tartışmalara çözüm önerileri ile birlikte katılacak.

Ben bu sempozyumun gerçekleşmesini sağlayan üç odamızın yöneticilerine, Denizli şube ve temsilciliklerine, çalışanlarına özellikle teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.