ULUSLARARASI ENERJİ VE ÇEVRE TEKNOLOJİSİ SİSTEMLERİ FUAR VE KONFERANSI BAŞLADI

16.05.2008

14. Enerji ve Çevre Teknoloji Sistemleri Fuar ve Konferansı 15-17 Mayıs 2008 tarihlerinde İstanbul'da düzenleniyor.

Üç gün süren konferansın açılışında sırasıyla; Düzenleme Komitesi Başkanı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müşteşar Vekili Selahattin Çimen, Türkiye Kojenerasyon Derneği Başkanı Özkan Ağış, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu Başkanı Hasan Köktaş ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler konuştular.

Konferansın ilk günü düzenlenen Enerji Sektörünün Kamu ve Özel Sektör Açısından Değerlendirilmesi konulu panele ise TMMOB Yönetim Kurulu II. Başkanı Hüseyin Yeşil konuşmacı olarak katıldı.

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı konuşmasında şunları söyledi:

TMMOB ve bağlı Odalar; uzun yıllardır enerji sektöründe de binlerce kişinin katıldığı çok sayıda kongre, sempozyum vb. etkinlikler yapmış, çok sayıda kitap, rapor yayınlamıştır. Odalarımızın her yıl daha da yoğunlaşan bu çalışmalarının yanı sıra, TMMOB tarafından düzenlenen Enerji Kongrelerinin 7‘cisi de, 2009‘da yapılacaktır.

Temel bir insan hakkı olarak kabul edilen enerji; güvenilir, kesintisiz, kaliteli kolayca erişilebilir ve ucuz olarak sunulması gereken bir kamu hizmetidir. Uluslararası Enerji Ajansı‘nın tahminlerinde, Dünya enerji tüketiminin 2005-2030 yılları arasında yüzde 50‘den fazla artacağı öngörülmektedir. Artan enerji talebine karşılık fosil yakıt rezervlerinin sınırlı olması, arz güvenliğini tehlikeye sokmakta; enerji üzerinde oynanan oyunlar ve yapılan pazarlıklar da, her geçen gün yoğunlaşmaktadır.

ABD‘nin önce Afganistan, ardından Irak‘ı işgali; günümüzde Ortadoğu ve özellikle İran ile Suriye‘ye yönelen tehdit süreci; Dünya yüzeyinde hem enerji kaynaklarının bulunduğu bölgelerin hem de pazarların kontrol edilmesi için yürütülen kaygı verici bir yarışı sergilemektedir.

IMF ve Dünya Bankası talimatlarıyla şekillendirilen enerji politikaları doğrultusunda; Türkiye‘de 1980‘lerden itibaren uygulanan neoliberal politikalar ile enerji alanının kuralsızlaştırılması(de-regülasyon), serbestleştirilmesi ve özelleştirilmesi hedeflenmiş, bu amaçla çok sayıda yasal düzenleme yapılmış, kamunun enerji alanını özel sermayeye terk etmesi için pek çok uygulama gerçekleştirilmiştir. Bu düzenlemelerin bir kısmı yargı sürecinden dönerken, hükümetler de, her seferinde günü birlik yasal düzenlemelerle, yargı kararlarını uygulamak yerine yok saymayı tercih etmişlerdir.

Enerji; 2001 yılında çıkarılan ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu‘nun kurulmasını sağlayan bir yasa ile kamunun dışarıda bırakıldığı ticari bir alan haline dönüştürülmüştür. Kimin hangi konuda yetkili ve sorumlu olduğu bile tam olarak anlaşılamayan bir karmaşa ortamı yaratılmıştır. Kamunun yatırım yapmasının yasaklandığı bu ortamda, özel sektör beklenen yatırımları gerçekleştirmemiş, özellikle elektrik enerjisi alanında arz güvenliği tehdit altına girmiştir. Doğalgaz bağımlılığı en yüksek noktada olan Türkiye‘de, elektrik enerjisindeki gibi doğalgaz tüketiminde de, her yıl bıçak sırtı bir denge tutturulmaya çalışılmaktadır.

Ülke kaynaklarının değerlendirilmesini sağlayacak; Türkiye koşullarına uygun; teknolojik gelişmeleri takip eden; uzun vadeli, merkezi ve kamusal planlamayı esas alan; sosyal, ekonomik ve çevresel politikalar ile bütünleşik bir enerji politikasına ihtiyaç duyulmaktadır.
Bugüne değin izlenen politikalar sonucunda, ülkemiz enerji ihtiyacını kendi öz kaynaklarından değil ağırlıkla dışardan satın alarak karşılayan bir duruma gelmiştir. Bu anlayış ülkemizi daha çok dışa bağımlı bir hale getirmekte ve ulusal kaynaklarımız uluslararası sermayeye aktarılmaktadır.

Ülkemiz, yerli, yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları ile enerji ihtiyacının çok önemli bir kısmını karşılayabilecek bir potansiyele sahip olmasına karşın bu kaynaklar ya hiç kullanılmamakta ya da potansiyelin çok altında değerlendirilmektedir.

Enerji alanında yeterli yatırım yapılmaması sonucu gündeme getirilen "yap işlet devret" gibi uygulamalarla gerçekleştirilen yatırım ve işletme hakkı devirleri ihalelerinin hemen hemen tamamı uluslararası büyük sermayenin eline geçmektedir. Bu süreç, TEDAŞ‘ın elektrik dağıtım şebekelerinin ve EÜAŞ‘ın üretim santrallerinin de özelleştirilmesiyle daha da derinleştirilmektedir. AB enerji sistemine hükmeden enerji tekelleri,ülkemiz elektrik üretim ve dağıtım tesislerini de ele geçirmek üzere beklemektedir.

Bu yıl yaz aylarından başlayarak elektrik enerjisinde açık beklenmektedir Maalesef programlı ve programsız elektik kesintileri kapıdadır.

Enerji ithalatı 2006 yılında 29 milyar dolar ve 2007 yılında ise 33,9 milyar dolar ödenmiştir. Petrol fiyatları bugün 120 dolar/varilin düzeyindedir ve yakın gelecekte 150-200 dolara ulaşabileceği tahminleri yapılmaktadır. Bu fiyat artışlarının sürmesiyle, toplam enerji arzında, petrole %35 ve doğal gaza %28 bağımlı olan Türkiye ekonomisinin daha olumsuz etkileneceği açıktır. Sadece enerji fiyatlarının artma eğiliminde olması değil, aynı zamanda yüksek ithalat bağımlısı olduğumuz ülkelere yönelik arz güvenliği kaygıları da; enerji ajandamızın başında yer alan diğer bir husustur. İklim değişikliği de Türkiye‘nin kaçınılmaz şekilde ve bir an önce enerji sektörünü gözden geçirerek fosil yakıt kullanımının azaltılması ve yenilenebilir kaynaklarını kullanabilmek üzere düzenlemeler yapmasını zorunlu kılmaktadır.

Türkiye enerji tüketiminde yüksek bir dışa bağımlılık yaşamaktadır. Türkiye‘de enerji ihtiyacının büyük bir çoğunluğu ağırlıklı olarak fosil yakıt kaynaklarından sağlanmaktadır. 2006 yılında genel enerji arzı 99,6 MTEP (milyon ton petrol eşdeğeri) olmuştur. 2006 yılı itibariyle enerji tüketimimizin sadece % 27‘si yerli kaynaklarla karşılanabilmiştir. ETKB tarafından yapılan uzun vadeli projeksiyonlarda dışa bağımlılık oranının 2010‘da % 71, 2015‘de % 68 ve 2020 yılı için % 70‘ler seviyesinde olacağı tahmin edilmektedir. Bu, Türkiye‘nin enerji kaynakları açısından net ithalatçı bir ülke konumunda kalacağı anlamına gelmektedir.

2007 yılında enerji kaynakları ithalatına 33,9 milyar dolar ödeyen ülkemizin 2008 enerji ithalatı faturasının 40 milyar dolara ulaşması beklenmektedir

Oysa ülkemiz çok zengin linyit ve kömür kaynaklarına sahiptir. Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) verilerine göre,1,331 milyar ton rezerv mevcut iken son yıllarda yıllık üretim yalnızca 1,5-2 Milyon ton arasında gerçekleşmiştir.1974 yılında 8.5 milyon ton olan tüvenan kömür üretimi yıllardır gerekli yatırımların yapılmayışı nedeni ile 2006 yılında %73 oranında azalarak 2,3 milyon ton olarak gerçekleşmiştir.

Yaklaşık 8.6 milyar ton olan termik santrallere yönelik üretilebilir linyit rezervlerimizin mevcut ve planlanabilir kurulu gücü yaklaşık 19 500 MW olan santral potansiyeli ile yılda 7000 saat çalışma halinde, 136.5 milyar kWh elektrik üretebilecek kapasiteye ulaşılabilinecektir. Bu değer, Türkiye‘nin 190 milyar kWh olan 2007 yılı elektrik üretiminin % 71.8‘ini oluşturmaktadır. Bunun için yılda 190 milyon tonu linyit olmak üzere 195 milyon ton kömür üretilmesi gerekmektedir. Mevcut yerli kömürle çalışan termik santralleri 2006 yılı itibariyle 8145 MW ı linyit, 300 MW‘ ı taşkömürü olmak üzere toplam 8450 MW olup bu santrallerin kömür tüketim kapasitesi, 83 milyon tondur. Tüketimde yaşanan olumsuzluklar ve kömür üretimini, arttırmaya yönelik yatırımların yeterli düzeyde yapılmamış olması nedeni ile kömür üretiminde istenilen düzeye gelinememiştir. Bu nedenlerin başında alım garantili doğal gaz ve doğal gaz santrali sözleşmeleri ve kamuyu küçültmeye yönelik AB, Dünya Bankası patentli politikalar gelmektedir.

Son üç yılda MTA, DSİ, EİEİ, TKİ vb kuruluşlarca eşgüdümlü olarak yeniden başlatılan kömür arama çalışmaları olumlu bir gelişmedir. Yıllarca ihmal edilen kömür arama ve sondaj çalışmaları yoğun bir şekilde kesintisiz olarak sürdürülmelidir.

Yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik teşvik ve destekler yeterli değildir. Yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırımın düşüklüğü ülkemizi sanayinin en önemli girdisi olan enerji konusunda ülkemizi dışa bağımlı kılmaktadır. Ülkemizde bu gidişi değiştirecek bir politika izlenmemekte, enerjide dışa bağımlılık sürekli olarak artmaktadır.

AB elektrik üretimi içindeki yenilenebilir enerjinin payını artırmayı planlar ve buna uygun politikaları hayata geçirirken, Türkiye‘de ise tam tersi politikalar izlenmekte ve en önemli öz kaynağımız olan hidrolik potansiyelimize gereken ağırlık verilmemektedir. TEİAŞ‘ın "Orta ve Uzun Dönem Elektrik Enerjisi Üretim Planlama Çalışması"na göre, hidroelektriğin tüm elektrik üretimi içindeki payı 2020 yılında % 16,6‘ya düşerken, ithal yakıtla üretilen elektriğin payı aynı dönemde % 65‘e ulaşmaktadır.

Bu talep ve yatırım öngörülerinde, kaynak çeşitlemesi amacıyla da olsa ithal kaynaklara ağırlık verildiği gözlemlenmektedir. Bugün, Türkiye‘de hidrolik kaynaklara dayalı elektrik üretim potansiyelinin 170 milyar kWh/yıl mertebesinde olduğu;. DEK-TMK, DSİ ve EİEİ raporlarında belirtilmektedir. Oysa ETKB analizlerinde, 170 GWh düzeyine ulaşabilecek hidrolik potansiyelin 2010‘da %34‘ü, 2015‘te %48,5‘i ve 2020‘de ise %64,7‘sinin değerlendirilmesi hedeflenmektedir.

Bugünkü teknik koşullarda 10 metre yükseklikteki ortalama 7 m/s hızda, yılda 2.500 saat kullanma süresi ile kurulabilecek ekonomik rüzgâr potansiyeli 48.000 MW yani 120 milyar KWh düzeyindedir. Oysa ETKB öngörülerine göre, Türkiye‘nin mevcut 48.000 MW‘lik rüzgara dayalı elektrik enerjisi üretim kapasitesinin 2020 yılına kadar yalnızca 3.038 MW‘lik kısmının değerlendirilmesi öngörülmektedir. Kalan 45.000 MW‘lik kapasite de değerlendirilebilir ise idi yılda asgari 2500 saatlik çalışma kapasitesiyle 112,5 milyar kWh elektrik üretme imkânı olabilir.

Yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının tam kapasitede değerlendirilmesi öngörülmezken, dışa bağımlı doğal gaz ve ithal kömüre dayalı yeni santrallerin tesisi planlanmaktadır. 2005‘te 12.274 MW olan doğal gaz santrallerinin kapasitesinin 2010 yılında %34,4 artışla 16.487 MW‘a, 2015 yılında %83,3 artışla 22.457 MW‘a ve 2020 de ise %127,7 artışla 27,947 MW‘a ulaşması planlanmaktadır. Benzer bir şekilde 2005‘te 1.650 MW kapasitede olan ithal kömüre dayalı santrallerin 2020 için hedeflenen 6.102 MW kapasiteyi şimdiden aşacak çok sayıda ithal kömür santrali projesine lisans verilmektedir.

Yapılan talep projeksiyonu ve buna bağlı hazırlanan elektrik üretim planları, 2009 yılından itibaren yeni kapasite yatırımlarının devreye girmesi gerekliliğine işaret etmektedir. Bu çerçevede süren yatırımların hızla sonuçlandırılması ve yeni projelerin yapımına bir an önce başlanmasına önem verilmelidir.

Ülkemiz açısından yenilenebilir enerji kaynaklarının ulaşmış olduğu potansiyel, içinde bulunulan enerji darboğazının aşılması, petrole olan bağımlılığın azaltılması ve döviz kaybının önlenmesi için önemli bir kaynaktır.

Eğer ülkemizde AR-GE çalışmalarına gerekli kaynak ayrılır, uygulamaya yönelik üniversite-ilgili meslek odaları-sanayi işbirliği sağlanır ve bu konuda özellikle ulusal ve kamusal çıkarları gözeten bir enerji programı uygulanabilirse; ülkemiz gerek ulusal kaynakları gerek insan gücü gerekse yetişmiş ve deneyimli mühendis yapısıyla gerekli teknolojik hamleyi yapabilecek alt yapıya sahiptir.

Ancak genel olarak ülkemizde Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)‘dan AR-GE için ayrılan pay, dünya ülkeleri ile karşılaştırıldığında çok düşük kalmaktadır. Bu oran dünya ortalamasında % 2-3 civarında iken ülkemizde % 0,7‘dır. Enerji üretimi konusunda da durum farklı değildir ve AR-GE çalışmaları için yeterli bir organizasyon ve çaba bulunmamaktadır.
Özellikle güneş, jeotermal ve rüzgar kaynaklarından enerji elde etmek için gerekli üretim ve ekipmanların büyük bir çoğunluğunun ülkemizde üretimi imkanı vardır. Bu konuda gerekli mühendis ve teknik elemana sahip olan ülkemizde gerekli yatırım ve işletme maliyetleri de göz önüne alındığında, "ulusal ve kamusal çıkarları gözeten bir enerji politikası"na ne kadar çok ihtiyaç olduğu açıktır.

Türkiye‘nin jeotermal brüt teorik ısı potansiyelinin 31.500 MW, kullanılabilir ısı potansiyelinin de 3.524 MW olduğu belirtilmektedir. Toplam jeotermal elektrik potansiyeli 2000 MW‘dir.

Türkiye güneş kuşağı içerisinde bulunan bir ülke olup, güneş enerjisi kazancı açısından zengindir. Bölgelere göre yıllık toplam güneşlenme süresi 2.993-1.971 s/yıl arasında değişirken, enerji yoğunluğu 1.460-1.120 KWh/m2-yıl sınırlarındadır.

Türkiye‘nin biyokütle, biyogaz ve biyoyakıt enerji kapasiteleri de ciddi potansiyellere sahiptir.

Öte yanda, kamuoyunda yeterince tartışılmadan meslek örgütleri, uzmanlar ve akademisyenlerin görüşleri alınmadan hızla TBMM‘den geçirilen ve ihale süreci başlatılan nükleer santrallerle ilgili olarak, TMMOB ciddi sorunlara işaret etmektedir.

Yatırım, finansman, kredi, garanti, işletme maliyetlerinde ekonomik ve ticari olarak tam bir başarısızlık yaşanması, atıkların nasıl bertaraf edileceğinin hala çözümsüz olması, uranyum yakıtı işletmeciliğinin sorunları, arızalar nedeniyle sık sık devre dışı kalması, normal işletme anında çevreye sızan radyasyon yayılımı, sıkça yaşanan ve milyonlarca kişiyi etkileyebilen nükleer kazalar, yüksek güvenlik nedeniyle lisanslama ve yapım sürelerinin 15-20 yıla uzaması, nükleer silahlanma, "11 Eylül" saldırısı gibi uluslararası asimetrik tehditlerin artması, nükleer enerjiye karşı yurttaş tepkisi ve oluşan güvensizlik gibi sorunların çözümlerini ortaya koymadan adeta yangından mal kaçırılırcasına yapılmaya çalışılan nükleer santral yapım ihaleleri iddia edildiği gibi Türkiye‘nin enerji sorununa çözüm getirmeyecek, aksine bağımlılığı daha da arttıracaktır. Oysa yapılması gereken nükleer enerjiyi de, enerji politikaları içinde değerlendirmek ve teknoloji ve ARGE çalışmalarını yoğunlaştırmak ancak önceliği yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının değerlendirmesine vermektir.

TMMOB Türkiye VI. Enerji Sempozyumu‘nda sunulan bildiriler, yapılan tartışmalar ve gerçekleştirilen panel ışığında tespit edilen sonuç ve önerilerimiz şunlardır:

- Kesintisiz, güvenilir, kaliteli kolayca erişilebilir ve ucuz enerji kullanımının en temel insan haklarından biri olduğu ve enerji tedarikinin de zorunlu bir kamu hizmeti olduğu unutulmamalıdır.
-Elektrik enerjisi planlaması; üretim, iletim, dağıtım ve tüketimin bütün olarak düşünüldüğü, ülkemize özgü koşullara uygun bir anlayışla değerlendirilmeli, merkezi bir yapı içinde ele alınmalıdır.
- Enerji üretiminde ulusal ve yenilenebilir enerji kaynaklarına öncelik verilerek ülkemizdeki mevcut potansiyel değerlendirilmelidir. Doğalgaz ve ithal kömür bağımlılığı en aza indirilmeli, ithal kömür ve nükleer gibi dışa bağımlı kaynaklarla santral kurmaya yönelik lisans taleplerine izin verilmemelidir.
-Hidrolik, rüzgâr, güneş, jeotermal, biyogaz, biyokütle gibi enerji kaynaklarının elektrik enerjisi üretimi içindeki payları artırılması için çalışılmalıdır. Bu konuda ulusal teknolojiler geliştirmek üzere Ar-Ge çalışmalarına genel bütçeden yeterli bir pay ayrılmalıdır.
- Elektrik enerjisinde kayıp-kaçak tanımları ayrıştırılarak, kayıp ile kaçak elektrik kullanımı gelişmiş ülkelerdeki seviyelere çekilmelidir.
- Enerjinin verimli/etkin kullanımına yönelik projeler desteklenmeli, ulusal enerji tasarrufu bilincini oluşturmak üzere ilköğretimden başlayan eğitim programları hazırlanmalı, enerjinin verimsiz kullanımına karşı yaptırımlar uygulanmalıdır.
- Uluslararası lobilerin pazarladığı, hammadde temini atık durumu ve maliyetine kadar birçok sorunu da beraberinde taşıyan nükleer santral sevdasından vazgeçilmelidir.
- Enerji arz güvenliğinin, piyasa koşullarında oluşan ticari bir düşünceyle değil kamu hizmeti anlayışıyla devlet tarafından sağlanması için gerekli önlemler acilen alınmalı, kamunun zararına yol açan ve elektrik tüketiminin giderek daha pahalı olmasına neden olan DUY gibi piyasa uygulamaları terk edilmelidir.
- Geçmişteki sorunlu, kamu zararına yol açan örneklerden ders çıkarılarak, özelleştirme uygulamalarına son verilmelidir.
- Enerjinin üretimi ve tüketiminde, enerji-çevre-insan ilişkisi mutlaka gözetilmelidir.
- Arz güvenliğinde ve talep tarafı yönetiminde yıllar itibarıyla dışa bağımlılığımızı azaltacak ulusal politikaları belirlemek üzere; kamu sektörü, özel sektör, üniversiteler, akademisyenler, meslek örgütleri ve sendikalar vb. temsilcilerden oluşan geniş katılımlı bir yapı tarafından, ulusal ve kamusal çıkarları ön planda tutan bir bakışla, merkezi ve stratejik planlama yapılmalıdır.

TMMOB Yönetim Kurulu II. Başkanı Hüseyin Yeşil‘in "Enerji Sektörünün Kamu ve Özel Sektör Açısından Değerlendirilmesi" konulu panelde yaptığı konuşma şöyle:

Türkiye‘de 1984‘lere kadar enerji sektöründe kamu tekeli vardı.1984‘te başlatılan özelleştirme programı ile bu sektördeki kamu tekeli adım adım kırılmaya başlandı ve giderek de yok edilmeye çalışılmaktadır.

TEK (Kepez Elektrik ve Çukurova Elektrik hariç), TPAO, TÜPRAŞ, PETKİM, MTA v.b kuruluşlar 1984‘lere kadar enerji sektöründeki kamu tekelleri idi. Daha sonra bunlara doğalgaz konusunda BOTAŞ eklendi.

İlk önce elektrik enerjisi üretimi, iletimi ve dağıtımında tekel olan TEK (Türkiye Elektrik Kurumu) parçalanarak TEAŞ ve TEDAŞ olarak ikiye bölündü. Daha sonra da EÜAŞ, TEDAŞ, TEİAŞ, TETAŞ olarak dörde bölündü. İllerdeki dağıtım müessese müdürlükleri de A.Ş haline getirilerek özelleştirilmeye, yani satışa hazır hale getirildi.

Bir taraftan mevcut üretim santralleri bir bir özelleştirilmeye başlandı. Diğer taraftan da Yap- İşlet-Devret ve Yap-İşlet yöntemleri ile elektrik enerji üretiminde özel sektörün devreye girmesi sağlandı.Böylece elektrik enerjisi üretiminde kamunun devre dışı edilme dönemi başladı ve bu süreç son sürat devam etmektedir.

Doğal olarak bu durumun yarattığı sorunları elektrik enerjisi tüketicileri yaşamaktadırlar. 2006 Temmuz ayında 13 ilin uzun süre karanlıkta kalmasının tek nedeni, yaratılan bu kaos ortamıdır. Ayrıca tüketicilerin yüksek fiyattan elektrik enerjisi kullanması, hatta zamların otomatiğe bağlanması da uygulanan bu politikaların sonucudur.

Elektrik enerjisi dağıtımında da aynı politikalar uygulanmaktadır. İstanbul‘un Anadolu yakası dağıtımının AKTAŞ Elektrik‘e verilmesi sonucunda buradaki tüketicilerin yaşadığı sorunlar hafızalarımızdadır.Yine EMO‘nun 12 yıllık hukuk mücadelesi sonucunda bu bölge dağıtımının tekrar kamuya devredilmesi sırasında tespit edilen ve dolayısıyla dava konusu olan kamu zararını da unutmamak gerekir.

Bütün bu geçmiş deneyler ortada iken önümüzdeki günlerde dağıtım şebekelerinin özelleştirilmesi için ihalelere çıkıldığı da bilinmektedir. Bu ihaleler gerçekleştiği taktirde kamu, elektrik enerjisi dağıtımından çekilmiş olacaktır.

Uygulanan özelleştirme politikaları sonucunda devletin üretime ve dağıtıma yatırım yapması da adeta yasaklandı. Özel sektör ise karlı olmayan yatırımları yapmadığından elektrik enerjisi arzı tehlikeye girmiştir.

Kamunun devre dışı bırakıldığı bu sektörde planlamadan da bahsedilmemektedir. Özel sektör yatırım maliyeti düşük olan ve kısa zamanda devreye alınan doğal gaz santrallerine yönelmekte, bu da ülkeyi elektrik enerjisi üretiminde giderek daha çok dışa bağımlı hale getirmektedir. (Bugün elektrik enerjisinin %55‘i doğalgazdan üretilmektedir ve bu oran giderek artmaktadır.)

Uzun yıllardan bu yana elektrik enerjisi üretiminde kamunun yatırım yapmaması sonucunda, bugün hidrolik potansiyelimizin %25‘ini, linyit potansiyelimizin %20‘sini (en son bulunan 2 milyar tonluk rezerv sonucunda bu oran daha aşağıda kalacaktır), rüzgar potansiyelimizin çok küçük bir kısmını kullanır durumdayız. Ayrıca güneş enerjisi potansiyelimiz konusunda da hiçbir şey yapılmamaktadır.

Bütün bu gerçekler ortada iken yine dışa bağımlı, pahalı, atık sorunu çözülememiş ve dünyada terk edilmekte olan nükleer enerji güç santralleri için yasa çıkarıldı ve ihale işlemleri yürütülmektedir. Ve bu yatırım kamu tarafından yapılacaktır. Bunu da uygulanan özelleştirme politikasının bir çelişkisi olarak değerlendirmek gerekir. Uygulanan bu politikanın özü, pahalı ve riskli yatırımların kamu tarafından, ucuz ve risksiz olan yatırımların ise özel sektör tarafından yapılmasıdır.

Elektrik enerjisi üretim ve dağıtımında uygulan özelleştirme politikalarına paralel olarak; PETKİM‘in, TÜPRAŞ‘ın özelleştirilmesi yani satılması, BOTAŞ, İGDAŞ ve EGO‘nun da özelleştirilme için sıralarını beklemeleri, genel olarak enerji sektöründe kamunun tamamen devre dışı bırakılması sonucunu doğuracaktır. Bu da enerji sektöründe bir kaos yaratacaktır.

Kısaca bugün, enerji sektörünün kamu açısından değerlendirilecek bir yanı kalmamıştır. Kamu bu alanda giderek tasfiye edilmektedir.

Yine de,

TMMOB olarak bugüne kadar söylediklerimizi tekrar söylemeye devam edeceğiz.

1.Genel olarak enerji, özel olarak da elektrik enerjisi alanında özelleştirme politikasından vazgeçilmelidir. Bu alanda kamu tekeli yeniden kurulmalıdır.

2.PETKİM ve TÜPRAŞ kamuya iade edilmelidir.

3.Dışa bağımlı enerji politikası terk edilmeli, yenilenebilir ve doğal kaynaklarımıza dayalı bir enerji politikası benimsenmelidir.

4.Nükleer güç santrali kurma macerasından vazgeçilmelidir.

5.Enerji sektöründe planlama dönemine dönülmelidir.

5.Bütün eksikliklerine rağmen "enerji verimliliği" ve "yenilenebilir enerji kaynaklarını destekleme" yasaları titizlikle uygulanmalı, bunların ikincil mevzuatları yani yönetmelikleri çıkarılarak uygulama başlatılmalıdır.

6.Enerji politikaları oluşturulurken TMMOB ve bağlı odaları ile sendika ve ilgili kuruluşların görüşlerine itibar edilmelidir.