ŞPO KENTSEL DÖNÜŞÜM SEMPOZYUMU ANKARA
Sevgili katılımcılar,
Şehir Plancıları Odamızın bu günkü sempozyumunda görüşülecek konuya ilişkin bir önsöz olarak, size TMMOB’nin Kentsel Dönüşüm olgusu ile ilgili bu güne dek biriktirdiklerini size hatırlatmak istedim:
1998 yılında gerçekleştirdiğimiz TMMOB Demokrasi Kurultayı‘nın sonucunda yayımlanan Belgelerin Kentleşme başlığında şunlar yazılıdır:
"Nüfus artışı ile belli noktalarda yoğunlaşan insan toplumlarının zanaat ve ticaretle gelişip, farklılaşması, çeşitlenmesi, sanat ve eğitimle değişmesi, örgütlenme ve uzmanlaşmanın yaygınlaşması, etik, kimlik, kavram ve kurallarının oluşumu kenti tanımlar. Kent, bu davranışları kentliye ve çevresine sunan yaşam alanıdır. Bilimsel teknik gelişme ve sanayileşme kentleşmenin artmasına, kenti tanımlayan özelliklerin yoğunlaşmasına neden olur. Toplumların kültürel, siyasi, ekonomik ve toplumsal yaşamlarında, ilişki biçim ve türlerinde köklü değişimler yaratır. Bu özellikleriyle kentleşme, gelişmişlik düzeyinin önemli bir göstergesidir.
Toplumların ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal yaşamlarında ortaya çıkan ve köklü değişmeleri içeren kentleşmeye paralel olarak ekonominin kaynak dağılımında bir değişim, gelişme, sanayileşme, ekonomik büyüme ve benzeri olgularda karşılıklı etkileşim gözlenmektedir. Bu süreçte kırsal alanda çözülme gerçekleşirken, kentlerde yoğunlaşma ortaya çıkmaktadır. Kentleşme süreci ile birlikte ön plana çıkan toplumsal ve ekonomik yaşama ilişkin kaynak kullanımı ve büyüme sorunlarının mekansal boyutu, günümüzde merkezi ve yerel yönetimlerin siyasi istismara dayalı uygulamaları, tarım, orman ve yeşil alanların imara açımı, kamusal alanların özelleştirilmesi, liberasyon politikası, rant ekonomisi Yeni Dünya Düzeni olarak özetlenebilecek politikalar belirleyici nitelikte olup, gerçek anlamda planlama reddedilmektedir.
Bugün Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki kentleşme sürecinde ekonomik, teknolojik, siyasal, sosyo-psikolojik nedenlerin yanı sıra ekonomik cazibe merkezi haline gelen kent ve çevresi kırsal alandan kentleşme ve varoşlara akın eden milyonlarca kişinin yerleştiği bölgeler olmuştur. Kırsal alandan kent merkezlerine hızlı ve plansız göç kent kimliğinin oluşmasını olumsuz yönde etkilemiştir. Kentlerin gelişme sürecinde etkin bir hal üstlenen faktörlerin merkezi karar organlarınca ülke genelinde mekânsal düzeyde yanlış yönlendirilmesi de bölgesel dengesizliklerin ortaya çıkmasında önemli bir etmen olmuştur. Ayrıca istemli ve zorunlu göç olgusu bölge pazarının daralmasına, varolan yatırımların işlevsiz kalmasına neden olmaktadır. Kentlerde hızla artan nüfus, beraberinde hiçbir planlaması olmayan merkezi iktidarların yönetimindeki kentlerde çözümsüz sorunlar yaratmaktadır. Özellikle kentsel altyapının yeterince geliştirilmemesine bağlı olarak sosyal, kültürel alanlar, parklar, gar, çöp toplama alanları, küçük ve organize sanayi bölgeleri ve benzeri alanların yetersizliği çevre sorunlarının çözülememesi yaşanan sorunların gerekçelerini oluşturmaktadır.
Özellikle de konut gereksiniminin karşılanamaması aşırı gecekondulaşma vb. olgular sonucu çarpık ve sağlıksız bir kentleşme oluşmaktadır. Ekonomik, siyasal nedenlerle göç sonucu kentlerde düzensiz ve hızlı nüfus artışı yaşam maliyetini arttırmakta ve yeni yeni sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Özellikle konut, su, enerji, kanalizasyon, atık toplama gibi belediye hizmetlerinin yetersizliği ile kendisini hissettiren eğitim, sağlık, kültürel hizmetlerin de sürekli yatırım gereksinimi, az gelişmiş bölgelerde sürekli olarak, gelişmeyi engellemektedir. Buna ek olarak az gelişmiş bölgelerdeki insan ve sermaye kaynakları bölge dışına, kentlere yönelmesi dengeli kalkınmayı da önlemektedir. Ayrıca göç olgusu bölge pazarının daralmasına varolan yatırımların işlevsiz kalmasına ve gelişme dinamiklerinin yitirilmesine neden olarak geri kalmışlığı pekiştirmektedir.
Kentlerin yaşadıkları sorunları tanımlama, bu sorunları kavrama, sorunların çözüm yollarının bilincine varma ve çözümü için uğraş verme sürecinin başarılı olabilmesi insanların toplumsal örgütlülükler içinde aktif olarak yer almaya yöneltilmesiyle sağlanabilir. Bu örgütlülük yalnızca siyasi parti olarak algılanmamalı, diğer örgütlü toplulukları da kapsamalıdır. Bu bağlamda kırsal kesime göre daha ileri ilişkileri bağrında barındıran kentler bir yandan insanlarıyla diğer yandan demokratik örgütler ve kurumlarıyla demokratikleşme sürecinin önemli bir halkasıdır. Bu yönüyle de kentlerde demokrasi projesi, yerel yönetimlerin devlet denetiminden koparılıp, yerleşim birimlerinde yaşayanların denetlediği, yönettiği kurumlar olabileceğinin ve olması gerektiğinin gösterileceği bir projedir.
Kentleşme ve kamu arazilerinin değerlendirilmesi hiç bir şekilde birbirinden ayrılamazlar. Kentleşmenin başlıca olumlu çözümü planlama kararlarından geçmektedir. Planlama ise kent arazisi üzerinde yapılmaktadır. Bu açıdan özellikle kamu arazilerinin kamu adına, kamu yararına dönük olarak değerlendirilmesi ve yaşayanlar adına gerekli olan sosyal ve teknik altyapı alanlarının artırılması dolayısıyla yaşam standardının yükselmesi sağlanmalıdır. Böylece eğitim, sağlık, kültür, yeşil alan gibi temel hizmetler için gerekli alanlar elde edilebilecektir. Ayrıca planlama kararları, arazi ve arsa düzenlemesi ile birleştirilmelidir.
Topraktaki özel mülkiyet hakkı kentsel gelişmeyi yönlendiren, rant yaratmayı ve bu rantlara el koymayı belirleyen bir hak olmaktan mutlaka çıkarılması gerekir. Bu anlamda kentsel toprak rantları toplumsal bir değer olarak algılanmalı, kabul edilmelidir. Bu rantlar topluma geri dönmeli, toplumsallaştırılmalıdır.
Kentin planlanmasını ve yaşanacak bir yer haline gelebilmesi sorununun yanıtını, temelde halkın talep ve istekleri belirleyecektir. Halkın nasıl bir çevrede, hangi ihtiyaçlarını ne zaman giderebileceği gibi bir sorunun yanıtında son söz mutlaka bu çevrede yaşayanlara aittir. Ancak kentin planlaması, mevcut ve ileride olabilecek sorunların çözümünde mesleki bilgi ve deneyimin belirleyici bir özelliği vardır. Sivil örgütlerin ülke siyasetinde olduğu kadar, ülke siyasetinin temel taşı olan yerel siyasetinde inisiyatif sahibi olması gerekir ve bu doğrultuda önemli bir bilgi birikimi olan TMMOB‘nin bu birikim sorumluluğunu kullanabilmelidir."
14 Ekim 2006 da gerçekleştirdiğimiz TMMOB mitingi öncesinde yayımladığımız yirmiyi aşkın mitinge çağrı bildirilerinin birinin başlığı, “Yağma Yok, Kentlerimizin Yağmalanmasına Karşı 14 Ekim‘de Ankara‘dayız” idi ve şunları söylemiştik:
İnsanlığın binlerce yıllık uygarlık mücadelesinin mekânı olan kentler "özgürlüğün ve uygarlığın" kaynağı olarak algılanmış, demokrasi uygulamalarına tanık olmuş, ev sahipliği yapmıştır.
Son yıllarda ise, pazarlanacak bir meta olarak görülen kentlerimiz, paranın simgelediği mekânlar haline getirilmiş, sermaye egemen anlayışlı bir yaşamın belleği olmuştur. Kentteki yaşamın ekonomik ilişkiler, siyasi, sosyal ve kültürel ilişkiler dışındaki bütün boyutları toplumsal hafızadan silinmiş, toplumsal yaşamın öznesi olan kent halkı bir nesne haline getirilmiştir.
Dün hazine arazileri ile başladılar...
Önce merkezi ve yerel yönetimler paylaşamadılar. Bir süre sonra bu paylaşım belediye ve il özel idarelerinin hazine arazilerini "imarlı" hale getirmek yoluyla özel çıkarlara dönük "değerlendirilerek" üçüncü kişilere satmasının örgütlendiği bir paylaşım oldu.
Bizim için sorun, hazine arazilerinin merkezi hükümetler mi, yoksa yerel yönetimler eliyle mi satışını sağlamak gerektiği sorunu değildi, hepimizin geleceği için kamu elinde bırakılması, sorunu idi.
Oysa bugün Türkiye‘nin gündemi toprak ticaretinden elde edilecek akçenin paylaşımı ile işgal edilmek oldu.
Ülkesel ölçekte yerleşmelerin yaşanabilirliğini ortaya koyacak olan bölge, çevre düzeni, nazım imar ve uygulama planı gibi planlar, o mekânın sosyal, ekonomik ve peyzaj değerleriyle kalkınmaya hizmet etmek durumunda iken; bugün bölge planlarından başlayarak, mekânın fiziksel organizasyonu kalkınmaya dayanan bir açılımla ele alınması beklenen planlar, arsa ve arazi spekülasyonlarını körüklemekten öteye gitmemiştir.
Oysa hava, su, flora ve fauna gibi doğal ve ekolojik kaynaklar / yaşamın sürdürülebilmesi için vazgeçilmez olan toprak üzerinde mülkiyet değil, onu sürekli koruyarak kullanma ve yararlanmaktır.
Topraktan yararlanma hakkı, toplumun yararına aykırı kullanılamayacağına göre, siyasi iktidar rant politikalarından vazgeçmek zorundadır. Ancak böylesi temel bir seçim kentsel ve kırsal toprakların yağmalanmasını ve doğal kaynaklarımızın (su havzaları ve ormanlarımız, kıyılarımız, vadilerimiz, akarsularımız ve kentlerimiz) talanını engelleyecektir.
Küreselleşme ve liberalizasyon politikaları koşutunda kamu hizmetlerinin özelleştirilmesini, yerel yönetimler için bir "reform" olarak sunan yasal düzenlemeler geleceğimizi ipotek altına almaktan başka bir şey değildir.
Ülke yararını göz ardı edenler, tüm değerlerimizi görmezden gelerek "kentsel dönüşüm projeleri" adı altında çağdaş kentleşme ve kalkınma politikaları yerine, siyasal ve kişisel çıkarlar uğruna, kentsel ve bölgesel rant yağmasına dayanan politikaları benimsemişler ve finans çevrelerinin yönlendirdiği kentsel projeler ile karşımıza çıkmışlardır.
Hemen her ölçekte ve bölgede kullanılmaya başlanan dönüşüm kavramı, kent ve peyzaj değerlerinin belirlediği anlamdan çok finansal olarak "arazi geliştirme" anlamında kullanılmaya başlanmış ve özellikle ülkemiz peyzaj alanları olan bölgelere saldırıları artmıştır.
Ülkemizin en önemli peyzaj alanlarından;
İstanbul‘da; Ömerli İçme Suyu Havzasında Organize Sanayi Bölgesi Planlaması, Galataport, Haydarpaşaport, Küçükçekmece Su Havzası, Kartal-Pendik Kıyı Kesimi Planlamaları, Dubai Kuleleri, Zeyport, Tarihi Yarımada Müzekent Projeleri, Küçükçekmece-Avcılar İç ve Dış Kumsalı, Kartal Alt Merkez Alanı,
Ankara‘da; A.O.Ç, AKM Alanı, Güvenpark, Ulus Tarihi Kent Merkezi, Kuğulupark, Papazın Bağı, Tüm vadi eşikleri olan Dikmen, İmrahor ve Zir Vadileri‘ndeki imarlaşma,
Antalya‘da, Lara Kent Parkı’na Temalıpark diyerek metalaştırılması, Belek Fıstıkçamı Ormanı‘na golf sahası yapılarak halktan koparılması gibi parçacı plan ve projelerin neredeyse tümüne;
Onlar "kentsel dönüşüm" diyor,
Bizler ise "finans çevrelerinin ağzının suyu akıyor" diyoruz.
Ülkenin kent gelişimine ve ekolojik zincirlerine darbe ile geleceğimizi ipotek altına aldırmayacağız diyoruz.
Tüm ülkemizi bir kasırga gibi saran "Kentsel Dönüşüm Projeleri" ülke ve bölge bağlamında gerek kentsel doğal yapı ve yaşam sürdürülebilirliği gerekse ulaşım ve lojistik işlevler hakkında saptanmış bölgesel planlama stratejileri kamu yararına değildir, halk kullanımına uygun değildir.
Planlar üzerinde toplumsal uzlaşma sağlanmamış olmasına karşın yağmalanan kentlerimiz yoğun bir "rant projeleri" ablukası altındadır ve ülkemiz belirsiz bir kaos ortamına sürüklenmektedir.
TMMOB, kentlerimizin yağmalanmasına DUR demektedir.
Sevgili arkadaşlar,
Bu yaşananlar kapitalist küreselleşmenin bu gün bize yaşattıklarıdır. TMMOB bu süreci emeğe ve demokrasiye karşı savaş açmak olarak değerlendiriyor ve bunların sonuçlarının neleri getireceğini hazırladığı bilimsel raporlarla kamuoyuna bildiriyor.
Bu günkü çalışmamız da bunun bir yenisidir. Böyle algılamak gerekiyor. Bu günün sonunda çıkacak sonuç bildirimiz Odamızın ve TMMOB’nin Sonuç Bildirisidir. Bu böyle bilinmelidir.
TMMOB, karanlığa karşı aydınlığı, eşitsizliğe karşı adaleti, sömürüye karşı emeği savunmaya devam edecek ve sözünü hiç eğilip bükülmeden dosdoğru söyleyecektir.
Hepinize saygılar sunuyorum.