
ADANA İKK "IRAK İŞGALİ SONRASI ORTADOĞU VE TÜRKİYE" PANELİ GERÇEKLEŞTİRDİ
TMMOB Adana İl Koordinasyon Kurulu 21 Haziran 2006 tarihinde ikiyüzü aşkın katılımcı ile birlikte "Irak İşgali Sonrası Ortadoğu ve Türkiye" Paneli gerçekleştirdi.
Adana İKK Sekreteri Hüseyin Atıcı‘nın açılış konuşması ile başlayan paneli TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı yönetti. Panelde Yeni Adana Gazeti Başyazarı Çetin Remzi Yüregir, Ç.Ü. Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Gümüş, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Sözcüsü Tayfun Mater, Gazeteci-Yazar Melih Pekdemir de konuşmacı olarak yer aldılar.
İKK Sekreteri Hüseyin Atıcı konuşmasında şunları söyledi:
Bugün, TMMOB Adana İKK olarak düzenlediğimiz panelde, içinde bulunduğumuz sıcak coğrafyada, Irak‘ın işgalinden sonra bölgemizde ve ülkemizdeki gelişmeleri değerlendirmek için bir araya geldik.
Ortadoğu, insanın dünya üzerinde oluşturduğu uygarlığın beşiği, 80.000 yıl önce çölleşen Afrika‘dan çıkan insan topluluklarının tüm yeryüzüne yayılmadan önceki ilk durağı, hayvan ve bitki evcilleştirilmesi, düzenli tarımın ilk uygulandığı yer, yerleşik düzene geçiş, ilk kentler, ilk devletler, yazının keşfi vs. vs., uzayıp giden bir liste. Özetle, İnsanlığın yarattığı uygarlığın anayurdu.
Tarih boyunca, ticaret yollarının kesişme noktasında bulunmasından dolayı bilginin dillerin ve kültürlerin taşıyıcısı ve koruyucusu olan Ortadoğu, hem Avrupa‘ya hem Asya‘ya hükmetmek isteyen imparatorlukların her zaman öncelikli hedefi halindeydi.
Modern dönemde, özellikle petrolün ekonomideki etkisi arttıkça, emperyalist güçler arasındaki Ortadoğu‘ya hakim olma kavgası daha da şiddetlendi. Bu kavga, Berlin-Bağdat demiryolu hattı ile Ortadoğu‘daki petrol havzalarına ulaşmaya çalışan, ulus devletini İngiltere ve Fransa‘ya göre geç kurmuş, yeni palazlanmaya başlayan Alman burjuvazisinin yanında saf tutan Osmanlı İmparatorluğu‘nun da sonunu getirdi.
Tarihçiler, 1. ve 2. dünya savaşlarını tek bir savaş olarak değerlendirir. 20 yıllık ara verilen uzun bir emperyalist paylaşım savaşı. Genç Cumhuriyetimizin tutarlı dış politikası sayesinde 2. paylaşım savaşının dışında kaldık. Üstelik iki tarafın da ülkemizi defalarca savaşın içine çekme çabalarına direnerek.
Son 60 yıldır, yani II. Paylaşım Savaşının ardından, acının ve akan kanın hiç durmadığı bu topraklar, önce savaşın galibi emperyalist güçler tarafından, cetvelle çizilen yapay sınırlarla bölündü, bölge ülkelerinde onyıllarca baskıcı diktatörlükler, askeri yönetimler, gerici monarşiler desteklendi.
Siyonist çetelerin, Filistinli Arapların köylerini basıp, on binlercesini öldürülmesine, milyonlarcasını göç ettirmesine, İngiltere, ABD ve Fransa tarafından bazen göz yumuldu, bazen desteklendi. İsrail Ortadoğunun bağrına saplanmış bir hançer gibi, emperyalist güçlerin desteğiyle yaratıldı. Ortadoğu halklarının kontrolü ve İsrail‘in güvenliği politikaları üzerinden, emperyalist ülkelerin petrol ihtiyacı garantiye alındı.
Soğuk Savaş döneminde, yeşil kuşak projeleriyle, Afganistan‘da şeriatçı militanlar desteklendi.
İran, küçük Amerika yapılmaya çalışılmış, İran yönetiminin siyasal islamcıların eline geçmesinin ardından bu sefer daha sonra baş düşmanları olacak Saddam‘ın Irak‘ı, İran‘ın üzerine saldırtıldı, bu savaşın sonucu, 1 milyona yakın ölü ve bir o kadar sakatlanmış insan.
Ülkemizde, Türkiye‘de başlıca derdi solu ve toplumsal muhalefeti ezmek olan, 12 Eylül yönetimi desteklendi, darbeci generaller yıllarca solun boşalttığı alana siyasal islamı geçirmeye çalıştı. İmam Hatipler açıldı, tarikatlerin önündeki engeller kaldırıldı, toplum dini ögeler etrafında birleştirilmeye çalışıldı. Sol ve toplumsal muhalefet ezilirken, etnik- dini kimlikler öne çıkarıldı.
10 yıllık Irak-İran savaşının ardından, Irak Kuveyt‘e saldırdı, sonra 1. Körfez savaşı ve 10 yılı geçen ambargoda ölen 500.000‘den fazla Iraklı bebek...
Derken, 11 Eylül saldırısı, Afganistan‘ın işgali, 2. Körfez savaşı ve Irak‘ın işgali, 3 yılda, sadece bilinen Iraklı ölü sayısı 100.000‘i aşkın bunun birkaç misli kadar yaralı, ölen ABD askeri sayısı 2.500‘ü geçiyor, 18.000‘i aşkın yaralı koalisyon askeri ve iç savaşın eşiğinde bir ülke, travma geçiren bir halk.
Bunlarla yetinmeyen emperyalist güçler şimdi de gözlerini İran‘a, Suriye‘ye diktiler. Çünkü, petrolün kendilerine doğru akması için Ortadoğu halklarının kanının kontrolsüz akması gerekiyor.
Uluslar arası emperyalist sisteme eklemlenmeye çalışan Türkiye egemenlerine, George Soros‘un önerisi "En önemli ihraç malzemeniz, askeri gücünüz" diyor. NATO‘ya girmek için Kore Savaşı‘nda 1.000 gencimizi feda eden Türkiye egemenleri, konumlarını ve çıkarlarını korumak için, acaba bu sefer kaç gencimizi feda etmeyi göze aldılar ?
Yirmi birinci yüzyılın dünyasında, ülkemizin içinde bulunduğu bu coğrafya, savaş ve çatışmaların yaşandığı, yeni savaş ve çatışma planlarının yapıldığı bir coğrafya halinde. Bu kavga dünyanın en önemli enerji yataklarına sahip olma ve bunların denetimini ele geçirme kavgasıdır.
Bu yüzyıla hükmetmek isteyen ABD, AB, Çin ve Rusya gibi emperyalist güçlerin kavgası asıl olarak bu coğrafya üzerinde şekillenmektedir. ABD emperyalizminin Genişletilmiş Ortadoğu Projesi bağlamında Afganistan, Irak müdahaleleri tüm bölgeyi etnik çatışmaların, kanın, gözyaşının, acının merkezi haline getirmiştir. ABD emperyalizmi için bu projede etnik-dinsel gerilim ve çatışmalar önemli bir siyaset zeminidir. İran‘a dönük bir müdahalenin bölgeyi daha fazla karıştıracağı ve yangını daha da büyüteceği de ortadadır.
Türkiye‘nin bu coğrafyadaki merkezi rolü, egemen sınıflara bölgesel fırsatlar sunmaktadır. Bu fırsatlar, ABD emperyalizmine bağımlı bir bölgesel güç olma siyaseti yürütmeyi gerektirmektedir. Fakat, bu siyasetin fırsatlar sunduğu kadar tehditler de içerdiği aşikârdır.
Egemenlerin değişik kesimlerinin hegemonya kavgasında emperyalist güç ilişkileri içerisinde değişik pozisyonları dile getirdikleri görülmektedir. Ama sürecin baskın yönelimi ABD‘nin ortaya koyduğu Genişletilmiş Ortadoğu Projesidir. Hükümetin bakanlarından birinin "Büyük Ortadoğu Projesini olumlu buluyoruz ve ABD‘nin yanındayız" yaklaşımı bu yönelimin en açık ifadesidir. Genişletilmiş Ortadoğu Projesine sahiplenme anlamında Türkiye egemenleri arasında derin bir ihtilaf yoktur. İhtilaf bu politikaların yürütülmesindeki inisiyatifle ilgilidir. Belirli kesimlerin, bu proje karşısında Avrasyacılık merkezli Çin-Rusya ekseninde bir arayışı dillendirdikleri görülmektedir.
Egemen bloklar arasındaki kavga giderek kızışırken, ABD‘nin İran‘a olası bir müdahalesi öncesinde, iki taraf da, biat tazelemekteler.
Egemen güçler kendi aralarındaki iktidar kavgasını toplumun hassas olduğu sorunlar üzerinden yürütmekte ve bu sorunları bu kavganın bir parçası haline getirmektedirler. Bu sorunlar bazen azınlıklar bazen laiklik, bazen Kürt sorunu bazen de Kıbrıs sorunu üzerinden gündeme gelebilmektedir.
Kapitalist küreselleşmenin ortaya çıkardığı en önemli gelişmelerden biri de milliyetçiliktir. Kapitalist küreselleşme, şirketleri küreselleştirirken, toplumları parçalayıp yerelleştirmekte, milliyetçiliği körüklemekte, etnik-dini kimlikleri öne çıkartmaktadır. Güçlü küresel şirketler, küçük, güçsüz toplumlar, topluluklar. İstenen budur.
Yugoslavya‘dan Afrika‘ya, Balkanlardan Ortadoğu‘ya yaşadığımız son 15 yıl bunun örnekleriyle doludur.
Türkiye toplumu da bu süreçte parçalanma, giderek iç çatışma sürecine sürüklenmektedir. Bunun nedeni emperyalizme bağımlı milliyetçi ve neo-liberal politikalardır.
Milliyetçi politikalar farklı olana, farklılığını ifade edene tahammülsüzlüğü geliştirmekte, çok kimlikli yapıyı tahrip etmekte, etnik temelli kavgaların gelişme zeminlerini güçlendirmektedir. Neo-liberal politikalar ise paylaşma ve dayanışma zeminlerini çürüterek insanı insanın kurdu yapmakta, kendi çıkarından başka bir şey düşünmeyen, başkalarını rakip ve kendi zenginliği önünde engel gören bir kültürü yaygınlaştırmaktadır. Bu politikalar toplumun birlikte kardeşçe yaşama zeminini tahrip etmektedir.
Ülkemizi yakın gelecekte bekleyen en önemli tehlike budur. Bu sorunun çözümü kapitalist küreselleşmeye karşı ulusal, milliyetçi politikalar üretmek değildir. Çünkü bu yaklaşım, sorunun kendisine, yani bölünmüş-güçsüz toplumlar-topluluklar politikasına güç kazandırmaktadır.
Sorunun çözümü, her türlü etnik-dini-milli kimlikleri aşan bir yerden, bir karşı küreselleşme ile yani toplumsal muhalefet güçlerinin, emek güçlerinin küreselleşmesiyle olanaklıdır.
"Başka bir Türkiye, Başka bir Dünya mümkün" diyorsak, "petrol için kan akmasın" diyorsak;
"Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz"