ÇEVRENİN KORUNMASI TEMEL İNSAN HAKLARININ KORUNMASIDIR

04.06.2005

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı 5 Haziran Dünya Çevre Günü nedeniyle basın açıklaması yaptı.

Yer küremiz var olduğu zamandan beri sürekli değişim gösterirken doğal dengesi içerinde canlı yaşamına olanak tanımaktadır. Ancak, insan aktivitelerine bağlı kontrolsuz kaynaklardan sürekli kirletilmektedir. Daha fazla kazanmak adına doğaya yapılan müdahaleler yer kürede canlı yaşamını yok etmeye doğru gitmektedir.

Son yarım asırda yeni çevre tahribatları ortaya çıkmış ve bir çok canlı ve ekosistemde yaşanan zararlar gözle görülür duruma gelmiştir. Böylece su kaynakları sürekli kirletilerek yok edilmekte, orman alanları ve tarım alanları daraltılmaktadır.

Nüfusun hızla artması, sanayinin çevre değerlerini dikkate almadan gelişmesi, silahlanmanın artması, savaşların yer kürenin bir çok yerinde devam etmesi ve savaşlarda kullanılan silahların çevreyi doğrudan etkilemesi çevre sorunlarını beraberinde getirmektedir. Bu konuda uluslar arası önlemlerin alınması zorunlu hale gelmiş durumdadır.

Çevre sorunlarının çözümü nüfus artışı, giderek artan yoksulluk ve uluslar arası eşitsizliği de içerecek şekilde geniş bir bakış açısı ile ele alınarak bilimsel çevrelerin ortak çalışmasıyla mümkündür.

Şehirleşme

Nüfus artışının yanı sıra demografik eğilimler büyük sorunlar yaratmaktadır. 1900 yılında dünya nüfusunun yalnızca yüzde 10‘u şehirlerde yaşamaktaydı ve sadece 16 şehrin nüfusu bir milyon kişiye ulaşmıştı. 1950‘li yılarda Dünya nüfusunun %30‘dan azı kentlerde yaşamaktaydı. Günümüzde ise %50 si kentlerde yaşamaktadır.

Bu gün ise nüfusun yüzde ellisi şehirlerde yaşamakta ve nüfusu bir milyondan fazla olan şehir sayısı 326 dır. Nüfusu on milyondan fazla olan kent sayısı ise 14 dür. 2010 yılında ise nüfusun yarısından fazlası kentlerde yaşıyor olacaktır. Böylece dünya tarihinde ilk kez kentsel alanlar kırsal alanlardan daha fazla yer kaplayacaktır.

Şehirler mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığı hizmetlerinden yeterince yararlandırılmadan ranta dayalı bir anlayışla oluşturulmaktadır. Bu şehirleşme mevcut nüfusun sağlıklı ortamlardan uzak kalmasına neden olurken, olağan doğa olaylarının da afete dönüşmesine neden olmaktadır.

Ülkemiz deprem ülkesidir. Şehirlerimizdeki yapıların çoğu kaçak ve depreme dayanıklı olmayan binalarla doldurulmuş durumdadır. Dere yataklarına yapılan binalarla şehirlerde yaşayan nüfusun büyük bir kısmı sel riski altında yaşamaktadır. Şehirlerdeki her türlü alt yapı eksiklikleriyle bu konudaki can ve mal kayıpları her yıl katlanarak artmaktadır. Bir çok ilimiz depremlerde çok büyük kayıplar verecek durumdadır. Ancak bu konularda geliştirici ve önleyici hiçbir tedbir alınmazken meslek odalarının bu konudaki denetim yetkileri de ellerinden alınmaktadır. Yeni imar aflarıyla sorunlar daha da çözümsüz hale getirilmektedir.

Su kaynakları

Dünyada her yıl 25 milyon kişi sağlıklı suya ulaşamadığı için suya bağlı hastalıklardan yaşamını yitirmektedir. İkimilyar kişi ise sağlıksız suya ulaşmaktadır. Ülkemiz su kaynakları bakımından zengin bir ülke olmamasına rağmen kendine yeterli ülkelerden bir tanesidir. Ancak çarpık kentleşme ve nüfus göçleriyle su havzaları yapılaşmaya açılmış ve su kaynakları bir çok bölgede yok edilmiş durumdadır. Bütün bunların yanı sıra kirletici yönünden zengin olan sanayilerin su havzalarına kurulmasına izin verilerek çok önemli olan nehirlerimiz kirletilmiştir ve kirletilmektedir. Su ticari meta haline getirilerek insanların sağlıklı içme kullanma suyuna ulaşmaları engellenmektedir.

Orman ve Tarım Alanları

Tarım ve orman alanları sistemli bir şekilde sürekli küçülmeye zorlanmaktadır. Son olarak orman alanları 2B ile daha da küçültülmeye çalışılmaktadır. Bu durum kaçak yapılamayı teşvik ederken deprem ve selden daha fazla zarar görmemize yol açarak temiz havadan da yoksun kalmamıza neden olmaktadır.

Birinci sınıf tarım alanları sanayi ve konut alanı olarak yapılaşmaya açılmaktadır. Binlerce yılda oluşan tarım topraklarımız yok edilerek tekrar geri dönülmesi mümkün olmayan durumlar yaratılmaktadır. Tarımsal üretimde kendi kendisine yeten birkaç ülkeden biri olan ülkemiz artık tarım ürünlerini dışarıdan ithal eder duruma getirilmiş durumdadır.

Ekolojik tarım adı altında gelişmemiş ülkeler genetiği değiştirilmiş tohum ile tarım yapmaya zorlamaktadırlar. Geleneksel tarım ürünlerimize ait tohumlar yok edilerek, tarımcılarımız belli şirketlerin ürettikleri tohumları kullanmaya zorlanmaktadırlar. Artık bizim gibi ülkelere tohum vermediklerinde üretim yapamayacak duruma geleceğiz. Kendi ürünlerimizin tohumlarını geliştirici çalışmaları yaparak uluslar arası şirketlerin sömürüsünden kurtulmak zorundayız.

Yoksulluk

Yoksulluğun arttığı bir bölgede çevrenin korunması mümkün değildir. Yada çevrenin kirletildiği bir bölgelerde gelişmenin sağlanması mümkün değildir. Ülkemiz hem kirli teknolojileri ithal ederek gelişmiş ülkelere ham madde üretir duruma getirilerek çevre kirletilmekte ve halkımız yoksullaştırılmaktadır.

Enerji

Enerji günümüzde olmaz ise olmazlarımızdandır. Ancak enerji kaynaklarının seçiminde yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının tercih edilmesi gerekmektedir. Özellikle son 20 yıldır ülkemizde uygulanan enerji politikaları nedeniyle yenilenebilir enerji kaynakları kullanılmayarak daha pahalı ve kirli enerji üretim santrallerinin kurulması teşvik edilmiştir. Bu alandaki politikalar ülkemizi enerji alanında tamamen dışa bağımlı duruma getirmiş durumdadır. Enerji alanındaki politikalar tamamen gelişmiş ülkelerin taleplerinin karşılanmasına yöneliktir.

İklim Değişikliği

İklim değişikliğine neden olan gazların azaltılması konusunda uluslar arası sözleşmeleri gündeme getirenler yeni bir ticaret kurallarını oluşturmaktadırlar. Bunun en büyük örneğini Kyoto protokulunde görmekteyiz. Gelişmiş ülkeler sera gazlarının azaltılmasında da ekonomik yükü gelişmemiş ülkelere yüklemeye çalışmaktadırlar. İklim değişikliğinin durdurulması konusunda kalıcı adımlar atılmamaktadır.

Kentsel Atıklar

Kentsel büyüme tüketim alışkanlıklarının gelişmesi kirletici miktarının artmasına neden olmaktadır. Katı ve sıvı atıkların bertarafı konusunda yapılan yatırımlar, kullanılan teknolojiler ve uygulanan politikalar yeterli değildir. Biriken katı atıkların yılda 300.00 tonu tehlikeli atıklardır.
Bir çok kentimizin atık suları doğrudan nehirlere karıştırılarak su kaynaklarının kirlenmesine neden olmaktadır. Ülkemizde nüfusun yüzde onunun atıkları atık su tesislerinde arıtılabilmektedir. Kalan yüzde doksanlık kesime ait atık sular doğrudan doğal alana boşaltılmaktadır. Doğaya boşaltılan bu miktarın yüzde 40‘ı doğrudan denizlerimize yüzde 50‘si ise içme ve kullanma suyu kaynaklarımız olan akarsularımıza doğrudan boşaltılmaktadır.

Elektromanyetik Kirlilik

Mobil telefonların yaygınlaştırılması ve buna bağlı baz istasyonlarının kontrolsuzca kurulması gözle görülmeyen en sinsi kirliliği oluşturmaktadır. Gelişmesini tamamlamamış çocukların mobil telefon kullanmaması, yerleşim yerlerinde güvenlik mesafesinin korunması ve baz istasyon kurulu yerlerde uyarı levhalarının konması gerekmektedir.

Yapısal ve Yönetsel Sorunlar

Çevre Bakanlığı çevreye ilişkin politikaları üretip bu konuda genel önlemleri geliştirmesi gerekirken bu konuda görevini yeterince yerine getirememişken, Orman Bakanlığı ile birleştirilerek Çevre ve Orman Bakanlığı haline getirildikten sonra yapısal ve yönetsel sorunlar daha da artmıştır.

Çıkarılan çevre kanunları ve yönetmelikleri çevrenin korumasına yönelik olmayıp uluslar arası şirketlerin taleplerini karşılayacak şekilde hazırlanmaktadır.

Sanayi tesislerinin kurulması adına çıkarılan kanunlar ve yönetmelikler çevreyi ve o çevrede yaşayan halkaları korumaktan çok uzak durumdadır.

Çevreyi kirleten bir çok işletme mahkeme kararlarına rağmen çalışmalarına devam etmektedir. Mahkeme kararları yok sayılarak işletmenin çalıştırılması (Bergama gibi) için hileli yöntemler izlenmeye çalışılmaktadır.

Mevcut yasa ve yönetmelikler yetersiz olmasına rağmen bir çok bölgede yaşanan çevre katliamlarına göz yumulmaktadır. İnsan unsuru tamamen yok sayılmaktadır. Bu konuya en belirgin örnek olarak Mersin Karaduvarda yaşanan çevre felaketidir.

Savaşlar

En büyük çevre felaketi savaşlarla yaşanmaktadır. Doğaya doğrudan atılan her türlü kirleticilerden daha fazla etkiyi çok daha kısa sürede oluşturmaktadır. Emperyalist ülkeler haksız yere yürüttükleri savaşlarda istedikleri silahları (kimyasal, nükleer, biyolojik) uluslar arası savaş kurallarını yok sayarak kullanmaktadırlar. Bu konuda da hiç kimseye bir hesap vermemecesine ve gelişmemiş ülkelere kendi çıkarları açısından gerekçe üreterek saldırmaktadırlar. Bunu da kendileri için doğal hak olarak görmektedirler.

Yaşanabilecek bir dünya için, insanı esas alan, insan haklarına sahip çıkan yoksulluğa ve sömürü düzenine karşı duran bir anlayışın dünyada egemen olması gerekmektedir. Çevrenin, kamu yararı gözeten eşitlikçi anlayışla topluma sunulmasında koruma-kullanma dengesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.

Yaşanabilecek bir dünya yaratmak bizim elimizdedir.

Mehmet SOĞANCI
Yönetim Kurulu Başkanı