ÇMO: 2010 BELEDİYE ATIKSU İSTATİSTİKLERİ NE GÖSTERİYOR: SU KALİTESİ KONUSUNDA GİDECEK ÇOK YOLUMUZ VAR...
Çevre Mühendisleri Odası, TÜİK belediye atıksu istatistikleri üzerine 2 Mart 2012 tarihinde bir basın açıklaması yaptı.
TUİK 2010 BELEDİYE ATIKSU İSTATİSTİKLERİ NE GÖSTERİYOR:
SU KALİTESİ KONUSUNDA GİDECEK ÇOK YOLUMUZ VAR...
TÜİK verileri Avrupa Birliği yolunda yürüyen Türkiye‘de belediyelerin %85‘nin arıtma tesisi olmadığını ortaya koydu. Türkiye‘nin atıksuyunun dörtte biri arıtılmamakta ve hal böyle olunca akarsularımız, topraklarımız, göllerimiz ve denizlerimiz kirlenmektedir.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2010 yılı atıksu istatistiklerini yayımladı. Bu istatistiklere göre Türkiye‘de mevcut bulunan 2950 belediyeden sadece 438‘inin atıksuyu arıtılmaktadır.
TÜİK 2010 atıksu verilerine göre ülkemizdeki 2950 belediyede, 2010 yılında 3.58 milyar metreküp atıksu oluşmuş ve bu atıksuyun 2.72 milyar metreküpü (%76‘sı) arıtılmıştır. Yine bu verilere göre; 2008 yılında 236 olan kentsel atıksu arıtma tesisi sayısı 2010 yılında 90 adet yeni atıksu arıtma tesisinin yapılmasıyla birlikte 326‘ya; 2.25 milyar metreküp olan atıksu arıtımı ise 2010 yılında %20 artış göstererek 2.72 milyar metreküpe; ulaşmıştır.
Türkiye‘deki atıksu arıtma tesislerinin büyük çoğunluğu hala geleneksel ya da konvansiyonel teknolojili arıtma tesisleridir.
2010 yılı verileri incelendiğinde, biyolojik yöntemle arıtma yapan tesis sayısının 199 adetle ilk sırada yer aldığı; Avrupa Birliği Kentsel Atıksu Arıtım Direktifi‘nin öngördüğü ve karbonun yanı sıra fosfor ve azot arıtımı da yapan ileri biyolojik arıtma tesisi sayısının da 53 olduğu görülmüştür. Ülkemizde fiziksel yöntemle arıtma yapan tesis sayısı 39 ve doğal yöntemlerle arıtma yapan tesis sayısı ise 35 adettir.
Rapor arıtma yöntemleri açısından incelenecek olursa, 2010 yılında arıtılan 2.72 milyar metreküp atıksuyun 1 milyar metreküpünün (%37,9) ileri biyolojik yöntemlerle, yani AB standartlarına uygun olarak arıtıldığı görülmektedir. Biyolojik yöntemlerle arıtılan atıksu miktarının 931 milyon metreküp (%34,3), fiziksel yöntemlerle arıtılan atıksu miktarının 751 milyon metreküp (%27.6) ve doğal yöntemlerle arıtılan atıksu miktarının ise 5 milyon metreküp (%0.2) düzeyinde olduğu anlaşılmaktadır.
Atıksu arıtma tesisi teknolojisinde en ileri kentimiz İzmir‘dir.
Ayrıca, ülkemizde ileri biyolojik yöntemle arıtma yapan tesislerin en fazla olduğu il, 13 adetle arıtma tesisi ile İzmir‘dir. İzmir‘de 2010 yılında ileri biyolojik yöntemle 256 milyon metreküp atıksu arıtılırken bu rakam aynı zamanda ülkemizde AB standartlarında arıtılan atıksuyun %24,8‘ine tekabül etmektedir. Türkiye‘de 81 ilden ancak 22‘sinde AB standartlarında arıtma yapabilen ileri biyolojik arıtma tesisi bulunmaktadır.
2010 yılında ülkemizde fiziksel yöntemlerle arıtılan 751 milyon metreküp atıksuyun 661 milyon metreküpü yani %88‘i İstanbul‘da arıtılmaktadır. Ancak ne yazık ki, İstanbul‘da AB standartlarına uygun olarak arıtılan atıksu miktarı, yılda 135 milyon metreküp ile ülkemizde AB standartları ile arıtılan suyun yaklaşık %15‘i kadardır.
TUİK‘in Haber Bülteninde bulunan istatistikler ne yazık ki Ülkemizdeki alt yapı ve arıtma tesisi sorunsalını yansıtmamaktadır.
Sayısal olarak ülkemizdeki belediyelerin ancak %15‘inin atıksuları arıtılmaktadır. Bu rakam, ülkemizde belediye atıksularının arıtılması için 2500‘ün üzerinde, yerel koşulları ve atıksudaki kirletici yükünü gözeten yeni atıksu arıtma tesisi yapılması gerektiğini göstermektedir.
Ülkemizdeki 326 kentsel atıksu arıtma tesisinden ancak 53‘ü, diğer bir deyişle, %16‘sı AB standartlarında arıtım yapabilecek kapasiteye sahiptir. Dolayısıyla, önümüzdeki yıllarda yalnızca arıtma tesisi olmayan yerleşimler için değil, atıksu arıtma tesisi olan birçok kentin mevcut tesisini kapasite ve kapsam olarak geliştirmek için de finansman ayrılması gerekmektedir.
Nitelikli atıksu arıtma tesisleri konusunda İstanbul geri sıralarda!
TÜİK Çevre İstatistikleri‘nde "Fiziksel Arıtma" olarak ifade edilen arıtma işlemi kıyı kentlerinde, ızgara ve kum tutucu sonrası deniz deşarj yapısıyla sonuçlanan tesisleri tanımlamaktadır. Bu tesislerin atıksu arıtma verimleri % 5 civarında olup, arıtmadan ziyade atıksu seyreltmesi yapmaktadır. Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği‘nin yürürlüğe girişinin üzerinden 23 yıl geçmiş olmasına rağmen, 13 milyon kişilik nüfusu ile ülkemizin en büyük kenti olan İstanbul‘un atıksularının %75‘lik bir bölümünün ancak %5 oranında arıtılarak denize boşaltılması, ülkemizde atıksu arıtımı konusunda alınan yolun "bir arpa boyunu" geçmediğinin en açık kanıtıdır.
Diğer yandan, atıksu arıtımı açısından TÜİK istatistiklerine yansımayan bir gerçeğin de kamuoyunca değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
Yerli arıtma teknolojilerini desteklenmelidir! Türkiye artık yabancı kurumların, finansörlerin elinden kurtulmalıdır.
Bugün başkent Ankara başta olmak üzere, İstanbul, Bursa, Adana, Kayseri gibi ülkemizin tüm büyük kentlerinin atıksu arıtma tesisleri - İzmir hariç- yabancı kurumlarca finanse edilmiştir. 2872 sayılı Çevre Kanunu 28 yıldır yürürlükteyken, çevre sorunlarının çözümünde ulusal bir finans modeli oluşturulamaması, ülkemizin özellikle Avrupa‘nın doygunluğa ulaşmış çevre sektörünün pazarı haline getirilmesi üzerinde dikkatle durulması gereken diğer bir konudur.
Ülkemizin en önemli sorunlardan birisi olan altyapı eksiklikleri ve arıtma tesislerindeki yetersizlikler ne yazık ki bugüne kadar tam olarak giderilememiştir. Bunun en önemli nedeni ise atıksu ile ilgili bütüncül, planlı, tutarlı bir politika geliştirilmemiş olmasıdır. Ülkemizdeki atıksu sorununun çözümü ne yazık ki sadece arıtma tesisi inşaatı ile çözülememektedir. Atıksuyun yönetimi sorunu, plansız, günü kurtarmayı hedefleyen alt yapı projeleri sonucunda ve işletilemeyen arıtma tesisleri nedeniyle kronikleşmektedir.
TUİK verileri atıksuların evsel ya da endüstriyel kaynaklarını, bölgesel sınıflandırılmasını yansıtmamakla birlikte, mevcut atıksu arıtma tesislerinin deşarj kaliteleri hakkında herhangi bir bilgi sunmamaktadır. Daha açık bir ifadeyle, deşarj edilen suyun içeriğinde kendini devam ettiren kirleticilerin parametre, miktar ve neden olduğu çevresel etkiler raporda yer almamaktadır. Bu nedenle yayımlanan rapor, ülkemizin çevresel sorunlarının çözümüne ışık tutacak ve durum analizi yapılmasını sağlayacak verilerden ziyade, yapılan inşaat oranına, tüketilen çimento, demir v.b. gibi inşaat malzemesi miktarına dair bilgiler verebilmektedir. Hiç kuşkusuz bu rapor, ülkemizde ciddi şekilde yaşanan yeraltı ve yer üstü su kirliliğinin çözümüne dönük bir rapor değildir.
Ülkemizde kanalizasyon, alt yapı ve arıtma tesislerinin yapılış biçiminin yarattığı sorunları TUİK‘in bu istatistikleri ile göz ardı etmek mümkün değildir.
Gerçek şudur ki,
•- Kentte ve kırda, atıksu yönetimi bütüncül olarak ele alınmalıdır. Bunun için;
•- Su tüketiminin ve kirletici etkinin en yoğun olduğu sanayi tesislerine su tüketimini azaltıcı önlemler almaları için çalışmalar yapılmalıdır.
•- Yeraltı suları karakterizasyonu bakımından oldukça değerlidir. Kirlilik yükü en az olan bu suların, Devlet Su İşleri tarafından sanayi tesislerinin kullanımına sunulduğu bilinmektedir. Kuyu ruhsatları sağlıklı bir inceleme sonucunda verilmemektedir. Bölgesel koşullar göz önünde bulundurulmalı, mümkün olduğunca yeraltı suyunun sanayi tesislerince kullanımı engellenmeli ve kuyu kullanım izni verilmiş sanayilerin izinden fazla su tüketimi olup olmadığı denetlenmelidir. Özellikle çevre denetimlerinde, kuyu suları da göz önünde bulundurulmalıdır.
•- Kentsel ve kırsal alanda oluşan atıksu, çevre mühendisliği disiplinin bilimsel temelleri ile çağdaş yöntemlerle taşınmalı, günü kurtaran çözümler yerine uzun vadeli alt yapı çalışmaları yapılmalıdır. Yerel yönetim seçimlerine yönelik yapılan her türlü alt yapı çalışması, halkımızın vergilerinin yeraltına gömülmesi demektir. Maliyetlerin arttığı, üretilen değerin kamu yararına kullanılamadığı süreçlerin önüne geçilmesi için, uzun vadeli planlarla alt yapı faaliyetleri gerçekleştirilmelidir.
•- Atıksuların içerisindeki kirletici yükleri bölgelere göre farklılık göstermektedir. Evsel ve endüstriyel atıksular bölgesel değerlendirme ile ele alınmalı, ihtiyaca göre atıksu arıtma tesisi planlaması yapılmalıdır.
•- Atıksu arıtma tesislerinin en büyük sorunu maliyetin karşılanmasıdır. Bu noktada, dış kaynaklı krediler yerel yönetimleri gereksiz tüketime ve çalışmayan, işletilemeyen arıtma tesislerine yönlendirmekte ve ülkemize yabancı sermayenin yanında dış kaynaklı teknoloji de dayatılmaktadır. Bu nedenle yerli teknolojiden uzaklaşılmaktadır. Atıksu arıtma tesisleri yerli teknoloji ile planlanmalı ve bölgesel atıksu içerikleri göz önünde bulundurulmalıdır.
•- Yerli teknoloji teşvik edilmeli, atıksu ve içmesuyu arıtımına yönelik çalışma yapan, bu tesislerde kullanılacak materyallerin üretimini sağlayan ve yerli üretimde bulunan faaliyetler, üniversitelerde üretilen bilimsel bilgi ile desteklenmelidir.
•- Arıtma tesislerinin en büyük sorunlarından bir tanesi de işletilmesidir. Belediyelerde çevre mühendisi istihdamı arttırılmalı ve çevre mühendislerinin doğrudan mesleki disiplini içerisinde yer alan atıksu arıtma tesislerinin plan, proje, inşaat ve işletme süreçlerinde mutlaka çevre mühendislerinin formasyonundan yararlanılmalıdır.
•- Projelerin hızla taşeronlaşması da soruna vahamet katmaktadır. Tüm bunların üstüne arıtma tesislerinde yabancı vakıfların yüksek hibeleri ve tahkim anlaşması niteliğinde tedarik zinciri ile ise yüksek maliyetli ve işletilemeyen tesisler oluşmaktadır. Ülkemiz adeta bir arıtma tesisi çöplüğüne dönüşerek çözümsüzlüğe doğru yol alınmaktadır.
Özetle; TÜİK 2010 yılı atıksu istatistikleri bizlere, ülke nüfusunun yaklaşık olarak % 25‘ini oluşturan köy nüfusunun atıksularının neredeyse hiç arıtılmadığını, arıtılmış olarak ifade edilen atıksuların 735 milyon metreküpünün (%32,7) fiziksel arıtma sonucu yani ancak %5 oranında arıtılabildiğini, ülkemizde mevcut 326 atıksu arıtma tesisinin etkin bir arıtma yapabilmesi için ciddi bir işlem yenileme işlemine tabi tutulması gerektiğini, binlerce sayfaya ulaşan çeviri mevzuat ve yabancı finansman kaynaklarıyla ülkemizin çevre sorunlarına bir çözüm getirilemeyeceği gibi dışa bağımlı bir çevre yönetim modeli oluşturulduğunu göstermektedir.
TUİK çalışmasında, toplumun çevresel kirlilik ile kurduğu ilişki; sayı ve oranlarla, gerçekmiş gibi pek çok eksikliği saklar niteliktedir.
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası olarak; günü kurtarma politikaları yerine kısa, orta ve uzun vadeli halk yararına planları içeren çağdaş - bilimsel bir atıksu ve su yönetiminin oluşturulması gerekliliğini bir kere daha vurgulamak isteriz.
Saygılarımızla,
TMMOB ÇEVRE MÜHENDİSLERİ ODASI
YÖNETİM KURULU