COPİSEE ATİNA'DA TOPLANDI
CO.P.I.S.E.E (Conference Permanent des Ingenierurs des Pays du Sud Est de I' Europe - Organisations of Engineers from the countries of the South East Europe- Güneydoğu Avrupa Ülkeleri Mühendislik Birlikleri Organizasyonu) 20 Ekim 2008'de Atina'da toplandı. Toplantıya TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı da katıldı.
30 Kasım 1971 tarihinde, Bulgaristan, Kıbrıs, Yunanistan, Romanya, Türkiye ve Yugoslavya Mühendis Birlikleri tarafından Atina‘da imzalanan protokol çerçevesinde yapılan Copisee toplantıları 80‘li yılların başlarından itibaren kesintiye uğramıştı.
30 Eylül 2005‘de Yunan Teknik Odası çağrısıyla Copisee bileşenleri
"Günümüzde, çeşitli problemlerin çözümü için bilim ve teknolojinin önemi çok iyi bilinmektedir. Bu önemli gerçek ile ilgili, bütün ülkelerin mühendisleri rol oynamakta ve üzerlerine önemli bir sorumluluk almaktadırlar. Çoğu bilimsel ve teknik problemin birçok ülkede aynı olduğu göz önünde tutulursa, mühendislerin uluslararası işbirliği kaçınılmaz olmaktadır. Bu nedenden dolayı,
a)Ortak problemlerle ilgili fikir ve deneylerin karşılıklı alışverişiyle, teknik-bilimsel bağları güçlendirmek ve ilerletmek,
b)İmzacı üyelerin kendi iç işlerindeki serbestliğe saygı göstererek, aralarındaki karşılıklı deneyim aktarımıyla mühendislerin eğitiminin ilerlemesine çalışmak,
c)Teknik alandaki bilgi ve çalışmalar için, üye olan organizasyon ülkelerindeki mühendislerin ziyaretlerini kolaylaştırmak,
d)İmzacı tarafların mühendisleri için, ortak ilgi alanlarında çalışma yapmak.
Copisee bileşenleri tarafından bir zorunluluk olarak görülmektedir."
amacıyla tekrar bir araya geldiler. Copisee 18 Mayıs 2006‘da İstanbul‘da, 20 Mayıs 2007‘de Bükreş‘te toplandı.
Copisee bileşenleri bu kez Atina‘da "Güneydoğu Avrupa‘da İklim Değişimi ve yapılması gerekenler" konusunda görüş alışverişinde bulundu.
Toplantıya TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı ile birlikte, Christina Theochari (Yunan Teknik Odası Koordinatörü), Efstathios X. T. Segkos (Yunan Teknik Odası Genel Sekreteri), Aleksandar Dimitrov (Makedonya Mühendislik Enstitüsü Başkanı), Mihai Mihaita (Romanya Mühendislik Birliği Başkanı), Christos Efthyvoulou (Kıbrıs Teknik Odası Başkanı), Vasil Sgurev (Bulgaristan Bilim ve Mühendislik Birliği Federasyonu Başkanı), Fatos Dega (Arnavutluk Makina Mühendisleri Odası Başkanı) katıldı.
Mart 2009‘da İstanbul‘da toplanacak Copisee gündeminde, "Su sorunu ile Copisee‘nin İç İşleyişi" konuları bulunuyor.
Mehmet Soğancı toplantıda Copisee bileşenlerine de özel oturum düzenleyecekleri TMMOB İklim Değişimi Kongresine katılım çağrısında bulunarak, "İklim değişimi ve TMMOB Görüşü" başlıklı aşağıdaki konuşmayı yaptı:
İKLİM DEĞİŞİMİ ve TMMOB GÖRÜŞÜ
Küresel ısınma ve devamı iklim değişimi endişelenmeyi gerektirmeyecek kadar uzak ya da belirsiz bir gelişme olarak görülebilir. En azından, soğuk bir kış gününde birkaç derecelik ısınmanın o kadar da kötü olmadığını düşünebilir ve iklim değişimine ilişkin uyarıları, yaşam biçimlerimizi değiştirmek için geliştirilen çevreci korkutma taktikleri olarak algılayabiliriz. Ama az da olsa medyayı izliyorsanız insanlığı tedirgin eden çevresel haberleri göreceksiniz. Bunda da öne çıkan, sıkça duyduğumuz bir kavram var: Sera gazı emisyonları, sera etkisi.
NEDİR SERA ETKİSİ?
Sera gazları, ısıyı dünyanın atmosferine hapseden gazlara verilen isim. Güneş ışınları yeryüzüne düştüğü gibi, yeryüzü de belli miktarda enerjiyi uzaya geri yansıtmaktadır. Atmosferde yer alan çeşitli molekül kümelerinden oluşan ve karbondioksit gazını da içeren koruyucu katman, uzaya doğru yansıyan radyasyonu bir süre tutarak, yeryüzünün ısınmasına neden olur. Günümüzdeki tehlike ise, karbondioksit ve diğer sera gazlarının miktarındaki artışın bu doğal sera etkisini şiddetlendirmesinde yatmaktadır. Özellikle sanayi devriminin başlangıcından itibaren sera gazlarının atmosferdeki yoğunluklarında sürekli bir artış meydana gelmiştir. İnsan faaliyetleri sonucunda meydana gelen bu artış, iklim sisteminin doğal dengesinin giderek bozulmasına neden olmaktadır. Modern insanoğlu faaliyetleri, fosil yakıtların kullanımı, ormanların yok oluşu, tarım alanlarının bozulması, bazı sınai faaliyetler büyük miktarlarda karbondioksit ve diğer sera gazlarının atmosfere salınmasına sebep olmaktadır. Bunun sonucunda dünya, güneşin altına park edilmiş bir arabanın içi gibi ısınmaktadır.
PEKİ, BU SERA ETKİSİ, DÜNYA İKLİMİNDE NE TÜR DEĞİŞİKLİKLERE YOL AÇACAKTIR?
Sera etkisi dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığını arttıracağı için, uzun vadede iklimlerde değişimler, buzulların erimesi, mevsimlerin kayması, yağış rejimlerinin değişmesi ve tarım alanlarının verimsizleşmesi gibi çok ciddi sorunlara neden olabilecektir.
Küresel ısınma ve iklim değişimi birbirini tetiklemektedir. Buna bağlı olarak meydana gelebilecek felaketler zincirinin; buzulların erimesi, deniz suyu seviyesinin yükselmesi, taşkınlar, kıyı kesimlerde toprak kaybı, temiz su kaynaklarının denize karışması ve su sorunu, yüksek sıcaklık artışıyla görülen aşırı buharlaşma ve kuraklık, yangınlar, göl ve ırmak sularında azalma, bu değişimlere dayanamayan bitki ve hayvan türlerinin yok olması ya da azalması, bazı bölgelerde aşırı ısınma nedeniyle virüs türlerinde değişiklik olması ve salgın hastalıkların gelişmesi, oluşacak göç dalgasıyla yerel ve global ölçekte taşıma kapasitesinin aşılması ve bunun sonucunda sorunların yaygınlaşması şeklinde seyredeceği ileri sürülmektedir.
Küresel ısınmanın etkileri, şimdiden Bangladeş, Maldiv Adaları, Pakistan ve Endonezya‘da toprak kayıplarıyla kendini göstermektedir. Küresel ısınma ve iklim değişiminin sosyo-ekonomik ve politik boyutu da göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir.
ELBETTE TÜRKİYE DE BU ISINMADAN ETKİLENECEK.
Küresel ısınma sonucu ülkemizde beklenen en önemli sorun, su sorunudur. İklim değişimi öncelikle yağış rejimini değiştireceğinden su kaynakları potansiyel ve kullanılabilir miktarlarında değişecektir. Ülkemiz su zengini bir ülke değildir. Ancak akıllı politika ve ugulamalarla su miktarı bakımından kendisine yeterli bir ülke olması mümkün olabilir. Uygulanan vahşi sulama vb yanlış politikalar sonucu bazı bölgelerde büyük sıkıntılar çekilmektedir. Meteorolojik süreçler bakımından kurak ve ıslak yılların yaşanması olağan durumlardır. Ölçüm sonuçları da ülkemizdeki su rejimlerinin yıllara göre çok farklılıklar gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bu anlamda bakıldığında son yıllarda büyük şehirlerde ortaya çıkan su sorununu iklim değişimine bağlamak doğru değildir. Bu sorunun yaşanmasında, kuraklığın etkisinden daha fazlası, şehirleşme politikaları gibi politikalarla su havzalarının yok edilmesinin yanı sıra, su teminine yönelik gerekli planlama ve yatırımları zamanında yapmayan yönetimlerin katkıları çok büyüktür. İklim değişiminin gelecekteki etkileri dikkate alınarak bu konuda toplumsal çıkarı gözeten politikalar yaşama geçirilmelidir.
Küresel ısınmanın, ülkemizde tarım ve orman ürünlerinde azalışa, su kaynaklarının rejiminin değişmesi sonucu enerji sıkıntısına ve kuraklık çeken bölgelerden diğer bölgelere doğru nüfus hareketine neden olması beklenmektedir.
Çevre ve Orman Bakanlığı verilerine göre; Dünya‘da sera etkisi yaratan çevre sorunlarının %46‘sı enerji tüketimi, %24‘ü sanayi faaliyetleri, %18‘i ormansızlaşma, %9‘u tarım ve %3‘ü de diğer kaynakların yarattığı emisyonlar nedeniyle oluşmaktadır. Türkiye‘de sera gazı emisyonlarının sektörlere göre dağılımında,enerji %77‘lik payla birinci sırayı almakta,enerjiyi %9‘luk paylarla sanayi ve atık bertarafı, %5‘le tarım izlemektedir. Buradan anlaşılmaktadır ki; sorununun en önemli nedeni enerji tüketimidir. Enerji üretim sistemlerinde kullanılan yakıt türüne bağlı olarak da çevre sorunları artmaktadır.
İKLİM DEĞİŞİMİNDEKİ GELİŞMELER NELERDİR? KYOTO NE ANLAMA GELMEKTEDİR?
BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), 2001‘de yayımladığı ve bir dönüm noktası oluşturan raporda, geçtiğimiz yüzyıldaki ısınmanın çok büyük ölçüde insan etkinliğinden kaynaklandığını açıkladı.
Küresel ölçekte, içinde bulunduğumuz yüzyılın en çetin çevre sorunlarından biri olduğu bilindiği halde Türkiye‘nin "küresel iklim değişimi" karşısında, siyasi parti ve siyasi irade programlarına yansıyan bir politikası yoktur.
İklim değişiminin şiddetlenen etkilerini hafifletebilmek ve gelecek on yılları kazanabilmek için Türkiye‘nin de tüm dünya ile birlikte uluslararası anlaşmalara tabi olması bir zorunluluktur.
Uluslararası anlaşmalar denince akla hemen KYOTO Protokolü geliyor. Ancak, Kyoto bir başlangıç değil, son çare olarak gelinen noktadır.
Yıl 1988, TORONTO‘da düzenlenen "Değişen Atmosfer" konulu konferansta karbondioksit emisyonlarının 2005 yılına kadar yüzde 20 azaltılması önerilmiş.
Yıl 1994, AOSİS‘e üye olan Pasifik ve Karayipler‘de bulunan 39 küçük ada devleti Barbados‘da yaptıkları toplantıda, karbondioksit salımlarını 2005 yılına kadar 1990 düzeyine göre yüzde 20 azaltmayı talep etmiştir. Toronto konferansındaki talep Amerika, Japonya ve Rusya dışındaki ülkeler tarafından olumlu karşılanmasına rağmen bu konuda herhangi bir adım atılamamıştır. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin yetersiz kaldığının görülmesi üzerine KYOTO protokolü hazırlanarak, 1997 yılında imzaya açılmıştır. KYOTO protokolüyle, sera gazı emisyon değerlerinin, 2008-2012 yılları arasında 1990‘daki seviyesinden % 5,2 oranında aşağı çekilmesi hedeflenmektedir. Ancak Kyoto Protokolü‘nün yürürlüğe girebilmesi, 2005 yılında Rusya‘nın da protokolü imzalaması ile mümkün olmuştur. Çünkü Protokolün yürürlüğe girmesi, sera gazı emisyonlarının en az yüzde 55‘inden sorumlu olan 55 ülkenin onayına bağlı idi. Yani Protokol, imzaya açılmasından yaklaşık 8 yıl sonra ancak yürürlüğe girebilmiştir ve 2012 yılında yükümlülük dönemi sona erecektir.
Protokolün yürürlüğe giriş tarihi bile, aslında küresel ısınmanın başlıca faili gelişmiş ülkelerin protokole hangi açıdan baktıklarını anlamak için yeterlidir. Esneklik mekanizması karbon ticaretini mümkün kılmaktadır. En önemli amacı karbondioksit emisyonlarını azaltmak olan bir protokolün, karbon ticaretine, başka bir deyişle, havanın kirletilmesinden kazanç sağlanmasına izin vermesini anlamak mümkün değildir.
Bu anlamda emperyalist güçlerin tamamen kendi çıkar politikalarına göre şekillendirdikleri, amacından sapmış ve işi "karbon ticareti"ne dönüştürmüş bu protokolü desteklemek veya onay vermek mümkün değildir. Ancak iklim değişiminin önlenmesine yönelik alınacak her türlü önlem, ülkelerin insanlığa karşı birinci görevidir. Ve bu, Kyoto‘ya bağlı kalınmadan da yapılabilir. Yeter ki ekonomik kaygıları bir kenara bırakalım.
TMMOB TÜRKİYE‘DE NE ÖNERMEKTEDİR?
Kamuoyu ve halk, küresel ısınmayı ve bağlantılı olarak iklim değişimi sorununu ciddi bir şekilde gündemine alıp bu yönde sürekli bir baskı haline gelmedikçe siyasi iktidarlar, iklim değişiminin nedenlerinin zayıflatılması ve etkilerinin hafifletilmesi yönünde ciddi bir çalışmaya kendiliğinden girmeyeceklerdir. Yaşadığımız "karbon ekonomisi"nde, karbon emisyonlarının azaltılması son tahlilde kaçınılmaz ekonomik maliyetlere yol açmakta, enerji, su ve tarım politikalarında ise çeşitli çıkar gruplarının hiç de hoşlanmayacağı karşı-teşviklerin uygulanmasını gerektirmektedir. Daha fazla kar dürtüsünün ve neoliberal iktisat politikalarının egemen kılındığı bir ekonomik modelde bunların dışında, insana değer veren bir politikanın yaşama geçirilmesini beklemek ne yazık ki doğru olmayacaktır.
Bizlerin iklim değişimiyle ilgili tavrı ise bunun tam tersi olmalıdır, çünkü bireysel önlemler çok değerli olmakla birlikte yalnızca bu önlemlere dayanarak kazanılacak mesafe çok kısadır. Belki yapılacakların başında, enerji verimliliği uygulamalarını yaygınlaştırma, fosil yakıtlar karşısında temiz enerjinin teşvik edildiği, fosil yakıt tüketen enerji tesislerinin atıklarını asgari düzeye düşürmeye zorlandığı bir politik ortam yaratmak gelmelidir. Sektörel, bölgesel ve yerel hedefler benimseyip bunları izlemekle, hedefe giden yolu denetlemekle yükümlü örgütsel yapılar inşa etmekle işe başlayabiliriz. Bu konuda merkezi kurumların yanı sıra belediyelere, meslek örgütlerine çok fazla iş düşecektir. Belki de kuracağımız yerel insiyatiflerle çok işler yapabilir, kamuoyu baskısı yaratabiliriz.
Nasıl "Başka Bir Dünya Mümkündür" diyorsak ve bu amaç için mücadele ediyorsak, aynı şekilde "başka bir İklim Mümkün " demeli ve insanı ve doğayı gözeten bir iklim için mücadele etmeliyiz.
Mehmet Soğancı
TMMOB
Yönetim Kurulu Başkanı