HKMO'DAN SUSUZLUK VE SU POLİTİKALARI AÇIKLAMASI

20.07.2007

Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, Türkiye genelinde yaşanan su sıkıntısı üzerine 20 Temmuz 2007 tarihinde bir basın açıklaması yaptı.

TÜRKİYE‘Yİ SUSUZ GÜNLER

DÜNYAYI SU SAVAŞLARI BEKLERKEN !

Yaşam suda başladı, medeniyet su kıyılarında gelişti,

şimdi medeniyet su için bitmesin!

Yaşam kaynağımız olan sudan yoksun kalacağımızın belirtileri açık hale gelmeye başlamıştır. Basında her gün birkaç sütunun su sorununa ayrıldığı şu günlerde, İstanbul ve Ankara, su kıtlığının yakın zamanda yaşanacağı kentler olması dolayısıyla ilk sıralarda yer almaktadır. Basında çıkan haberlerin kaynağı, verdikleri bilgiler sürekli değişmekte, halkın aydınlatılmasından çok kafaların karıştırılmasına yönelik olduğu izlenimini vermektedir.

Basına yansıdığı şekliyle Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi yetkililerinden yapılan açıklamaya göre Ankara‘barajlardaki doluluk oranının % 8‘lerde olduğu ve Ankara‘nın 80 günlük suyu kaldığı ifade edilmektedir. Bir televizyon kanalının verdiği bilgilere göre ise Ankara‘daki barajlardaki doluluk oranının her gün % 1‘lik bir azalış göstermekte olduğu ve % 8‘lik oranın, % 6‘lara kadar düştüğü görülmektedir. Buna göre, Ankara‘nın, ASKİ yetkililerinin 80 günlük tahmininden çok daha kısa bir süre içerisinde susuz kalacağı düşünülebilir.

Durum, basında çıkan haberler ile iyice karmaşık hale gelmeye başlarken, yetkili ağızlardan hala soruna karşı bir çıkış yolu, öneri ya da bilgi gelmemektedir. Gelen görüşler ise, sorunun odağını saptırmaya yönelik bir istikamet içermektedir. İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Yönetimi Toplantısı‘nda hükümetin görüşlerini dile getiren ilgili Bakanlar, sorumluluğu herkese ama bilhassa içme suyu tüketicilerine yıkmaktadır. Bakan Pepe, "Türkiye‘de bazı şehirlerde içme suyu barajlarındaki su seviyesi bugün alarm vermektedir. Bu konuyla alakalı herkese sorumluluk düşüyor. Kime düşüyor? Ev hanımı Ayşe Teyzeye, ilkokul öğrencisi Hasan‘a, kamyon şoförü Mehmet‘e düşüyor, köylü Ali amcaya düşüyor" demektedir. Su tüketiminin % 70‘inin tarımsal sulamaya harcandığı ülkemizde, kıtlığın nedenini içme suyu tüketicilerine yüklemek ve çözümü içme suyunda tasarrufta aramak konuyu saptırmaktan öteye geçemez. Diğer taraftan, su kıtlığının küresel ısınma başlığı altında tartışılması da yöneticilerin bugüne kadar almadıkları tedbirlerin pas pas altı edilmesinin bir yoludur.

Bugüne kadar gerekli önlemlerin alınmadığı su konusunda, bugün de muammalı bir sürece tanık olunmaktadır. Her ne kadar ASKİ yetkilileri 80 günlük suyun olduğunu belirtseler de, barajlarda % 8‘lik doluluk oranının olduğu bu günlerde su kesintisine gidilmemesinin nedeni açıklanmalıdır. Ağustos ayında yağış beklenmediğine göre, yetkililer neyin planını yapmaktadır? 2003 yılında bitirilmesi planlanan Gerede Projesi‘nin ilk aşamasının hayata geçirilememesi ve ikinci seçenek olarak sunulan ama şimdi su sıkıntısının kapıda olduğu günlerde acil gündeme alınarak, bir takım riskleri içerisinde taşıdığı halde hayata geçirilmek istenen Kızılırmak nehri ile ilgili proje de yargı tarafından durdurulmuştur. Kanalizasyon ve endüstriyel atıkların karıştığı Kızılırmak suyunun bu sakıncalarına rağmen gündeme getirilmesi ve buna karşı yargının yürütmesinin durdurulması kararının suçlu gösterilmesi siyaseten etik değildir. Sorunlara çözüm bulmak yerine, suçlu bulma yarışına giren yetkililer, her fırsatı değerlendirmekte, kendi plansızlıklarının üstünü kapatmaya çalışmaktadırlar. Medeniyetlerin beşiği, kültürel mirasımız İstanbul da her geçen gün tahrip edilmekte, çarpık kentleşmenin yanında su sorunu gibi bir çok sorunla karşı karşıya bırakılmakta, bu sorunların çözümleri için ise yeterli girişim yapılmamaktadır. İstanbul gibi bir kültür kentinin susuzluk sorununu yaşamaması için Melen Çayı Projesi de ivedilikle hayata geçirilmelidir.

Plansızlık ile bugüne gelinmesinin tek sorumlusu olan, şimdi ise sorumluluğu doğa olaylarına ya da ilahi bir takım nedenlere bağlayan yetkililer halka bir açıklama borçludur. Bunun da ötesinde, sürecin bu şekilde devam etmesi su yönetimi konusunda yaşanan sıkıntılara yenilerinin ekleneceğini göstermektedir.

1980 sonrası neo-liberal politikalar çerçevesinde yaygınlaşan özelleştirmelerde; fabrikalar ve gayrimenkullerden sonra sıra doğal kaynaklara gelmiştir. Petrol ve doğalgazdan da önemli hale gelen, gelecek olan suda bu politikaların, yerleşmeden önce, kamu yararı ve kamu hizmeti bağlamında tekrar gözden geçirilmesi gerekmektedir. Türkiye‘nin neo-liberal politikaların uygulayıcısı haline geldiği günümüzde, bu politikaların savunucu aktörlerinin su konusu hakkında söylediklerine bakıldığında, belli noktaların ön plana çıktığı görülmektedir. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Dünya Bankası‘nın görüşleri entegre havza temelinde, uluslararası işbirliğinin ve işletmede kamu-özel ortaklıklarının kurulması üzerinde yoğunlaşmaktadır. Avrupa Birliği Su Çerçeve Direktifi, Dünya Bankası katılımcı su özelleştirme projeleri ve Birleşmiş Milletler ve hatta uluslararası sivil toplum kuruluşlarının üzerinde birleştikleri entegre havza temelinde kamu-özel ortaklıklarını iyi okumak gereklidir. Nitekim, İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temini Projesi (Yuvacık Barajı), Antalya Su ve Atıksu Genel Müdürlüğü‘nün görev ve sorumluluklarının Fransız şirketi ANTSU‘ya devri, Çeşme Alaçatı Su Temini ve Kanalizasyon Projesi1, Dünya Bankası kredileri ile hayata geçirilmiş, projeler ile gelen su özelleştirmelerinin, su fiyatlarında artışlar, yatırımların gecikmesi, belli kesimlerin su hizmetinden yararlanamaması ve uluslararası tahkim gibi sıkıntıları rahatlıkla görünür hale gelmiştir. Avrupa Birliği sürecinde Fırat ve Dicle nehirlerinin özelleştirilmesi de gündeme gelecektir. Su yönetiminde de daha önceki özelleştirmelerde yapıldığı gibi kamu yönetiminin verimsizliği ve etkinsizliği iddiaları ortaya çıkarılacaktır. "Özelleştirmedik tek yer bırakmayacağım" diyen Maliye Bakanı‘nın ve bu yaklaşımın su yönetimini de özelleştirmek için girişimlerde bulunacağı beklenmedik bir durum olmayacaktır. Su özelleştirmelerinin sonucu ise suyun bir meta haline gelmesi, fiyatlandırmada artışlar ve halkın sadece belli bir kesiminin suya erişimi ve uluslararası su tekellerinin su yönetiminde başat hale gelmesi ile uluslararası tahkim süreçleri olacaktır.

Seçim öncesinde sudan sebeplerle meşgul edilen gündemde, uluslararası alanda 1970‘lerden bu güne tartışılan ve her ülkenin politikalarını geliştirip, uygulamaya koyduğu su konusunda çözümler aranmaya, ele alınmaya başlanmalıdır. Basında, sanki sadece bu yılın sorunuymuş gibi yansıtılan ve hafife alınan su sorununda asıl nokta bu yılın nasıl geçeceği değil, suyun her geçen gün azaldığı dünyada, suyun nasıl yönetilmesi gerektiği olmalıdır. Nitekim, 2002 yılında, su sorunun günlük, yıllık kısa vadeli bir gündem başlığı olmadığı egemenler tarafından dile getirilmektedir: "21. yüzyılda uluslararası ilişkileri ne silah, ne teknoloji belirleyecek. 21. yüzyılın uluslararası ilişkilerini ve savaş nedenlerini belirleyecek olan unsurlar: su, tarım ve enerjidir."

Su zengini ülkelerin bile çoktan tartışmaya açtığı su sorununa Türkiye gibi yakın zamanda su kıtlığı çekecek bir ülkenin uzak kalması büyük bir yanlıştır. Başka çözümlerin ve planların parçası olmayı beklemek de, halkın çıkarlarına ters bir yaklaşımdır. Bu nedenle, su konusunda uzmanların, akademisyenlerin ve demokratik kitle örgütlerinin görüşleri dikkate alınarak, konu hakkında gerekli tedbirlerin bir an önce alınması gereklidir. Örneğin, su konusunda eşgüdümü ve kontrolü sağlayacak bakanlık nezdinde bir teşkilatlanmanın gereği ve su politikalarının netleştirileceği su yasası gibi temel girişimler üzerinde durulmalıdır. 2009 yılında İstanbul‘da gerçekleştirilecek olan Dünya Su Forumu‘nun beşincisinde, Türkiye, özelleştirmelerde öne çıkan ülke olarak değil, küresel aktörlere ve dünyaya su yönetiminde kamu yararına çalışan, verimli, etkin bir model ile temsil edilmelidir.

Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası olarak su politikalarında kırmızı çizginin, halk yararı ve doğal kaynakların korunması olması gerektiğini; su yönetiminde özelleştirmelerin bu yönde bir seçenek olmadığını biliyor, bu nedenle, acil olarak kamu yararına, kamu hizmeti anlayışıyla doğal kaynaklarımızdan suyun korunması ve kullanılmasında gerekli tedbirlerin alınması gerektiğini belirtiyoruz. Su havzalarının temelini oluşturan ormanlarımız, meralarımız, yaylak ve kışlaklarımızın yok edilmesiyle ülkemizin susuzluk yanında erozyon ve çölleşme gibi çok önemli sorunlarla karşı karşıya kalacağını ve diğer yandan gerekli önlemlerin alınmaması durumunda iklim değişiklikleri nedeniyle çok daha geniş bir bölgede insan ve doğal yaşamın geliştirilmesi şöyle dursun, korunması ve sürdürülmesi bile olanaksız hale geleceğini bir kez daha hatırlatıyoruz.

TMMOB HARİTA VE KADASTRO MÜHENDİSLERİ ODASI