MUĞLA'DA "TÜRKİYE'DE ENERJİ POLİTİKALARI, HİDROELEKTRİK SANTRALLER VE ÇEVRESEL ETKİLERİ PANELİ" DÜZENLENDİ

20.02.2011

TMMOB Muğla İl Koordinasyon Kurulu, “Türkiye’de Enerji Politikaları, Hidroelektrik Santraller ve Çevresel Etkileri” üzerine 19 Şubat 2011 tarihinde İl Özel İdaresi Konferans Salonu’nda bir panel düzenledi.

 

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı‘nın açılış konuşmasıyla başlayan ve Harita Mühendisleri Odası Eski Başkanı Hüseyin Ülkü‘nün yönettiği panelde; Prof. Dr. Beyza Üstün (Yıldız Teknik Üniversitesi), Doç. Dr. Harun Kemal Öztürk (Pamukkale Üniversitesi), Kemal Bekir Ulusaler (EMO Enerji Çalışma Kurulu), Tahir Öngür (Jeoloj Yüksek Mühendisi) konuşmacı olarak yer aldılar.

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı‘nın panelin açılışında yaptığı konuşma şöyle:

Değerli Konuklar
Sevgili Arkadaşlar

Öncelikle hepinizi TMMOB Yönetim Kurulu adına saygıyla, sevgiyle, dostlukla selamlıyorum. Bugün bizleri burada buluşturan etkinliğin düzenleyicisi Muğla İl Koordinasyon Kurulumuza ve Muğla‘daki birimlerimize ayrıca teşekkür ediyorum.

Panelimizin adı "Enerji Politikaları, Hidroelektrik Santraller Çevre". Gerçekten son yıllarda gündemden hiç düşmeyen bir konu enerji, yenilenebilir enerji kaynakları ve tabi ki hidroelektrik santraller.

Enerji konusu TMMOB‘nin de gündeminde önemli bir yer tutuyor. TMMOB‘nin enerji üzerine ciddi bir fikri takip içerisinde olduğunu söylemem gerekiyor. Bugüne dek Birlik ortamında gerçekleştirdiğimiz enerji sempozyumları ki, bu yıl 8‘incisini düzenleyeceğiz; yayımladığımız enerji raporları, enerji konusunda farklı alanlara ilişkin çalışma komisyonlarımızın hazırladığı raporlar, basın açıklamaları TMMOB‘nin çalışmaları arasında önemli bir yere sahip.

Sevgili Arkadaşlar

Ben öncelikle, TMMOB‘nin enerji konusundaki görüşlerine bir giriş olması açısından 2006 yılında yayımladığımız enerji raporumuzdan önerileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Raporumuzda demişiz ki:

"Enerji kaynaklarına yönelik potansiyelimiz gerçekçi bir yaklaşımla ortaya konulmalıdır.

Kömür ve petrol aramalarına önem verilmeli, kaynak ayrılmalıdır.

Jeotermal potansiyelimiz özellikle sanayi, konut, tarım ve turizmde ivedilikle değerlendirilmelidir.

Talep tahminleri gelişmiş ülkelerin modellerine göre değil ülkemiz özgün koşullarına göre geliştirilecek modellere göre yapılmalıdır.

Rüzgâr, biomas-biokütle ve güneşe yönelik gelecek kurgusu mutlaka yapılmalı, toplam elektrik enerjisi içindeki payları süreç içerisinde arttırılmalıdır. Özellikle güneş enerjisine yönelik şimdiden bütçeden AR-GE çalışmaları için pay ayrılmalıdır.

Yıllar itibariyle ithal enerji kaynaklarına bağımlılık aşağı çekilmeli, yeni doğalgaz kontratları yapılmamalıdır.

Verimlilik, etkin kullanım ve tasarruf enerji projeksiyonları içerisinde yer almalıdır.

Kayıp-kaçaklar OECD ortalamalarına çekilmelidir.

Öz kaynakların (finansman kaynaklarının ve rezervlerin) en iyi şekilde değerlendirilmesi temel ölçüt alınarak, ülke düzeyinde enerjinin öncelik ve gereksinimlerinin tartışılıp, üzerinde tüm kesimlerce uzlaşılan enerji plan ve politikaları belirlenmelidir.

Enerji üretiminde ulusal kaynaklara ve yenilenebilir enerji kaynaklarına ağırlık verilmelidir. Ülkemizde güneş, rüzgâr, jeotermal, biyogaz, biokütle, hidrojen vb. enerji kaynaklarının, şu an yeterince değerlendirilmeyen mevcut potansiyelleri, verimli bir şekilde değerlendirilmeli, yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının desteklenmesi için düzenlemeler bir an önce yaşama geçirilmelidir.

Tüketim ve üretim projeksiyonları sağlıklı saptanmalı ve nesnel ölçütlerle modeller geliştirilmelidir.

Enerji güvenliğini sağlayacak politikaların geliştirilerek uygulanması, denetlenmesi ve çevrenin korunması katılımcılığı teşvik eden şeffaf yönetimler eliyle yapılmalıdır.

Teknik ve ekonomik fizibilite, çevre etki değerlendirme, teknoloji seçimi, yatırım, işletme aşamaları ve tüketici bilincinin yükseltilmesi için her seviyede kadroların yetiştirilmesi ve sürekli eğitimi şarttır. Çevre koruma ve enerji tasarrufu bilinci geliştirmeye ilköğretimden başlanmalıdır. Üniversitelerde, kamuda ve özel sektörde teknoloji geliştirme amaçlı araştırma- geliştirme çalışmalarına ağırlık verilmelidir."

Sevgili Arkadaşlar

Nüfus artışı, teknolojinin ve sanayinin gelişimine paralel olarak artan enerji ihtiyacı ile bunun bir sonucu olan çevre sorunları ve küresel iklim değişimi gündemimizden hiç düşmüyor. Bunlarla beraber tartıştığımız konulardan biri ise yenilenebilir enerji kaynakları.

İklim değişimi üzerinde insan kaynaklı etkilerin hızlı bir şekilde artması, yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım konusunda teşvikleri de gündeme getirmiştir. Kısmen yenilenebilir enerji olarak değerlendirilen enerji kaynaklarından birisi olan hidrolik enerji potansiyelinin geliştirilmesi ve değerlendirilmesi için de çalışmalar hızlanmıştır. Ancak yapılanların gerçekte bu konuyla ilgili olmadığı yaşanan süreçten ve sonuçlardan kolayca anlaşılmaktadır.  HES‘ler 80 sonrası Türkiye‘de hakim kılınan ve AKP eliyle güçlendirilen neoliberal politikaların bir sonucudur.

Yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları, iklim değişimine neden olan sera gazlarının ve enerji alanında dışa bağımlılığın azaltılması bakımından önemlidir. Bu açıdan bakıldığında hidrolik enerji, yararlanılması gereken öncelikli kaynaklarından biri olarak değerlendirilmektedir. Ancak, hidrolik enerji üretiminde havza ve ilişkili havzalar bir bütün olarak değerlendirilmek koşuluyla, su kullanım önceliklerine göre, doğal yaşam, kültürel değerler ve sosyal olgular mutlaka dikkate alınmalıdır.

Türkiye‘de hidrolik enerji potansiyelinin yeterince değerlendirilmediği tartışmaları uzun yıllardır devam etmektedir. TMMOB hidrolik enerjiden yararlanılması gerektiğini geçmişte sürekli gündeme getirmiştir ve bu konuda düşüncelerini açıklamıştır. Ancak uzun yıllardır TMMOB‘nin söylediklerini dikkate almayan siyasal iktidarlar, bir anda "hidrolik enerji konusunda yapılması gerekenlerde geç kalınmıştır" söylemiyle hızlı adımlar atmaya başlamışlar.

2001 yılında çıkarılan 4628 Sayılı Kanun ve 2003 yılında yayınlanan Su Kullanım Anlaşması ile hidrolik enerjinin serbest piyasa kurallarına göre değerlendirilmesi konusunda önemli adımların atıldığı bilinmektedir. Ancak bu sürecin, havza planlamasından kopuk bir çalışmanın yürütülmesinin yanı sıra, kamu yararı ve yatırımcılar açısından da birçok sorunu barındırdığı görülmektedir.

Projelerin ilk girdilerini oluşturan hidrometrik ölçümlerin yeterli zaman periyodunda ve temsiliyette olmaması nedeniyle, yapının ekonomik ve çevreye uyumlu olamayacağının ortaya konmasının yanı sıra özellikle biriktirmeli yapılarda çok daha farklı kaza risklerini doğuracağı bilinmektedir. Burada oluşacak kazaların, kentlerimizin sular altında kalmasına, can ve mal kayıplarının oluşmasına neden olacağı açıktır.

Bu açıdan bakıldığında teknik olarak çalışmaları yeterli olmayan tesislerin yapılmasının enerji üretimi için katkısı olmayacağı gibi toplumsal, kültürel, ekonomik ve ekolojik olarak da zararlı olacağı bilinmelidir.

Değerli Arkadaşlar

Son yıllarda, halk arasında HES‘lere karşı artan tepkiler ÇED‘lerle giderilmeye çalışılmaktadır. Oysa çevresel etki değerlendirme raporlarının kendileri bilimsel ve teknik olarak sorunludur.

HES‘lerin sadece enerji amacına ilişkin projeler özelinde değerlendirmelerle ele alınmasının doğru olmadığı; havza bazında, havza özelliklerinin korunması öncelikli olmak üzere, suyun kullanım önceliğine göre planlama yapılmasının zorunlu olduğu açıktır. Ancak bu durum, 4628 Sayılı Kanun ile fiilen ortadan kaldırılmıştır.

HES‘ler konusunda yapılan tartışmalar karşıt ya da taraf olmak gibi yanlış ve yanlı yönlendirmelerle gündeme alınarak özünden saptırılmaktadır.

HES‘ler sadece maksimum enerji üretimine bağlı değil, havzanın bütünü, ekolojisi ile ele alınarak değerlendirilmek zorundadır. Bir havzada ardışık yapıların her biri için ayrı ÇED değil, bütünleşik değerlendirme yapılması gereklidir. Eğer havzalar arasında etkileşim söz konusu ise diğer havza ya da havzaların etkileri de değerlendirmeye alınmalıdır. Günümüzdeki uygulamalar bu anlayışlardan çok uzaktır.

Sevgili Arkadaşlar,

Ülkemizin hidroelektrik potansiyeli için ortaya konan 125 bin MW‘lık kurulu güç değeri tartışmalıdır. Çünkü bu hesaplama genel yaklaşımla ortaya konmuştur. Gerçekte böyle bir değerin çok yüksek olduğu mevcut ve geliştirilen projelerle değerlendirildiğinde kolayca anlaşılabilmektedir. Genel ifadelerle ortaya konan rakamlar üzerinden yapılan değerlendirmeler, günümüzde HES uygulamalarına karşı oluşan toplumsal baskıyı sönümlemek için de kullanılmaktadır. Bir yandan su doğadan ayrıymış gibi gösterilerek, "su boşa akmaktadır" ifadeleriyle, diğer yandan iklim değişiminin önlenmesi için karbon emisyonlarının azaltılması gerekçesiyle HES‘ler üzerinden yürütülen politikalar özünden saptırılmış durumdadır. Su kendi doğasıyla birlikte değerlendirilmek koşuluyla, enerji alanında su gücünden yararlanılması gerekir.

4628 sayılı yasa ve Su Kullanım Anlaşması sonrasında kısa zamanda çok sayıda HES projesi ortaya çıkmıştır. Kısa bir sürede tüzel kişilerce 1200‘den fazla projenin ortaya konması piyasanın serbestleşmesinin katkısı olarak algılanabilir. Oysa bir projenin gerçekten proje olabilmesi için hidrometrik ölçümleri süresinin yeterli ve temsili olması gerekirken 1200‘den fazla projeden kaç tanesi için bu bilimsel ve teknik yeterlilikten söz edebiliriz.

Sevgili Arkadaşlar,

4628 Sayılı Kanun sonrasında, EİE ve DSİ tarafından üretilen yaklaşık proje sayısı 259 adet olup toplam kurulu gücü 4.857 MW‘dır. Tüzel kişilerce ortaya konan yaklaşık 1209 projenin kurulu gücü de 8.200 MW‘dır. Toplam 1935 tesisin kurulu gücü 78.411 MW‘a ulaşmaktadır. Projelere bir bütün olarak bakılması, kamu ve tüzel kişilerce ortaya konan projelerin çevresel ve toplumsal etkileriyle birlikte değerlendirilmesi zorunludur. 

4628 Sayılı Kanun‘da gündeme getirilen değişiklik önerisiyle; kurulu gücü azami beş yüz kilovat olan üretim tesisleri lisanssız yürütülebilecek faaliyetler başlığı altına alınmaktadır. Kanunun bu şekilde değiştirilmesi durumunda sadece HES olarak en az 10 bin civarında tesisin daha gündeme geleceği açıkça görülmektedir.

4628 Sayılı Kanun‘da değişiklik beklenirken, 3 Aralık 2010 tarihinde Elektrik Piyasasında Lisanssız Elektrik Üretimine İlişkin Yönetmelik yayımlanmış ve kurulu gücü 0,5 MW altında olan tesisler her türlü işlemden muaf olacak şekilde tanımlanmıştır. Söz konusu tesisler için ÇED raporları istenemeyeceğinden, yaşanabilecek sorunların boyutlarının da çok daha yıkıcı olacağını söylemek yanlış değildir.

Kurulu gücü 25 MW‘dan daha büyük olan HES‘ler için ÇED zorunludur. 0,5 MW ile 25 MW arasındaki HES‘ler için ise ÇED gerekli kararı verilir ise ÇED raporu hazırlanacaktır. Ancak bu konudaki örneklere bakıldığında toplumsal muhalefetin olduğu bölgelerde "ÇED gereklidir" kararları verildiği, toplumsal muhalefetin olmadığı durumlarda ise ÇED raporlarına gerek duyulmadığı görülmektedir.

Enerji alanında ÇED hazırlanmış olan proje sayılarına bakıldığında 320 tesis yerinin hepsi için olumlu ÇED raporu verilmiştir. Hiçbir olumsuz ÇED yoktur.

Sonuç Olarak

Suya dayalı bütün projeler, su kirliliğinin her geçen gün arttığı gerçeğinin yanı sıra iklim değişiminin de su kaynakları üzerindeki etkisi dikkate alınarak, havzadaki su gereksinimleri bir bütün olarak değerlendirilmek suretiyle, kültürel ve ekolojik önceliklere göre yapılacak olan bir havza planlaması sonucu üretilmelidir. Mevcut HES‘lerin projelendirilmesi bu konulardan uzaktır.

Havza planları, havzanın ekolojik ihtiyaçları doğrultusunda yapılmalıdır.

HES projesi diye ortaya konan birçok proje mühendislik gerçeklerinden uzaktır. Mevcut kurulu gücünü çalıştırmayacak ve belirtikleri enerjilerin yarısından daha azını bile üretemeyecek ve hatta hiç enerji üretemeyecek HES‘ler ile karşılaşacağımız açıktır. Ayrıca bu HES yapılarının birçoğu taşkınlardan doğrudan zarar göreceği gibi çevresine de zarar verecektir.

HES‘lere ilişkin izlenen sürecin fizibiliteden itibaren yanlış olduğu bilinmektedir. Ancak hiçbir önlem alınmamaktadır.

Havzalardaki yapılar birbirinden bağımsızmış gibi değerlendirilmektedir. Oysa herhangi bir havzadaki yapıların ÇED değerlendirmeleri bütünleşik olarak yapıldığında, etkileri gerçekçi olarak ortaya konabilir.

ÇED ve Su Yapıları Denetim Yönetmelikleri işin özünden uzak, sadece toplumsal baskılamayı ertelemek ya da susturmak için işleyen süreçlerdir.

Günümüzde ÇED, bir formalitenin yerine getirilmesi olarak işlem gördüğünden, yatırımcılar için de gereksizce işleri uzatan işlemler olarak algılanmaktadır.

Yıllardır, ülkemizdeki hidrolik enerji potansiyelin değerlendirilmesini savunan birçok kurum ve kişi ortaya konan bu durum karşısında şaşkındır.

Mühendislik kriterlerinden uzak olarak ortaya konan bütün HES projeleri durdurularak, ekolojik gereksinimler ve toplumsal fayda gözetilerek havza planlaması yapılmak koşuluyla toplumsal projelere yönelinmelidir.

HES‘ler "çanta ticareti"  konumundan kurtarılmalıdır.

Lisanssız Elektrik Üretimine İlişkin Yönetmelik ile kurulması muhtemel en az 10.000 "sözde HES" projesi, hidrolik enerjiden akılcı şekilde yararlanmanın tüm yollarını tıkayacaktır.

YİD ve Yİ sürecinde yaşanan sorunları çözmeden 4628 Sayılı Kanun ile başka bir sorun alanı oluşturulmuştur. Buradaki sorunlar katlanarak devam ederken lisanssız üretim ile daha da büyük bir sorun ortaya çıkarılmıştır.

Ekolojik gerçekler ve kamu yararı göz ardı edilerek ortaya konan HES projelerinin, enerji gereksinimin karşılanmasına katkısı olmayacağı gibi, oluşacak zararların karşılanması için de yeni kaynaklara gereksinim doğacaktır.

Bu yapılanma, enerji ihtiyacının karşılanmasını sağlamaktan çok uzaktır. Bu tesislerden söylendiği gibi bir enerji üretilemeyecektir.