ODALARDAN DÜNYA GIDA GÜNÜ AÇIKLAMALARI

15.10.2010

Gıda ve Kimya Mühendisleri Odası, 16 Ekim Dünya Gıda Günü dolayısıyla birer basın açıklaması yaptı.

GIDA MÜHENDİSLERİ ODASI BASIN AÇIKLAMASI

DÜNYADA AÇLIK BÜYÜYOR
ÜLKEMİZDE GIDA TÜKETİMİNDE DENGESİZLİKLER VAR

1970‘lerden bu yana "Açlığa Karşı" ve "10 Yıl İçinde Açlığı Bitirme"ye yönelik söylemlerle BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) nezdinde yürütülen çalışmalar beklendiği gibi sonuç vermemektedir. Bunun başlıca nedeni gelişmiş ülkelerce oluşturulan uluslararası gıda üretim ve ticaret düzeni ve bunların az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler aleyhine yarattığı yoksullaştırıcı sonuçlardır.  Dünyada bir yanda aşırı üretim ve tüketim ve sonucunda obezite önemli bir sorun alanı haline gelirken; diğer tarafta kronik açlığın devam etmesi bunun en basit göstergesidir. Belli coğrafyalardaki insanlar sürekli bir gıda yetersizliği içindedirler. Böylesi bir manzarada; kronik açlığın faturasını ne iklim değişikliğine, ne coğrafi yetersizliklere çıkartmak mümkündür. 1996 yılında 2015 yılı için dünyada aç sayısının 400-500 milyon kişiye inmesi hedeflenirken; aç sayısının şimdiden 1 Milyara çıkmış olması, önümüzdeki dönemde bu açlığı ortadan kaldırabilecek biçimde yeni politikaların benimseneceği noktasında iyimserlik yaratmamaktadır.

Biz gıda mühendisleri ağırlıkla "gıda üretim, kalite ve güvenliği" konusuna çalışmakta ve politikalar üretmekteyiz. Ancak; gıda güvencesi sağlanmadan, kaliteli gıda arzı ve gıda güvenliğinden söz edilemeyeceği açıktır. "Yeterli miktarda, uygun fiyatta ve kalitede, güvenli ve sürekli gıdaya ulaşmak" bir insanlık hakkıdır. Bunun sağlanması, ancak uzun soluklu ve kararlı politikalarla mümkün olabilecektir.

Kronik açlık henüz ülkemiz gündeminde olan bir sorun değildir. Ancak; beslenme yetersizliklerinin ve gelir dağılımındaki dengesizlikler nedeniyle yeterli gıdaya ulaşımda güçlüklerin azımsanamayacak boyutta olduğu bir gerçektir. İnsan beslenmesinde temel ihtiyaç olan hayvansal protein kaynaklarının tüketimi, gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında ülkemizde yaklaşık dörtte bir daha düşüktür. Oysa yetersiz protein alımının insanın bedensel ve mental sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olduğu bilinmektedir. Et ve süt fiyatlarını yüksek oluşu, fiyatların gerçekçi seviyelere çekilememesi ve bu yönde sağlıklı politikalar oluşturulamayışı, bu tablonun en önemli etkenlerindendir.

Temel gıda maddelerini üretme potansiyelimizin yüksekliği dikkate alınacak olursa,  son yıllarda yaşanan tarımdan kaçış, tarım ve gıda alanındaki hatalı politikaların sonucudur.

Bu yanlışlığı düzeltmek ve tarımsal üretimde dengeleri sağlıklı bir biçimde yerine oturtmak için biran evvel çözüme yönelik politikalar gözden geçirilmeli, kısa ve uzun vadedeki öncelikler belirlenmelidir. İthalat; ancak gelişmiş ülkelerle eşit kulvarlarda koşulabildiğinde, ithal ürünlerle rekabet edilebilir hale gelindiğinde üreticiye zarar vermeyecek bir ticari hareketliliktir.  Et sorununda yapıldığı gibi, piyasayı düzenlemek üzere ithalata yönelmek, sorunun boyutunun büyümesine neden olmaktadır. Et ithalatına yönelik kararının alındığı günden bu yana yaşananlar bunu açıkça göstermiştir. Piyasa dengelerini düzeltecek olan ithalat değil, önce doğru ve gerçekçi destekler, peşinden etkin ve yeterli bir denetim ve müdahale kurumlarının hayata geçirilmesidir. Bunu sağlayamadığımız sürece açılan ithalatın birçok üründe artarak devam edeceğini bilmemiz gerekmektedir.

Gerek üretici gerekse tüketici boyutunda yaşanan ekonomik sıkıntılar, gıda güvenliğini de riske atmaktadır. Başkentte bile merdiven altında üretilen ve hammadde fiyatının altında pazarlanan gıda maddeleri tüketici ile buluşabiliyor ise; bunda en önemli etmen yoksulluktur. Yeterli düzeyde yapılmayan denetimler; yıllardır bu düzenin sürmesine olanak tanımaktadır.  Gelirinin yarısına yakınını gıdaya ayırmak zorunda kalan kişiler için en önemli kriterin ucuzluk olacağı açıktır.

Gıda güvenliği ve güvencesini sağlamak için bu sarmaldan çıkışa yönelik bütünsel politikaların geliştirilmesine ihtiyaç vardır. 16 Ekim Dünya Gıda Günü‘nde bir kez daha talep ediyoruz: Ülke olarak tarım üreticisini üretimden kopartmayacak, tüketiciye güvenli ve ekonomik ürünler sunacak düzeni hep beraber kuralım.  Sadece ekonomi ve piyasa gözlüğü ile bakmadan, stratejik öneme sahip tarım ve gıda sektörünü güçlendirelim, kayıt dışını engelleyelim.  Alım gücü düşük kesimlerin yeterli ve sağlıklı beslenmesini sağlamak üzere doğru ve uzun soluklu politikalar geliştirelim. Güvenli gıda arzını ağlamak amacıyla denetimlerin kamu eliyle etkin bir biçimde gerçekleştirilmesini sağlayalım.

Kamuda gıda alanında temel strateji ve politikaların belirlenmesinde ve bunların uygulanmasında görev almak üzere; başta gıda mühendisleri olmak üzere, ilgili tüm meslek gruplarını istihdam edelim. Son günlerde yaşanan krizler; gıda ile ilgili tüm aşamalarda konu uzmanlarının varlığının ne kadar gerekli olduğunu göstermiştir.  

Güvenli ve yeterli gıdaya ulaşımın güvence altına alındığı, insanca yaşanılan bir dünyada gıda gününü gerçek anlamda kutlayalım.

 

Rahime Petek ATAMAN
TMMOB Gıda Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu Başkanı

  

  

KİMYA MÜHENDİSLERİ ODASI BASIN AÇIKLAMASI  

AÇLIĞIN GÖLGESİNDE DÜNYA GIDA GÜNÜNÜ KUTLUYORUZ!  

.....açlar dizilmiş açlar!
ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız,
sıska cılız, eğri büğrü dallarıyla, eğri büğrü ağaçlar!
ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız,
açlar dizilmiş açlar!
bunlar, yürüyen parçaları,o kurak toprakların!
kimi kemik dizlerine vurarak yuvarlak bir karın taşıyor!
kimi deri. deri!
yalnız yaşıyor gözleri! uzaktan simsiyah sivriliği
nokta nokta uzayıp damara batan
kocaman balı bir nalın çivisi gibi deli gözbebekleri,
gözbebekleri!
......Nazım Hikmet

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü olan FAO‘ nun 2010 yılı verilerine göre dünyadaki aç nüfus sayısı önceki yıla göre 100 milyonun üzerinde bir artışla bir milyara ulaşmıştır. Sistemin bu şekilde devam etmesi durumunda, bu artışın önümüzdeki dönemlerde katlayarak artmasından endişe ediliyor.

Açlık sorunu Türkiye açısından da pek olumlu sinyaller vermiyor. Bugün ülkemizde yirmi milyon insanımız yani nüfusumuzun dörtte bire yakını yeterli gıdaya ulaşamamakta, % 10‘a yakın bir kısmı ise açlık tehlikesi ile burun buruna yaşamaktadır.

Açlık tehlikesi bu kadar belirgin iken, Dünya Bankasının rakamlarına göre temel gıda fiyatları son dört yılda yüzde 100‘ e yakın bir artış göstermektedir.

Dünyada yaşanan açlığın ve yetersiz beslenmenin nedeni üretim yetmezliği değil, üretim ve tüketimin adaletli bir şekilde sağlanamamasıdır.

Neden insanlar açlık sınırında ve yeterli gıdaya ulaşamıyor? Çünkü dünyada tarım ve gıda üretimini piyasalaştırarak tekelleşmeyi dayatan kapitalist sistemin ürünü bir gıda emperyalizmi mevcut.

Gıda Emperyalizmi

Hemen her alanda olduğu gibi gıda alanında da sayısı 5-10‘u geçmeyen çok uluslu şirket tüm dünyada egemendir ve gıda temel besin aracı olmaktan çıkıp bunların rant aracına dönüşmüştür.

Örneğin; bu şirketlerden altı tanesi dünya tahıl ticaretinin yüzde 85‘ini, 8 şirket kahve satışlarının yüzde 60‘ını kontrol ediyor. Özellikle insanların temel besin ihtiyacı olarak bilinen mısır, pirinç, buğday ve soya gibi gıdaları ise hakimiyetleri altına almak için de büyük savaşlar veriyorlar.

Bu şirketler veya taşeronları, yüzlerce çeşit ticari marka adı altında kendilerini gizlemekte ve Dünya‘nın gıda kontrolünü ellerinde tuttuklarını maskelemektedir. Tekellerini pekiştirmek için, gerek gelişmiş ülkeler, gerekse IMF, DTÖ, DB gibi kuruluşlar aracılığı ile en acımasız uygulamaları hayata geçirmekten kaçınmıyorlar.

Türkiye‘de çıkarılan, Tohumculuk, Toprak ve Tarım, Tarım Sigortaları ve Lisanslı Depoculuk, GDO Yönetmeliği ve özellikle mühendisi üretim sürecinden dışlayan Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Yasası gibi yasalar bunun somut örnekleri olarak ele alınmalıdır.

Ülkemizde tarım ve gıdanın piyasalaştırılması, doğal kaynaklarımızın, sermayenin sınırsız ve kuralsız kullanımına açılması bu yasalarla hız kazanmıştır.

Gıda alanındaki özelleştirmeler, kamu kurumlarının tasfiyesi veya işlevsizleştirilmesi, KİT‘lerin yabancı sermaye veya yerli işbirlikçilerine peşkeş çekilmesi gibi uygulamalarla bir talan süreci devam etmektedir. Bu süreç köylülerimizi olduğu gibi kentlilerimizi de yoksullaştırmakta, halkımızın açlık sınırına hızla yaklaşmasına neden olmaktadır.

Gıda emperyalizminin açlığı körükleyen diğer uygulamaları ise; GDO ve Biyoyakıtlar konusudur.

GDO‘lar 10 yıla yakın bir süredir Türkiye‘ye hiçbir sınırlama getirilmeden girmekte, gıda işletmelerine girdi ve halkın önüne ise besin maddesi olarak konmaktadır. Gıda tekellerinin elinde bulunan bu ürünlerin sayısının 900‘ün üzerinde olduğu belirtilmektedir.

Bizler de diğer tüketiciler gibi her gün biraz daha fazla, yağdan hazır çorbaya, domatesten buğdaya, bebek mamalarından şekerli içeceklere kadar genetiği değiştirilmiş bu gıdaları tüketmekteyiz. Her gün biraz daha fazla, halkımızın sağlığı tehdit altına girmektedir.

Genetiği ile oynanmış bu ürünler, aynı zamanda ülkemizde 3 bini endemik olmak üzere 13 bin bitki türünü yok etmekte, zenginliği tüm dünya tarafından bilinen Anadolu biyoçeşitliliği, bu nereden geldiği belli olmayan GDO‘lu tohumlarca yavaş yavaş tükenmektedir. Kısaca sadece bu günümüz değil, geleceğimizde bağımlılık altına alınmaktadır.

Biyodizel veya biyoetanol gibi biyoyakıt üretiminde girdi olarak; mısır, soya, şeker pancarı ve temel besin maddesi olarak kullanılan birçok yağlı tohumlu bitkiler kullanılmaktadır. Özellikle petrol piyasasında ve emtiya fiyatlarındaki spekülatif artışlar, biyoyakıt üretimini kontrolsüz arttırmakta, bu da ülkelerin gıda güvenliğini tehdit etmektedir.

Neyi savunuyoruz?

Kimya Mühendisleri Odası olarak; gıdaya ulaşmanın temel bir hak olduğunu görüyor, gıda maddelerinin borsada bir meta olarak ele alınamayacağını düşünüyoruz.

Gıda egemenliği kavramına sahip çıkıyor ve bunu ulusların tarım, hayvancılık, depolama gibi gıda kaynaklarını belirleme ve yönetme hakkı olarak tanımlıyoruz.

Halkımızın herkes gibi sağlıklı, kültürel açıdan uygun ve sürdürülebilir gıdaya ulaşma hakkı olduğunu savunuyoruz.

Yine doğru ve yeterli beslenmede gıdanın çeşitliliğinin önemli olduğunu söylüyor ve bunun da ancak yerli çiftçi, yerel tarım ve yerli üretim ile sağlanabileceğini düşünüyoruz.

Halkların gıda egemenliği hakkı, ellerinden alınamaz, satılamaz ve devredilemez bir haktır. Bu eksende insan yaşamında, besin kaynaklarından yani gıdadan daha önemli bir şeyin olmadığını biliyoruz.

Yoksulluk ve açlığın kader olmadığını söylüyor, açlık ve yoksulluğun, yaşam hakkını ihlal eden, yıkıcı ve insanlık dışı kapitalist sistemin ekonomik adaletsizliğinin bir sonucu olduğunu düşünüyoruz.

Kısacası, Gıda Egemenliğinin karşısındaki en büyük engelin "Gıda Emperyalizmi" olduğunu, dünyanın ve ülkemizin açlıkla mücadelesinin gıda emperyalizmine karşı durmaktan geçtiğini söylüyoruz.

Ne yapmalı?

Türkiye‘ nin "Gıda Egemenliği" hakkının yaşama geçirilebilmesi için; IMF ve Dünya Bankası ile Dünya Ticaret Örgütü‘nün ülkemiz tarımı ve kırsal yaşam üzerindeki, genel düzenleyici işlem yapma yetkisi kaldırılmalı, her türlü dayatmalar ret edilmelidir.

Avrupa Birliği kapsamında önerilen "Ortak Tarım ve Gıda Politikası" gibi Türkiye‘nin gıda ve tarım sektörünü piyasalaştıran neoliberal yasalar kaldırılmalı, köylü ve tüketiciden yana olan yasalar yürürlüğe sokulmalıdır.

Tarım ve Gıda konulu yükseköğretimde, üretici ile mühendisin bağımsız bir tarım-besin modeli altında dayanışma içinde çalışacağı bir zemin yaratılmalı, ülke ihtiyaçlarına göre yerli ekim, yerli üretim ve istihdama yönelik yeniden yapılandırılması sağlanmalıdır.

Gerçekçi öngörüler ile planlamacı, yatırımcı, mühendis ile köylünün omuz omuza çalışacağı bir zemin üzerinde, üretimi yeniden organize eden, üreticiden tüketiciye doğrudan bir beslenme zinciri kuran, emek eksenli ve dayanışmayı arttıracak yeni bir yapı, ülkemiz insanı, ülkemiz tarımı, kırsal hayat ve tüketici sağlığı açısından en acil gereksinimdir.

Kamuoyuna saygı ile sunulur.

Mehmet BESLEME
TMMOB Kimya Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu Başkanı