ODALARDAN DÜNYA SU GÜNÜ AÇIKLAMASI

22.03.2012

Gıda Mühendisleri Odası, İnşaat Mühendisleri Odası, Peyzaj Mimarları Odası ve Ziraat Mühendisleri Odası, 22 Mart Dünya Su Günü dolayısıyla birer basın açıklaması yaptı.

GIDAMO: SU BİR İNSAN HAKKIDIR
HERKESE YETERLİ VE GÜVENLİ SU SAĞLAMAK DEVLETİN GÖREVİDİR...

Her yıl artık Dünya Gıda Günlerinde dünyadaki bir milyar aç insandan, Dünya Su Günlerinde de güvenli suya ulaşamayan insanlardan söz etmek istemediğimizi ifade etsek de, ne yazık ki önceki yıldan bir sonrakine gıda ve su güvencesinde yüreğimize su serpecek gelişmeler yaşanmamaktadır.

Gelişmiş ülkelerde insanların tamamı temiz suya ulaşabilirken, Asya ve Afrika‘nın çoğu ülkesinde bu oran %40‘lara kadar düşebilmektedir. Bir taraftan dünya nüfusu hızla artarken, diğer taraftan su kaynakları kirlenme, israf, iklim değişikliği, gibi birçok nedenle azalmaktadır. Bu azalmaya karşı etkin önlemler alınmamakta, tam tersine her geçen gün özellikle madencilik, metalurji, kimya, dericilik gibi çeşitli endüstri kollarının sanayi atıklarıyla, evsel atıklarla, tarımsal kirleticilerle hızla kirlenmeye devam etmektedir. 

1992 yılında Dublin‘de yapılan BM Su ve Çevre Konferansında suyun ‘ekonomik mal‘ olarak tanımlanması;  1970‘li yıllardan sonra uygulanan yeni küresel liberal ekonomik politikaları cesaretlendirmiş, dünya nüfusunun kullandığı suyun yönetiminde çok uluslu özel şirketlerin etkinliğini arttırmıştır.

Kentlerde, belediyeler tarafından sağlanan şebeke suyu ülkemizde her zaman ücretlidir ve buna toplum öylesine alıştırılmıştır ki aksi düşünülmemiştir.

Oysa su haktır...

Suyun, zorunlu ihtiyaç olan kısmı halka ücretsiz olarak verilmelidir....  Bu konuda ülkemizde olumlu bir örnek yaşanmış, ve konuyla ilgili açılan davada verilen kararla; suyun insan hakkı olduğu, ticarileştirilemeyeceği mahkeme kararıyla tescillenmiştir. 

Öte yandan, belediye tarafından sağlanan şebeke suyuna güvensizlik nedeniyle, tüketiciler daha da fazla ücret ödemeyi göze alarak damacana veya pet şişelerde su tüketimine yönlendirilmekte, bu alandaki denetimlerin etkinliği de sorgulanmaktadır. 

Ülkemiz suya ulaşma konusunda şanslı ülkelerden sayılmakla birlikte, resmi tahminler bile, 2030 yılında ülkemizin "su fakiri" kategorisine girme olasılığını göstermektedir. Suyun doğru yönetilmesi büyük önem taşımaktadır.

Akarsularımızın HES şirketlerine verilerek özelleştirilmesine, akarsu havzalarında işletilen madenler ve sanayi tesislerinin, tarım ilaçlarının bilinçsiz kullanımının su kaynaklarımızı kirleterek tahrip etmesine izin verilmemeli, bu yönde hızla önlemler alınmalıdır.

İçme suları içinde konu uzmanlarının yer aldığı etkin denetim sağlanmalı, kontrolsüz satışlar engellenmelidir.

Bu önlemler alınırken çok sıklıkla ifade edildiği gibi dünyada gücü elinde tutmaya çalışanların petrolden sonraki dayanağının su olacağı, ülkelerin su politikalarında yapılacak yanlışların bedelinin de ağır olacağı unutulmamalıdır.

Bir kez daha yineliyoruz; temiz ve erişilebilir suya ulaşma bir insanlık hakkıdır.

 

Petek ATAMAN
Gıda Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu Başkanı

  


İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI SUYUNA VE GELECEĞİNE SAHİP ÇIKMAKTADIR!

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1993 yılında suyun insan yaşamındaki önemini vurgulamak, içilebilir su kaynaklarının korunmasını ve çoğaltılmasını teşvik amacıyla her yılın 22 Mart gününü "Dünya Su Günü" olarak ilan etmiştir. Yine 2010 yılında Birleşmiş Milletler‘in almış olduğu bir kararla temiz suya erişim temel insan hakları arasında yerini almıştır.

Ancak bu gün dünyada neoliberalizmin şekillendirdiği su politikaları Birleşmiş Milletlerin temiz suya erişimi bir temel insan hakkı kabul eden anlayışa uygun olarak oluşturulmamaktadır. Zira yine Birleşmiş Milletlerin açıklamış olduğu verilere göre halen Dünya üzerinde yaşayan 783 milyon kişi temiz içme suyuna erişememektedir. Su kaynaklarının özelleştirilmesi, çevre tahribatları sonucunda yok olması ve en önemlisi de suyun metalaştırılması süreçleri bugün artık tüm dünyayı tehdit etmektedir.

Türkiye‘deki durum ise dünyanın genel halinden bağımsız değildir.  Bu anlamda Türkiye‘nin su zengini olarak sunulması gerçeği yansıtmamaktadır. Zira küresel ölçekte kabul görmüş kriterlere göre kişi başına düşen su miktarının yılda 8-10 bin metreküp ve üzerinde olduğu yerler su bakımından zengin sayılmaktadır. Yine aynı kriterlere göre kişi başına düşen su miktarının yılda 2 bin metreküpten az olduğu bölgeler suyun az olduğu yerler olarak tanımlanmaktadır. Türkiye‘de ise kişi başına düşen su miktarı yılda 1500 metreküp olup her geçen gün su fakirliği sınırı olarak tanımlanan 1000 metreküp değerine yaklaşmaktadır. Bu anlamda ülkemizin su kaynakları sınırlı ve kısıtlı olup, bu gerçeğe uygun politikalar üretilmesi bir zorunluluktur. Ancak bugün, mevcut siyasi iktidarın uygulamaya koyduğu neoliberal su politikaları nedeniyle tüm su kaynaklarımız kamu yararını gözetmeyen bir anlayışla özel şirketlerin kar hırsına teslim edilmektedir. 

Bir kalkınma modeli ve stratejisinin ürünü olarak sunulan Türkiye‘nin su kaynaklarına ilişkin politikalar, suyun boşa akıtılmayacağı yönlü bir aldatmacayla, bölge halklarının rızası alınmadan ve kaynakların kurumasına neden olacak şekilde hızla yürürlüğe konmuştur. Ülke genelinde çevresel ve sosyolojik etkileri hesaba katılmaksızın kurulmak istenen yüzlerce depolamasız Hidroelektrik Santral mevcuttur. Yürütmeyi durdurma kararları veya bölge halkalarının mücadelesi bir umut ışığı doğursa da memleketin her karışını satışa çıkarmaya ant içmiş siyasi iktidarın geleceğimizi elimizden almaya çalıştığı bir gerçektir.

Geçtiğimiz ay Gökdere Barajında yaşanan facia, Türkiye‘de su üzerinden yürütülen politikaların ne denli kontrolsüz bir şekilde işlediğine acı bir örnektir. Türkiye tarihi boyunca DSİ tarafından, yüzlerce depolamalı su santrali (baraj) inşa edilmiş, ancak böylesi bir facia yaşanmamıştır. Cumhuriyet tarihi boyunca, proje yapan, imal eden ve denetleyen bir kurum olan DSİ‘nin kurumsal kapasitesi, yakın tarihimizde bilinçli bir şekilde adım adım uygulamaya konulan düzenlemelerle düşürülmüştür. DSİ gibi köklü bir kurumun içinin boşaltılması, yüksek bütçelerle yapılan ve uzun vadeli kullanımı öngörülen kamu yatırımlarının, özel sektörün insafına terk edilmesi ve denetimsiz bırakılması anlamına gelmektedir. Bugün gelinen noktada DSİ Genel Müdürü dahi "HES inşaatlarını tek tek kendi imkânlarımızla denetleme imkânımız yoktur" diyebilmektedir. Oysa su kaynaklarının doğru ve etkin kullanımı su yapılarının kamu kurumları tarafından, kamu yararını gözeterek yapılması ve denetlenmesinden geçmektedir.

Benzer bir şekilde siyasi iktidarın su kaynaklarını özel sektöre devretme yönündeki hırsı, yaşamlarına ve derelerine sahip çıkanlar üzerindeki baskıdan kolaylıkla anlaşılabilecektir. Metin Lokumcu‘yu ölüme sürükleyen, Gökdere‘de insanlarımızın hayatlarını kaybetmelerine neden olan bu anlayış temiz suya erişimi bir insan hakkı olarak ya da bir kamu hizmeti olarak görmemekte, su kaynakları üzerindeki tüm tasarrufu özel şirketlere devretmektedir.

DSİ verilerine göre, Türkiye genelinde inşa edilmekte olan HES projeleri sayısı toplam 1500‘ü bulmuştur.  HES‘ler sadece suyun metalaştırılması ve bu yolla doğanın tahrip edilmesi anlamına gelmemekte aynı zamanda su kaynaklarının etrafında yaşayan insanlar için bir yaşam tarzına müdahale anlamını taşımaktadır. Hasankeyf‘in sular altında kalmasına neden olacak ya da Munzur‘u kurutacak hiçbir proje, kaynakların etkin kullanımı ile açıklanamaz. Tarihten bugüne insanoğlu tüm yerleşkelerini su yakınlarına kurmuş buralarda yaşayan insanlar için "su" sadece biyolojik bir ihtiyaç olmanın ötesinde bir kültür inşa etmiştir.

Ülkenin her yerinde yaygınlaşan ve özellikle de Karadeniz‘de yoğunlaşan HES projeleri dere ve nehirlerden gelir elde eden ya da oradaki sosyal yaşamın bir parçası olan suyun halkımızın elinden alınması anlamına gelmektedir. Bu anlamda HES projelerinin yapımı yönündeki karar alma süreçlerinde etkili olması gereken Çevresel Etki Değerlendirme Raporları bugün artık gerçek durumu yansıtmaktan uzak hale gelmiş, yatırımlara meşruiyet kazandırma işlevine indirgenmiştir. Bilimsel olmayan verilere dayanarak hazırlanan ÇED raporları birer formaliteye dönüşmüştür.

Türkiye‘nin su kaynaklarını son derece pervasız ve akıl dışı projelerle satışa çıkaran siyasi iktidar bu tutumunu bir an önce değiştirmelidir. Kaynakların etkin kullanımı için suyun bir hak olarak görülmesi ve su politikalarının toplumun tüm bileşenlerinin katılımıyla yeniden düzenlenmesi şarttır. Aksi taktirde geri dönüşü olmayan tahribatlar yaşanacak ve ülkemizin sınırlı su kaynakları yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.

Su kaynaklarımıza ve geleceğimize zarar veren uygulamaların giderek arttığı bir dönemde  "Dünya Su Günü "nü kutlamak, söz konusu uygulamaları teşhir etmek ve tepki göstermek anlamına gelmektedir. Suyuna ve geleceğine sahip çıkmayı bir sorumluluk olarak gören İnşaat Mühendisleri Odası dünya su gününü bu bilinçle sahiplenmektedir.

İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI YÖNETİM KURULU


 

PEYZAJ MİMARLARI ODASI: 22 MART DÜNYA SU GÜNÜ

Su Yaşamdır, Yaşam Herkesin

22 Mart Dünya Su Günü yine kirlenen su kaynakları ile kutlanamıyor. Bugün dünyada yedi milyar insanın yiyeceğe gereksinim duyduğu dünya 2050 yılında nüfusuna ekleyeceği yeni iki milyar ile doğal kaynaklarını daha da etkin korumak zorunda kalmaktadır.

Hızlı nüfus artışı beraberinde doğal kaynakların fütursuzca kullanımını özendirirken, özünde açlık ve sefaleti de beraberinde getirmektedir. Dünyanın farklı bölgelerinden yükselen gıda yoksunluğundan kaynaklı ölümlerin neredeyse tamamının sorumlusu kaynakları etkin kullanmayan insandır.

Bugün insanoğlu;

•-          Az su ile daha az tüketime

•-          Az enerji ile daha çok üretime

•-          Koruma ile geleceğinin garantiye alınmasına gereksinim duymaktadır.

Üretimin önemli girdisi, verimliliğin göstergesi ve sağlıklı yaşamın garantisi "SU" günümüzde ihtiyaç duyulan en değerli varlıktır.

Çoğu zaman felaketleri de beraberinde getiren SU, yıllar içinde UNESCO, UNEP, FAO vb. organizasyonların öncülüğünde önemine değinilen yaşamsal unsur olsa da, kirlenmesinin önü alınamamış, besin zinciri içinde de süreçleri olumsuz etkileyen bir unsur olmuştur. Doksanlı yıllar ile başlayan suyun ticarileştirilmesinin de süreci hızlandırdığı düşünülürse, SU artık dünyanın dörtte üçünü kaplasa da erişilmesi güç, bulunması zor bir değer haline gelmiştir. Seller ve taşkınlar ile dünyanın birçok bölgesinde felakete yol açan aynı su, kimi bölgeler için de varlığı görünmeyen bir değer olarak sınırlararası çatışmalara bile neden olurken 22 Mart Dünya Su Günü‘nde bir başka gözle değerlendirilmelidir. Özetle suyun;

•-          Satılması ve para ile ölçülmesi mümkün değildir

•-          Sermayeye peşkeş çekilmesi kabul edilemez

•-          HES‘ler ile önünün alınması ve yapısının bozulması mümkün olmamalıdır

•-          Nükleer ve termik santraller ile ısıtılmasına izin verilmemelidir

•-          Yaşamsal bir unsur gerçeğinin sadece ona sahip çıkanların meselesi;

Olmadığının bilinmesi gerekmektedir.

2012 yılında da buruk kutladığımız Dünya Su Günü‘nde;

•-          Felaketlerin yaşanmadığı

•-          Savaşların son bulduğu

•-          Maden aramaları ile içilebilir su kaynaklarının kirletilmediği

•-          HES ve Termik santraller ile doğanın talan edilmediği

•-          Suyun sahipsiz olmadığının farkında olunduğu

Bir ülke istiyoruz.

Bu ülke bizim... Bu sular bizim...

22 Mart Dünya Su Günü Kutlu olsun.

 

TMMOB Peyzaj Mimarları Odası
9. Dönem Yönetim Kurulu


ZMO: SU"YUNA SAHİP ÇIKMAYAN BİR ÜLKEDE, DÜNYA SU GÜNÜ KUTLANAMAZ!

Ülkemiz, doğal varlıklar üzerindeki rant baskısının olağanüstü düzeyde arttığı, sermayenin önünde engel (!) teşkil eden yasaların bir gecede değiştirildiği, gerekli mühendislik önemleri alınmadığı için doğal afetlerde birçok kişinin yaşamını yitirdiği ve kentsel alanlarda erişilebilir su kaynaklarının giderek azaldığı bir yılı daha geride bırakmıştır.

2012 yılının Dünya Su Günü`nde, temiz ve ucuz su kaynaklarına erişim hakkına hala gereken önem verilmemekte ve sularımızın önü HES projeleriyle kesilmektedir. Suyun ticarileştirilmesine yönelik eğilimler hız kazanmış, su kaynaklarımız ve doğanın geriye dönüşü imkansız bir şekilde bozulmasına yol açacak tehlikeli bir sürece girilmiştir.

Su yaşamın vazgeçilemez unsurudur. Yeterli ve güvenli suyun olmadığı koşullarda tarımsal üretimin yeterliliğinden, gıda egemenliğinden ve dolayısıyla insan yaşamının sürdürülebilirliğinden söz edilemez.

Savaş nedeni olacak kadar önemli bir kaynak olan su, alınıp satılacak bir mal değildir!

Su kaynaklarının gittikçe azaldığı günümüzde, dünyada gücü elinde tutmaya çalışanların petrolden sonraki hedefi su olmuştur. Artık ülkelerin su politikalarında yapılacak yanlışların bedeli çok ağır ödenecektir. Suyun bu derece önemli olduğu günümüzde, su zengini olmadığımızın da farkında olarak, doğru su politikalarının uygulanması gerekmektedir. Gelecek nesiller için akarsularımızı HES şirketlerine vermekten vazgeçmeli, madenler ve sanayi tesislerinin akarsu havzalarını kirletmesinin önüne geçmeliyiz. Çokuluslu şirketlerin sularımız üzerinde egemenlik kurmalarına asla izin vermemeliyiz.

Su ve toprak varlıkları, devlet egemenliğinin bir parçası, ulusal bağımsızlığın da sembolüdürler. Kıt olan doğal varlıklarımızın heba edilmesi ülkemiz geleceğini de tehlikeye atacaktır. Bu nedenle su kaynaklarımızın korunarak geliştirilmesi ve ulusal çıkarlara uygun olarak kullanılması yaşamsal önem taşımaktadır. Özellikle tarımda sulama yatırımları tamamlanmalı, modern sulama sistemleri çiftçiyle buluşturulmalı, yağmurlama ve damla sulama projeleri yaygınlaştırılmalı, sularımızın kirletilmesinin önüne geçilmelidir.

Ülkemizde "Dünya Su Günü"nden bahsedebilmek için su bir insanlık hakkı olarak kabul edilmeli, üzerinden kar elde edilecek bir meta olarak görülmemeli, enerji üretimi adı altında akarsularımızın su kullanım hakkının sermayeye devredilmesi uygulamasından derhal vazgeçilmelidir.

Unutulmamalıdır ki, su olmazsa, yaşam da olmaz!

Kamuoyuna saygılarımızla duyurulur.

 

Dr. Turhan TUNCER
ZMO Yönetim Kurulu Başkanı