ÖZELLEŞTİRMELERE HAYIR
Özellikle son 20 yıldır dünyada ve ülkemizde uygulanan ekonomik ve siyasal politikalar sonucunda küreselleşme'nin ve yeni dünya düzeni'nin bir yansıması olarak ortaya çıkan manzara daha fazla özelleştirme, daha fazla işsizlik, yoksulluk ve açlık olmuştur.
Özellikle son 20 yıldır dünyada ve ülkemizde uygulanan ekonomik ve siyasal politikalar sonucunda küreselleşme‘nin ve yeni dünya düzeni‘nin bir yansıması olarak ortaya çıkan manzara daha fazla özelleştirme, daha fazla işsizlik, yoksulluk ve açlık olmuştur. Uluslararası tekeller ve bunların küresel örgütleri IMF,DB ve DTÖ; küreselleşen yeni dünyada, serbest pazar ekonomisi uygulamalarıyla, özgürlüklerin hayatın her alanında yaşam bulacağı, demokratik, şeffaf toplumun, ortak değerler olarak ortaya çıkacağını ifade etmişlerdir. Ancak küreselleşme politikaları ile birlikte neo-liberal politikaların yoğun olarak uygulandığı ülkelerde, serbestleştirme ve özelleştirme olarak tanımlanan bu politikalar sonucunda, işsizlik daha da artmış, kamu alanları talana açılmış, anti demokratik uygulamalar daha da yoğunlaşmış kısacası yolsuzluk ve yoksulluk düzenleri hüküm sürmeye başlamıştır.
Özelleştirme iddia edildiği gibi, verimliliği arttıran, işsizliği azaltan, hizmette kaliteyi sağlayan, ucuzluk getiren politikalar değildir. Ülkemizde; Et - Balık Kurumu özelleştirildi, hayvancılık yok edildi, Süt Endüstrisi Kurumu(SEK) özelleştirildi, süt fiyatları arttı, enerji alanında özelleştirme yapıldı, her ay elektrik fiyatlarına düzenli olarak zam yapılmaya başlandı, çimentodan demir çeliğe kadar özelleştirilen her sektörde hep aynı durum ortaya çıktı. Bu uygulamalar bize net olarak gösteriyor ki özelleştirmeler, halkımıza hiçbir yarar ve kaliteli hizmet sağlamamakta, ekonomiye olumlu bir katkısı olmamakta, sadece sermaye sınıfına kaynak aktarımına yaramaktadır. Ancak dünyanın her yerinde olduğu gibi, ülkemizde de, yıllarca, özelleştirmenin asıl yüzü gizlenebilmiş, özelleştirmeden zarar gören geniş halk kesimleri, yalanlarla kandırılmıştır. Özelleştirme ile işçiler işsiz bırakılmakta, daha da yoksulluğa itilmekte, örgütsüzleştirilmektedir. Özelleştirme sonucu geniş halk yığınları her şeyi daha da pahalı tüketme zorunluluğuna itilmekte, eğitimden sağlığa her şey paralı hale getirilmektedir. Artık yaşananlar noktasında özelleştirmenin içyüzü açığa çıkmıştır. İşyerleri birer birer elden çıkarılmakta, buna ciddi bir karşı duruş örgütlenememektedir.
Elektrik, Doğalgaz, TELEKOM, TEKEL, Bankacılık, Şeker, Tütün vb. sektörlerine yönelik IMF ve Dünya Bankasının dayatması sonucu çıkartılan yasalarla bu sektörler çok uluslu şirketlerin denetimine ve mülkiyetine sunulmaktadır. Bunlarla da yetinilmemekte kamu arazi ve binaları satılığa çıkartılarak, ülkemizin uluslararası sermayeye toptan satışı öngörülmektedir. Uluslararası sermaye; yaygınlaşmasının önündeki engelleri, oluşturduğu kurumları (IMF, DB, DTÖ) aracılığıyla aşmaktadır. Ekonomik olarak bağımlılaştırılan ülkelere, uluslararası sermayenin yatırımlarının önündeki engelleri kaldırmaya yönelik, hukuki ve siyasal adımlar attırılmaktadır. (Çok Taraflı Yatırım Anlaşmaları, Uluslararası Tahkim, Endüstri Bölgeleri vb.
Ülkemizde; enerji, tarım, haberleşme, madencilik,orman, kamu taşınmazları, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik vb. alanlarında özelleştirmelerle ağır darbeler yaşanmakta, yoksulluk ve gelir dağılımı adaletsizliği ise dayanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Devleti küçültme adı altında, yağmayı büyüten bir süreç yaşamaktayız. IMF ve Dünya Bankası direktifleriyle başta sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, haberleşme ve enerji gibi kamu eliyle sürdürülen hizmetler ticarileştirilmekte, özelleştirmeyi olmazsa olmaz koşul olarak görenler, "devlet elini ekonomiden çeksin" diyenler, gelişmiş ülkelerde devletin ekonomideki yüzde 50‘ye yaklaşan payını kamuoyundan saklamaktadırlar. Bugün, devletin ekonomideki payı, ABD‘de %32.2, Almanya‘da %53.6, İsveç‘te %58. 5 iken, Türkiye‘de %23.9‘dur. Ülkemizde ise, devletin ekonomideki payını azaltma adına tam bir yağma ve talan gerçekleştiriliyor. Bunun en son örneği Şeker, Tütün, Doğalgaz, Enerji Piyasası Kanunları ve TELEKOM‘dur. Ülkemizde son yaşanan krizle ortaya çıkan 40 milyar dolarlık soygunun kimler tarafından gerçekleştirildiği kamuoyuna açıklanmazken, özelleştirmeler sonucu ne kadar kaynak yaratılacağı, gerçekleri yansıtmayan bir şekilde anlatılmaya çalışılmaktadır.
IMF ve DB‘nin ısrarla istediği özelleştirmeler, bizleri daha da yoksullaştırıyor, yatırım ve üretimden uzaklaştırıyor. Bugüne değin özelleştirilen 128 kuruluşta sendikalı çalışan her 10 emekçiden 8‘i işten atıldı, bu işyerlerinde sendikasızlaştırma oranı %72‘ye yükselerek, özelleştirmeler nedeniyle yaklaşık 1 milyon çalışan emekçi işsiz kalmıştır.
IMF - DB Politikaları ve ÖZELLEŞTİRME
Sosyal güvenlik, sağlık ve eğitime ayrılan kamu harcamalarının kısılması sonucu; tedavisi kolay ve önlenebilir kolera, sarılık, tifo, sıtma gibi bulaşıcı hastalıklarda ve bebek ölümlerinde artış, milyonlarca eğitimsiz ucuz işgücü yani, sağlıksız ve eğitimsiz yeni nesil,
Devletin boş bıraktığı "yüksek kar"vadeden alanlara, özellikle yabancı sermayenin girmesini sağlayacak "özelleştirme uygulamaları", IMF politikalarının ana hedefidir. Bunun sonucu; Özelleştirme, taşeronlaştırma ile gelen işten atmalar, ücretlerde düşme, kamu hizmetlerinde niteliksel veniceliksel azalma yani, işsizlik, yoksulluk ve yaşam kalitesinde düşüş,
Uluslararası şirketlerin kolayca her sektöre girebilmesini sağlayan yasaların çıkarılması ve anlaşmazlıkların o ülkenin ulusal yasaları ile değil, uluslararası tahkim yolu ile çözümünü öngören anlaşmaların imzalanması sonucu; devletin varlığının temeli olan "kamu yararının gözetilmesi" ilkesinden vazgeçilip, "şirketlerin ekonomik çıkarlarının gözetilmesi" ilkesinin hakim kılınması, uluslararası şirketlerin herhangi bir sorunla karşılaştıklarında "ev sahibi" devletten yüklü tazminatlar alabilmesi, stratejik sektörlerde bile devlet denetiminin ortadan kalkması, küçük işyerlerinin tekelci rekabete dayanamayarak kapanması, işsizliğin artması, ulusal kaynakların yabancı tekellerin istekleri doğrultusunda yönlendirilmesi, çalışma ve çevre standartlarının düşmesi yani, ulusal bağımsızlığın ortadan kalması, ülkenin doğal kaynaklarının uluslararası şirketlerce talan edilmesi,
Ulusal ekonominin korunmasına yönelik olarak ithal mallar için devlet müdahalesinin (kota, tarifeler,asgari norm ve standartlar) ortadan kaldırılması sonucu, uluslararası tekellerin kolayca iç piyasalara girmesi, yerli üreticilerin, daha donanımlı ve zengin yabancılarla rekabet edemeyerek iflas etmeleri veya onların "bayisi" durumuna düşmeleri, ulusal ölçekteki işyerlerinin kapanması, işsizliğin artması, uluslararası tekellere karşı rekabet şansı azalan ulusal sermayenin yok olması, tarımda sübvansiyonun kalkmasıyla temel tüketim maddelerinde fiyatların yükselmesi, halkın alım gücünün düşmesi, sübvansiyonun kesildiği sektörlerde işsizliğin artması, kente göçün hızlanması yani, işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk,
Dış borçların ödenmesi amacıyla gerekli döviz girdisinin sağlanabilmesi için ekonomi, tamamen ihracata dayalı bir biçimde örgütlenir ve üretim ülke ihtiyaçlarına göre değil, uluslararası rekabet koşullarına göre yapılır. Bunun sonucu; uluslararası bir krizin ihracata dayanan ekonomiyi felç etmesi, ihracata bel bağlayan bir ekonomide, acımasız uluslararası rekabet ortamında, ücretlerin minimumda tutulabilmesi için sendikalılığa ve sendikalara karşı baskı ve güç kullanılması, küçük üreticilerin kentlere hızlı göçü, işsizlik, ucuz işgücü, bir toprak planlaması yapılmadan, en verimli toprakların en iyi para getiren ihraç ürünlerini yaratan fabrikalara ayrılması, temel tarım ürünlerinin ise daha verimsiz topraklarda yetiştirilmesi, erozyonların artması, tarımda, ihracata yönelik olarak çiftçilerin tek ürüne yoğunlaşmaya teşvik edilmeleri nedeniyle, topraktaki doğal dengenin bozulması, haşere ve bitki virüslerinin hızla bütün ürüne yayılması ve hasadı yok etmesi, kendi üretebileceği alanlarda bile ülkenin ithal ürünlere bağımlı hale gelmesi, ormanlar ve maden kaynaklarının hızla tüketilmesi, çevrenin tahribi yani, dışa bağımlı bir ekonomi,sömürü,talan ve doğanın onarılmaz tahribi, anlamına gelmektedir.
Bu saldırıya karşı emekçiler de topyekün karşı durmalıdır. Karşı duruş, artık hukuki mücadele, basın açıklamaları, mitingler boyutundan çıkarılmalıdır.Özelleştirme karşıtı işyeri komiteleri, tüm işyerlerinde yaygınlaştırılmalıdır. Genel olarak özelleştirmeye karşı çıkmak bir yana, hepimizin emeğiyle ve alın teriyle gerçekleştirilen kamu kuruluşlarının yok pahasına satışını önlemek gerekir. Kamu kuruluşunda çalışan tüm emek kesiminin temsilcileri, o kuruluşun tüm stratejik kararlarını, tüm hesaplarını, tüm dökümlerini incelemeli; yolsuzlukları, haksızlıkları, yanlış politika uygulamalarını denetlemeli ve burada gördüğü aksaklıkları, eksiklikleri, kuraldışı, hukuk dışı uygulamaları kamuoyuna yansıtmalıdır.Özelleştirmeye karşı "KAMULAŞTIRMA" şiarı her alanda yükseltilmelidir.
Tüm çalışanların özelleştirme politikalarına karşı mücadelesi artarak sürecektir. TMMOB özelleştirme ve kamu alanlarının talanına karşı duruşunu;
27 TEMMUZ 2001 TARİHİNDE SAAT 17:30‘DA TMMOB VE ODA YÖNETİM KURULU ÜYELERİ İLE GÜVENPARK‘TA
28 TEMMUZ 2001 TARİHİNDE TMMOB ÜYELERİ İLE BİRLİKTE ANKARA‘DA YAPACAĞI MİTİNGLE SÜRDÜRMEYE DEVAM EDECEKTİR.
ÜLKEMİZE , MESLEĞİMİZE ve ONURUMUZA SAHİP ÇIKIYORUZ
BAĞIMSIZ DEMOKRATİK TÜRKİYE ve İNSANCA YAŞAM